19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 3 EKİM 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL İstanbul’a Yazık Olmasın... Karayolu köprü ve tünel girişimlerinin ortak özelliği plan dışı olmalarıdır. Bu durum, planlı gelişme hayaline indirilen ağır bir darbedir. Plan umutlarına, bugüne kadar plan adına verilen emeklere, İstanbul’a yazık olmaktadır. ni bir saldırı anlamını taşıyacaktır. Yani soluğumuz iyice kesilecek, küresel ısınmaya hız kazandırılacaktır. Karayolu tünellerine kaynak sağlanması amacıyla, en yoğun ulaştırma eksenleri üzerinde kuleler dikilmesi projeleri ise düşündürücüdür. Karayolu tünelleri kentin yerleşim dolusunu etkileyecektir. Boğaz otomobil tünelinin, tarihi yarımadaya verebileceği zararlar, ne yazık ki düşünülmüyor. Son yıllardaki kazalar ve yangınlar karayolu tünellerinin ne denli riskli olduklarını ortaya çıkarmıştır. 1999 yılında Mont Blanc Tüneli’nde meydana gelen yangında 39, Tauern Tüneli’nde 12 ve 2001 yılında Saint Gothard Tüneli’nde 11 can kaybı olmuştur. Birinci olaydan sonra Fransız Parlamentosu’nda bir bilimsel rapor bağlamında karayolu tünelleri için önlemler öngörülmüştür. 2002 yılında AB Komisyonu’nun önerisi üzerine 2004 yılında AB Parlamentosu tarafından karayolu tünelleri için çok önemli altyapı ve işletme önlemleri uygulamaya konulmuş bulunmaktadır. Bu durumda karayolu tünellerindeki yatırım ve işletme maliyetlerinde ciddi yükselmeler meydana gelmiştir. Boston’da 12 km. uzunluğundaki tünel 16.5 milyar dolara tamamlanabilmiştir. Paris’te 7.5 km. uzunluğundaki tünelin maliyeti 2.23 milyar Avro dolayındadır. İstanbul’daki tünellerin kilometresi için 1015 milyon dolardan söz edilmesi, gerekli yapısal önlemlerin alınıp alınmadığı kuşkusunu uyandırmaktadır. Boğaz otomobil tüneli, zaten hem havalandırma hem de güvenlik gerekleri açısından çok önemli sorunlar yaratmaktadır. Şu anda yapılmakta olan tünellerin etütlerindeki yetersizlik, İTÜ Taşkışla Yerleşkesi’nde ve bazı bölgelerde çatlaklar oluşmasına neden olmuş, birçok binanın boşaltılmasını gerektirmiştir. İşletme daha sorunlu ve risklidir. Çok pahalı yatırım ve işletme önlemlerine karşın, güvenlik sonunda sürücülerin davranışına bağlı kalmaktadır. Plansız olarak yürütülen karayolu köprü ve tünel girişimleri, İstanbul’un ulaştırma sorunlarına çözüm değildir. Karayolu tünelleri ulaşıma yarar sağlamayacağı gibi önemli bir tehlike potansiyeli oluşturacaktır. Bu nedenle, eldeki ek kaynakların da tümüyle raylı sisteme yönlendirilmesi, tartışmasız en akılcı ve doğru çözümdür. O halde yapılması gereken, tünel yapımını durdurmak, 3. köprü ile Boğaz otomobil tünelini gündemden çıkarmak ve gerçek planlı gelişim yoluna girmektir. Yoksa İstanbul’a yazık olacaktır. PENCERE Harika Devletin Ta Kendisi... Harika bir ‘Devlet’ olup çıktık... Cumhuriyet diyemiyorum... Çünkü oligarşinin ta kendisi!.. ? ABD’nin nesi oluyoruz?.. Başbakan RTE’nin çoluğu çocuğu, torunu Amerika’da... Amerika Türkiye’nin güneydoğusunda terör örgütü PKK’yi himaye ediyor... Bizim RTE ABD ile çok içli dışlı... Başkan Bush, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı RTE’ye soruyor: Oğlun (Amerika’da) çalışıyor mu?.. Çalışıyor... Eve ekmek götürüyor mu?.. Götürüyor... Öte yandan Başkan Bush, Türkiye’nin güneydoğu sınırlarına işgal yöntemiyle komşu gelmiş, terör örgütü PKK’yi kanatlarının altına almış... AKP gık diyemiyor... Nasıl desin ki?.. RTE’nin oğlu Amerika’da iş tutuyor... Torun Amerikalı... AKP iktidarı da tümüyle Amerika’ya mecbur... ? Meclis’teki Kürtçü parti DTP’ye maşallah... PKK’ye bağlı... PKK’nin Büyük Millet Meclisi’ndeki grubu olduğunu, DTP, ne saklıyor, ne gizliyor... Harika Devletin en çarpıcı görüntülerinden birini oluşturuyor... Devlet hem PKK’nin öldürdüğü şehitlere tören düzenliyor... Hem PKK’nin Meclis’teki temsilcisi ve uzantısı olduğunu açık seçik dile getiren DTP’nin karşısında resmi selama duruyor... ? Harika Devletin demokrasisinde bir sözcük önemli yer tutuyor... Nedir o sözcük: Takıyye!.. Kimilerine göre takıyyeye İslamda cevaz var; gerekiyorsa, amacına ulaşmak için kimliğini gizler, çevreye başka bir kişilikle görünebilirsin... Yani?.. Rol yaparsın... Yeni Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ne diyor: “ Rol yapmıyorum...” Essah mı?.. Yeni Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül Harika Devletimizin başında ya rol yapıyorsa?.. ? Amerika Kuzey Irak’ı işgal etmiş; PKK kampları elinin altında... Başkan Bush öteki eliyle de Türkiye’de AKP iktidarını tutuyor... AKP ve PKK... İkisi de ABD’nin elinde... ABD fütursuz, AKP ve PKK ile Ortadoğu’da oynuyor... Harika Devlet oyunu seyrediyor... Terör insanlık suçu değil mi? Değil... RTE sallana sallana yürüyor, Gül ‘calî’ gülümsemeyi, dudaklarına iliştiriyor... ? Evlere şenlik Harika bir ‘Devlet’in yurttaşlarıyız... Bağımsız ve laik Atatürk Cumhuriyetinin değil... Güç ve Korku GENELKURMAY Başkanı, eksik olmasın, sık sık konuşup bozulmuş moralleri düzeltmek istiyor. Geçen gün, Harp Akademileri’nin öğretim yılını açış konuşmasında şunları söyledi: “Hiçbir güç Türkiye’yi bölemez; kimsenin gücü buna yetmez.” “Hiçbir güç, Türkiye’nin laik yapısını değiştiremez ve bunu yapmaya gücü yetmez.” “Hiçbir güç, tüm çabalarına rağmen, Türk ulusunun ordusuna olan güvenini sarsamaz.” Bu tür sözlerin yüreklere su serpmediğini kim söyleyebilir? Tam tersine, “Keşke daha sık konuşsa da ferahlasak” diyenler çoktur. e var ki, ülkenin karşı karşıya bulunduğu sorunların çözümü ve tedirginlik duyduğu tehlikelerin önlenmesi artık yavaş yavaş bir “güç” sorunu olmaktan çıkmaktadır. Yoksa, çete terörüyle Türkiye’nin kolayca bölünebileceğini, birkaç yobazlık olayıyla laik yapının çökeceğini ve ordunun bunlarla başedemeyeceğini kimse düşünmüyor. Endişe, sorunların ve tehlikelerin “güç”le çözülebilir ya da önlenebilir olmaktan çıkıp gitgide daha sinsileşmesinde ve bir ucundan yakalanamaz, geri dönülemez bir duruma gelmesindedir. Sorunlar ve tehlikeler, ülkeyi yönetenlerin dışından değil de doğrudan doğruya onlardan gelmekteyse de onlar da neredeyse profesyonelleşmiş birer “takıyye” ustalarıysa, hangi gücü kullanarak başedebilirsiniz böyle bir durumla? Sayın Orgeneral “güç”ten söz ettiği zaman elbette toptan, tüfekten, tanktan söz etmiyor ve bölünmezliğin, değiştirilmezliğin, sarsılmazlığın devletle toplumun yapısından, naturasından, sağlamlığından geldiğini anlatmak istiyordur. Ama devletin gücü ve toplumun yönlendirilişi sözü edilen sorunlarla tehlikeleri yaratanların eline geçmişse, geleceğe nasıl güvenle bakabilirsiniz? öyle olunca, Büyükanıt’ın “Silahlı Kuvvetler’e yalnız ülke içinden değil, ülke dışından da saldırılar yapılıyor” diyerek yakındığı durum bambaşka bir nitelik kazanmış olmuyor mu? Dikkat edilirse, artık içten ve dıştan tam bir çullanışa dönüşmüş olan bu saldırılar ordunun gücünü ve yenilmezliğini hafife alış ya da yapısını eleştiriş biçiminde olmuyor. Var mı yok mu, hep “asker ve demokrasi” konusu, Silahlı Kuvvetleri kışla dışındaki sorunlarla ilgilenmekten uzak tutma çabası, böyle bir ilginin demokrasiyle bağdaşmazlığını vurgulama telaşı. Bu çullanışın askeri büsbütün etkilemediği pek söylenemez. Genelkurmay Başkanı bile, kendilerini zorlayarak sürdürdükleri bir “suskunluk”tan söz etmeden edememiş ve gösterilen sabrın da bir “hududu” olduğunu söylemiş. İçli dışlı çullanışın amacı da bu hududu olabildiğince genişletmek ve o genişlikte hesaplı adımları sinsice atmak değil mi? Korkunun giderilemeyişi galiba bundan kaynaklanıyor. [email protected] Prof. Dr. Güngör EVREN Haziran 2002’de Cumhuriyet’teki yazımın başlığı “Üçüncü Köprü Sevdası” idi. Ama anlaşılıyor ki, 3. köprü, sevda değil, bir tutku, daha ötesinde takıntı... 3. köprü takıntısına “karayolu tünelleri” eklendi: “Yedi tepeye yedi tünel.” Etütsüz, projesiz tüneller için İstanbul Valiliği’nin 10 Şubat 2006 tarihli talebi ile 8 Mart 2006’da ihale kararı alınıyor ve hızla yapıma geçiliyor. Her gün değişen güzergâhların uzunluğu da günbegün artarak 150 km’yi aşmış bulunuyor. Yalnız otomobillerin Boğaz’ı geçmesi için öngörülen tünel de akıl almaz bir aceleyle ihale aşamasına getirilmiş bulunuyor. Oysa, tüp tünelle Boğaz’ın demiryolu ile geçiş projesi (Marmaray) sona yaklaşıyor. Bu aşamada, ne pahasına olursa olsun otomobillere Boğaz’ı geçirme telaşını, olumlu yorumlamak olası mıdır? Ne yazık ki, bu önemli gelişmeler kamuoyunun ve ilgili sivil toplum örgütlerinin bilgisi dışında gelişmektedir. 7 Ağustos Salı günü, Cumhuriyet’te “Topbaş’ın 3. köprü ısrarı” başlığı altında İBB Başkanı’nın “İstanbul’un köprülere ihtiyacı var. 2012 yılına geldiğimizde 3. Boğaz köprüsü belki bitmiş olacak” sözleri yer alıyordu. Sayın Topbaş’ın, İstanbul’un köprülere ihtiyacı olduğu görüşü acaba hangi plana ve hangi etüde dayanmaktadır? Artık onlara sorulmadan İstanbul’a çivi çakılmayacak diyerek oluşturduğu ve planlı gelişme adına umut yaratan İMP (İstanbul Metropoliten Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi)’nin 1/100 000 ölçekli çevre düzeni planı İBB Meclisi’nce oybirliği ile onaylanmıştır. Bu planda 3. köprü yer almamaktadır. Halen sürmekte olan planlama sürecine ise bugüne değin ne köprü ne de tüneller girebilmiştir. Transit taşımalara yönelik olarak Karadeniz sahil yolunun Avrupa ile bağlantısının 3. köprü ile sağlanacağı ileri sürülmektedir. Oysa transit trafiğin Boğaz köprü geçişlerindeki payı yüzde 2 dolayındadır ve artması ola 15 N B sılığı da gözükmemektedir. Karayolu köprü ve tünel girişimlerinin ortak özelliği plan dışı olmalarıdır. Bu durum, planlı gelişme hayaline indirilen ağır bir darbedir. Plan umutlarına, bugüne kadar plan adına verilen emeklere, İstanbul’a yazık olmaktadır. Plan dışı bu girişimlerde 1/100 000 ölçekli plan şöyle dursun, plan strateji ve ilkelerine bile uyum kaygısı bile duyulmamıştır. İstanbul için, raylı sistem ağırlıklı, denizyolunu en etkin biçimde kullanan ve otobüslerle desteklenmiş bir toplu taşıma sisteminin oluşturulmasından başka bir çözüm bulunmamaktadır. O halde, planlı olarak toplu taşımayı etkinleştirme ve bu amacı destekleyecek biçimde otomobil kullanınımı normalleştirme (yani özendirmeme hatta caydırma) çabalarının dışındaki gelişmeleri onaylamak olası değildir. Karayolu köprü ve tünelleri, çözüm olmak bir yana sorunları ağırlaştıracaktır. 1973 yılında işletmeye açılan Boğaziçi Köprüsü’nün kapasitesine 1996 yılında erişilebileceği karayolu tünelleri ve köprüleri, toplu taşımadan başka seçeneği olmayanlara değil, otomobil sahiplerine yöneliktir. Bu nedenle ulaştırmanın hakçalık ilkesine aykırıdır. Ne var ki, sonuçta otomobil kullanımını ve tıkanıklıkları artıracak bu köprü ve tüneller otobüs işletmeciliğini olumsuz etkileyecektir. Öngörülmüşken 1978 yılında 2. köprü, yapımı gündeme gelmiştir. İkinci köprünün kaderi de aynı olmuş kısa sürede kapasitesine erişmiştir. Yani karayolunda yaratılan kapasite, kısa sürede talebini yaratmakta, trafik sıkışıklığı denilen sorunu, bir üst düzeye taşımaktan başka işe yaramamaktadır. 1973 yılında Boğaziçi Köprüsü’nün, 1989 yılında Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün işletmeye açılmasından sonra, yolcu ve taşıt geçişleri, bu köprülerin insanların ulaşımına değil, taşıtların geçişine yaradıklarını göstermektedir. Şöyle ki; 1972 yılına göre, 2007 yılında Boğaz’dan taşıt geçişi 30.0 katına çıkarken yolcu sayısı 4.0 katına bile çıkamamıştır. 3. köprü, 1. ve 2. köprüyle zaten önemli ölçüde azaldıklarını gördüğümüz ormanlara ye Malezya Dolabı Turgut A. KARABEKİR Y urdumuz parçalanırken, basın ve medya ayrıntılarla uğraşıyor, gerçekler ayrıntıda kayboluyor. Richard Holbrooke gibi bilgili ve deneyimli bir diplomatın, Türkiye’nin Malezya’ya benzemediğini bilmemesi düşünülemez. ABD’nin hatasını kabul etmesi de beklenemez. Söylediğinin tercümesi şudur: İleriye gidiyorsunuz, Malezya’ya benzeyeceksiniz. Konunun göndeme gelmesinin olası nedeni; Fethullah Gülen (FG) ve örgütüdür. ABD yönetimi FG’yi, Müslümanlık üzerinden Amerikan etkisini İslam ülkelerinde yerleştirmek ve pekiştirmek için beslemektedir. Gaye, ülkeleri bizdeki gibi, kaynakları sömürülecek bağımlılığa düşürmektir. ABD’de FG’ye bağlı loca/okullar ve üniversitede yetiştirilen hocalar, 82 ülkede açtıkları okullara yayılıyor. Öğrenciler aşırı İslam yönetimi görüp, ABD propagandasını yapmaya şartlanmış olarak yetiştiriliyor. İslam âleminde artan Amerikan karşıtlığı nedeniyle, ABD propagandası yapmak, artık örgütün varlık gayesiyle çelişkide. Türkiye ABD’nin din ve etnik ayrılıklar yaratarak bölmeye başladığı en yakın örnek, fakat kendi seçtiği yönetimin radikal İslama dönüşmesi, ABD çıkarlarına ters düşüyor. Türkiye’nin değişiminin ılımlıda kalmasını istiyor. ABD düdüğü öttüren basında ve TV yorumlarında son günlerde izlenen değişiklik, aynı uyarının ürünüdür. Gayesine fazlasıyla erişmiş olan Holbrooke’un, sinsi sinsi güldüğünü düşünmemek de elden gelmiyor. Yazarlarımız, AB ve ABD politikacılarının uğraşmamızı istedikleri ayrıntıları bırakıp, halka nasıl parçalandığımızı anlatsınlar. Özellikle, ılımlı olarak isimlendirilen kesime, nasıl sömürüldüğümüzü ve özgürlüğümüzün yakında yok olacağını, anlatmaları gerekir. Malezya’ya benzemediğimizi ispattan, çok daha yararlı olurlar. Suç Batı’da değil, suçun işlenmesine göz yumanlardadır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle