23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 OCAK 2007 CUMA 4 ALİ SİRMEN HABERLER DÜNYADA BUGÜN Kaçar, soruşturduğu terörist grupların bürokratik uzantısının ‘komplosuyla’ açığa alındığını belirtti ABD Kaybediyor mu? TBMM’de Irak konusunda gizli oturumlu genel görüşme yapılırken George W. Bush’un Irak’ta başarısız olduğu yönündeki kanı çok yaygın. ABD’deki son seçimler, Amerikan seçmeninin de, diğer etkenlerin yanında bu görüşü de paylaştığı için, yoğun şekilde Demokratlar’a sempati gösterdiğini ortaya koymuş bulunuyor. Başkan Bush, Irak politikasına yöneltilen eleştiriler karşısında, Savunma Bakanı’nı feda edip başarılı olmadığını kabul eden demeçler vermekle yetindi. Ama politikasında, önemli bir değişiklik yapmak şöyle dursun, ülkeye 20 bin yeni asker göndermek ve savaş için yeni ödenek istemek yolunu tuttu. Yani Bush politikasında bir geri adım söz konusu değil. Gerçi kimse, ABD’nin ani bir geri çekilme kararı vermesini beklemiyordu. Irak’ta bu kaos bitmeden Amerikan güçlerinin çekilmesini isteyen de pek yok. Yalnız gözden kaçan bir husus, ABD birliklerinin ülkedeki varlıklarının kaosu sona erdirecek bir faktör olmayıp tam tersine onu kışkırtan ve geliştiren bir etken olduğudur. Kabul etmek gerekir ki, Irak olaylarını bakış açılarına göre çok değişik şekillerde değerlendirmek de olası. ??? Bush’un Irak politikası başarısız olmuş mudur gerçekten? Bu soruya sağlıklı bir yanıt verebilmek için, her şeyden önce, olaya hangi açıdan bakıldığını bilmek gerekir. Eğer Bush politikası, gerçekten Irak’ta Saddam’ın kitle imha silahlarıyla birlikte diktatörü ortadan kaldırmak, ülkede ve bölgede demokrasiyi egemen kılarak bölgeye yeni bir istikrar getirmek amacını güdüyor olsaydı, hiç kuşkusuz başarısız olmak ne söz, tam bir fiyaskoyla sonuçlandığını söylemek mümkün olurdu. Ama, Washington’da düğmeye basılmadan önce de, sonra da, olayları herkes biliyordu ki, ne Saddam’ın elinde bölgeyi tehdit eden kitle imha silahları vardı ne de bir mezhepler ve aşiretler mozaiği olan bu ülkede, Saddam’ı ortadan kaldırmakla kendiliğinden demokrasiyi kurmak mümkündü. Doğal olarak da, ne Irak’a ne de bölgeye ne demokrasi geldi ne de istikrar, hatta Irak’taki baskıya bağlı olan istikrar, bölgesel bir kaosa dönüştü. Bu açıdan bakınca başarısızlıktan söz etmek son derecede doğaldır. ??? Bir de neoconlar, Teksas petrol çevreleri ve onların iktidardaki adamları, Bush’un gerçek çıkarları açısından bakalım olaya. Irak operasyonu, artık küreselleşen dünyada, tek imparatorluk olarak kalmış bulunan ABD’nin, bütün enerji odak ve yollarının denetimini elinde bulundurma stratejisinin bir parçasıydı. ABD yükselen yeni ülkeler karşısında, tüm enerji üretimi ve dağıtımını kontrol altında tutmak zorundaydı. Bunu yaparken, kritik bölgelerde kendisine bağlı rejimler yaratmak gerekiyordu. Aslında ABD’nin “demokrasi” deyimiyle kastettiği, denetlenebilir ülkelerdi. Kimi zaman Kafkasya’da olduğu gibi, pembe devrimlerle yapıldı bu, kimi zaman Irak ve Afganistan’da olduğu gibi, askeri müdahalelerle. Demokrasiden maksat ABD’ye bağlı rejimlerle denetimi elde tutmak ise Irak’ta bu kaos ile bile sağlanmış olsa, nihai hedef gerçekleşmişti. Müdahaleden beri ABD etki ve ekonomik çıkar olarak Irak’a da, bölgeye de egemendir. Irak müdahalesiyle ABD, bölgede birincisinden çok daha uysal, oradaki lobisinin gücü yüzünden, otonom, zaman zaman hoşa gitmeyecek ve kontrol edilemeyen davranışlarda bulunmasına da imkân olmayan ikinci bir İsrail yaratmayı da becerdi. Bu birincisinden daha elverişli ve daha uysal ikinci İsrail’in, Kuzey Irak’ta kurulmakta olan Kürt devleti olduğunu belirtmeye gerek var mı? Irak’ın yeniden yapılandırılması, tüm petrol üretimi de, bugün ABD’nin yararına çalışmakta, ekonomik avantajlar Halliburton ve benzeri Bush klanı destekli kuruluşlara akmaktadır. ABD Irak’ta kaosu bilerek artırmakta, ama esas konularda denetimi elinde tutmaktadır. Planın güç yönü, şimdi bu denetimi Irak ordusuna yaptırma girişimidir ki, bugünkü yapıyla o mümkün görülmemektedir. O zaman da, bölgede yükselmekte olan Şii egemenliğini engellemek için savaşı genişletirken, yeni güçlerin devreye sokulması gelmekte gündeme. İşte Türkiye’nin çok dikkatli olması gereken nokta burasıdır. Bakan odasında tehdit İLHAN TAŞCI ANKARA Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “param kadar güveniyorum” diyerek sahiplendiği BM’nin terörist listesindeki Yasin el Kadı soruşturmasını yapan Başmüfettiş Hamza Kaçar, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın değişik tarihlerde kendisini makamına çağırarak “Dindar insanlar uğraşmaktan vazgeç” dediğini ve başkaca göreve atama tehdidinde bulunduğunu açıkladı. El Kadı soruşturmasının intikamının alınmak istendiğini belirten Kaçar, “Kayıtlarına girildiği iddia edilen devlet büyüklerimizin dikkatleri bu olaya çekilerek kendi kurdukları komplo örtbas edilmeye çalışılıyor” diye konuştu. Hamza Kaçar, görevden alınmasının perde arkasındaki gelişmeleri Cumhuriyet’e anlattı. Yaşadıklarını, Yasin el Kadı soruşturmasının “inti ? Yaşadıklarını, Kadı soruşturmasının “intikamının alınması girişimi” olarak nitelendiren Başmüfettiş Kaçar, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın kendisini birden fazla kez makamına çağırarak “uyardığını” açıkladı. Unakıtan’ın kendisini ilk olarak 2003 yılının sonlarına doğru makamına çağırdığını anlatan Kaçar, Maliye Bakanı’nın “Dindar insanlarla neden uğraşıyorsun” diye sorduğunu söyledi. kamının alınması girişimi” olarak nitelendiren Başmüfettiş Kaçar, Yasin el Kadı’nın şirketi aracılığıyla ortağı olduğu Albaraka Türk’ün yöneticiliğini de yapan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın kendisini birden fazla kez makamına çağırarak “uyardığını” açıkladı. Unakıtan’ın kendisini ilk olarak 2003 yılının sonlarına doğru makamına çağırdığını anlatan Kaçar, Maliye Bakanı’nın “Dindar insanlarla neden uğraşıyorsun?” diyerek uyardığını söyledi. Kaçar, bunun üzerine kendisinin de müfettişlik görevinin gereğini yerine getirmeye çalıştığını bakana söylediğini aktardı. Kaçar, bu görüşmeden sonra El Kadı soruşturmasına devam ettiğini belirterek 2004’ün başlarında da kısa sürelerle iki ayrı görüşme için Unakıtan’ın kendisini makama çağırdığını vurguladı. Bu görüşmelerin ilkinde El Kadı konusunda Unakıtan’ın kendisini uyardığını söyledi. Kısa süre sonra yine Unakıtan’ın makamında gerçekleşen üçüncü görüşmede Maliye Bakanı’nın “Bu görevi (Yasin el Kadı soruşturması) senden alsam ne olur” diye sorduğunu, kendisinin de “Sizin takdirinizdedir” yanıtını vermekle yetindiğini aktardı. Kaçar, El Kadı soruşturmasının engellenmesi amacıyla bu görüşmelerin ardından kendisinin Elazığ’da bir göreve gönderildiğini belirterek “Burada da istenilen hedefe ulaşılamayınca Maliye Yüksek Eğitim Merkezi Başkan Yardımcılığı’na terfi görüntüsü adı altında getirildim. Ancak idari yargıya açtığım dava neticesinde mahkeme yeniden müfettişlik görevine dönmeme karar verdi” dedi. Kaçar, 2001’de başladığı Yasin el Kadı soruşturmasına kadar meslek yaşamında hiçbir ceza almadığını tersine her dönem ödüllendirildiğini belirterek yaşadıklarını şöyle anlattı: “El Kadı soruşturması nedeniyle meslek yaşamımın ilk cezası verildi. ‘EL KADI’YLA İLK CEZA Ş AHİN’E SORUŞTURMA KARARI Tüzmen’in ‘kalkanı’ yetmedi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in Gümrük Müsteşar Vekili Mehmet Şahin hakkında “soruşturma izni verilmemesine” ilişkin kararını kaldırdı. Danıştay’ın oybirliğiyle aldığı kararda, Şahin’in kaçakçılık soruşturmasını etkileyerek görevlileri baskı altına aldığı yolunda yeterli şüpheye ilişkin delil bulunduğu vurgulandı. Danıştay 1. Dairesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Tüzmen’in “soruşturma izni verilmemesine’’ ilişkin kararına yaptığı itirazı sonuçlandırdı. Şahin hakkında, gümrük tarife istatistik pozisyonunda “white sprit’’ olarak beyan edilen ve bir çeşit akaryakıt olduğu belirtilen petrol ürününü ithal ederek gümrük kaçakçılığı suçu işledikleri iddia edilen Sahra Kimya Sanayi ve Ticaret AŞ yetkililerine ithalat konusunda yardım etmek, bu konudaki soruşturmayı etkilemek ve görevlileri baskı altına aldığı iddialarıyla ilgili soruşturma başlatılmıştı. Danıştay 1. Dairesi’nin kararında, Tüzmen’in, Şahin’in “kaçakçılığa yardım suçunu işlemediği’’, bu nedenle adli takibata gerek olmadığı gerekçesiyle soruşturma izni vermediği anımsatıldı. Kararda, Gebze Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 21 Kasım 2006’da firma yetkilileri, Gümrükler Genel Müdürü Remzi Akçin ve İzmit Gümrük ve Muhafaza Başmüdür Vekili Şükrü Keleş hakkındaki takipsizlik kararının Kartal 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nce 29 Aralık 2006’da kaldırdığına işaret edilerek ceza davası açılması gerektiğinin yargısal zorunluluk kazandığına işaret edildi. DOSYA YARGITAY’DA Danıştay 1. Dairesi’nun kararı üzerine Şahin hakkındaki dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilecek. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, yapacağı soruşturma sonucunda takipsizlik kararı verebileceği gibi ceza davası da açabilecek. Maliye’ye ‘yasa bekletme’ protestosu YapıYol Sen üyeleri, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ile bağlı müdürlüklerde çalışanların maaş ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi için hazırlanan kanun tasarısı taslağının, Maliye Bakanlığı’nda bekletildiği gerekçesiyle eylem yaptı. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı önünde toplanan bir grup sendika üyesi, Maliye Bakanlığı’na doğru yürümek isteyince güvenlik güçlerince durdu Hem de bizzat Maliye Bakanı tarafından. Üstelik Teftiş Kurulu Başkanı da atlanarak ceza verildi. Yasin el Kadı raporunda ‘Siyasi ve bürokratik baskı, müdahale’ gördüğüme ilişkin tespit ve değerlendirmeleri kullanmam gerekçe yapıldı. Bu değerlendirmemle Maliye Bakanlığı’nı diğer kurumlar nezdinde küçük düşürdüğüm iddiası, cezaya dayanak yapıldı. Kınama cezası nedeniyle ücret kesimi de uygulandı. Cezayı yargıya taşıdım. Yasa gereği kınama cezasını inceleyemeyen mahkeme, incelemesi kapsamındaki ücret kesimi cezasını iptal etti.” Kaçar, Maliye Teftiş Kurulu Başkanlığı’na Cemal Boyalı’nın vekâleten getirilmesinin ardından gördüğü “baskının kapsam ve içeriğinin” değiştiğini belirterek şunları söyledi: “Hiçbir şekilde Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, Genelkurmay Başkanımız Orgeneral Yaşar Büyükanıt, CHP lideri Deniz Baykal’ın, Sayın Erkan Mumcu’nun, Sayın Mehmet Ağar’a ne de sözü edilen diğer kişilere ilişkin herhangi bir sorgulama yapmadım, merak da etmedim. Kendi yaptıkları daha önceki tespit ve sorgulamaları bana yüklemek için fırsat yaratmaya çalışıyorlar. VEDOP kayıtlarına girildiği iddia edilen devlet büyüklerimizin dikkatleri bu olaya çekilerek kendi kurdukları komplo örtbas edilmeye çalışılıyor. Cemal Boyalı göreve geldikten sonra son 6 yılda Teftiş Kurulu arşivinde olmasına karşın hazırladığım raporların onaylı örneğini benden istedi. Zorunluluk olmadığı halde tamamını kendilerine verdim. Burada güdülen amaç raporlarda benim açığımı bulmaktı. Ama bir açık bulamadılar.” Kaçar, 2001’den bu yana gerek yurtiçinde gerekse uluslararası alanda faaliyet gösteren terörist organizasyonlara ilişkin yaptığı inceleme ve soruşturmalar nedeniyle kendisini tehdit eden “merkezlerin” olduğunu vurgulayarak “Bugün de bunların bürokrasideki uzantılarının tertibini yaşıyorum” dedi. Yasin el Kadı soruşturmasının ardından ölüm tehditleri aldığını, bu kapsamda devletçe koruma altına alındığını vurgulayan Kaçar, “Burada amaçlanan, suçun ya da suçlunun ortaya çıkması değil, şahsım ve mesleğimin küçük düşürülmesi, aşağılanması söz konusudur. 23 Ocak’ta açığa alınıyorum ertesi gün basın yoluyla deşifre ediliyorum. Tıpkı Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın ve terörle mücadele eden TSK mensuplarının hedef alındığı Şemdinli’deki gibi. Daha soruşturma tamamlanmadan olay basına sızdırılıyor. Diğer komplolar nasıl çökertildiyse bu da yüce yargı tarafından aynı şekilde çökertilecektir” diye konuştu. ruldu. Yürüyüş sırasında eylemcilerle polis arasında zaman zaman gerginlik yaşanırken görüşmelerin ardından sendika üyelerinin sessiz bir şekilde yürümesine izin verildi. Maliye Bakanlığı önüne gelen eylemciler polisi, alkışlarla protesto etti. Yapılan açıklamanın ardından, konuyla ilgili olarak çalışanlardan toplanan 5 bin dilekçe, Maliye Bakanlığı’na verildi. (Fotoğraf: AA) PROF. AŞKIN GİBİ Sahte isimle sisteme girmişler Devlet görevlileri, siyasiler ve gazetecilere yönelik sorgulamalarda emekli olan bir kişinin şifresinin de kullanıldığı saptandı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı inceleme başlattı ANKARA (AA) Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu’nun, aralarında devlet görevlileri, gazeteciler ve işadamlarının da bulunduğu çok sayıda kişinin, kanun dışı bir biçimde “mal varlığı ve vergi sorgulamasına” tabi tutulduğunu ortaya çıkarmasının ardından, detaylı bilgilere de ulaşılmaya başlandı. Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın oluru ile Teftiş Kurulu Başkanvekili Cemal Boyalı başkanlığında oluşturulan soruşturma komisyonunun incelemelerinde, sorgulamalar sırasında kullanıcı kodu bölümünde sahte isimlerin de kullanıldığı belirlendi. İncelemelerde, Maliye Bakanlığı’ndan 2 yıl önce emekli olan bir kişinin kullanıcı kodu ile de defalarca sisteme girildiği saptandı. YERDEN SORGULAMA Tespitler sırasında, aynı kişinin şifresi ile aynı anda, ancak 10 ayrı yerden VEDOP’a giriş yapıldığı ortaya çıkarıldı. Sorgulaması yapılan siyasilerin ve bürokratların, mal edindiği kişilere yönelik de ayrıca araştırma yapıldığı belirtildi. Siyasilere yönelik sorgulamaların özellikle geçen yılki malvarlığı tartışmaları sırasında yoğunlaştığı anlaşıldı. Soruşturma Komisyonu’nun belirlemelerine göre, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın mal varlığını açıkladığı 7 Şubat 2006 ve CHP lideri Deniz Baykal’ın malvarlığı açıklamasında bulunduğu 3 Şubat 2006 tarihlerinin öncesi ve sonrasında, Başbakan ve CHP lideri için çok geniş bir sorgulama yapıldı. Bu dönemde sadece ocak ve Şubat aylarında Erdoğan için 1115, Baykal için 382 sorgulama gerçekleştirildi. Taramalar sırasında Baykal’ın 2 vergi kimlik numarasına da girilerek kendisiyle ilgili 2 ayrı sorgulama yapıldığı dikkat çekti. Alınan bilgiye göre, Baykal’ın isim yazımı sırasındaki maddi hata nedeniyle iki vergi kimlik numarası bulunuyor. Bu arada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, olayla ilgili inceleme başlattı. Konuyla ilgili gazetelerde yer alan haberleri incelemeye başlayan başsavcılığın incelemenin ardından soruşturma açılıp açılmayacağına karar vereceği bildirildi. DAVA ZORUNLULUK asirmen?cumhuriyet.com.tr AYNI ŞİFREYLE 10 AYRI BAŞBAKAN YARDIMCISI ŞENER: ‘Gizli sorgulama kurumsal değil kişisel’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, Maliye Bakanlığı’ndaki gizli sorgulama olayının, bir kurumsal faaliyetin sonucu olmadığını söyledi. Sermaye Piyasası Kurulu’nun (SPK) 25. kuruluş yıldönümü Bilkent Otel’de düzenlenen bir toplantı ile kutlandı. Toplantının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Şener, Maliye Bakanlığı’nda ortaya çıkan durumun, bir kamu görevlisinin, görevinin gerektirdiği hassasiyetin sınırlarının ötesinde yapmış olduğu bir davranıştan kaynaklandığını bildirdi. Şener, Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu ancak zaman zaman kamu görevlilerinin, görev alanının aşılması ve görevi iyi niyetli düşünceler dışında kullanması gibi sonuçların ortaya çıkabildiğini anlattı. Bu gibi durumlarda, kamu idarelerinin disiplin soruşturması sonucunda, gerekli cezalar verdiğini söyledi. Maliye Bakanlığı’nda ortaya çıkan olayla ilgili de bakanlık tarafından gerekli soruşturmanın başlatıldığını hatırlatan Şener, soruşturmanın sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için ilgili şahsın geçici olarak görevinden uzaklaştırıldığını söyledi. Şener, idari soruşturma devam ettiği için konu ile ilgili herhangi bir yorum yapılmaması gerektiğini söyledi. Uğur Mumcu’yu ölümünün 14. yıldönümünde yine acıyla andık. Önceki gece Zonguldak’ta “Zonguldak Demokrasi Platformu”nun düzenlediği Uğur Mumcu’yu Anma etkinliğine katıldım. Platformun dönem sözcüsü Zonguldak Baro Başkanı Erol Mekik’in yönettiği toplantıya yüzlerce Zonguldaklı katıldı. Uğur Mumcu’yu anma etkinliğine giderken yolda İsmail Cem’in ölüm haberi geldi. Ocak ayı sanki üzerimize bir karabasan gibi çöktü. Hrant Dink’i, ardından İsmail Cem’i yitirdik. Yine bir başka 24 Ocak’ta Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan katledilmişti. 30 Ocak’ta Profesör Muammer Aksoy, 1 Şubat’ta ise Abdi İpekçi’yi yitirmiştik. ??? Ölüm ve acı. Sanki bu iki sözcük son 30 yılımıza damgasını vurdu. Bu cinayetler, Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük yürüyüşünün karşısına dikilenlerin eseri. Artık bu noktada ciddi bir özeleştiriye ihtiyaç olduğunu düşünü Ölümler ve Acılar Arasında Yaşam yorum. Gelişmiş ülkelerde de zaman zaman suikastlar oluyor. Bizdeki bunlara benzemiyor. Türkiye’de bazı kesimlerin “kurtarıcı” misyonuyla bu süreci örgütleyip kışkırttığını biliyoruz. Hrant Dink’in öldürülmesi olayının nasıl geliştiğini artık bütün Türkiye biliyor. Nasıl bir linç cephesi kurulduğunu öğrenmeyen kalmadı. Bu nedenle, geçmişte “ırkçısaldırgan” söylemi bir müttefik gibi gören bazı çevrelerin şimdi daha farklı davranacaklarını düşünüyorum. Hrant’ın ölümüne gösterilen büyük tepki de bunun kanıtı. Ancak bu yoğun tepki ve ortada duran büyük acı, cinayeti çözmeye yetecek mi? ??? Uğur Mumcu öldürüldüğünde de toplumumuz büyük bir acıyla sarsılmıştı. Toplumsal duyarlılığın katillerin ortaya çıkmasına yardımcı olacağını düşünmüştük. Ne yazık ki Sevgili Güldal Mumcu’nun da söylediği gibi acımızı hafifleten bir gelişme olmadı. Bir ülkede büyük cinayetler, siyasi cinayetler karanlıkta kalıyorsa, o ülkede devletin içinde sorun var anlamına geliyor. Devlet içinde yuvalanan ya da etkinliğini sürdüren güçler dolaylı veya direkt bu olaylarda rol oynuyorlar anlamına geliyor. ??? Kutlu Savaş’ın hazırladığı ve Başbakanlık’ın resmi raporu haline dönüşen “Susurluk” raporunda “devletin resmi kuvvetlerinin” cinayet işlediğine ilişkin korku verici saptamalarda bulunuyordu. Bunlar ne yazık ki normal karşılandı ve üzerine giden olmadı. Birilerinin devlet adına adam öldürdüğünün resmi devlet raporuna girmesi ve bunun sorgulanıp sonuca bağlanamaması bir felaketti. Biz bunu tartışıp sonlandırabildik mi? Bu işleri yapanlardan, hukuk dışı uygulamalardan sorumlu olanlar hesap verdi mi? ??? Uğur Mumcu’nun da hedef haline gelmesine neden olan iki büyük ve kritik cinayet vardı. Savcı Doğan Öz’ün ve Abdi İpekçi’nin öldürülmesi. Bu iki cinayetin de büyük ölçüde çözüldüğünü biliyoruz. En azından tetikçiler ve yakın çevreleri ortaya çıkmıştı. Ancak bu iki cinayetin faillerinden biri beraat etti, diğeri de kaçırıldı. Çevrelerinde onları yönlendirenlerse yeşil pasaportlarla değerlendirilip “devlet hizmeti”nde kullanıldılar. Bunları da Susurluk’ta öğrendik. Ancak Susurluk’ta ortaya çıkan bağlantılar yine “vatan kurtarıcıları” söylemiyle bir kahramanlık öyküsüne dönüştürüldü. ??? Hrant Dink cinayetinde de hâlâ katilleri “vatansever” gören bir anlayış varlığını sürdürüyor. Eskisi kadar yüksek sesle dillendirilmese de bu anla yışın arkasında olanların varlığı gözlerimizin önünde. Susurluk bağlantılarının hesabı sorulamadı. Bu anlayışın devlet içindeki gücü sürüyor. O zaman her siyasi cinayetten sonra “acaba” soruları kafaları meşgul ediyor. Dink cinayetinin failinin yakalanmasının ardından soruşturmayı yürütenlerin açıklamaları, tavırları kaçınılmaz olarak güven sarsıyor. Trabzon Valisi, İstanbul Başsavcısı, İstanbul Emniyet Müdürü hemen başlangıçta “örgüt yok” deyip işin içinden çıktılar. Neden acaba? Neden bu kadar acele açıklama yapma gereğini duydular? Buna hakları var mıydı? Henüz sonuçlanmamış bir soruşturmada böyle açıklamalar yapılması bir hukuk devletinde nasıl karşılanır? ??? Uğur Mumcu’yu yitirişimizin 14. yılında acıyla anarken onun anısına saygılı bir çözüme ulaştığımızı söyleyemiyoruz. Ölüm ve acı arasında yaşam sürüyor. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle