23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 OCAK 2007 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Ağabeyi Bedrettin Cömert’in katledilmesinin tek nedeninin çok sevilmesi olduğunu söyleyen Orgeneral Faruk Cömert: Teröristler siyasetçilere bir şey yapmaz Bedrettin Cömert 27 Eylül 1940 11 Temmuz 1978 ORGENERAL FARUK CÖMERT Ağabeyim Bedrettin Cömert, iyi bir dilciydi. Dil devriminin öncülerinden biriydi. Aynı zamanda eleştirmendi, eleştirmenliği ile öne çıkmıştı. Eleştirmen olmak çok kolay bir şey değil. İyi bileceksin ki eleştireceksin. Türkiye’de o zamanlar, en etkin isimlerden bir tanesiydi. Zaten TDK’nin kurultayına giderken öldürüldü. Nasıl bir kişiliğe sahipti? Çok sevecen, çok insancıldı. Hiç kimseye bir kötülüğü olmamıştır. Haksızlıklara asla tahammül edemezdi. Sosyal adalet duygusu müthişti. Çok zekiydi, çok okuyan bir insandı. Tabii onun kişiliğinin gelişmesinde Roma Üniversitesi’nin büyük katkısı oldu. “Sanatın Öyküsü” kitabını dilimize çevirdi. Bu çeviri ile TDK’nin çeviri ödülünü aldı. Bu kitap çok yankı uyandırmıştı. Geçen gün kitapçıda gördüm, çok üzüldüm. Bir başka iki öğretim üyesi almış bunu tekrar çevirmişler. İçinde de, yazarın yaptığı değişiklikler olmuş da, ilk çeviriyi ağabeyim yapmış, ama kitabı onlar çevirmiş, diye yazmışlar. Yani yazarı bunu baştan mı yazmış da, bunlar yeniden çevirmiş? Hayretler içerisinde kaldım. O çeviri büyük bir yankı uyandırmıştı. Umuyorum sanat çevreleri bunu iyice incelerler. H ava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert: Dedim ki, ağabeyim keşke siyasete atılsaydı, o zaman öldürülmezdi. Çünkü onlar birbirlerini öldürmüyorlar. Siyasetçilere bir şey olmaz. Olan bilim adamlarına falan olur. Herhalde onlar da siyasetçilerden daha değerli olduklarını düşünüyorlar ve onun için öldürüyorlar. Onu katledenler hiç yargılanmadı... acettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert, 11 Temmuz 1978 günü sabah saat 08.45’te, Köroğlu Caddesi’ndeki evinin önünde Volkswagen marka otomobilinin içinde kurşunlanarak öldürüldü. Cömert başından ve göğsünden aldığı kurşunlarla, otosunun direksiyonu başında yaşamını yitirirken, eşi Maria Augostino ağır yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Katillerin eşkâlleri belirlenmişti. Polis, robot resimleri çizilen iki zanlının peşine düştü. Ancak soruşturma kasım ayına kadar hiçbir gelişme kaydedilmeden sürdü. Kasım ayında, bir başka olaydan gözaltına alınan Selim Gözütok, Cömert’in katillerinin Rıfat Yıldırım, Üzeyir Bayraklı ve “Ahmet” kod adlı bir kişi olduğunu söyleyecekti. ‘YURT SEVGİSİ BAŞINA ÇORAP ÖRDÜRDÜ’ Ağabeyinizin öldürülmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? O sıralarda 33 yaşında bir yüzbaşıydım. O zamanlar günde 25 kişi öldürülüyordu. Bana göre ağabeyimin öldürülmesinin tek sebebi çok sevilmesiydi. Biliyorsunuz, terörün amacı sansasyon yaratmaktır. O seçilmiş. Yani öldürülmüş olmasının yararını hâlâ anlamış değilim. Onu öldürenlerin de bunun ne gibi bir yararının olduğunu anladıklarını sanmıyorum. Türkiye’de her şey değişti. Solcu dediğimiz insanlar bugün sağcı oldular. Sağcı dediğimiz insanlar solcu oldu. Ağabeyimin sol düşüncesinin sadece ve sadece sosyal adalet anlayışı içerisinde çok önemli olduğunu düşünüyorum. Düşünebiliyor musunuz, onun H bütün düşüncelerinin ve ideallerinin merTeröristler siyasetçilere bir şey yapmaz diye düşünüyorum. kezinde yurt sevgisi vardı. Ağabeyim Roma Üniversitesi’ni tam puanla bitirmiş Ç ALMA DUYGUSU bir insandı. Orada asistanlık önerildi. Ama, memleketime gideceğim, dedi. BuİÇİNDE HİÇ OLMADIM’ raya geldiklerinde geçim sıkıntısı çektiler. Yurt sevgisi vardı ve bu sevgi daha Soruşturma ve dava sürecine sonra başına çorap ördürdü. Bugüne kailişkin ne söylemek istersiniz? dar kalmış olsaydı parmakla gösterilen bir Türkiye’de o zamanki terörün duinsan olurdu. Ülkemize çok yararlı olarumundan dolayı, ailem, benim de bilecek bir insanı öldürdüler. ağabeyim gibi hedef olmamdan hep Sonradan öğrendiğime göre, onun bir endişe etti. O nedenle, bu davalarde siyasete atılma durumu vardı. Rahmet Orgeneral Cömert. da olayları çok sorgulayan, arkasınli Ahmet Taner Kışlalı Kültür Bakanı dan giden bir insan olamadım. Buolunca kardeşime müsteşarlık teklif etmiş. Ama nun bir yararı olacağını pek düşünmedim. Şimağabeyim kabul etmemiş. Dedim ki, keşke siya di de aynı fikirdeyim. Rahmetli Uğur Mumcu sete atılsaydı, o zaman öldürülmezdi. Çünkü on sağken, Diyarbakır’a gelmişti, terör olayları zalar birbirlerini öldürmüyorlar. Siyasetçilere bir manında. Orduevi’nde karşılaştık, o bana davaşey olmaz. Olan bilim adamlarına falan olur. Her nın seyrinden söz etti. Katillerin Almanya’da olhalde onlar da siyasetçilerden daha değerli ol duğunu ondan öğrendim. Zaten biri orada öldüduklarını düşünüyorlar ve onun için öldürüyorlar. rüldü, diğeri de Türkiye’ye iade edildi. Daha ‘Ö sonra aftan yararlandı. Adını sanını da inanın bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Lanet olsun! Ben bu muhasebeyi kendi kendilerine yapmalarını istiyorum. Bundan ne elde ettiklerini, bugün hesabını veremiyorlarsa yarın Tanrı’ya mutlaka vereceklerdir diye düşünüyorum. Bir öç alma duygusu içerisinde hiç olmadım. Bu konuda bugüne kadar lehime bir şey yapmak için ne görevimi, ne de makamımı kullandım. Bundan sonra da kullanmayı düşünmüyorum. İnsanların Türkiye’de çok değiştiğini gördüm. Önceden azılı komünist dediklerini, bugün vatansever olarak izleyebiliyorsunuz. Çok şey değişti Türkiye’de. Aslında uğruna ölünecek şeyler değişmedi de, öldürenler değişti. Vatan, millet sevgisi, vatanımızın menfaatları, bunlar uğruna ölünecek şeyler. İçinde bulunduğum meslek itibarıyla buna yemin etmiş bir insanım. Saldıranlar zaman zaman niye saldırdıklarını bilemediler. Bugün de var saldırılar. Terör olayları hâlâ bitmedi Türkiye’de. Terör olaylarının değişik bir nedeni oldu bugüne kadar. O zamanlar neden olarak koydukları şeyler bugün artık nedeni olmayan şeyler. İnsanlar iyi bir evrime ulaştı, diye düşünüyorum. ‘GÜÇLÜ TÜRKİYE İSTEMİYORLAR’ Çocukları ne yapıyor? ORGENERAL CÖMERT İki oğlu var. Ergun ve Kemal, ikisi de evli. İtalya’dalar. Eşi Maria Augostino vefat etti. Çocukları Türkçeyi unuttular. Onlarla İngilizce konuşuyoruz. Aradan uzun yıllar geçti. İşleri iyi. Anladığım kadarıyla Türkiye’ye küstüler. Babaları öldürüldü Dopdolu bir yaşam... Türkiye’de. Ölümünden sonra Augostino burada yaşamak istiyordu. Tanık olduğu için, bu yaşam, polis nezaretinde bir yaşamdı. Sıkıcı bir hayattı. Ben de onlara İtalya’ya gitmelerini önerdim. Yengem ağabeyimi çok seviyordu. Büyük bir aşk yaşadılar. Ağabeyim İtalya’dayken babama bir mektup yazdı, “Baba ben evleneceğim” diye. Babamla annem bu evliliğe rıza göstermediler. Ama ben ağabeyimin kararlılığını anlamıştım. O zamanki kafamla düşündüm, “Bu evliliğe hayır deseniz ne olacak” diye. Babamı bu konuda ikna ettim ve Ülkemizin eğitimsizliği, fakirliği, sosyal yaşamın adaletsizliği, Türkiye’de benzeri olayların olmasına neden oldu. Hepimize düşen görev bence, herkesi eğitmek. İnsanları eğitmediğiniz sürece bu kafaların içini değiştirmediğiniz sürece bu gibi olayları önlemek çok zor. Ülkemiz ne zaman refah seviyesini yakalamaya kalksa, kendi kendine ayakta durmaya başlasa dış bunun üzerine bir mektup güçler bunu karıştırmak istiyazdım. Altına da, at imzanı yor. Bu coğrafyada güçlü bir dedim babama. Böylelikle Türkiye’yi kimse istemez. ailenin bu konuda bir ayrışma Türkiye’de her zaman maşayaşamamasını da sağlamış lar oldu. Atatürk Cumhurioldum. Bu nedenle de yeti gençlere emanet etti. İnmutluyum. Sonra yengemi şallah bu gençlik her şeye sakabullendiler. Çok sevdiler. hip olacaktır. Öyle, kafası Ağabeyim kısa yaşamına rağmen örümcekleşmiş değişik fikirçok dolu dolu bir hayat yaşadı. lerin, inançların arkasında Bazen şaşarım, 38 yıla bunları koşan, değişik ülkelere hiznasıl sığdırdı diye. Nasıl isim metten zevk alan insanlara oldu edebiyat, üniversite bir tek eğitimli Türk gençliçevrelerinde, bugün bile çok ğinin dur diyeceğine inanıyoşaşarım. Arkadaşlarına rum. Bu hizmetiniz için de terastladığımda, düne dönüyorlar şekkür ederim. sanki, o kadar büyük bir Ağabeyimi ne kadar anlasevgiyle, heyecanla anlatıyorlar tabildim bilemiyorum. O, beki… Bu insan sevgisiyle nim nazarımda, benim anlainsanlarla nasıl bağ kurmuş tımıma sığamayacak kadar ona şaşarım. büyük bir insandı. ÜLKÜCÜ MİLİTANLAR Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi, Üzeyir Bayraklı ve Rıfat Yıldırım hakkında gıyabi tutuklama kararı çıkardı. Ancak ne Üzeyir Bayraklı ne de Rıfat Yıldırım ele geçirilemiyordu. Otoyu kullanan ve adının Ahmet olduğu belirlenen kişinin hakkında hiçbir bilgi edinilememişti. Ülkücü militanlar Üzeyir Bayraklı ve Rıfat Yıldırım’ın Ankara’daki başka cinayetlerin de failleri oldukları ortaya çıkmıştı. Ama her iki sanık da Almanya’da serbestti. Bayraklı’nın adı 1981’de Papa II. Jean Paul’e suikast girişiminde bulunan terörist Mehmet Ali Ağca’ya silah sağlanması olayında da geçecekti, zaten yurtdışına birlikte kaçtıkları mahkeme dosyalarına girmişti. 1970’te bir nisan sabahı evinden çıktıktan sonra yaşam hakkı elinden alınan Dr. Necdet Güçlü’nün eşi Hatice Güçlü: Ben, o insanları vicdanlarına bıraktım! olayın sıcaklığını halen içinde hissettiğini söyleyen Hatice Güçlü: Kötü şeyler de iyi şeyler gibi unutulamaz, iz bırakır. Onca yıl geçtiği halde atice Güçlü, hayatının en acı gününü şöyle anlatıyor: 1970’te Ankara yine karışık günler yaşıyordu. Her yerde öğrenci olayları oluyor, silahlar atılıyordu. 13 Nisan’da Necdet, ihtisas hastanesinin önündeki öğrenci çatışmalarının içinde kalıverdi ve atılan bir kurşun ona rastlayarak ölümüne neden oldu. H 1 çATLI BAĞLANTISI 1996’da Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı hakkında da Cömert’in öldürülmesi olayının faili olarak gıyabi tutuklama kararı verildi. Cömert’in öldürülmesi konusunda Bayraklı ve Yıldırım’a ‘öldür’ emrinin dönemin Ankara Ülkü Ocakları Başkanı Çatlı tarafından verildiği iddia edildi. Bayraklı ve Yıldırım 1985’te uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla Almanya’da yakalandılar. Türkiye’de ölüm cezası olduğu için iade edilmediler. Mahkemeye göre uyuşturucu işine bulaşanlar arasında 1996 Kasım’ında Susurluk’taki kazada ölen Abdullah Çatlı ve Ağca’nın suç ortağı Oral Çelik de vardı. Bayraklı, 1992’de Almanya’daki sağ gruplar arasındaki bir uyuşturucu kavgasında öldürüldü. Yıldırım ise 2002’de Türkiye’ye iade edildi. Ancak değişen infaz yasaları nedeniyle beraat etti. Cömert’in İtalyan eşi Maria Augostina, cinayet sonrasında süren tehditlere bir yıl dayanabildi ve Türkiye’den ayrıldı. Augostina 27 Kasım 2001’de yaşama gözlerini yumduğunda 61 yaşındaydı. ‘Kaldığın yerden yaşamaya devam et’ Eşinizin vurulduğundan nasıl haberiniz oldu? HATİCE GÜÇLÜ Evimizde çocuklarımla onun öğle yemeğine gelmesini beklerken, Sayın İhsan Doğramacı ve birkaç doktor arkadaşı gelerek acı haberi verdiler. İnanamadım, kabullenemedim, yıkıldım… Beni alıp Hacettepe’ye götürdüler. Onu gösterdiler, yüzü gülüyor gibiydi ve sanki bana, “Kaldığın yerden yaşamaya devam et” diyordu. O gün bu gündür kaldığım yerden, gücümü kaybetmeden devam ettim. Çocuklarım çok küçüktü. Kızım 5, oğlum 3 yaşında idi, çalışmıyordum da… Ne yapacağımı düşünürken, Sayın Doğramacı ve doktor arkadaşları eve geldiler. Bana, Necdet’in evinin bozulmasını istemediklerini, Kıbrıs’a dönmeyip Türkiye’de kalmamı ve öğretmenlik olan mesleğime yeniden başlamamı istediklerini söylediler. Her konuda bana yardımcı olacaklarına söz verdiler ve gerçekten çok yardımcı oldular. Bir ay gibi kısa bir sürede, Kıbrıs’tan ailemden gelen ve hastaneden toplanan para ile oturduğum bu evi almama yardımcı oldular. Otuz yılı aşkın bir süre suskun kaldınız; şimdi, olayla ilgili söylemek istediğiniz bir şey var mı? Bu konuları konuştukça, inanın sağlığım bozuluyor. Onca yıl geçtiği halde olayın sıcaklığını halen içimde hissediyorum. Kötü şeyler de iyi şeyler gibi unutulamaz, iz bırakır. Ben, o insanları vicdanlarına bıraktım. Onları devlet cezalandırsın, dedim. Dedim ki, bunlar önemli konular, beni çok aşıyor. Duruşmalara katılmadım. Katili görmek istemiyordum. Çocuklar küçüktü, onlara zarar gelsin istemedim. Necdet’ten sonra çok ağır bir hayat yaşadım; büyük mücadele verdim; büyük acılar yaşadım. Yola devam etmem gerekiyordu, ben de yola devam ettim. 970’te bir nisan sabahı evinden çıktıktan sonra yaşam hakkı elinden alınan Dr. Necdet Güçlü’nün eşi Hatice Güçlü, 36 yıl sonra “Kötü şeyler de iyi şeyler gibi unutulamaz, iz bırakır. Ben, o insanları vicdanlarına bıraktım. Onları devlet cezalandırsın, dedim. Necdet’ten sonra çok büyük mücadele verdim; büyük acılar yaşadım” diye özetledi yaşadıklarını. Hatice Güçlü, eşinin öldürülmesi ve sonrasını şöyle anlattı: Bize Necdet Güçlü’den söz eder misiniz? Necdet eviyle, çocuklarıyla çok ilgili bir babaydı. Ülkesini çok sever; eşe, dosta, fakire yardım etmeyi de çok severdi. Güzel sanatlara büyük bir ilgisi vardı. Çok iyi resim yapardı. Gülhane Askeri Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisiyken, Hacettepe Üniversitesi’nde resim etütlerine katılmaya başladı. Burada İhsan Doğramacı ile tanıştı. Doğramacı, onun yeteneğini gördü ve doktor olduğunu öğrenince çok şaşırdı. Hacettepe Tıp Fakültesi’nde öğrenimine devam etmesini istedi. Necdet, ondan sonra tıp öğrenimine burada devam etti. Öğrenciliği sırasında resim yaparak geçimini sağladı. Necdet, ülkemize çok faydalı olabilecek bir insandı. Ülkemiz için de çok büyük bir kayıp olduğunu düşünüyorum. Nasıl bir yaşam sürüyordunuz? Çok mutlu bir hayatımız vardı. Arada tartışsak da aramızdaki sevgi ve aşk tatlılığa götürüyordu. Evlilikte aşk geçici diyorlar, inanmıyorum. Gittikçe içimizdeki sevgi, çocukların sevgisi ile de daha çok büyüyor, vazgeçilmez bir tutkuya dönüşüyordu. Her gün hastaneye giderken bir seyahate gidecekmiş gibi onu uğurluyordum. Hatta bir gün, yanımdaki yardımcı kadın “Be yefendi seyahate mi gidiyor” diye sormuştu. 26 Ekim 1967’de oğlumuz Tayfun dünyaya geldi. Sarı ve beyaz güllerle Necdet’in hastaneye gelişini hiç unutamıyorum. Öyle hızlı yaşıyorduk ki, sanki 70 yılı 89 yıla sığdırma çabası var gibiydi. Necdet bir gün eve geldi ve Amerika’ya gitme işimizin olduğunu söyledi. Mersin gümrüğünde duran arabamızı aldık ve bir doktor arkadaşımıza sattık. Arabanın parasını benim ve el yaptırmak için hastaneye başvuruyordu. Hastane bize, orada kalıp çalışmak için çok para vermişti. Buna rağmen kabul etmeyip bir an önce Türkiye’ye dönmek için gün sayıyorduk. 1967’de Türkiye’ye döndük. İkinci çocuğumuza 6 aylık hamile idim. Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi’nde bir ev kiralayıp orada yaşamaya başladık. ÇATIŞMA İÇİNDE KALDI 12 Nisan 1970’e kadar her şey çok iyi gidiyordu. Memleketimizde olmanın sevinci içindeydik. Hacettepe Hastanesi’nde Necdet için büyük bir bölüm ayrılmıştı. Bunun bir kısmı protez atölyesi içindi. Amerika’dan protez atölyesi için çalıştırılmaya hazır yeni aletler getirilmişti. Memleketimizin buna çok ihtiyacı vardı. Necdet, bir arkadaşını (Hidayet Erdem) yanına almıştı. Yoksul ve yaşlılara çok yardımcı oluyordu. Bunun için kısa sürede kendini çok sevdirmişti. Bu aletleri kullanmayı bilen başka kimse olmadığı için, askerliğini Ankara’da Gülhane Askeri Tıp Hastanesi’nde yapması sağlanmıştı. Sabahları Gülhane’ye gidiyor, öğleden sonraları da Hacettepe’de derse giriyor ve hastalarına bakıyordu. Günler böylece akıp gidiyordu. 1970 yılında Ankara yine karışık günler yaşıyordu. Her yerde öğrenci olayları oluyor, bombalar patlıyor, silahlar atılıyordu. 13 Nisan 1970 günü, Necdet, Gülhane’den Hacettepe’ye giderken ihtisas hastanesinin önündeki öğrenci çatışmalarının içinde kalıverdi ve atılan bir kurşun Necdet’e rastlayarak ölümüne neden oldu. SÜRECEK Necdet Güçlü. yol param yaparak Aralık 1964’te Amerika’ya gittik. O sırada ben 7 aylık hamile idim. Önce İngiltere’de 15 gün kadar kalıp orayı gezdik. Sonra Kanada’ya uçtuk. 28 Nisan 1965’te kızımız Meltem dünyaya geldi. İhtisasın bitmesine artık az kalmıştı. Necdet her şeyi iyice öğrenmişti. Yaptığı protezler hastane tarafından çok beğeniliyordu. Eski hastalar yeniden takma bacak CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle