18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 KASIM 2007 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Mücadele ana, ‘Mübeccel Anam’ utarlılık ve kararlılık bağnazlık demek değildir.’ Dünyaya bakışımı, karakterimi biçimlendiren süreçte annem ve babamdan sonra bir üçüncü kişi kim deseler, tereddütsüz Mübeccel Anam diye cevaplarım. Yazımızın ilk cümlesi gibi nice bilgelik ifadesi ve bilgiyi onun ağzından duymuş, kişiliğimin nice öğesini onun sayesinde özümlemiştim. 19691973 döneminde Türkiye çölünde bir aydınlık vahası, bir devrimcilik serabı Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde 3 yıl öğrencisi, yakını olma ayrıcalığını yaşamıştım. Eğitmiş, iş bulmuş, uyarmış, dert ortağı hatta nikâh şahidimiz bile olmuştu. 35 yıldır süren bir serüvenin başında, Fransa’ya göçme kararımızda da büyük payı vardı. 1973’ün ilkyaz günlerinden birinde ODTÜ’deki bürosuna gitmiştim. 12 Mart sonrası baskılar sonucu bölüm başkanlığı görevinden ayrılmak zorunda kalmış, yerine Aydınlar Ocağı Yönetim Kurulu üyesi, daha sonra ODTÜ ‘T tarihinin en karanlık rektörü olacak bir isim bölüm başkanı atanmıştı. Adamın bölümde “iktidarı” alır almaz yaptığı ilk işlerden biri, yasaklı öğrenci derneğimizin başkanı olmam sıfatıyla beni okuldan attırmak çabası olmuştu. Mübeccel Anam, “Adam devrin adamı, baş edemezsin. Ne yap et, kendine yurtdışında bir olanak yarat” diye uyarmıştı. Tek ilişkim Fransa’daydı. “Tasını tarağını topla hemen git!” diyordu. “Fransa sosyoloji eğitimi açısından Batı dünyasının en açık, en zengin bilgi ve birikimine sahiptir. En iyi sentezler oradadır. Din ile laiklik, hürriyetlerle merkezcilik bir arada yaşar. Gör, öğren!” “Hocam” demiştim, “Oralarda olanakları çok sınırlı bir çocukluk arkadaşım var. Hiç gelirimiz yok... Fransızca bilmeyiz, toplumu tanımayız. Nasıl yaşarız Fransa’da?” İri gövdesinden beklenmedik bir enerjiyle ayağa kalkmış, kızgın görünümlü fakat olağanüstü şefkatli ve inandırıcı sesiyle, “Gençsin! Bu koşullarda kaybedecek hiçbir şeyin yok. Git şansını dene! UĞUR HÜKÜM Devrimci mücadele dediğin budur, gerçek hayat kavgasının içinde verilir” benzeri sözlerle hem azarlamış, hem güçlendirmişti. O ivmeyle puslu, yağmurlu bir 11 Eylül (1973) akşamı, cepte 900 frank parayla Paris Orly Havaalanı’na indik. İniş o iniş... “Bir toplumun gelişmişliği yalnızca kuru istatistiklerle ölçülmez. Örneğin, uzmanlaşmış mağazaların varlığı, bir toplumun geneline yaygınlığı o ülkenin gözle görülür, kanıtlanır zenginlik ölçütlerinden biridir” derdin. Fransa’nın küçücük kasabalarında bile dolaşırken rastladığım PARİS uzmanlaşmış dükkânlar Mübeccel Anam’ın derslerinde kendine özgü yalınlığı, tatlı sert edasıyla anlattığı hayat derslerini kanıtlıyordu. “Bir halkın uygarlığı, benim tarihim şöyle anlı, böyle şanlı diye böbürlenmekle, kasılmakla kotarılmaz. Kentin merkezindeki araba sayısı veya cadde genişliğiyle ölçülmez. Kentin, köyün bütününün asfalt olması bile yetişmez. Sokağın bakımı her yıl yapılıyor mu, köylünün evinde akar suyu var mı? Sendikalı mı? Müzeye, tiyatroya gidebiliyor mu? Hepsinden önemlisi köylü hastalandığında 10 dakikada yetişen cankurtaranı var mı?” Geçen 8 Kasım’da 84 yaşında yitirdiğimiz eşsiz insan, Mübeccel Belik Kıray! On binlerce öğrenci eğittin, yeryüzünde yüz binlerce kişinin bilgi, deneyim, görgü, düşünce dağarcığına katkılarda bulundun. Referans araştırmalarınla nankör vatanın Türkiye’den fazla dünyada tanındın. Çocuklarından Şule Aytaç’ın Şubat 2004’te seninle ODTÜ Baraka dergisi için yaptığı söyleşide bak neler söylemişsin: “Türkiye’de yaşayanların en derin korkuları ‘geçim temini’, Türkiye’nin temel gündemindeki ilk meseleyse ‘laiklik’. Dinin ılımlısı olmaz. 1970’lerin sonu ve 80’lerdeki İslam bastırmasının, dini siyasi yapıyı ittirmesinin sonuçlarını biz 2000’lerde yaşamaya başladık. Tehlikeli tarafları mahalli idareleri ve eğitimi ele almaları. Sanayileşme, Şehirleşme, Aydınlanma felsefesiyle değişimleri hızlanır mı? Ummak lazım. Olabilir. Ama bunun da armut piş ağzıma düş olmayacağı açık. Bunun da mücadelesinin verilmesi lazım...” (*) Toprağın bol, yaktığın mücadele ışıkları gür kalsın Mübeccel Anam... [email protected] (*) http://bianet.org/bianet/kategori/biamag/102831/modernlesmesurecitehdital Ekim Devrimi belgeselini izlerken... sveçli doktor meslektaşları İ onun için ellerinden geleni yapmış, ancak beynindeki camların boşluklarına yağlıboya akıttıktan sonra kurutuyor, değişik resimler elde ediyordu. Şimdi adını hasara bir çare anımsayamadığım İngilizce bulamamışlardı. Lukas’ın, bir kitabı Türkçeye çevirmeye bir de komşu ülke çalışıyordu. TÜBİTAK’ın Danimarka’daki İşkenceye Bilim ve Sanat dergisine Uğrayanları Tedavi yazılar gönderiyordu. Bir gün Merkezi’ne görünmesi bana, “Güneşin Düğünü” gerekiyordu. Dünyanın adlı tuhaf bir öyküsünü çeşitli yerlerinde işkence okudu. Gezegenler arasındaki görenler, Danimarka ve bir düğün törenini İsveç’e sığınmacı olarak anlatıyordu; Ay’dan Güneş’e geldikten sonra bu merkezde gelin götürülüyordu... tedavi ediliyorlardı. Lukas’a, Sovyetler Birliği’nin gidiş gelişlerinde bir süre dağıldığı yıllardı... Lenin ben eşlik ettim. Lukas, heykellerinin boynuna zincir Türkiye’de 12 Eylül takılarak yerlerde vinçlerle döneminde karşılaştığı işkence sonucu beyninden sürüklenme görüntülerini hasar görmüştü. Gözaltı televizyonlardan birlikte merkezindeyken kafasını ürpererek izledik. Lukas, duvarlara vurmuşlardı. “Dünya nereye gidiyor” Başını dik tutamıyordu. sorusunu da işte o zaman Dengesini sağlayabilmesi sordu... O yıllarda, İsveç’te, için boynunu sürekli yana sığınmacı olarak gelen faili doğru eğik tutması meçhul cinayet sanıklarına, at gerekiyordu. Belleği bir hırsızlarına dahi oturma ve gidip bir geliyordu. Verilen çalışma izni verilirken ağır ilaçları kullanmada Lukas’ın sığınma başvurusu geciktiği zamanlarda, kabul edilmedi. Polis, sınır gördüğü yerleri, sevdiği dışı etmek için onu arıyordu. arkadaşlarını bile tanımaz Okulda, boş bir ders saatinde oluyordu. kitap okuyordum. Birden Neredeyse yirmi yıl olacak. omzuma bir el dokundu. Kâğıt üzerindeki adı Döndüm, baktım, Lukas’tı. Abdullah’tı. Soyadı da Çantasını sırtlamış, valizini Türk’lü bir şeydi; Türkoğlu eline almış gidiyordu. muydu, Türkcan mıydı, Yakasına kırmızı bir gül şimdi takmıştı. “Hoca, anımsamıyorum. bir gemide yer MALMÖ Ama, biz onu buldum, kaçak Lukas takma yollardan adıyla İspanya’ya tanıyorduk. 12 gidiyorum. Al bu Eylül döneminde, resim sende kalsın, ALİ HAYDAR uzak bir Anadolu baktıkça beni NERGİS kasabasında anımsarsın” dedi. hükümet tabibi Camın üzerine her olarak görev yaparken “gizli yanı örtülü bir rahibe resmi örgüt üyesi” suçlamasıyla çizmişti. Yaralı beyninin gözaltına alınmış, gördüğü derinliklerinde kim bilir neler işkence sonucu beyni gizliydi.. “Gidişin çok ani zedelenmişti. Çıkarıldığı ilk oldu böyle Lukas, sana bir mahkemede suçsuz hediye bile alamadım, bari bulunarak serbest bırakılmış, bu kitabı al, yolda okursun” ancak, beynindeki hasar dedim. Birbirimize sarılarak giderilememişti... Sizinle vedalaştık. Gitti!.. Birkaç ay güzel güzel konuşurken bir sonra İspanya’dan bir kart yolladı.Verdiğim kitaptan şu de bakmışsınız ki, cümleleri eklemişti karta: anlattıklarından kopmuş, “Vera, Nâzım’a soruyor: ilgisiz şeyler söylüyor.. Türkiye’den ayrıldığına Bir ara Hıristiyan olmaya pişman mısın? karar verdi, kiliseye gidip Sorun bu değil, diyor geldi. Lukas adı o zamandan Nâzım; kimi zaman öyle kaldı. O, kendini solcu olarak korkunç bir hasret tanımlıyordu. Sol Parti’nin toplantılarına katılıyordu. Her duyuyorum ki, böyle yaşayıp gitmek mi daha iyi, gidip gelişinden sonra, yoksa beynime bir kurşun arkadaşım İbrahim Çenet’e sıkmak mı, ve bana orada neler kestiremiyorum. Dilerim, konuştuklarını anlatıyordu. kimsenin başına gelmesin Nikaragua’daki Daniel böyle bir hasretlik. Ortega’nın iktidarına destek Göçmenliğin ne demek olabilmek için bisikletiyle olduğunu bilemezsiniz...” Nikaragua kahvesi satıyordu. Bir ara İsveçli bir kız arkadaşı Kendinden de “İyiyim, yaşamaya, yitmemeye olsun istedi. Tanıştığı Lena ile epeyce gezdi tozdu. Sonra, çalışıyorum” diyerek söz ediyordu.. Lukas yitti!.. O bir akşam birahanede günden sonra ondan bir daha eğlendikleri bir sırada Lena, kendisine bira ısmarlayan hiç haber alamadım. başka bir erkekle çekip gitti... Ekim Devrimi’nin Lukas, “İsveç’in havasına, yıldönümünde, yabancı bir suyuna ve kızlarına güven televizyon kanalında, olmaz” sözünü o zaman Sovyetler’le ilgili bir söyledi. Camların yüzeyine belgeseli izlerken birden yağlıboya resimler yapıyordu. Lukas’ı anımsadım... Kesiciyle ince ince oyduğu [email protected] Hocaefendi Almanya’da da koruma altında! sıkıştılar, adama hediyeler in baronunun peşinden verdiler, karısının vakfına 3 giden yardakçıları bin Avro bağışladılar. Almanya gibi liberal bir Ardından da üç yıl sürecek ülkede kök salmasalardı projelerine 700 bin Avro şaşırmak gerekirdi. Kimler verilmesini eyalet mi bu çıkarcı yardakçılar? başbakanının desteklemesini Çoğu son on yılda Alman becerdiler. Bu projeye göre vatandaşlığına geçmiş iş bulmakta güçlük çeken işadamları, akademisyenler, Türk gençleri üniversite öğrencileri, dini Hocaefendici’lerin bütünler! Doksanlı yıllarda şirketlerinde pratisyen olarak Türkiye’den yollanan Halil çalışacak, derneğin abileri de Şimşek dedikleri becerikli onlara yardımcı olacaktı... bir hocanın Stuttgart’ta Proje üzerine ön aşamada tümünü etrafına Stuttgart belediye meclisinde toplamasıyla yola görüşmeler yapılırken, laik koyulmuşlardı. Bu hocayı Türk İşadamları Derneği Nurettin Veren’in başkanının: “Bu kişiler tanımasını, Hocaefendici!” deyip, kimi Hablemitoğlu’nun tehlikeye dikkati çekmesi raporlarında adının üzerine ayağa kalkan Yeşiller geçmesini hiç umursamamışlardı. İlk işleri grup başkanı Werner Wölfle oldukça öfkeli hep birlikte öğrenci konuştu: “Siz onlara nasıl dernekleri kurup, Hocaefendi yandaşı dershaneler açmak olmuştu. dersiniz? Ben de size PKK Onlara: “Siz yandaşısınız diyor Hocaefendi’nin muyum?” Toplantıya müritlerisiniz!” diyenlere katılan ve projesine destek kızmışlardı. Gazetecilere, düşleyen işadamları araştırmacılara davalar açıp, derneğinin dini bütün gözlerini korkutmuşlardı. “Niçin?” diye soranlara hep: başkanı da kızgınca sesini yükseltti: “Bize “O siyaset yapıyor, adından rahatsız oluyoruz” Hocaefendici demek çok büyük bir iftiradır!” yanıtını vermişlerdi. Kısa sürede sinen kimi Türk asıllı Yeşiller’den Wölfle’nin geçen yıl bu sözüm ona politikacıyı, araştırmacı Müslümanların akademisyeni aralarına S T U T T G A R T İstanbul’daki yandaşlarını çekmişler, bir ziyaret ettiği şeyler yazsın bilinen bir gerçek... diye bir gazetede 700 bin Avro’luk köşe bile proje, yabancılar vermişlerdi. meclisinin karşı Birkaç yıl sonra AHMET ARPAD çıkmasına rağmen da dershaneleri bütün partilerin yavaş yavaş özel oyu ile kabul edildi. okullara çevirmeye İstanbul’da Hocaefendici başlamışlardı. Bu girişimde kuruluşları ziyaret eden de ilk adımı Stuttgart’lı başkaları da var. Almanyalı Hocaefendiciler atmıştı! akademisyenler, işadamları, Halil hoca ile beraber öğrenci derneği kurmuş olan gazeteciler. Ve bu gazeteciler yıllardır Amerika’nın üniversiteliler birdenbire kucağından kalkmayan din yaklaşık 3 milyon Avro’yu baronunun aleyhine tek satır gözden çıkarmıştı. Para bile yazmıyor! Yazmadıkları musluğunu iyi açan gibi madalyonun öteki Almanyalı Hocaefendiciler yüzünü anlatan yazı son 45 yılda başka önerilerini de geri kentlerdeki küçük çeviriyorlar. Alman dershanelerini de özel basınında Hocaefendi’nin okullara çevirmeye başladı. hızla artan “eğitim Aralarının hep iyi olduğu kurumları”nı öven yazı ve yerel politikacılar, haberlere ise giderek daha belediyeler onlara çok rastlanıyor. Stuttgart’ta karışmıyor. Eğitim dershane, okul, öğrenci ve müdürleri, yüzde doksan işadamları dernekleri Türk çocuklarının devam kuranlar bir yandan Zaman ettiği okullar için: “Alman gazetesi ve F. Gülen toplumuna uyumlarına kitaplarını yayımlayan İNİD, engel” demiyor. Maliye de Darwinizm karşıtı H. Yahya onlarca milyonluk ve F. Gülen kitaplarını yatırımların kaynağını pazarlayan LineMarketing sormuyor. Çoğu kentte bu ile bir araya gelerek okullara harcanan paralar “diyalog derneği” FİD’i orta halli işadamlarının (!) kurduğu dernekler üzerinden yaşama geçiriyor, Hocaefendi’yi de bu akıyor. Bu yöntemi de ilk derneğin “onur başkanı” uygulayanlar yine ilan ediyor, öte yandan da Stuttgart’takiler oldu. Hatta insanın gözünün içine baka o kadar becerikli çıktılar ki, baka hâlâ “bizim onunla Hıristiyan Demokrat eyalet ilgimiz yok!” demeye devam başbakanını, kent belediye ediyorlar... Çoğu Alman saf meclisini bile yaptıklarının da bilinçli ya da bilinçsiz bu yararlı olduğuna çabucak inandırdılar. Önce Başbakan gibilerine inanıyor! www.ahmetarpad.de Oettinger’le buluştular, el D Cata ile Piçipiriçi Şili’de geçen çarşamba günü meydana gelen Richter ölçeğine göre 7.7 büyüklüğündeki deprem, ülkenin kuzeyinde 15 bin kişiyi evsiz bıraktı. 2 kişinin öldüğü depremde 4 bin evin de yıkıldığı belirtiliyor. Depremden en çok etkilenen küçük liman kasabası Tocopilla’da, evleri yıkılmamış olanlar da korkudan geceleri dışarıda geçiriyor. Bölgeyi ziyareti sırasında iki büyük artçı sarsıntı meydana gelen Şili Devlet Başkanı Michelle Bachelet, “korku ve ümitsizlik” gördüğünü söylemişti. Evinin yıkıntıları üzerinde dolaşan 3 yaşındaki Cata Carbajal ile kucağında sıkı sıkı sarıldığı kedisi Piçipiriçi, bütün umutsuzluklar arasında bir umut filizi gibi duruyor. (Fotoğraf: REUTERS) Ukraynaca tartışması aşbakan Viktor B Yanukoviç’in Bölgeler Partisi’ni, Rusya’ya en yakın olan haline gelmesinin ileride Ukrayna milliyetçiliğini doğurmasından çekinen Çarlık yönetimi, çevreler, şimdilerde “siyasi Ukraynacanın okullarda fırsatçılıkla” suçluyorlar. Bunun okutulmasını ve Ukraynaca bir nedeni, seçmen tabanı ağırlıklı eserlerin yayımlanmasını olarak Doğu Ukrayna’da bulunan yasaklıyor. Ukraynalı aydınlardan çoğu bunun üzerine soluğu o bu partinin, Rusça konuşan Doğu Ukraynalıların en temel zamanlar Avusturya Macaristan’ın doğu sınırında yer taleplerinden biri olan Rusçaya ikinci resmi dil statüsü verilmesi alan bugünkü Batı Ukrayna’nın konusunu gündeminden çıkarmış Lvov kentinde (o zamanki adıyla Lemberg) alıyorlar ve Lvov görünmesi. Burada kısaca belirtelim; Ukraynaca, Slav dil böylelikle Ukrayna ailesi içinde yer almasına karşılık, milliyetçiliğinin merkezi haline Rusçadan belirgin biçimde geliyor. Sovyetler Birliği ayrılıyor ve Rusçadan çok, zamanında ise durum biraz daha Polonyacaya yakın. Başka KİEV bir deyişle, Sırpça ve farklı. Ukraynaca o dönemde Hırvatça diye iki ayrı dilden bahsedilmesinin, esas olarak resmen tanınan DENİZ bir dil ve Sırpların ve Hırvatların BERKTAY Yugoslavya’nın öğrenimi yönünde parçalanmasından sonra hiçbir yasaklama yok. Fakat kendi dillerini bağımsız bir dil olarak gösterme uygulamada kimi zaman Ukraynaca Rusçaya karşı çabasından kaynaklanmasına karşılık, Ukraynaca, Rusçadan desteklenirken diğer dönemlerde ayrı bir dil olarak adlandırılmayı Ukraynacanın alanı kısıtlanarak Rusça egemen kılınmış. Bugünkü gerektirecek bütün özelliklere sahip. Yapı olarak da Rusçadan Ukrayna siyasetine yön verenlerin çoğu, Sovyetler Birliği daha karmaşık. Fakat Ukrayna’nın yüzyıllar boyunca döneminde doğup yetişip iş sahibi olduklarından, Ukraynacayı Rus egemenliği altında kalması, ancak politika ile uğraşmaya bu dilin aydın dili olarak kabul görmesine engel oluyor. başladıktan sonra ya da belli bir 19. yüzyılda Taras Şevçenko gibi mevkiye geldikten sonra öğrenen Ukraynalı aydınlar, Ukraynacanın kişiler. Sonuçta, bağımsızlıktan 16 yıl sonraki tabloda, bir tarafta köylerde konuşulan “bozuk Rusça” olmadığını, ayrı bir dil sadece Ukraynaca konuşan Batı olduğunu ortaya koyuyorlar. Ukrayna, bir tarafta Rusça konuşan en Doğu Ukrayna ve Fakat Ukraynacanın yazı dili Kırım, bir de Ukraynaca ile Rusçanın kelimelerini ve gramerinin karman çorman edildiği, adına “Surjık” denen bir dil var. Başkent Kiev’de de gazetelerden günlük hayata kadar egemen dil Rusça. Rusça bilmeyen ve Ukraynaca öğrenen yabancı öğrenciler, şehirde kimseye dertlerini anlatamıyorlar. Ukraynacayı teşvik için yürütülen ve Doğu Ukraynalıların “Bizi Batı Ukrayna kültürü içinde asimile edecekler” diye kıyameti kopardıkları uygulamalar da henüz toplum düzeyinde Ukraynacayı Rusçanın yerine geçirmeye yetmemiş. Bu şartlarda, Doğu Ukraynalıların “bir halk iki dil” sloganı ile mevcut farklılığı kurumsallaştırma çabalarının karşısında “tek ulus tek dil” söylemini savunan Kievli aydınlar, hiç de haksız görünmüyorlar. Nitekim, bağımsızlıktan 16 yıl sonra halkın çok önemli bir kısmı Ukraynacayı bilmezken Rusçayı ikinci resmi dil ilan etmek, bir Ukraynalı uzmanın deyişiyle, Ukraynacayı, İrlandacanın İrlandadaki durumuna düşürebilir. Yüzyıllardan beri hem Ruslar hem de dünya tarafından “küçük Rusya” olarak anılan ve Ukrayna’nın Rusya olmadığını hem kendilerine hem de dünyaya kanıtlamaya çalışan Ukraynalı aydınlar için bunun katlanılmaz bir durum olduğunu söylemeye gerek yok. CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle