18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 OCAK 2007 PAZAR 2 Bu yaz da geçip gitti, güz de... Hüzün mevsimidir derler güze, ama bu hüznü duyamadık. Kış gelse, kar, yağmur yağsa diye bekledik! Hâlâ bekliyoruz. Tüm Anadolu bekliyor, tüm dünya bekliyor... Yirmi otuz yıl sonra, yeryüzü başkalaşacak. Güney yarımkürenin insanları için kuzeye kaçış akımı başlayacak. Yakıcı, öldürücü sıcaktan, susuzluktan, kuraklıktan, açlıktan kurtulmak için kuzey ülkelerine göçler hızlanacak... TV’lerde görüyoruz, çürük çarık teknelere doluşan karaderililerin çoluk çocuk, fırtınalarla çarpışarak, zaman zaman batarak, boğularak Avrupa kıyılarına çıktıklarını, hiç de hoş olmayan konuklar gibi horlandıklarını... Hep güzel duygular, güzel niyetlerle, özlemlerle yazmak istiyorum. Hiç karanlık kalmasın, hiç acı olmasın? Şehzadebaşı’ndaki dut ağacının gölgesinde mahalle arkadaşlarıyla oynadığım saklambaçlardaki gibi olsun yaşam!.. Hiç mutlu bir gelecek bekleyenlerden olmadım... ama el OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Bir An İçin... li, altmış yıl sonrasında huzurdan yoksun, bu denli umuttan, güvenden, güzel yarınlar beklentisinden kopuk olabileceğimi düşünmemiştim. ??? “Yalnızlık bana yasak” diyordum. Oysa, gerçek yalnızlık nedir bilmemişim! Yalnızlık, her türlü beklentiden yoksun kalmakmış. Ülkemin durumundan, geleceğinden, halkının bir türlü uyanamamasından, dünyanın her gün biraz daha aymazlıktan aymazlığa düşmesinden, doğanın felaketleri yetmezmiş gibi insanoğlunun kendi elleriyle kendine, benzerlerine, acımasızca kıymasından!.. ??? Güzel bir ocak sabahınızı karmakarışık kıldım belki! “Bir an için” kendinizle baş başa kalmanızı neden istedim, bilmem? Eski bir tango geldi dilimin ucuna, “Bir an için olsun bugün”... “Bir an için” diye diye uçup gitti, gidiyor, nice aşklar, özlemler!.. An’ların boşu boşuna akıp gitmesini önlemenin bir yolunu bulabilsek? Ama nasıl? ‘Mehmetçik Mehmet’ Prof. Dr. Mahir AYDIN İstanbul Üniversitesi ürkler İslam kültür potasına girince, ona büyük katkıda bulundu. Araplık çizgisinden alıp, evrenselleştirdi. Emevi ırkçılığının izlerini sildi. Dinin ruhuna uygun olarak, enginlik kattı. Örneğin: Arap anlayışında halife, peygamber ardılıydı. Bu kavram Türklerde, “Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesi” oldu. Yani her insan, onun vekili. Eski söylemle: Zıllullah. Arapçada Mehmet adı yoktur. O, Muhammet adının Türkçesi. Türkler, peygamber adını tek ve saygın tuttu. Çocuğuna koymadı. Bunun en ileri boyutunu, Fatih Sultan için söyledi: Mehemmet. O da çok sınırlı. Ama dahası olmadı. Türk dünyasında bu saygınlık hiç eksilmedi. Tarihçi Cevdet Paşa, peygamberin ikinci adı için, benzer yorumda bulunur: “Mus PENCERE lubuyla konuşuyor. 600 yıllık Türk tarihinde Mehmet, en çok konulan ad oldu. Dahası, Mehmetçik boyutuna yükseldi. Yani, sevgi yaklaşımıyla Türk askerinin adı. Yazın sanatımızda ise masum Türk gencinin kahramanlığı. Ötesinde; kimsesizliğin, garipliğin ve saflığın simgesi. Hani “başına vur, ekmeğini elinden al” türünden mi? Yok, o kadar da değil. Para için kan takası yapanların söylemi: “Türkiye’nin en değerli ihraç malı ordusudur.” Kumaş mı bu? Ötekilerin topu kaç para ki? Dün; Bosna, Afganistan, Lübnan’dı. Yarın, gökkubbe altında başka bir yer. Sorun değil. Değil de, Sezar’ın hakkı Sezar’a... Bugünkü dünya devletlerinden, kimini bankerler kurdu, kimini papazlar. Ama Türkiye Cumhuriyeti’ni asker. Yanlış anlaşılmasın. Elinde silah, ölüm kusanlar değil. ? Arkası 8. Sayfada T tafa adlı padişahlar şanssızdı.” Özgeçmişlerine bakınca, yorumun doğru olduğunu görüyoruz. Türkler İslamı, çöl ortamından dünyanın merkezine taşıdı. Ve dünya mimarlık tarihine, anıtsal örnekler sundu: Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet. Günümüzde kimi Arap ülkesindeki camiler, “radyo verici istasyonu” gibi. İslamın Arap dünyasına gelişi, onların üstünlüğü değil. Tersine, sapkınlığı yüzünden. Başka türlü düşünmek, Tanrı’nın Arapları kayırdığını söylemek kadar komik. Son yıllarda Türkiye’de, bir “Araplık özentisi”dir gidiyor. İslamı, evrenselden ırkçılığa indiren yaklaşım. Ve dine yapılan büyük kötülük. Ezanlar bile değişti. Arap ağzıyla okunuyor. Oysa yüzyıllar boyu, sanat müziği inceliğiyle seslendirildi. Ülkemizin allı pullu politikacıları bile, müezzin üs Geleceğin Resmi?.. “Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı” geçenlerde “Fotoğraflarla Nâzım Hikmet” kitabının ikinci baskısını yayımlarken benden bir önsöz istedi... Aşağıda okuyacağınız yazı, o kitabın önsözüdür. ? Nâzım’ın Fotoğraflarında Geleceğin Resmi... Fotoğraf bir “an”dır. Üstüne de çok edebiyat yapılmıştır; sararmış solmuş fotoğrafların eski zamanları hatırlatan hüznü içimize işler... An, süreç, zaman... Üç gizemli sözcük arasındaki gelgitlerde hayatımızı yaşayıp geçmişle gelecek felsefesine kendimizi kaptırarak oyalanırız... Sonuç?.. İki sonuç var: Ya sıfıra sıfır elde var sıfır... Ya iki kere iki dört... Nâzım Hikmet iki kere iki dörtlüklerden de değil... Dört dörtlüklerden... ? Elinizdeki kitapta sayfalar boyu izleyeceğiniz sararmış solmuş fotoğraflar insan gibi yaşamış bir insanın fotoğrafa dönüşmüş belgeleridir; hüzün yaratsa bile hayranlık uyandırmaktadır... Peki neden hüzün yaratıyor?.. Fotoğraf çekildiği an cap’canlıdır... Hüzün fotoğrafta değil... Yaşanan zamanda... Yaşanan ve maziye dönüşen zamanın ağırlığı insanın yüreğine çöktü mü, hüzün belleğin gözeneklerine siner... An geçmiştir... Süreç bitmiştir... Zaman sürmektedir... ? Peki, zamana kafa tutacak nedir, kimdir? Nâzım’dır... Şiirdir... Öyle bir şiir ki yaşamın ta kendisi!.. ? Mazi geride kalsa, fotoğraflar sararıp solsa, anılar belleğe yazılsa bile gerçek şiir yaşar... Şiir eğer gerçek şiirse ölümsüzdür; sürgit soluk alıp verir... İlk şiirden bu yana kaç bin yıl geçti?.. Nâzım Hikmet’in fotoğrafları anı kitabında bizi geçmişe götürse bile şiirleri geleceğe aşılıyor... ? Kimileri diyebilir ki: Haydi canım sen de!.. Ekleyebilir: Sovyetler’le birlikte iddiası ve kurgusu da yıkılmadı mı?.. Bir hayalin peşinde koşanlar şimdi neredeler?.. Böyle düşünenler Sovyetler’le birlikte yıkılanlardır; insanlığın en büyük ülküsünü bir devletin düzenine hapsetmek insanlığa ihanet olmaz mı?.. Nâzım Sovyetler’e sığmazdı... Şair bugün dünden de büyüktür... Bir de yarın var!.. ? Yarın insanlığın umududur... Sovyetler yıkıldıktan sonra, sosyalizm umutları kimi zayıf istençlilerde söndükten sonra, nice kişi döndükten sonra, kapitalizmin emperyalizmi yeryüzünde daha da egemenleştikten sonra bugünkü dünyanın haline bir bakın!.. Özlenen dünya bu mu?.. Dünya daha güzel mi oldu?.. Yoksa daha adaletsiz, kirli, pis, zalim, yaşanmaz bir dünyaya mı dönüştü?.. İnsan böyle bir dünyada yaşayamaz... İnsan Nâzım gibi insana yakışan dünyasını arayacaktır... Peki, o dünya şimdilik nerede?.. Nâzım’ın şiirinde!.. ? Bu kitaptaki fotoğraflar bizi geçmişin acılı, hüzünlü, duyarlı günlerine götürürken olmuş bitmiş bir yaşamın kapanmış defteri gibi algılanırsa yanlış yorumlanır... Nâzım Hikmet’in fotoğrafı geleceğin resmidir. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi KÜTÜPHANECİLİK BÖLÜMÜ 1978, 1979, 1980 mezunları 20 Ocak 2007’de Aksaray’daki Dernek Binası’nda buluşuyoruz. Ayrıntı İçin: 0212 631 70 80 / Perşembe ve Cumartesi 0212 343 72 74 515 / Edibe Buğra 0212 440 00 00 11524 / Ayşegül Ardıç CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle