19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 EKİM 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kitabın Serüveni ve Kitap Fuarı… TÜYAP yönetimi bunu koordine etse. Bunun için örneğin gazete eki kitap dergilerinin editörlerinden, yayınevi yöneticilerinden bir seçici kurul oluşturulsa… Kitap için bir hareket olsa, kısaca… Kitabın serüveninde okur da böylesine zengin bir organizasyonda desteklense… Bu anket, kitabın serüvenine küçük bir katkı olabilir mi? Güzel olmaz mı? Buna değmez mi kitap? Bence fazlasıyla değer, çünkü, internet uçar kitap kalır! 14 /16 Aralık 1727 günü açıldı. İki ay sonra 700 sayfalık Vankulu Lugati basıldı, 25 kuruştan satıldı. Oysa elyazmacılar bunu 350 kuruştan satıyorlardı. Görüldüğü gibi, geçmişte kitaba ulaşmak için önce teknolojiye ulaşma zorunluydu. Bir kitabın elle ne kadar çoğaltılırsa çoğaltılsın, bunun yeterli olmadığı yaşandı. İnternet, belki de son iletişim devrimidir. Günümüz bilgi çağında bilgisayar, internet, bizi bilgiye hızla ulaştırsa bile, kitabın sağladığı sıcaklığı vermediği için kitabın önemi hiç kaybolmadı. Yani bunca serüveni, teknolojiyle atbaşı gitmiş olsa da kitap olmasa, teknolojinin de yaratılamayacağı apaçık ortada değil mi? Önümüzdeki günler tüm Türkiye’nin büyük bir zenginlikle yaşayacağı TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı günlerini (27 Ekim4 Kasım) kapsıyor. Öyle sanıyorum ki, herkes bu sayılı günlere gereken önemi verecektir. Ekonomik durumuna göre, özlediği kitapları alacak, düşünce ve duygu dünyasını besleyecektir. Bunu yaptığı zaman AKM’nin yıkılmaması gerektiğini daha kolay düşünebilecektir. Kültürel bir konu geçtiği zaman hepimiz sözleşmişçesine “okumuyoruz” diye şikâyette bulunuyoruz ya, bir yandan da her yıl kitap fuarı okurlarla dolup dolup taşıyor ya, doğrusu merak ediyorum. Yılda kaç kitap okuyoruz? Bunu bir anketle ölçmek keşke mümkün olabilse. Örneğin, 27 Ekim’de açılacak bu fuarın girişine sandıklar konsa, “Bu yıl kaç kitap okudunuz? Bunlar hangi kitaplar” diye sorulsa. Anket sonucunda en çok kitap okuyan 100 okura okuduğu kitap sayısınca kitap armağan edilse! Ayrıca en çok okunan yazarlara da plaket verilse! Bunun değerlendirmesini bir seçici kurul yapsa. TÜYAP yönetimi bunu koordine etse. Bunun için örneğin gazete eki kitap dergilerinin editörlerinden, yayınevi yöneticilerinden bir seçici kurul oluşturulsa… Kitap için bir hareket olsa, kısaca… Kitabın serüveninde okur da böylesine zengin bir organizasyonda desteklense… Bu anket, kitabın serüvenine küçük bir katkı olabilir mi? Güzel olmaz mı? Buna değmez mi kitap? Bence fazlasıyla değer, çünkü, internet uçar kitap kalır! PENCERE İnanılmaz Bir Tablo... Aklı başında kişiler, ülkeyi saran ulusalcı eylemlere olumlu yaklaşmakla birlikte uyarıyorlar: Aman dikkat, tahriklere kapılmayalım... Doğrudur... Dolduruşa gelmeyelim; Türkiye’nin aleyhine fırsat arayanlar içerde ve dışarda alesta bekliyorlar... ? Gerçekler açık seçik: Kuzey Irak’ta üslenmiş ve örgütlenmiş PKK, Türkiye’ye girip vurduktan sonra üssüne dönüyor... Uluslararası hukuk bizden yana olduğu halde biz bu üssü vuramıyoruz... Neden?.. Çünkü AKP iktidarı ABD’ye bağlı!.. RTE Başkan Bush’tan izin almak zorunda... ? Aklı başında kişiler şöyle düşünüyorlar: Türkiye düşman hedeflerini vuramayınca, gerilim artıyor; içerdeki eylemler bu gerilimin dışavurumudur; ama, bu kez öfkeli ve tepkili kitleler deşarj olmak için içerde hedef arayabilirler... Tehlike bu noktada odaklaşıyor... Türkiye aleyhine iş tutanların kışkırtıcılığı da cabası... ? Başımızdaki iktidar Türkiye’yi bu hale getirdi; insanın havsalasına sığamayacak bir tablo karşısındayız... Nasıl?.. 1) Kuzey Irak’ı besliyoruz, ekonomisini destekliyoruz, elektriğini ucuza sağlıyoruz, terör üslerini barındıran düşman yönetimini ayakta tutan trafik, Habur sınır kapısından çalışıyor... 2) NATO müttefikimiz ABD, Türk askerini Afganistan’da teröre karşı kullanıyor; Kuzey Irak’ta ise terörün arkasında vaziyet alıp Türk askerine karşı çıkıyor... 3) ABD ile AKP, sanki PKK’yi geliştirmek için sözleşmişler gibi yıllarca işbirliği yaptılar. 2002 AKP’nin ABD desteğinde iktidara geçtiği yıldır; o günden bu yana Türkiye Kuzey Irak’ı palazlandırdı; bu süreçte PKK’nin güçlenmesini de Kuzey Irak’ı işgal eden ABD sağladı. Aradan geçen sürede neler olup bittiği şimdi gözler önüne sergilendi... 4) Bu sürede Türkiye askerle AKP iktidarının çekişmesini yaşadı. ABD’nin “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne sığmayan Atatürk ordusu sanki AKP’nin hasmıydı. İktidar orduyla uğraştı durdu; terör alanında ise hiçbir şey yapmadı... ? Peki, bugün varılan noktada bu işin içinden nasıl çıkacağız?.. Çok zor... Terör Kuzey Irak’tan kaynaklanıyor... Kuzey Irak, Amerikan işgali altında... Türkiye, Amerika güdümü altında... ABD’nin bir eli Irak’ta, öteki eli Türkiye’de; her iki yöndeki iktidarları avuçlarının içinde tutuyor... Topyekun Savaş ÜLKENİN Irak sınırında başlamış olan çatışma, aslında bir savaştır. Hem de “topyekun” bir savaş. Aslında İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılmaya başlayan, daha önce pek bulunmayan bir kavram bu. “Cihan Harbi” denen Birinci Dünya Savaşı, en sıcak dönemlerinde bile, nihayet bir ya da birkaç cephede verilen “muharebe”lerden oluşmuştu. Ülkelerin bütününü doğrudan doğruya çatışmanın içine çekmeyen, olsa olsa uzaktan etkileyen, genel yaşam düzenini sarssa da pek bozmayan muharebeler. Savaşların artık böyle olmayışı yalnız hava kuvvetlerinin ya da uzun menzilli silahların ortaya çıkışından kaynaklanmaz. Çağdaş savaşların hepsi, yerel kapışmaların ötesinde, toplumların bütününü çatışmanın içine sokan, ülkeyi ekonomisiyle, çeşitli kurumlarıyla, sosyal düzeniyle seferberliğe sevkeden birer ölümkalım hengâmesine dönüşmektedir. Böyle olunca, “Sadece birkaç yüz kilometrelik bir sınır boyunca düzenli bir orduyla bir terör çetesi arasındaki kapışma niçin topyekun savaş sayılsın ki?” diye bir soru gelebilir akıllara. ysa, kim ne derse desin, söz konusu olan, çağdaş anlamıyla gerçek bir “topyekun savaş”tır. Hem de, bir değil, birçok nedenle. Bir defa, verilen savaş sadece çizgi halindeki bir tek cephede değil, bir kısmı muharebe alanlarına hiç benzemeyen çeşitli cephelerde de verilmektedir: Medyada, düşünce odaklarında, hatta Meclis’te. Bir bakıma, savaşın niteliğini bile toplumun çoğunluğundan farklı olarak “terör” saymayıp çareleri başka türlü düşünen ve cumhuriyetin temel yapısını değiştirmek isteyen içteki çeşitli çevrelere karşı, son Türk yurdunu zayıflatıp bölerek paylaşmaya azmetmiş dış güçlere karşı bütün dünya düzeyinde, uluslararası kuruluşlarda verilen çok cepheli bir savaş söz konusu. İkincisi, düşman ya da hasım, yalnız PKK ve içteki yandaşlarından değil, arkalarındaki aşiret reislerinden, ABD’li destekleyicilerinden, AB’li sempatizanlardan oluşan çok geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Çullanış büyüktür. Üçüncüsü, böyle bir savaşın kaybedilmesini cumhuriyeti biraz daha kemirip yıkılmazlığını ortadan kaldırmak, ordunun saygınlığını törpülemek gibi sinsi amaçları dolayısıyla dört gözle bekleyen içte ve dışta bir yığın insan, kuruluş ve devlet var. öyle olduğu içindir ki, bu savaşın kazanılması da bütün topyekun savaşlarda olduğu gibi yine topyekun ve uzun soluklu bir ulusal seferberliği gerektiriyor. Son yıllarda içine düşülen tüketim furyasından sıyrılıp üretime, birikime ve yatırıma dönük bir toplum olmaya, başıbozukluğu, plansızlığı bırakmak. Ulusal varlıkları yanlış gerekçelerle elden çıkarmaktan, en değerli kamu işletmelerini yabancı akbabalara satmaktan vazgeçmek. Savaşın çeşitli yönleri konusunda doğru bir ortak aklın oluşturulmasını sağlayacak bütün yapıcı eleştiri kanallarını açık tutan ve yapıcı olmayanları yine akılcı yoldan çürüten çağdaş bir demokrasi düzeni kurarak. [email protected] Hikmet ALTINKAYNAK Yıldız Teknik Üniversitesi Öğr. Gör. Haçlı Seferleri’ne bir çağrı kitabıydı. Çünkü 1453’te İstanbul alınmış, kenti geri almak için Türklere karşı Hıristiyanlar ayaklanmıştı. Basılan üçüncü kitapsa, 1450’de Elius Donatus’un Latince Gramer Kitabı oldu. Çünkü bu kitap, 18. yüzyıl sonlarına kadar Avrupa’da uluslararası bir dil olan Latincenin üniversitelerdeki ders kitabıydı. Kitap, 15. 16. yüzyıllarda Avrupa’da ortaçağa, kiliseye, yasaklara, sansüre karşı savaşta büyük bir önem kazandı. Rönesans’ın (14.16.yy), Aydınlanma döneminin (18. yy) gelişmesine katkıda bulundu. 15. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde yabancı misyonlar basımevi kurdular. Dahası bunların sayısı 37’ye çıktı. Ne var ki bunlarda hiç Türkçe metin basılmadı. İstanbul’da Türkçe baskı yapan basımevinin çalışmaya başladığı yıl 1727’dir. Bunun bir nedeninin yaşamını ‘yazıcılık’la kazanan kişilerin (müstensih) bunu engellemesi, bir başka nedenin de Şeyhülislam’ın izin vermemesidir. Belki de Batı’nın Türkleri taa o yıllardan beri yemeyeyutmaya olan niyetiydi. Ancak 18. yüzyıl, Tanzimat Fermanı’yla (1839), Jön Türklerin öncülüğüyle birlikte Osmanlı Devleti’nin Batılılaşma, çağdaşlaşma istemi arttı. Batı’ya uyum sağlama, yem olmama düşüncesi etkin oldu. Macar asıllı Osmanlı yurttaşı İbrahim Müteferrika (16741761) ve Paris Büyükelçisi Yirmisekiz Mehmet Çelebi’nin oğlu Sait Efendi’ye ( ? 1761), 1726’da Türkçe baskı yapacak bir basımevi kurma izni verildi. Bu izin, elyazmacıların (müstensih) ve bundan çıkarı olanların yoğun protestolarına yol açtı. Ama III. Ahmet (17031730) ve Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa, bu protestolara aldırmadan, basımevi kurulmasını desteklediler. Yalnızca günah sayıldığı için dini yayınlar basmama koşulu getirdiler. Basımevi O B itabın modern serüveni, basımevinin (matbaa) bulunuşuyla başlar. Basımevinin bulunuşu ise ilk iletişim devrimidir. Kitap, aynı zamanda kültürün geleceğe taşınma aracıdır. Gün ışığına çıkan yeni belgelere göre, dünyada ilk kitap basımı, milattan önce kâğıdı bulan Çinliler tarafından, 7. yüzyılda, tahta kalıplarla ‘blok kitap’ ya da ‘xylography’ tekniğiyle gerçekleştirildi. 8.9. yüzyılda ise kâğıt üzerine baskı yapıldı. Bu basım, metnin bir sayfasının ağaç kalıbı üzerine ayna görüntüsü şeklinde kazınarak sonra kalıba mürekkep gezdirilerek ve kâğıt üzerine baskı yapılarak gerçekleştirildi. Bunu Japonlar, Koreliler ve Uygurlar da kullandılar. Ancak Batı, Doğu’daki böyle bir çalışmadan belki habersizdi, Doğu’ya göre geç olsa da daha gelişmiş bir yöntemi keşfetti. Bir kuyumcu olan Alman Johann Gutenberg (14001468), bugün tüm dünyanın kullandığı basımevini buldu. Gutenberg’in bulduğu bu teknik ise alfabedeki her harfin madenden kalıplarının yapılmasını, bu kalıplarla harfler elde edilmesini, bu harflerle de yazı yazılmasını, bunun da basılmasını gerektiriyordu. Gutenberg, 1445’te memleketi Mainz’ta 42 satırlık, 1460’ta Bamberg’de 36 satırlık İncil’i bu teknikle bastı. Basımevi, Gutenberg’in yardımcıları tarafından 50 yıl içinde tüm Avrupa’ya yayıldı. İtalya (1465), Çek (1468), Fransa (1470), İspanya (1471), Hollanda (1473), Polonya (1473), Macaristan (1473), İngiltere (1476), İskandinavya (1482), Hırvatistan (1494), Kara Dağ (1494) basımeviyle tanıştılar. Türkiye’ye ise 1727’de geldi, yani yaklaşık 300 yıl sonra!.. Gutenberg’in ikinci bastığı kitap Türk Takvimi oldu. Bu kitap 1454’ün sonlarında çıktı. Osmanlı’ya karşı düzenlenen K CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle