22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 KASIM 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Anayasa Değişikliğinin İlk Sonucu IYedi ve beş yıllık görev sürelerinden yararlanamayan 11’nci Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün görev süresi, 5678 Sayılı anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği gün sona ermiş olacak ve aradan beşaltı ay veya daha uzun bir süre sonra yürürlüğe girecek geçici madde onun eski hukuki durumuna dönmesini sağlayamayacak; yapılmış olan tasarruflardaki yetki sakatlığını (yokluk) gideremeyecektir. PENCERE Ordu Hedefe Dönüştürüldü... Tarih: 30 Ekim 2007. Yer: AKP grup toplantısı, Ankara.. Konuşan: Başbakan RTE. Söyledikleri: “ Zaman zaman bazı televizyon kanallarında görüyorum. Çeşitli, güya bu alanlarda tecrübe sahibiymiş, çıkıp orada konuşanları görüyoruz. Yaptıkları tek iş var; tahrik etmek. Bunlar sadece ‘tahrik memuru’ olarak görev yapıyor. Sıfatı ne olursa olsun, hangi görevde olursa olsun, ister emekli ister muvazzaf olsun, kim olursa olsun. Bunlar bu ülkenin birliğine, beraberliğine saldırmaktan başka şey değildir.” ? Okurken gözlerime inanamadım, bir daha okudum... Ama, sonra düşündüm: Recep Tayyip’in bu sözleri kişiliğine, siyasal savaşımına, amaçlarına, başından beri askere karşı tutumuna, dünya görüşüne aykırı düşmüyor, tersine yakışıyor... Başbakan RTE, siyasal yaşamına başladığı günden beri, askere karşıdır; Atatürk ordusuna ters bakar... Neden?.. Çünkü asker laik Cumhuriyetin ordusudur... ‘Ilımlı İslam Devleti’nin ordusu değildir... ? Recep Tayyip Erdoğan bu kez ipin ucunu kaçırmış, dengesini yitirmiş, kendisini tutamamış, televizyonda konuşan komutanlara ne diyor: “ Tahrik memurları!..” Ordu bugün içten ve dıştan saldırılarla tam bir hedefe dönüştürüldü... Yıkılması gereken bir hedef!.. Devletin Başbakanı bile televizyonda şehitler, terör saldırıları, Güneydoğu’daki durum tartışması üzerine konuşan “muvazzaf askerler”e saldırdıktan sonra söylenecek ne kalır?.. ? Dıştan ve içten askere saldıranları alt alta sıralayalım: PKK terörcüleri.. PKK yandaşları.. Barzani.. Talabani.. Diyaspora Ermenileri.. Diyaspora ve Kıbrıs Rumları, Yunanlılar.. AB’nin çeşitli sözcüleri.. Mandacı entellerimiz.. Askerin başına çuval geçiren Amerikalı.. Şeriatçı dinci İslamcı mürteci medya ile politikacıları... Bunlar elbirliğiyle Türkiye Cumhuriyeti ordusunu bir hedefe dönüştürmüşlerdir... Biliyorlar ki asker madara edildiği gün, Atatürk’ün laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak işten değildir.. Ya iktidar partisinin, Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın durumu ne?.. Durum meydanda!.. ? Batı’nın yeni bir Sevr peşinde olduğu artık ayan beyan... Eski Sevr nasıl yırtılıp da çöp sepetine atıldı?.. “Emperyalizm”, öteki adıyla “Batı” bu sorunun yanıtını biliyor... Türkiye hiçbir İslam ülkesinde eşine rastlanamayacak bir uygarlık atılımını “Kurtuluş Kuruluş” tarihiyle hayata geçirdi... Bu başarının başını çeken öncü güç, asker sivil bürokrasidir... Bugün askere ortaklaşa saldıran dış ve iç güçler ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar... Peki, biz ne yaptığımızı ve ne yapmamız gerektiğini biliyor muyuz?.. Kitap Fuarları Bir Sevinçtir! 26. İstanbul Kitap Fuarı açıldı... Bir çeyrek yüzyıldır sürdürülen başarılı bir girişim... Yıllar yıllar öncesini anımsıyorum! İlk fuarda Nadir Nadi ile birlikte imzaladığımız kitapları, çevremize doluşan genç insanların gösterdikleri ilgiyi!.. Daha sonra kuşağımın yazarları, şairleriyle baş başa geçirdiğim imza günlerini, o güzel saatleri!.. Bir bayram günüdür, bir coşkudur; binlerce kitap, sayısız yazar, on binlerce okur; okur olmak isteyen çocuklar, gençler!.. Her kitabın bambaşka bir dünya, daha doğrusu bir evren olduğunu duyan, sezen, anlayan kuşakların birbiri ardına yetişmesi! Genç öykücülerin, romancıların yeni yapıtlarının sergilenmesi!.. Ben on beş yıldan bu yana kitap fuarlarına gitmedim, gidemedim. Türlü rahatsızlıklar, türlü engeller yüzünden!.. Oysa ne güzeldir, sizi seven, yazdıklarınızı izleyen, sizinle edebiyat üstüne konuşmak isteyen, sorular soran bir dost okurla karşı karşıya gelmek, gelebilmek... ??? Coşkulu bir yayıncılığımız var. Her gün yeni bir kitapla yeni bir imzayla karşılaşıyoruz. Eksik olmasın yayıncılar, yazarlar kitaplarını nerde olursam olayım gönderiyorlar. Gücüm yettiğince okuyorum, okumaya çalışıyorum, gerektiğinde de sütunumda yer veriyorum... Her yeni kitap, her yeni yazar bir sevinçtir. Bir umudun patlamasıdır. Kimini daha çocukken tanıdığım, daha lise, üniversite sıralarında ilk yazılarını yayımlarken.. sonra zamanla ünlü bir usta olarak sevdiklerim... Kitap fuarları yalnız yeni kitapları, yeni yazarları tanıtmakla yetinmemeli bence... Unutulmuş, unutturulmuş yılların yazarlarını, kitaplarını da yeni okurlara tanıtmayı ihmal etmemeli diyorum. Şimdi siz arasanız da bulamazsınız, Mahmut Yesari, Mehmet Rauf, Refik Halit, F. Celalettin, İlhan Tarus, Samet Ağaoğlu, Feyyaz Kayacan, Zeyyat Selimoğlu, Bilge Karasu, Naim Tirali, Kemal Bilbaşar, Osman Cemal Kaygılı, Nahit Sırrı Örik, Sadri Ertem, Suat Derviş, Kenan Hulusi, Ziya Osman Saba, Ümran Nazif, Bekir Sıtkı Kunt, Samim Kocagöz, Muzaffer Hacıhasanoğlu, Hüseyin Rahmi, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Faik Baysal, Mehmet Seyda, Ümit Kaftancıoğlu, Selahattin Enis, Ebubekir Hazım vb. yazarların kitaplarını kolayca bulamazsınız. Bir zamanların ünlü kişilerinin kitapları yeniden basılmaz oldu. ??? Goethe “Bir milyon okur bulamazsanız yazmaktan vazgeçin!” der. Bu bir milyon okuru yaşadığımız günlerde bulanlar var mı bilmem. Zaman geçer, yıllar akar, ama değerli kitaplar eskimez. Unutulur gider sanmayın! Bakarsınız biri çıkar, o bir yana atılmış yapıtı alır gündeme getirir. Bir örnek vereyim. Nahit Sırrı Örik’in “Abdülhamit Düşerken” adlı romanı ilk yayımlandığında kimsenin dikkatini çekmemişti. İlk övgülü yazıyı ben yazmıştım. Aradan çeyrek yüzyıl geçti, şimdi yeniden edebiyatımızın başarılı yapıtlarından biri sayılır oldu. Böyle nice unutulmuş, ama unutulmayı hak etmemiş yapıt var, yazar var! Onları da edebiyat dünyamızın kazanımları olarak anmalı, okumalı, kitaplarını sahaflardan kurtarmalı! ??? Ben yarın, 2 Kasım günü Kitap Fuarı’nda, Cumhuriyet Standı’nda olacağım. Uzun yılların özleminden sonra bir iki saatliğine!.. Ne yazık ki, öykülerimin, romanlarımın, denemelerimin pek çoğu piyasada yok! Şimdilik Cumhuriyet Yayınları’nda çıkan üç beş kitabımla okurumla buluşacağım. Bir daha buluşmak olabilecek mi? Bilinmez! Yarınlar hem yakındır, hem de alabildiğine uzak! Öyleyse yarına!.. Nuri ALAN Emekli Danıştay Başkanı P KK terör örgütünün saldırılarının tırmanması, kısa sürede çok sayıda vatan evladımızın şehit olması, TBMM’ce silahlı kuvvetlerimizin sınır ötesi harekât yapabilmesi için hükümete yetki verilmesi, bunun kapsamı, zamanı ve icrası konuları; öte yandan sözde Ermeni soykırımıyla ilgili tasarının ABD Temsilciler Meclisi’ne gelmesi, haklı olarak, toplumun ve medyanın gündeminde bir süredir ilk sıradaki yerlerini koruyor. Böylece 21 Ekim’de halk tarafından kabul edilen ve bunlar kadar önemli ve kalıcı sonuçları olan anayasa değişikliğinin 11’inci cumhurbaşkanının hukuki durumuna etkisi gündemin alt sıralarında yer bulabiliyor. Oylamaya katılanların yüzde 68’i evet oyu verdi; YSK kesin sonucu önceki gün açıkladı ve değişiklik metni, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Değişikliğin düzenlenmesinde yapılan önemli ve büyük bir hata nedeniyle ortaya çıkan “11’inci cumhurbaşkanının hukuki durumu” sorunu hukukçular tarafından farklı biçimlerde değerlendirildi; değişik sonuçlara ulaşıldı. İşin dikkat çeken yönü ise anayasa değişikliğini gereksiz yere ve inatla halkoylamasına götüren AKP’nin yetkililerinin ve yöneticilerinin bu konuda, birbiriyle çelişen farklı görüşleri dile getirmeleri oldu. 1 AKP grup başkan vekillerinden birisi, bazı milletvekilleri ve hukukçular 11’inci cumhurbaşkanının yedi yıl için seçildiğini, bu nedenle seçim tarihinde yürürlükte olan anayasa kuralına uygun olarak yedi yıl görevde kalacağını ileri sürüyorlar. Bu görüşün temelinde “kazanılmış haklara saygı” veya “kazanılmış hakların korunması” ilkesi yatıyor. Kazanılmış hak kavramı kamu hukukunun tartışılan konularından biridir. Milli hukukumuz açısından Danıştay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin ve Yargıtay’ın bu konuda çok sayıda kararları vardır; ilmi içtihatlar da genellikle yargı kararları esas alınarak oluşturulmuştur. “Anayasaya uygun olmak kaydıyla yasa koyucunun kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin koşulları belirleme ve kamu görevlilerinin statülerine ilişkin yeni kurallar koyma ya da var olan kuralları değiştirme yetkisi vardır (Anayasa Mahkemesi’nin 29.12.2005 günlü, 111 sayılı kararı).” Nitekim halkoylamasında kabul edilen kanunla cumhurbaşkanının statüsü yeniden düzenlenmiş; cumhurbaşkanı adaylığı, cumhurbaşkanını seçecek organ, görev süresi, bir kimsenin kaç kez bu göreve seçilebileceği, seçimin zamanı gibi asli ve belirleyici kurallar getirilmiş; öncekinden tümüyle farklı yepyeni bir statü oluşturulmuştur. “Kazanılmış haklara saygı ilkesi, hukukun genel ilkelerinden birini oluşturmaktadır... Kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekmektedir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden do Farklı görüşler ğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar, kazanılmış hak niteliği taşımamaktadır (Anayasa Mahkemesi’nin 31.01.2007 günlü, 112 sayılı kararı).” 11’inci cumhurbaşkanının durumunu, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının ışığında değerlendirmek gerekir. 11’inci cumhurbaşkanı 28 Ağustos 2007 tarihinde, o tarihte yürürlükteki kurallara uygun olarak seçilmiş, bu sıfatı kazanmıştır. Görevini sürdürmesinin hukuken mümkün olduğu tarihe kadar bu sıfatla yapmış olduğu tasarruflar yetki unsuru yönünden hukuka uygundur. Yine bu süre ile sınırlı olarak Cumhurbaşkanlığı statüsünün kendisine sağladığı subjektif haklardan, örneğin Cumhurbaşkanlığı aylık ve ödeneğinden, emeklilik haklarından yararlanır ve bunlar hukuken korunması gereken kazanılmış haklarıdır. Ancak yedi yıllık görev süresi, yukarıya aldığım Anayasa Mahkemesi kararındaki ifadelerle, bütün sonuçlarıyla kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş, yani tüketilerek fiilen elde edilmiş bir hak niteliğinde değildir. Cumhurbaşkanlığı statüsüne bağlı olarak ileriye dönük, beklenen bir haktır; kazanılmış hak niteliği taşımaz. Bu nedenle görevinin hukuken sona ereceği tarihten sonra yapacağı tüm tasarruflar “yokluk”la sakatlanır; bu süre için kişisel hiçbir hak talebinde bulunamaz. 2 Son olarak TBMM Başkanı tarafından dile getirilen, daha önce de başka milletvekilleri ve hukukçular tarafından ifade edilmiş olan görüşe göre cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Ancak bu sürenin hangi tarihte başlayacağı konusunda görüş birliği yoktur. Kimileri bu sürecin 11’inci çumhurbaşkanının seçildiği tarihten, kimileri de anayasa değişikliğinin yürürlüğe gireceği tarihten itibaren başlayacağını ileri sürmektedirler. Bu görüşün temelinde ise değiştirilen 101’inci maddedeki “Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır” kuralı bulunmaktadır. Bu kural cumhurbaşkanı için anayasa değişikliği ile belirlenen yeni statünün unsurlarından biridir. Değişik 101’inci ve 102’nci maddelerde belirlenen statü bir bütündür; dolayısıyla beş yıllık görev süresi ancak bu statüdeki kurallara uygun olarak göreve getirilen cumhurbaşkanı için uygulanabilir; farklı bir statü içinde görevlendirilen 11’inci cumhurbaşkanı bu uygulamanın dışında kalır. Beş yıllık görev süresini savunanlar, Danıştay Beşinci Dairesi tarafından verilen ve benim de Daire Başkanı olarak katıldığım “rektörler kararı”nı örnek olarak göstermektedirler. Bu davada uyuşmazlığa neden olan yasa rektörün neteliklerinde, seçim yönteminde, seçimi sonuçlandıran organ ve makamlarda hiçbir değişiklik yapmadan sadece, bir kimsenin en fazla iki dönem rektörlük yapabileceğini öngören sınırlayıcı bir kural getirmişti. Bu yasadan önce rektörlüğe seçilmiş olanların tamamladıkları veya sürdürdükleri dönemin de bu sınırlamaya bağlı oldukları kanala bağlanarak onlar için ayrıcalıklı bir durumu ortaya çıkma sı önlenmişti. Amaç ve konusu farklı olan bu kararın, cumhurbaşkanının görev süreci yönünden örnek alınması doğru değildir. Bu vesileyle, TBMM’nin seçim dönemini düzenleyen 77’nci maddesinde yapılan değişikliğe de değinmek istiyorum. Anayasa değişikliğiyle TBMM’nin yapısında, seçme ve seçilme yeterliliklerinde ve seçim yönteminde, yani TBMM’nin statüsünde bir değişiklik yapılmadan, seçimler beş yıldan dört yıla indirilmiştir. Başka bir anlatımla söz konusu maddedeki “beş” sözcüğünün “dört” olarak değiştirilmesiyle yetinilmiş, cumhurbaşkanı ile ilgili düzenlemede olduğu gibi statünün belirleyici unsurlarında herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Bu nedenle, 22 Temmuz 2007’de yapılan seçimle göreve gelen TBMM’nin bundan sonraki seçimi, normal koşullarda anayasanın değişik 77’nci ve 2839 Sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun değişik 6’ncı maddesi hükümleri dairesinde, dört yıl sonra yapılacaktır. Sorun nasıl çözülür 3 Aslında sorun çok basit bir şekilde, benimsenecek siyasal tercihe uygun olarak düzenlenecek bir geçici maddeyle çözümlenebilir; anayasa değişikliğiyle oluşturulan cumhurbaşkanının yeni statüsüne 11’inci cumhurbaşkanının geçişi ve uyumu sağlanabilirdi. Geçici 18’inci ve 19’uncu maddelerin metinden çıkarılması alınmasında, 5678 Sayılı Yasaya sadece iki cümlelik bir geçici madde eklemek AKP için kaçırılmayacak bir fırsattı. Böyle bir geçici madde, hem siyasal yerindelik, hem de hukuki yönden birçok tutarsızlıkları ve sakatlıkları hiç olmazsa birini, görevdeki cumhurbaşkanının hukuki durumuyla ilgili olanını sona erdirirdi. İlgililer geçici maddenin gerekliliğini kavradılar, ama geç kaldılar; şimdi bunu başka bir zemin de uygulamak istiyorlar. 23 Ekim tarihli bir gazete haberine göre, AKP grup başkanvekili bir milletvekili “hazırladıkları sivil anayasanın geçici maddelerinde bu konuyu düzenlediklerini” bildirmiş! Bu yolda getirilecek bir geçici maddenin 11’nci cumhurbaşkanının görev süresini uzatma yönünden hiçbir yararı olmayacaktır. Nafile bir gayrettir; şimdiye kadar yapılmış olan hukuki hatalara bir yenisi eklenecektir. Çünkü, yedi ve beş yıllık görev sürelerinden yararlanamayan 11’nci Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün görev süresi, 5678 Sayılı anayasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği gün sona ermiş olacak ve aradan beşaltı ay veya daha uzun bir süre sonra yürürlüğe girecek geçici madde onun eski hukuki durumuna dönmesini sağlayamayacak; yapılmış olan tasarruflardaki yetki sakatlığını (yokluk) gideremeyecektir. AKP içinde yetkili ve etkili olan milletvekilleri arasındaki farklı çözüm önerileri ve hukukçular tarafından dile getirilen değişik görüşler, 5678 Sayılı Kanun’a 11’inci cumhurbaşkanı ile ilgili bir geçici maddenin eklenmesi zaruretini çok açık biçimde ortaya koymaktadır. 1961, özellikle 1982 Anayasası’nda yer alan çok sayıda geçici madde, AKP’nin isteği üzerine hazırlandığı ifade edilen ve 21 Ekim’de kabul edilen değişiklikte cumhurbaşkanı için öngörülen statüyü 78’inci maddesinde birinci seçenek olarak aynen benimseyen Özbudun taslağının geçici 3’üncü maddesi bu gerekliliğin somut örnekleridir. Konuya ilişkin başvurulabilecek hukuk yollarını gelecek yazıda irdeleyeceğim. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle