21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 OCAK 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Tecrit: İşkencenin Ta Kendisi... Lamia ONAT Emekli Ceza Yargıcı ütün ağırlığı ile Türkiye’nin gündemini sarsan infaz sistemi ile ilgili görüşlerimizi açıklamaya çalışalım. Son yıllarda, akıl almaz ve dayanılmaz nitelikte işlenen suçlar nedeniyle mutsuzluğu çağrıştıran bir ülke haline gelindiği ve bütün çabalara karşın haksız kazanç, hırsızlık, dolandırıcılık, kapkaççılık, silahlı soygun, banka vurgunları, yaralama, cinayet, tecavüz, uyuşturucu ticareti, çeşitli kaçakçılık ve en değerli vatan topraklarının, yerli yabancı kişi ve şirketlere pazarlanması suçlarının önlenemediği ve devlet kurumlarının bütün bu ağır eylemler karşısında aciz ve çaresiz kaldığı bir gerçektir. Bu durum dolayısıyla, şiddete şiddetle karşılık vermek gibi bir zaafa kapılmadan, cezaevlerinde yaşanan hayatın dikkatle ve ivedilikle ele alınması, devletin sorumluluğu ve yükümlülüğü açısından infaz işlemlerinin uygar dünyanın koşulları göz önünde bulundurularak planlanması, Türk toplumunun da irade ve isteği doğrultusunda, insan onuruna yakışır bir infaz sisteminin hazırlanıp uygulamaya konulması zorunlu duruma gelmiştir. Türkiyemizde halen en çok adı geçen tesisler, Sinop, Bayrampaşa cezaevleri ve (F tipi) denilen son örneklerdir. Bunlardan F tiplerinin devreye girmesinden sonra toplumda pek çok rahatsızlıkların oluştuğunu gazete ve televizyonlardan öğrenmiş bulunuyoruz. Geçen yıllarda devletin güvencesi altındaki Bayrampaşa Cezaevi’nde isyanlar başgöstermiş, yangınlar çıkmış, emniyet kuvvetleri ve içeridekiler çatış PENCERE ‘Hepimiz Ermeniyiz...’ Hrant Dink’in cenazesinde çoğu kişiyi belki dış dünyayı da şaşırtan bir gösteri sergilendi; katılanların çoğunun elinde bir yazı vardı: “ Hepimiz Ermeniyiz...” Kimileri bu gösteriye tepki duydu... Bu ne demek lan?.. Hepimiz Ermeni mi olduk şimdi?.. Güzel bir davranış bu; bizim çoğunluğun vicdanındaki derin insan sevgisini vurguluyor... ? Peki, gerçekten hepimiz Ermeni miyiz? Hepimiz Rum’uz.. Hepimiz Gürcüyüz.. Hepimiz Yahudiyiz.. Hepimiz Süryaniyiz.. Hepimiz Laz’ız.. Hepimiz Kürt’üz.. Hepimiz Çerkes’iz.. Hepimiz Abazayız.. Hepimiz Ermeniyiz.. Vesaire... ? Eskiden yalnız Anadolu’da değil, imparatorluğun sınırları içinde yaşayan herkes ne diyordu: Hepimiz Osmanlıyız.. ‘Fransız Devrimi’ ile işler değişti, ‘ümmet’ler ‘millet’ olmaya başladılar, eski çamlar da bardak oldular... Anadolu’da yaşayan kapı komşuları birbirlerine düşmanlaştılar; Ermeniler Ruslarla, Rumlar Yunan ve İngilizle birlik olup Osmanlı’yı reddedince Türkler de boş durmadılar... Yaşanan tarihsel olaylara, dar etnik açıdan değil, bilimsel yaklaşımla eğilince kan davalarının nedenleri anlaşılır... Etnik düşmanlık duyguları akıl ve bilim karşısında eriyip yok olur... ? Anadolu’da ırkçılıkla, etnikçilikle, milliyetçilikle hiçbir şey çözülemez... Peki, ne yapmalı?.. Ortada hazır bir Türkiye Cumhuriyeti var... Herkes yurttaş!.. Atatürk ne demiş: “ Ne mutlu Türk’üm diyene...” Ne diyebilirdi: Ne mutlu Türk olana... Gazi böyle dememiş... Bu bakımdan hepimiz Ermeni, Yahudi, Çerkes, Kürt, Rum, Laz, Abaza vb. olabiliriz; bu yolda hiçbir sakınca yok... Ancak hep birlikte mutlu olmak istiyorsak, gelin şu Türk yurttaşlığında birleşelim... Birleşelim de şu “Çılgın Türkler”i yeniden çılgınlaştırmayalım... Masala Dönen Bir Çağrı! “Devrimin amacı, ülkenin tam bağımsızlığını gerçekleştirmek, halkın mutluluğunu sağlamak, gerçek bir halk yönetimi kurmak ve çağdaş uygarlığın düzenine varmak...” İşte 1961 yılı Haziranında yayımlanan Yön bildirisinde yer alan başlıca istekler: “Önce toprak reformu, köylü toprağın sahibi olacak; ortaçağdan kalan her türlü ilişki, bey, ağa, şeyh, tefeci yok edilecek; Herkes mesken sahibi olacak, kıyıların yağmasına son verilecek; Yeraltı servetlerimiz, büyük maden kaynaklarımız yabancı egemenliğinden kurtarılacak; Büyük sanayi devlet eliyle kurulacak.. bankalar, sigorta şirketleri devletleştirilecek; Dış ticaret devletleştirilecek; Vatandaşa insan haysiyetine yaraşır bir yaşama düzeyi ve güvenliği sağlanacak; İnsan sağlığı ticaret konusu olmaktan çıkarılacak. Halk çocuklarına en geniş okuma olanağı sağlanacak, kalkınmaya dönük ulusçu ve halkçı bir eğitim devrimi gerçekleştirilecek; Bütün irtica yuvaları kurutulacak; Devlet halkın hizmetinde olacak. Devlet yönetimi halkçı bir düzenle yeni baştan kurulacak. Eşit işe eşit ücret ilkesine dayanan personel devrimi yapılacak; Ülkenin dış ilişkileri ulusal savunma stratejisine göre yeniden düzenlenecek. Dış politika bütün devletlerle dostluk ve barış içinde ülkenin tam bağımsızlığını sağlamaya yönelecek, her türlü bağımlı ilişkilere son verilecek.” ??? İlhan Selçuk 12 Haziran 1970 günlü yazısında şöyle demişti: “Bu sıralanan tedbirlerin birine bile ‘hayır’ diyebilecek bir yurtsever düşünemiyoruz.” ??? Aradan tam 46 yıl geçti. O bildiriyi imzalayanların çoğu hâlâ yaşamakta. Bilmem o kişiler o zamanki görüşlerini koruyorlar mı, yoksa çoktan başka havalara mı girdiler? Bir arkadaş çıksa da “Yön” bildirisini imzalayanların adlarını açıklasa! İstenen devrimci atılımların biri bile gerçekleşmediği gibi, tam ters uygulamalarla, yorumlamalarla tam bağımsız, halkçı bir Türkiye hayalleri bugün bir masal gibi! ??? “Bütün yurtseverleri Atatürk geleneklerine uygun bir kenetlenme içinde eylem beraberliğine çağırıyoruz.” “Yön” bildirisi bu sözlerle biter! O gün bugün sürüp gelen bir çağrı! Kırk altı yıl sonra da etkisini duyuran bir acı sesleniş!.. B maya girmiş, yaşanan şiddet ve çatışma sırasında oluşan yaşamsal kayıplar, üzüntü ve endişelere neden olmuştu. Ancak şu ana kadar başgösteren uzun, acı, haklı ya da haksız olaylar içinde, günümüze kadar halka halka uzayan zincirin sonucunda öyle eylemler bulunuyor ki, bunları görmezlikten gelmek, umursamamak ve gelişmeler karşısında suskun ve hareketsiz kalmak, adaletin tecellisi için yıllarını harcayan insanlar açısından kabul edilebilecek bir davranış değildir. Cezaevlerinde meydana gelen karşılıklı şiddet nedeniyle verilen kayıplar sonunda hayatta kalanlara, yeni inşa edilen ve kendileri için daha güvenli olabileceği telkin edilen F tipi cezaevlerine nakillerinin uygunluğu beyan ve ikna edilerek, mahkumlar, istekleri dışında bu yeni tip cezaevlerine gönderilmişlerdir ve bu eylemler, ne yazık ki devletin en sorumlu görevlilerinden biri olan dönemin Adalet Bakanı’nın teşvik ve ısrarı ile sonuçlandırılmıştır. Sade bir vatandaş olarak öğrenmek istediğimiz hususlar, şu sorulardan ibaret kalıyor: F tipinde ne oldu da tutuklu yakınları zaman zaman sokaklarda gösteri yapmaya başladılar? Bu anneler, aileler, gençler, coplu saldırılara göğüs germeyi sürdürerek şikâyet ve itirazlarını, neden böyle topluma açıklamak istediler? F tipi cezaevlerinde ne var ki, insanlar gazete satırlarında, meydanlarda, F tipi uygulamasına son verilmesi için feryat ediyorlar? F tipi cezaevlerinde ne var ki, orada kalanlar “ölüm orucu” denilen korkunç bir eyle me katılıyor ve bu eylemin mukadder sonucu olarak hayatlarını kaybediyorlar ya da sakat kalıyorlar? F tipi cezaevlerinde onları yaşamaktan kopartan bu acımasız koşullar nelerdir? Şimdi kaç genç insan bu uygulamanın kahrıyla, vurgunuyla pençeleşiyor. Gazetelerden öğrendiğimize göre “ölüm orucu”nda yaşamını kaybedenlerin sayısı 120’nin üzerindedir. Şimdi tekrar sormak istiyorum, F tipi cezaevlerinde yıllarca sürecek mahkumiyet devresi içinde, insanları, ölmeyi isteyecek kadar mutsuz, çaresiz ve ümitsiz bırakan etkenler nelerdir? Ve ben sade bir Türk vatandaşı olarak kesin, açık ve sınırsız bir inanç içinde ilgililere sesleniyorum: Uygarlıktan ve insanlıktan söz ediyorsak, çağdışı devirlerin karanlığına düşmeden, insanlarımıza insan gibi yaşamayı öngören ve sadece özgürlükleri kısıtlayıcı cezaların uygulandığı yeni koşullar içeren cezaevleri kuralım. Bu kapalı ve açık evleri, sağlık ocakları, okullar ve işyerleri olarak donatalım. Böyle yapılırsa insanlarımız o zaman hayatlarına son vermek yerine, umutlar kazanarak ailelerine ve sevenlerine kavuşmayı, pişmanlığı ve affedilmeyi düşünebilirler. F tip cezaevlerine gelince: Onları, evet onları, bütün donanımlarını değiştirmek suretiyle, güneşe, doğaya, gençliğe açarak, öğrenci yurtları ve eğitim tesisleri halinde toplumumuza armağan edelim. Şimdi ben bu görüşleri, senelerden beri içimde taşıdığım duygu ve düşüncelerin, açık ve kesin bir ifadesi olarak halkımıza sunmak istiyorum. Algılanması, tartışılması ve uygulanması dileklerimle... UĞURsuz Karanlığa Birer MUMCUk Yakalım Ayhan DAYAN Eğitimci 4 Ocak 1993, Aydınlanmacı Cumhuriyet tarihimizin en kara sayfalarından biridir. Atatürk’e, onun ilke ve devrimlerine ve “En büyük eserimdir” dediği laik ve demokratik Cumhuriyete fikirleriyle yön verip kalemiyle paylaştıran “Kalpaksız Kuvayı Milliyeci”, büyük araştırmacıyazar Uğur Mumcu’nun karanlık güçlerce hain bir şekilde katledilmesinin tarihidir bu. Ve en acısı da aradan tam 14 yıl geçmesine karşın, katledilen böylesine bir dava adamının faillerinin henüz bulunamamış olmasıdır. Ülkemizin aydınlığa giden yolda, birtakım giz 2 lilikleri cesurcasına gün ışığına çıkarmada etkin ve en başta gelen yapı taşlarından birisiydi o. Hani Atatürk’e ve Cumhuriyete yapılan açık saldırıları gördükçe demişti ya “Vurulduk Ey Halkım” diye, tam 14 yıl önce böyle bir kış mevsiminde bu kez gerçekten bedenen de vurulmuştu. Çünkü bütün işleri karanlıkla, bölücülükle, din sömürüsüyle iç içe olanlar, tarikatticaretsiyaset üçgeninde at oynatıp cirit atarlarken önlerinde büyük bir engel görmüşlerdi onu. Her bir kitabı adeta belge niteliği taşıyan, korumasız böylesine bir ulusal değeri or tadan kaldırmayı maalesef başarmışlardı yıllar önce. Atatürkçü, tam bağımsızlıkçı, Aydınlanma devrimini yürekten benimsemiş ve özümsemiş, ödünsüz bir şahsiyeti kaybetmiştik o kara günde. Haksızlıklara, yolsuzluklara, her türlü bağnazlık ve yobazlığa karşı verdiği yürekli mücadele, onu bugün ölümsüz kılan önemli noktalardır. Onun katledilişi ne ilk ne de son oldu. Abdi İpekçi, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Onat Kutlar, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve diğerleri. Kimleri saymalı, kimleri yazmalı bu utanç satırlarına bilmem ki? Hangi Atatürkçüyü, hangi aydını, hangi va tanseveri?.. Şunu üzülerek ifade etmeliyim ki, bizler aydınlarına sahip çıkamayan ve onları koruyamayan bir ortamda yaşıyoruz. Her zaman tetikte olmalıyız. Cesaretle ve azimle. Cumhuriyet gururuyla ve de bekçiliğiyle. Bu ülkede sayıları hâlâ milyonlarca olduğunu düşündüğüm ve bildiğim Atatürkçü, laik ve demokrat, çağdaş beyinlere sesleniyorum: Ne olursunuz üzerinize sorumluluk almaktan çekinmeyin, elinizi taşın altına sokmaktan korkmayın. Gelin hep birlikte UĞURsuz karanlığa birer MUMCUk yakalım. Yakalım ki, büyük Türkiye Cumhuriyeti Misakımilli sınırlarını dört bir yandan sonsuza dek ısıtsın ve de ışıtsın. CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle