18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 KASIM 2007 PAZAR 4 ALİ SİRMEN HABERLER HAREMÜŞŞERİF RAPORU DÜNYADA BUGÜN İstanbul’da gerçekleştirilen ‘Kudüs Buluşması’ olumlu havayı sildi İstanbul’un Asıl Sorunu Sevgili, Paris’te kentin göbeğindeki hallerin, bulunduğu yerden kaldırılıp Rungis’e nakledilmesi kararı verildiğinde ve konu büyük tartışmalara yol açıp epeyce mürekkep harcanmasına neden olduğunda, oradaydım. Kimsenin, artık bulunduğu yere sıkışıp kaldığı için kentin gereksinimini karşılayamayan, uzun yılların birikimiyle yeryüzünün en büyük fare meşherlerinden biri haline gelmiş olan “haller”in taşınmasına itirazı yoktu. Bütün mesele, kaldırılmadan sonra ortaya çıkacak olan “deliğin” nasıl doldurulacağı, hangi amaçlara yönelik kullanılacağıydı. Gazeteler, dergiler durmadan bu konuda yazılar yayımlıyor, tartışmalar açıyorlardı. 20. yüzyılın önemli Fransız siyaset bilimcilerinden ve anayasa profesörlerinden olan (aynı zamanda seçkin bir yazar olduğu, daha sonra yazdıklarıyla da kanıtlanmıştı) Maurice Duverger, tıpkı Colbert’in Kral’a yazdığı üslupla, Devlet Başkanı General De Gaulle’e “Sir” diye başlayan bir açık mektup yayımlıyordu. Altmışlı yılların ikinci yarısında uzun sürdü, kahve sohbetlerine kadar yansıdı haller tartışması. Louvre Müzesi’nin girişine bir cam piramit kondurulması konusunda da büyük tartışmalar yaşandı. O zamanlar Parisli, kentine sahip çıkar, her şeyi ile ilgilenir, kendisinin içinde yaşadığı kentin sahibi olduğu duygusunu içinde taşırdı. ??? Gerçi o zamanlarda da Paris Belle Epoque’daki gibi dünyanın başkenti olma niteliğini yitirmeye başlıyordu, ama Enis Batur’un deyimiyle hâlâ bir Ecekent olma vasfını koruyor, henüz popüler mahallelerini yitirmeyen kentin kahvelerinde zanaatkârlara, işçilere rastlayabiliyordun. Bütün metropoller gibi rant avcılarının iştahını çeken kentin benliğini koruyabilmesinin nedeni, yalnızca yöneticilerin onun değerini bilmeleri değil, ama aynı zamanda, onu kendi malı olarak görüp korumaya azimli Parislilerin oluşuydu. Erbabı, Parisliyi bir yığın insanın içinden, konuşması, hali tavrı, belki de başkalarına oranla biraz daha telaşlı, aceleci havası ile hemen bulup çıkarabilirdi, tıpkı bir zamanların İstanbullusu gibi... İlk anımsadığım çocukluğumun İstanbul’u mütevazı, hatta zaman zaman, yer yer yoksul, ama mağrur, imparatorluğun vur patlasın çal oynasın dönemlerini geride bırakmış, savaş koşullarının zoruyla tutumlu, paşa dedelerden kalma, köhnemeye yüz tutmuş konakların daha sonra yerlerini beton bloklara terk etmeyi beklerken, hâlâ dönümlerce bahçenin ortasında, geçmiş yaşanmışlıkların tanıkları olarak durdukları, değişik, eşsiz bir kentti. Büyük Akdeniz liman kentleri gibi, İstanbul da illa kozmopolitti. Rumları, Ermenileri, Yahudileri olmadan düşünemezdin o kenti... ??? Kentin çeşitli semtleri, mahalleleri bugünkü gibi, kötü bir tornadan çıkmışçasına aynı çirkinliğin kopya kâğıdıyla çoğaltılmış örneklerini oluşturmazlardı. Her semtin belirli özellikleri vardı. Langa’nın bostanları, Bayrampaşa’nın enginarı, Çengelköy’ün hıyarı, Arnavutköy’ün çileği vb. O dönemlerde, Emirgân’a çay içmeye, Kanlıca’ya yoğurt, Yakacık’a kâğıt kebabı yemeye gidilirdi. Her semtin kendine öz, öbürlerinden değişik yapısı ve kültürü vardı. Ve bu insanların topluluğu İstanbulluları oluştururdu. İstanbullu olmak için illa burada doğmuş olmak gerekmezdi. Kentin kültürünü, davranış biçimini özümsemek yeterdi ve o zamanlarda göç bugünkü kadar yoğun olmadığı için de, gelenler yerlilerin içinde daha kolay erirlerdi. Sakın eskiyi yüceltmeye çalıştığımı sanma Sevgili, o günlerin İstanbul’u, geçmişin dünya başkenti dönemlerini geride bırakmış, yoksul, biraz da bakımsız bir kentti, ama İstanbulluları vardı. Şimdi onlar ya tarihe karıştılar ya da ham ervah kalabalıkların dehşeti içinde ürkek, kendilerini gizlemeye çalışarak geziniyorlar aramızda. Ve artık onlar olmadığı için de, kent rant barbarları tarafından rahatlıkla hayâsızca yağmalanabiliyor. Bu yüzdendir ki, insanlar kendi canlarını hedef alan su havzalarını ve yeşili katletmeye aday 3. köprü tartışmaları karşısında, sanki sonunda olacaklar, kendilerine olmayacakmışçasına bigâne kalabiliyorlar. asirmen?cumhuriyet.com.tr Kazanımlar yitirildi ? Türkiye, İsrail ve Filistin devlet başkanlarını bir araya getirerek bir başarıya imza atarken İstanbul’daki toplantıda cihat çağrıları yapıldı, İsrail lanetlendi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye, hafta başında TOBB’nin öncülüğünde İsrail ve Filistin devlet başkanlarını Ankara’da bir araya getirerek önemli bir başarıya imza atarken, daha üzerinden 3 gün bile geçmeden İstanbul’da gerçekleştirilen “Kudüs Buluşması” ile kazanımlarını yitirdi. İstanbul’daki toplantıya başta Hamas olmak üzere çok sayıda İslami örgüt katılırken, cihat çağrıları yapıldı, İsrail lanetlendi. Türkiye 1213 Kasım’da İsrailFilistin görüşmelerine ev sahipliği yaparken, dünya basınında da “barıştıran ülke” olarak yer aldı. Ankara bu zirveyi gerçekleştirmekle ABD’nin Annapolis kentinde çok sayıda ülkenin katılımıyla düzenlenecek olan İsrailFilistin zirvesi öncesinde çözümün kolaylaştırılması yönünde önemli bir adım da atmış oldu. Ancak bu zirvenin sadece 2 gün ardından İstanbul Feshane’de gerçekleştirilen “Uluslararası Kudüs Buluşması” olumlu havayı sildi. Toplantılarda 60’ın üzerindeki ülkeden 2000 temsilcinin yanı sıra İsrail’in terörist ola Türkiye İsrail’i suçlu buldu ? Başbakan Erdoğan’ın, Haremüşşerif’teki kazı çalışmalarına ilişkin raporu İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e de sunduğu öğrenildi. FIRAT KOZOK 60’tan fazla ülke temsilcisinin katıldığı Uluslararası Kudüs Buluşması Feshane’de yapıldı. /(AA) rak saydığı, Hamas’ın Suriye’de sesesi’nin işbirliğiyle düzenlenen Suriye’de bulunan siyasi lideri Habulunan 2 numaralı ismi Musa toplantıda, cihad ve Annapolis top lid Meşal’i Türkiye’ye davet etEbu Marzuk da yer aldı. Mar lantısına katılmama çağrısında bu mişti. Ziyaretin ardından, Türkiyeİsrail ilişkileri ciddi biçimde bozuk’un yanı sıra, İslami Hareket, Ce lunuldu. maati İslami gibi radikal İslamcı Toplantı sonrasında açılan sergi zulmuş ve büyük sıkıntılar yaşanörgütlerin üst düzey temsilcileri de de ise Cumhurbaşkanı Abdullah mıştı. İsrail Başbakanlık Sözcüsü Ratoplantıya geldi. Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın resimleri intihar bomba anan Gissin de Ankara’nın Meşal’i cısı çocukların resimleri ile yan ya kabul etmesinin hiçbir haklı gerekÇağrı çelişkisi na asıldı. Ayrıca toplantıya, Başba çesi bulunmayacağını belirterek, Toplantının ardından yapılan çağ kan Erdoğan’ın danışmanı Nabi “Merak ediyoruz, örneğin İsrarı ise Türkiye’nin Filistin ve İsrail Avcı da katıldı. İsrailli kaynaklar, il hükümeti Abdullah Öcalan’ı ve liderlerini ağırlama amacı ile ta toplantının Türkiyeİsrail ilişkile onun adamlarını muhatap alıp mamen çelişti. Türkiye Gönüllü rine olumsuz etki edebileceğini be konuşsa, onları İsrail’e davet etse Türkiye başbakanı ne hisseTeşekküller Vakfı, İslam Dünyası lirtiyorlar. Daha önce 15 Şubat 2006’da der? Biz şu anda bunu hissediSivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) ve Filistin Dayanışma Der ABD ve İsrail’in tüm engelleme yoruz ve bu duyarsızlığı anlamakneği ile Uluslararası Kudüs Mües çabalarına karşın AKP, Hamas’ın ta güçlük çekiyoruz” demişti. ANKARA Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Türkiye’nin İsrail’in, Mescidi Aksa’nın da bulunduğu Haremüşşerif’teki kazı çalışmalarına ilişkin raporunu İsrail Başbakanı Ehud Olmert’in ardından geçen hafta Ankara’da temaslarda bulunan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e de sunduğu öğrenildi. İsrail’in kazılarına tepkilerin artması üzerine Erdoğan, geçen şubat ayında Türkiye’ye gelen İsrail Başbakanı Ehud Olmert’e çalışmaları incelemek üzere bir heyet oluşturulması önerisini sunmuştu. Olmert’in öneriyi kabul etmesinin ardından Türkiye’nin 3 kişilik heyeti, bölgede incelemeler yapmış, ancak hazırlanan rapor açıklanmamıştı. Fransız AFP ajansının, 15 Ekim’de yayımlanan haberinde Türk heyetinin tartışmalı projeyi onayladığı bilgisine yer vermesi üzerine, Başbakanlık Basın Merkezi, raporun UNESCO raporuyla paralellik taşıdığı ve Haremüşşerif’teki tek taraflı uygulamanın yanlışlığını vurguladığını duyurmuştu.R apor ilk olarak Erdoğan tarafından ekim ayındaki Londra ziyareti sırasında Olmert’e sunuldu. Aynı rapor, hafta başında Ankara’ya gelen İsrail Cumhurbaşkanı Peres ve Filistin Ulusal Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’a da verildi. Raporda, yapılan kazı çalışmalarıyla ilgili İsrail’e uyarılarda bulunuldu. Yahudilerin, Mescidi Aksa’nın girişinde yer alan Mağribi Kapısı ve mahallesine girişi engellediği belirtilen raporda, “Bu, her şeyden önce insaf ölçüleriyle birlikte insan haklarıyla da bağdaşmamaktadır” denildi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın DTP hakkında açtığı kapatma davası, siyasi cephede olduğu gibi, hukuki cephede de tartışmalara neden oluyor. Türkiye’yi yöneten irade, şu anda bir yandan PKK üzerindeki uluslararası baskıyı arttırırken DTP’yi siyaset dışına itecek bir formüle de sıcak bakmadığını ifade etmişti. MHP’nin “DTP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldıralım” çağrısına Başbakan Erdoğan ve AKP Genel Başkan Yardımcısı “Olmaz” cevabını vermişlerdi. Hatta daha da ileri giderek Başbakan “Dağa mı gitsinler” demişti. Tam bu ortamda açılan kapatma davası, ne kadar siyasidir, ne kadar hukukidir? Şu noktayı açıklığa kavuşturmakta yarar bulunuyor: Her siyasi sistemin kendisine özgü bir hukuki yaklaşımı vardır. Hukuk, siyasi ortamdan bağımsız bir araç değildir. Bunun en güzel örneklerinden birisi, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesine ilişkin tartışmalar sırasında yaşanıyor. Hükümetin iddiasına göre Avrupa ülkelerinin hepsinde buna benzer bir madde bulunuyor. Bu çok tartışmalı bir tez. Ancak yine de şu gerçek ortada: Tür Yargı Siyasetten Bağımsız mıdır? kiye’de sürekli bu maddeden davalar açılıp insanlar mahkum ediliyorsa bunun temel nedeni, hiç kuşkusuz yargının siyasi tutumudur. Sonuç olarak ülkemizin hukukçuları, savcıları, yargıçları, Batılı savcı ve yargıçlardan farklı olarak, aydınlara, muhalif seslere karşı daha kolay dava açabiliyorlar, mahkumiyet kararı verebiliyorlar. Bu tabloya baktığımız zaman yargının siyasi ortamdan, siyasi gelişmelerden bağımsız olmadığını görebiliriz, söyleyebiliriz. Sonuç olarak, hukukçular da doğup büyüdükleri, yaşadıkları, eğitim gördükleri coğrafyadan bu coğrafyaya hâkim olan siyasi akımlardan bağımsız değillerdir. Bu nedenle yargı bağımsızlığı, yalnızca yargının iktidar ilişkilerinden bağımsız olması değildir. Tabii ki yargının, hükümetin müdahalelerinden bağımsız olması önemlidir. Yargıçların ve savcıların, avukatların özgürce karar verebilecekleri ortamın yaratılması için hükümete görevler düşüyor. Yargı bağımsızlığını bu nedenle sonuna kadar savunmak gerekiyor. ??? Ancak bu yetmez. 5060 yıldır demokrasi karşıtı bir kültürle eğitilen, kaba milliyetçilik ve “komünizm düşmanlığı” temelinde her türlü karşıtlığı düşman olarak gören bir anlayış, yargı, eğitim, idare dahil her alana egemen oldu. Bu egemenlik totaliter ve otoriter bir birikim yarattı. Son 20 yıla değil, son 5060 yıla yayılmış siyasi yargılamalardaki mahkeme kararlarını dikkatle izleyin, yargının ne kadar siyasi hareket ettiğini çok iyi anlarsınız. Olağanüstü dönemleri bir yana bırakarak söylüyorum bunları. Yoksa Yassıada mahkeme kararlarına, askeri müdahale dönemlerinin mahkeme ve Yargıtay kararlarına baksak siyasetin yargıya dönüşmüş halini çıplak olarak görürüz. ??? DTP’nin kapatılması için açılan yeni davayı, siyasetten bağımsız olarak düşünmek mümkün müdür? Son aylarda gelişen siyasi gerginlik ve PKK’nin eylemleri gözlerin yeniden DTP’ye yöneltilmesine yol açtı. PKK’ye kızgınlık, medyanın da desteğiyle bir linç kampanyasına dönüşecek boyutlara ulaştı. Dava işte böyle bir ortamda açıldı. Bu köşede her zaman söylediğim bir anlayışı burada tekrar etmek istiyorum. Yargıçlar ve savcılar, kanunlara hayat veren insanlardır. Önlerindeki kanunları “demokratik, özgür bir hukuk devleti” anlayışı ile değerlendirebildikleri gibi, aynı kanunları “otoriter, despotik” bir devlet anlayışı içinde de değerlendirebilirler. Demokrasiye, insan haklarına saygılı yargıçlar olduğu gibi, olmayanlar da vardır. Bir ülkenin demokratikleşmesini, Avrupa ölçülerinde bir hukuk devleti olmasını isteyen hâkimler ve savcılar, kanunları da ona göre yorumlayıp uygularlar… ??? DTP davası konusuna gelince... Bu tamamen siyasi bir olaydır. Türkiye, etnik temelli bir sorunla baş etmeye çalışıyor. Bu etnik temelli sorunu şiddetle çözmek isteyenler de var, demokrasiyi geliştirerek de. DTP’nin gelecekte ne olacağı, nasıl bir rol oynayacağı, yalnızca DTP’nin, PKK’nin tayin edeceği bir gelişme olmayacak. Türkiye’ye yön veren irade, bu noktada hepsinden daha etkili bir rol oynayacaktır. Yargının olaya müdahalesi de bu sürecin gelişmesini etkileyecektir. DTP hakkında dava açılmasını sevinçle karşılayıp bu işin karakolda bitmesini isteyenler olduğu gibi, yasal alandaki Kürtlerin siyaset dışına itilecek olmasını doğru bulmayanlar da var. ??? Yargı, siyasi sürece bu davanın açılmasıyla müdahil olmuştur. Bu müdahalenin, bu haliyle ülkemizin demokratikleşmesine, önümüzdeki ağır sorunu çözmeye yardımcı olacağını söylemek mümkün değildir… Yargı siyasetin dışında değildir… Hele de Türkiye’de… ‘Yetki’ uyarısı İZMİR (AA) Anayasa taslağını hazırlayan bilim kurulunun başkanı Prof. Dr. Ergun Özbudun, “Cumhurbaşkanının bugünkü yetkileri aynen muhafaza edilir, bir de halkça seçilmesinin getireceği manevi güç eklenirse, bu, yarı başkanlık sistemine dönüşür. Bu bir felaket değildir ama Türkiye bakımından uygun bir sistem değil” dedi. Abant Platformu tarafından Kartepe Green Park Oteli’nde düzenlenen “Yeni Bir Anayasa’’ konulu toplantının son gününde sunum yapan Prof. Özbudun, hazırladıkları anayasa taslağında, cumhurbaşkanının yetkilerinin kısıtlandığını söyledi. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle