19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 EKİM 2007 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Referandum için çağrı yapan Başbakan ‘12. Cumhurbaşkanı’nı halkın seçeceğini’ söyledi GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Erdoğan: Evet deyin ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Tayyip Erdoğan, anayasa üzerinde yüzde 100 uzlaşma sağlanamayacağını belirterek “Konsensüs, kısmi azami üzerinde ittifak demektir” dedi. Malezya tartışmalarını değerlendiren Erdoğan, Türkiye için başka model arayanların kendi tarihlerine yabancı olduklarını savundu. 21 Ekim’deki halkoylaması için vatandaşlara “evet” demeleri çağrısında bulunan Erdoğan, anayasa paketiyle 12. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçileceğini bildirdi. Erdoğan, partisinin grup toplantısında, anayasa, Malezya ve halkoylamasıyla ilgili tartışmalara değindi. Türkiye’de olup biten her şey için dışarıdan model arayanların kendi tarihlerine yabancı olduğunu kaydeden Erdoğan, Türk milletinin sadece kendisi için değil dünyadaki pek çok ülke için örnek teşkil edecek modeller oluşturma konusunda fevkalade mahir olduğunu söyledi. Erdoğan, “Herkes çok iyi bilsin ki demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatı bu hükümettir, bu Meclis’tir, bu millettir” diye konuştu. Güvenilen Dağlara Kar Yağıyor… Seçimlerden önce, kendilerini gerçekten ülkenin “kanaat önderleri” (“Biz bu sürüyü güderiz abi!”), yanında yürüdükleri “kâğnının gölgesini” kendi gölgeleri sananlar şimdi bir düş kırıklığı yaşıyorlar: Havada adeta bir panik var; mahalle, otobüs, bazen uçak baskısı, bazen internet cafede oruç dayağı, “Malezya olur muyuz” diye sormalar, kalkıp Malezya’ya gitmeler… Sonra, AB üyelik sürecine ilgimizi mi kaybettik? Büyük sermaye de endişeli... İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN Durun bakalım, daha yeni başladı… Seçimlerden sonra, galiba yalnızca bizler şaşırmadık. “Tehlikenin farkında mısınız?” demiş, “liberal entelijansiyanın yavaş intiharından” söz etmiş, “mahalle baskısını” da içeren “pasif karşıdevrim sürecinin” özelliklerini anlatmaya çalışmıştık. Nihayet AKP’nin seçimlerde momentumunun kırılmaması halinde, yükselen muhalefetin yarattığı korku ve kızgınlıkla, seçimlerden sonra çok daha hızlı, kararlı davranacağını savunmuştuk. Şimdi, şaşkın değiliz. Ama endişeliyiz. Çünkü AKP’nin “seçim” zaferinden sonra başlayan “yeni” sürecin daha başındayız. Önümüzdeki dönemde, bu süreç, ilerlemeye, derinleşmeye, düş kırıklığına uğrattıklarının listesine yenilerini eklemeye devam edecek. Siyasal İslam, “pasif karşıdevrim” (restorasyon) sürecinin en önemli özelliklerinden biri, tüm “mevzi savaşlarında” olduğu gibi, ne kadar ufak olursa olsun sürekli kazanımlar elde etmeyi sürdürmek; bir alanda duraklama yaşanırsa, bir başka alana yoğunlaşmak, süreci oradan ilerletmeye çalışmaktır. Bugüne kadar “demokrasi”, “bireysel özgürlükler”, “AB süreci”, kavramlarını kullanarak ilerledi siyasal İslam. Bu sayede kendine çok önemli “yol arkadaşları” edindi, bunlar sayesinde, geleneksel olarak kendisine ait olmayan çevrelere nüfuz etti, verili duruşlarda, kendisine doğru önemli dönüşümler (transformismo) gerçekleştirdi. Bu çevrelerdeki dönüşümün enerjisini siyasal İslamın projesine doğrudan katamasa bile, bu projenin andaki motorunu, AKP’yi ilerletmek için kullandı. AKP ilk kez seçimleri kazandığında, bu partinin, kendi toplumsal tabanından, bu tabanın taşıdığı sosyal projeden, bağımsız bir varlığa sahip olamayacağını, etkisinden tümüyle ve uzun süre çıkmasının söz konusu olmadığını savunmuştuk. Şimdi yaşananlar çok doğaldır. AKP’nin ait olduğu karmaşık, toplumsal hareket, siyasal İslam, kendi toplumsal güçleriyle, yaşam tarzıyla, umutlarıyla, en önemlisi gerçek liderleriyle (bunlar AKP liderliği ile örtüşür ama aynı şey değildir) iradesini dayatmaya başladı. Bu iradenin, hareketin liberal “yol arkadaşlarının” iradesiyle çatışması kaçınılmaz. AKP ve siyasal İslamın dünkü “sevimli” yüzleri bu gün, daha kalın sesle ve çatık kaşlarla, bu yol arkadaşlarına, ya artık bize katılacaksınız ya da hareketin eteklerinden düşeceksiniz diyorlar. Son günlerde, siyasal İslamın, aile ile devlet arasındaki alanı (“sivil toplum”) sessizce ve adım adım ele geçirme süreci, medyanın etkisiyle görünür olmaya, “transformismo” süreciyle yakalanan tabakaların AKP’ye güvenini tehdit etmeye başladı. “Demokrasi”, “bireysel özgürlükler”, “AB üyeliği” kavramları siyasal İslam açısından, artık işlevlerini kaybediyorlar. Öyleyse, hareketin, aile ile devlet arasındaki alanı ele geçirme sürecini gizlemeye yardımcı olacak yeni bir kavrama, adeta yeni bir “destekleyici fanteziye” gereksinim oluşmaya başlıyor. Bu yeni kavram, yeni düş kırıklıklarına yol açacak. ‘Türkiye’de değişim süreci’ Türkiye’de her yeni gelişme ve değişme döneminin büyük direnişlerin aşılmasıyla mümkün olabildiğini dile getiren Erdoğan, Atatürk’ün cumhuriyeti kurarken bütün Türk milletinin yanında olduğunu, ancak karşısında olanların da bulunduğunu, Adnan Menderes ve Turgut Özal’ın da aynı mücadeleyi verdiğini söyledi. Yeni dönemde kendilerini de aynı sürecin beklediğini, senaryonun aynı ancak aktörlerin farklı olduğunu savunan Erdoğan, değişime ve dönüşüme direnenlerin, kendi zümrelerinin menfaatlerini korumak için kriz çıkarmak isteyenlerin beyhude çaba içinde olduklarını bildirdi. Hukukçu görüşü ‘Seçim şart olur’ Haber Merkezi Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu, referandum sürecine ilişkin Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, halkoylamasından “evet” çıkması durumunda, cumhurbaşkanını halkın seçmesi için 40 günlük takvimin işletilmeye başlanması gerektiğini belirterek “Evet oyu çıktığında 11. cumhurbaşkanı seçimi kaçınılmazdır” demişti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün danışmanının referandumda “evet” çıkarsa Gül’ün yeniden aday olacağı açıklamasına işaret eden Yüzbaşıoğlu “Bunu ilk söylediğimizde yalnız kalıyorduk. Ama şimdi bu görüşümüz benimsenmeye başlandı” demişti. Yüzbaşıoğlu, “11. cumhurbaşkanının” seçileceğini öngören geçici 19. maddenin referandumda evet oyunu almasına karşın uygulanmamasının ise “70 milyon insanla dalga geçme” anlamına geleceğini vurgulamıştı. ‘Yüzde 100 konsensüs olmaz’ Anayasa çalışmalarını değerlendiren Erdoğan, bütün toplumsal kesimlerin içine sindireceği en geniş uzlaşmayla bir anayasa hazırlamayı hedeflediklerini söyledi. “Uzlaşma denen şey yüzde 100’ün evet demesi midir? Konsensüs denilen şey yüzde 100’ün evet demesi midir, var mı böyle bir şey? Bunu söyleyenler bulundukları kurumlarda bunu sağlayabiliyorlar mı?” diyen Erdoğan, konsensüsün “kısmi azaminin üzerinde ittifak” olduğunu ileri sürdü. Anayasa taslağına son şekli verildikten sonra kamuoyuna açıklanacağını ve tüm kurumların görüşüne sunulacağını anlatan Erdoğan, uzlaşma komisyonu oluşturulması yönünde talepler olduğunu anımsattı. Erdoğan, “Bunların hepsi olabilir. Ama biz ipe un sermek istemiyoruz. Bir an önce neticeye varalım istiyoruz” diye konuştu. Anayasa taslağını akademisyenlere hazırlattıklarını, 12 hukukçu milletvekilinin de bunun üzerinde çalıştığını kaydeden Erdoğan, “Yani sokakta dolaşanları getirmedik” dedi. Erdoğan, 21 Ekim’de halkoylamasına gidileceğini belirterek vatandaşlardan “evet” demeleri çağrısında bulundu. Erdoğan, “Bu anayasa paketi ile 12. cumhurbaşkanı ve ondan sonra gelecekleri seçme yetkisi aziz milletimizin olacaktır” dedi. [email protected] ‘Karar seçimden sonra’ YSK Başkanı Aydın, Gül’ün durumunu referandum sonucunun belirleyeceğini söyledi, ‘Katılım azlığı meşruiyet sorunu yaratır’ dedi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Muammer Aydın, 11. Cumhurbaşkanı’nın seçimini düzenleyen anayasa değişikliği paketindeki geçici 19. maddenin uygulanıp uygulanmayacağını, 21 Ekim’deki halkoylamasında “evet’’ çıkması durumunda değerlendireceklerini söyledi. Aydın, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, “Bu anayasa değişikliği ile 12. Cumhurbaşkanı’nı ve ondan sonrakileri seçme yetkisi aziz milletimizde olacaktır’’ sözlerini değerlendirdi. Aydın, “Halkoylamasında ‘hayır’ çıkarsa sorun yok. ‘Evet’ çıkarsa anayasa değişikliği paketindeki geçici 19. maddenin (11. Cumhurbaşkanı’nın seçimi) uygulanıp uygulanmayacağını o zaman görüşeceğiz’’ dedi. Aydın, yasa hükümleri nedeniyle kendileri açısından halkoylamasında çıkacak yüzde 51’lik oranın önemli olduğunu vurgulayarak “Yasada en fazla ya da en az katılımcı şeklinde bir hüküm yer almıyor. Sözgelimi katılım yüzde 20 oldu, ancak yarıdan fazla evet çıkarsa paket kabul edilmiş sayılır” dedi. Aydın, yüzde 50’nin altındaki bir katılımın meşruiyet tartışmasına yol açıp açmayacağına ilişkin soruya da “Meşruiyet tartışması her zaman olur. Yüzde 50’nin altı da olsa yüzde 60 da olsa tartışılıyor” karşılığını verdi. Anayasa değişikliği paketindeki geçici 19. madde, 11. Cumhurbaşkanı seçiminin ilk tur oylamasının yasanın Resmi Gazete’de yayımını izleyen 40. günden sonraki ilk pazar, ikinci tur oylamasının ise ilk tur oylamayı takip eden ikinci pazar günü yapılacağını öngörüyor. YSK, 21 Ekim’deki halkoylamasının ardından “evet” oyu çıkması durumunda 11. Cumhurbaşkanı seçimini öngören paketteki geçici 19. maddenin uygulanıp uygulanmayacağına karar verecek. Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Haşim Kılıç da 21 Ekim’de yapılacak referandum sonuçlarıyla ilgili yapılan değişik yorumlar konusunda yetkili kurumun YSK olduğunu belirterek “Bu konuda YSK’nin söz söyleme hakkı var” dedi. Suriye’nin Lazları Homslular... ŞAM Dr. Abdel Rahman el Attar 40 yıldan fazla bir zamandır Suriye Kızılayı’nın Başkanı. Kendisinden önce de babası aynı görevi yürütüyormuş. Suriye’de iktidarın nasıl yönetildiğine ilişkin güzel bir örnek Attar ailesi. İktidar babadan oğula geçiyor. Dr. Attar, annesinin İstanbullu bir Türk olmasından gurur duyuyor. “İstanbul’un kadınları ve mücevherleri güzeldir” sözlerinden masamızdaki iki İstanbullu kadın; ses sanatçısı Muazzez Ersoy ve Hürriyet gazetesi yazarı Ferai Tınç çok hoşlandılar. Türkiye’nin Şam Büyükelçisi Halil Çelik’in büyükelçilik rezidansında verdiği akşam yemeğindeyiz. Gün boyunca Irak’tan terörden ve ölümden kaçan insanların dramlarını dinlemiştik. Gerçekten acı verici, yürek paralayıcı öykülerle yüzleştik. Hemen yanı başımızda yaşanan bir drama tanıklık ettik. Bir ülkenin 4.5 milyon insanının birkaç sene içinde yerinden yurdundan, malından mülkünden olmasının ne demek olduğunu düşünmek bile acı verici. Irak’ın ABD tarafından işgali, dünyaya yalnızca her gün öldürülen insan sayıları olarak yansıyor. Halbuki hayatta kalanların, ölümü yanı başında görenlerin, mültecilerin hayatları acının daha derinlerde olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin bu savaşın içinde yer almamasının ne anlama geldiğini Suriye’deki tabloyu görünce daha iyi anlıyoruz. ??? Gün boyu yaşadıklarımızın ardından Şam Büyükelçiliğimizin rezidansındaki yemek, biraz olsun gördüklerimizden uzaklaşmamızı sağlıyor. Suriye Kızılayı’nın Başkanı Dr. El Attar’ın öyküleri günü gülümseyerek bitirmemize yardımcı oluyor. Her ülkenin üzerine öyküler anlatılan, üzerinden mizah üretilen yöreleri oluyor. Bizim Laz fıkralarına benzer fıkraları değişik ülkelerde de dinledim. El Attar’ın öykülerindeki kahramanlar Homslular. Homs (Humus), Suriye’nin önemli kentlerinden birisi. Türkiye’den karayoluyla gelirken Halep’le Şam arasında bir yerde. Dr. El Attar’ın öyküsü şöyle: Bir Homslu her akşam bara geldiğinde iki ayrı bardakta iki duble viski ısmarlıyor. Bunları ayrı ayrı içtikten sonra gidiyor. Barmen, Homslunun bu davranışına anlam veremiyor ve ona şunları söylüyor: Beyefendi neden iki ayrı bardakta iki duble viski istiyorsunuz, bir bardakta iki duble içseniz daha ucuza gelir. Homslu cevaplıyor: Bir bardak benim, diğer bardak ise burada olmayan arkadaşımın. Onun yerine de içiyorum böylece onu yâd etmiş oluyorum. Aradan birkaç ay geçtikten sonra Homslu bara geliyor. Garson yine iki ayrı bardakta viski getirmeye kalkınca onu durduruyor ve bir bardak viski getirmesini söylüyor. Garson neden bir bardak diye sorunca, ben içkiyi bıraktım yanıtını veriyor. ??? Dr. El Attar renkli bir sima. Belli ki Suriye’nin tanınmış işadamlarından. Onunla Türkiye Suriye ilişkilerini konuşuyoruz. Büyükelçi Halil Çelik de son yıllarda artan Türkiye Suriye ilişkilerinden söz ediyor. 1998 yılı Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması iki ülke arasındaki ilişkilerde bir dönüm noktası olmuş. O günden bu yana ilişkiler siyasi ve ekonomik alanda önemli bir büyüme göstermiş. Şimdi karşılıklı turizminden geliştiğinden söz ediliyor. Türkiye ile Suriye arasındaki dış ticaret hacmi yıllık ortalama 1 milyar dolar civarına çıkmış. Bu miktar geçmişe göre büyük bir artış anlamına gelmiyor. Ancak Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı ihracat artıyor. Önceki yıllarda 800 bin dolar civarında olan dış ticaret hacmi yarı yarıya durumdayken bu oran Türkiye lehine değişmiş. Bu yılki Türkiye’nin ihracatının 750 milyon dolar, ithalatının ise 250 milyon dolar civarında olacağı tahmin ediliyor. ??? Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin Suriye’deki sorumlularından Erdoğan Kalkan’la sur içi Şam turuna çıktık. Ferari Tınç, Mete Çubukçu, Mehmet Altan’la birlikte eski Şam’ın dar sokaklarında, değişik kültürlerin iç içe yaşadığı bu gizemli sokaklarda dolaştık. Hıristiyan mahallesinde ayazmaların süslediği sokaklar farklı din ve kültürlerin bir arada yaşayabilmesinin ne kadar anlamlı olduğunu gözler önüne seriyor. Dar sokakların birinin küçük kapısında içeri girdiğimizde muhteşem bir görüntüyle karşılaştık. İki katlı bir avlulu hanın her tarafı kadınlı erkekli Şamlılarla doluydu. Bir bölüm sahur yemeği yemek isteyenlere ayrılmıştı. Başörtülü, örtüsüz Şamlı kadınlar erkeklerle birlikte yemek sırasındaydı. Haretna (Bizim Mahalle) Cafe’nin üst katında fasıl eşliğinde naneli limonatalarımızı yudumladık… Şam’a gelirseniz Haretna Cafe’ye gidin ve mutlaka naneli limonatasından tadın… Öneririm… Yeni kavram, yeni yol arkadaşları… Bu yeni kavram acaba ne olabilir? Seçim sonrası Meclis’te AKPMHP işbirliğine, “Söğüt Şenlikleri” kucaklaşmasına, Cumhurbaşkanı’nın şehit ailelerine verdiği iftar yemeğine bakarak bu yeni kavramın “milliyetçilik” olabileceğini düşünüyorum. Tabii bu kavram da demokrasi ve bireysel özgürlükler kavramları gibi, içeriklerinden (özellikle antiemperyalist potansiyelinden) soyutlanmış bir biçimde kullanılacak; nasıl “demokrasi” oy verme işlevine “bireysel özgürlükler” de türban özgürlüğüne indirgendiyse, bu kavram da siyasal İslamın “mevzi savaşı” taktiğine hizmet edecek bir biçimde, sosyal tarihsel ve jeopolitik özelliklerinden soyutlanarak tek bir özelliğine, “PKK” sorununa indirgenerek devreye girecek diye düşünüyorum. Eğer bu beklentim gerçekleşirse, siyasal İslam, AKP aracılığıyla yeni bir “transformismo” süreci başlatarak, zaman içinde liberal entelijansiya safrasını atarken bu kez Türkİslam sentezci, şovenmilliyetçi, entelijansiya içinden yeni yol arkadaşları kazanabilecek, bunlar aracılığıyla, askerin tepkilerini de dün liberallere yönelik olduğu gibi “istediğini ben verebilirim”, söylemiyle yumuşatma şansına sahip olacaktır. Sanırım, şimdi düş kırıklığına uğrama sırası, dün sorunlarının çözümü için AKP’den (hâlâ ABD’den) medet uman Kürt entelijansiyasında, burjuvafeodal, mülk sahibi sınıflarında, yerel seçkinlerinde… Sanırım, onlar da güvendikleri dağlara kar yağdığını görecekler. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle