27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 4 HABERLER Deniz Kuvvetleri Komutanı Karahanoğlu, Türkiye’nin dayatma ve tavsiyelere ihtiyacı olmadığını söyledi DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN İnsan Haklarında Mütekabiliyet Olmaz Bu kez de haber Fransa’dan geliyor. Fransız Millet Meclisi, hem de ifade özgürlüğünden yana olması gereken sosyalistlerin önerisiyle, ‘‘Ermeni soykırımını reddedenlere hapis ve para cezası verilmesini öngören bir teklifi görüşüp, yasalaştırma girişiminde bulunacak’’. Böyle bir yasa, hangi ülkede olursa olsun komiktir. Böyle bir yasayı kabul eden ülke, kendi demokratik yapısını da ortadan kaldırmış olacaktır. Bir ülkenin ‘‘Ermeni soykırımı olmuştur’’ diyenlere dava açması ne kadar anlamsız ve demokrasiye aykırıysa, ‘‘Ermeni soykırımı olmamıştır’’ diyenlere hapis cezasını öngören bir yasayı çıkarması da o denli demokrasiye aykırıdır. Nitekim Fransa’da bu tür tartışmalar, o ülkenin bilim adamlarının, tarihçilerinin de tepkisini çekmiş, bunlar gazetelere verdikleri ilan ve demeçlerle tarihi tartışmanın tarihçilere bırakılması gerektiğini söylemişlerdir. Ama bütün bu haklı tepkiler, politikacıları etkilememiş, garip girişimlerde bulunmaktan alıkoymamıştır. Peki bu tasarı yasalaşırsa ne olacak? Bizdeki 301. madde tartışmalarının yönü değişecek mi? 301. maddenin, ceza hukuku ilkelerine aykırı biçimdeki muğlak ifadesiyle olduğu gibi kalmasını savunanlar, Hırant Dink’in ya da bir başkasının, ‘‘Ermeni soykırımı olmuştur’’ dediği için yargılanmasında beis görmeyenler, ‘‘Eh bakın Fransa’da da bunun tıpatıp benzeri, hatta beteri bir yasa var’’ diyerek haklı çıkacaklar mı? ??? İlk bakışta bu sav pek yabana atılır gibi görünmüyor. Öyle ya, diplomasinin ana kurallarından biri olan ‘‘mütekabiliyet’’ ilkesine göre, karşı taraf soykırımı reddedenleri kovuşturursa, sen de kabul edenleri kovuşturursun. Ne var ki diplomaside geçerli olan mütekabiliyet ilkesi, insan hakları alanında geçmez. Viyana Konvansiyonu’nda da belirtilmiştir bu gerçek. Fransa bir konunun özgürce tartışılmasını yasaklıyorsa, bizim de aynı şeyi yapmamızın yolu açılmış olmaz. Üstelik işin hazin yönü şudur ki, Fransa’daki bu demokrasiye aykırı ve saçma girişimi eleştirmek ve kınamak hakkımızın olabilmesi için, bizim de aynı tavır içinde olmamamız, yani Ermeni soykırımının varlığını kabul edenlerin kovuşturulması yolunu tutmamamız gerekir. Görüyorsunuz, kavramları yarım yamalak bilen politikacılar ülkelerini ve demokratik rejimlerini ne hale sokuyorlar. Fransa’da da... Türkiye’de de... Hem de bu gafletin illa tutucu kanattan gelmesi gerekmiyor, kimi zaman sosyalist ve sosyal demokrat etiketiyle de aynı şeyi yapıyorlar. ??? Aynı yanlışa azınlık vakıfları konusunda da düşüyoruz. Demokrasiden, özgürlükten yana olan herkes şu gerçeği artık görmeli: Türkiye yıllardır, azınlık vakıfları konusunda yanlış bir politika izlemekte, kendi vatandaşlarına Lozan ile tanınan hakları vakıflar konusunda tanımamakta direnmekte, bunun için bin dereden su getirmektedir. Yabancılar ne derler, ne demezler, bunu bir yana bırakalım, ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, benimle aynı dinden olmayan kimi vatandaşlarımız ve dünya karşısında utanıyorum. Çünkü ülkemde, vatandaşlarımın hakları gasp ediliyor. Ülkemizde, kimi Rum vakıflarının haklarının ve mallarının tanınması için, biz de Yunanistan’daki Türk Müslüman azınlığın haklarının ve mallarının tanınması şartını mı koşacağız? Yani Yunanistan hukuk devleti ilkelerine uymuyorsa, kendi vatandaşlarına (çünkü oradaki TürkMüslüman azınlığa mensup olan kişiler de Yunan uyrukludurlar) biz de kendi vatandaşlarımızın haklarını çiğneyerek, hukuk devletinin temel ilkelerini ayaklar altına mı alacağız? Biz kendi vatandaşımızı, Yunanistan veya Ermenistan karşısında rehine olarak mı kabul ediyoruz? Böyle bir mütekabiliyet ilkesi, böyle bir uygulama olamaz. Bu tür davranış mütekabiliyet ilkesi içinde ele alınamaz. Bu mütekabiliyet değil, olsa olsa ‘‘kısas’’tır ki, kısasın da çağdaş hukuk devletinde yeri yoktur. ‘TSK’ den AB için taviz yok’ ? Baştarafı. 1. Sayfada belirlenmiş temel değerlerine bağlı, kanunlarına saygılı, Ata’sının ilke ve devrimlerini, onun fikir ve düşüncelerini özümsemiş, irade ve kararlılığını her koşulda ispatlamış kurumlar vardır, Türk Silahlı Kuvvetleri vardır, arkamızdan gelen Atatürk’ün gençleri vardır’’ dedi. Karahanoğlu, laiklikten ve üniter yapıdan taviz vermenin onarımı imkânsız hasarların ortaya çıkmasına neden olacağını belirterek, ‘‘Laiklik karşıtlarının güç kazandığını ve laikliğin yavaş yavaş yıpratıldığını görmenin bizleri düşündürmesi gerektiği kanaatindeyim’’ dedi. Laikliğin Cumhuriyetin, demokrasinin, milliyetçiliğin, devrimciliğin ve halkçılığın önkoşulu olduğunu anlatan Karahanoğlu, tarih boyunca tüm devrimcilerin din ve gerçek dindarlarla değil, cemaatler, tarikatlar ve dinciler ile karşı karşıya geldiğini ifade etti. Atatürk’ün, İslam dininin zamanla özünden uzaklaştığını, birçok yabancı öğenin yorum ve boş inançlar olarak dinin içine girdiğini tespit ettiğini kaydeden Karahanoğlu, Müslüman Türk halkının Kuran’ı kendi diliyle okuyup anlama olanağına ancak Atatürk ve laik Cumhuriyet rejimi sayesinde kavuştuğuna vurgu yaparak, ‘‘Türkçe ezan, gene aynı ortamda gerçekleşti. Ama çok partili siyasal sisteme geçildikten sonra karşıdevrimcilere verilen bir ödün olarak ortadan kalktı’’ dedi. Oramiral Karahanoğlu, halkının çoğu Müslüman olan çok sayıdaki ülke içinde çağdaş ve demokratik bir hukuk devletine sahip tek ülkenin Türkiye olduğuna işaret ederek, ‘‘Bunun laiklikle bağlantısının olmadığını öne sürmek elbette olanaksızdır’’ diye konuştu. Karahanoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: ‘‘Bazı güçlerin demokrasiyi paravan olarak kullanmak suretiyle karanlık emellerine ulaşma hesaplarını devam ettirdikleri bir Türkiye’de, laiklikten ve üniter yapıdan taviz vermek ülkede onarımı mümkün olmayacak hasarların ortaya çıkmasına sebebiyet verecektir. Laiklik ‘Ben gidiyorum’ demez. Hele bugün, fertlerin dinden esinlenen duygu ve düşüncelerinin siyasete yansımasını normal bir durum, sosyolojik bir olgu olarak gören bir zihniyetin de etkisiyle laiklik karşıtlarının güç kazandığını ve laikliğin yavaş yavaş yıpratıldığını görmenin bizleri düşündürmesi gerektiği kanaatindeyim.’’ Türkiye’nin bugün AB’ye tam üyelik müzakerelerine girmesinde Atatürk’ün devrimleriyle şekillenmiş çağdaş Türkiye vizyonunun lokomotif rol oynadığını ifade eden Oramiral Karahanoğlu, şunları kaydetti: ‘‘Unutulmamalıdır ki, çağdaş Türkiye Atatürk’ün Türkiyesi’dir. Çağdaş Türkiye, en az AB üyesi ülkeler kadar ulusal çıkarlarına, anayasal vazgeçilmezlerine ve gelecek kuşakların güvenlik ve refahına karşı hassastır. Ayrıca geleceğini şekillendirmede Türkiye’nin kimsenin dayatma ve tavsiyesine de ihtiyacı yoktur. Bu süreçte bilinmesi gerekir ki Türk Silahlı Kuvvetleri, AB idealleri ve AB uyum süreci uğruna, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasayla belirlenmiş temel değerlerinden asla sarfı nazar edemez, edilmesine de aşındırılmasına da müsamaha gösteremez. Hele bu süreç içinde karşı karşıya kalınacak istek ve talepler ulusal onurumuzu, anayasal yapımızı, devletimizin hayati güvenlik ve dış politika çıkarları ile Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin vazgeçilmezlerini ve ayrıca tarihsel gerçeklerimizi göz ardı ediyor ve ulusal birliğimizi sarsıyorsa, bu tavsiye ve taleplerin ne kadar ciddiye alınması gerektiğini yüce milletimizin takdirine sunuyorum. Bu meyanda ayrıca, AB, Türkiye ile uyum sürecini bazı ülkelerin ve grupların Türkiye’ye karşı besledikleri hasmane politikaların uygulama alanına dönüşmesine fırsat vermemelidir.’’ Karahanoğlu’nun konuşması sırasında sinevizyonda, laiklikle ilgili bölümlerde ekranda yeşil bayraklı ve sarıklı kişileri gösteren fotoğraflar yer aldı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yener Karahanoğlu. MAYIN TUZAĞI İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN KOORDİNATÖR BAŞER Yüzbaşı ağır yaralı HAKKÂRİ (AA) Hakkâri’de arazi aramatarama çalışmasına katılan Yüzbaşı Volkan Sağlam, terör örgütü PKK üyelerince önceden araziye döşenen mayına basarak ağır yaralandı. Alınan bilgiye göre, Hakkâri’nin Yüksekova ilçesi kırsalında arazi aramatarama faaliyetine katılan Yüzbaşı Volkan Sağlam, terör örgütü PKK üyeleri tarafından araziye döşenen mayına bastı. Ağır yaralanan Sağlam, helikopterle Diyarbakır Askeri Hastanesi’ne kaldırıldı. Sağlam, burada yapılan müdahalenin ardından GATA’ya sevk edildi. Bu arada Emniyet Genel Müdürlüğü’nün haftalık basını bilgilendirme toplantısında konuşan Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın örgütüne ateşkes çağrısında bulunmasıyla ilgili olarak ‘‘Emniyet teşkilatı ve diğer güvenlik güçleri, terör konusunda hiçbir zaman mücadelesini bırakmamıştır, bundan sonra da bırakmayacaktır’’ dedi. erilmeyeceğini belirtti. ‘Pazarlık olursa çekilirim’ ? PKK ile Mücadele Koordinasyonu kurulması konusunda CHP’nin endişelerine katıldığını belirten Başer, “PKK ile masaya oturmak gündeme gelirse misyondan çekiliriz’’ dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) PKK ile Mücadele Koordinatörü Emekli Orgeneral Edip Başer, CHP’nin koordinatörlük makamıyla ilgili sıraladığı endişelere yürekten katıldığını belirtirken, ‘‘Böyle bir inisiyatifin bizim tarafımızdan kabul edilmesinde de riskler vardı. Ancak biz de bu endişeleri, ABD’li muhataplarımıza daha görüşmelerin başında ilettik. Aykırı bir şey olursa misyondan çekileceğimizi aynı netlikte ifade ettik’’ dedi. Başer dün bir televizyon programında gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Karşılıklı koordinatör atanması teklifinin ABD’den geldiğini anlatan Başer, ‘‘Kamuoyunda özellikle CHP tarafından ‘Koordinatörlük PKK’yle dolaylı olarak masaya oturmak anlamına gelir’ eleştirileri yapılıyor. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz’’ sorusunu ise şöyle yanıtladı: ‘‘CHP’nin Sayın Genel Başkanı ve onunla birlikte birçok kişinin söylediği endişelere ben de yürekten katılıyorum. Bu konuda böyle bir inisiyatifin başlatılmasında her türlü risk var.’’ Bu durumu kendilerinin de bildiği için Türkiye’nin tüm ilkelerinin ABD’ye açıkça anlatıldığını vurgulayan Başer, ‘‘Aykırı bir şey olursa misyondan çekileceğimizi ABD’ye aynı netlikte ifade ettik’’ diye konuştu. Başer, ‘‘ABD ya da Irak koordinatörlerinden birinin PKK ile dolaylı ya da doğrudan müzakere ettiğinin ortaya çıkması durumunda çekilir misiniz’’ şeklindeki soruya, ‘‘Tüm gerekli kişiler ile görüşüp, çekilirim’’ yanıtını verdi. [email protected] 1 Mayıs katliamını kınadığı için 301. maddeden yargılanacak MERSİN (Cumhuriyet) 1 Mayıs 1977 katliamı ile ilgili bir açıklama yapan Mersin 78’liler Derneği Başkanı Ethem Dinçer hakkında TCK’nin 301. maddesi uyarınca dava açıldı. İstanbul, Çanakkale, Ankara, İzmir ve Mersin’deki 78’liler 28 Nisan 2006 tarihinde yaptıkları açıklamalarla 1 Mayıs 1977 katliamı ile ilgili davanın yeniden açılmasını gündeme getirdiler. Diğer illerde yapılan basın açıklamalarıyla aynı metni okuyan Mersin 78’liler Derneği Başkanı Ethem Dinçer’in, söz konusu basın açıklaması nedeniyle hakkında dava açılan tek isim olduğu öğrenildi. Türk Ceza Kanunu’nun 216/1, 301/2 ve 53/1 maddeleri uyarınca yapılacak yargılamada Dinçer’e iki ayrı suçtan biri 6 aydan 2 yıla, diğeri 6 aydan 3 yıla kadar olmak üzere hapis cezası verilmesi ve davanın sonucuna göre dernek üyeliğinin düşürülmesi istendi. ‘‘Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin organlarını tahkir ettiği’’ iddiasıyla yargılanacak olan Dinçer 15 Aralık 2006 tarihinde Mersin 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nde ilk kez hâkim karşısına çıkacak. Nisan ayında yaptığımız açıklama birçok ille birlikte yaptığımız ortak açıklamaydı ama sadece bize dava açıldı’’ diye konuştu. Mersin 78’liler Derneği Yönetim Kurulu ise Dinçer’e açılan dava üzerine, ‘‘Bu suçsa biz de ortağız’’ kampanyası başlatmaya hazırlanıyor. 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren hakkında suç duyurusunda bulunan ancak dava istemi reddedilen Mersin 78’liler Derneği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Evren aleyhine dava açmaya hazırlandıklarını bildirdi. Söz konusu davada dernek, Türkiye’deki iç hukuk yollarının tükendiğini ileri sürerek Kenan Evren’in ‘‘Darbeyi övmek’’ savıyla yargılanmasını talep edeceklerini belirtti. Acılı annenin feryadı Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinde terör örgütü üyelerinin silahlı saldırısında oğlu Jandarma Başçavuş Levent Çevik’in şehit olduğu haberini telefonla aldıktan sonra kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden İbrahim Çevik’in eşi Neziha Çevik, kimsenin 53 gündür kendisini aramadığını ve ‘‘Yiyecek ekmeğiniz var mı’’ diye sormadığını söyledi. Neziha Çevik, eşi İbrahim Çevik’e ait SSK maaşının da halen kendisine bağlanmadığından yakındı. Büyükanıt’a övgü Terörle Mücadele Özel Temsilciliği’ne seçilmesi sürecini de anlatan Başer, kendisinin bu görev için Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt tarafından önerildiğini ifade etti. Başer, ‘‘Kendisi, yeteneklerine, muhakemesine yüzde 100 güven içinde olduğum bir kişiliktir. Ülkemiz için bir talihtir, şanstır. Kendisi aradı ve böyle bir görev olduğunu ve benim adımı önerdiğini söyledi. Onun arkasından hiç kuşku duymadan giderim ‘Sen emredersen arkandan giderim’ dedim’’ diye konuştu. Kampanya başlatılacak 1 Mayıs 1977 tarihinde gerçekleşen katliamla ilgili olarak bugüne kadar ciddi bir davanın açılmadığını iddia eden Dinçer, ‘‘Katliam davasının yeniden açılması için kampanya başlatacağız. asirmen?cumhuriyet.com.tr BAŞBAKAN ULUSA SESLENDİ Erdoğan, kitaplardaki skandalları görmüyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda bedava dağıttığı özellikle din kültürü ve ahlak bilgisi ders kitaplarındaki skandallara her gün bir yenisi eklenirken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yeni müfredatın Cumhuriyetin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti vasfını ana çerçeve olarak kabul ettiğini savundu. Erdoğan, dün akşam televizyonlardan ulusa seslendi. Erdoğan, konuşmasında şu mesajları verdi: ‘‘Hükümetimiz eğitimde kalitenin artırılmasını ve dünya standartlarını yakalamayı başlıca hedef olarak belirlemiştir... Yeni müfredat, Cumhuriyetimizin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti vasfını ana çerçeve olarak kabul eden, bilimin yol göstericiliğini öne çıkaran, dünyadaki gelişmeleri dikkate alan bir çalışmanın ürünüdür. Yenilenen müfredatımızın vizyonu; Cumhuriyetimizin bütün erdemlerini özümsemiş, bireysel farklılıkları ne olursa olsun temel demokratik değerlerle donanmış, hayat boyu öğrenen, insan haklarına saygılı, daha mutlu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yetiştirmektir. Bu yeni müfredatla, Cumhuriyetimizin niteliklerini ve demokratik değerlerimizi daha da yükseklere taşıyacak, okuyan, düşünen, yorumlayan, kendini ifade edebilen, araştırmasorgulama, problem çözme ve karar verme becerileri gelişmiş gençler yetişecektir.’’ Akın Olgun’un ‘‘Adları Saklıdır’’ (Güncel Yayıncılık) kitabını yayımlanmadan okumuştum. Akın, 17 yaşında bir genç olarak girdiği cezaevlerini, işkence evlerini, ölüm oruçlarını, örgütleri ve tabii ki en çok da kendilerini anlatıyor. Sıvas’ın Divriği ilçesinden 2 Temmuz (1993) Sıvas katliamının olduğu bir günde İstanbul’a gelip bir gecekondu mahallesine yerleşen Alevi bir ailenin öyküsü bu aynı zamanda. Kitabın önsözünü de ben yazdım ve duygularımı şöyle dile getirdim: ‘‘Gecekondu mahallelerinin, dışlanmış, yoksullukla sarmalanmış ailelerinin çocukları onlar. Mahallenin bıçkınlarıyken, kendilerini bir örgütün içinde buluveriyorlar. Yaşamları sert, içinde yer aldıkları akım da sert. Her şey ölüm ve işkenceyle iç içe.’’ ??? Ölüm oruçları çok gencin yaşamına mal oldu. Hâlâ da bazı cezaevlerinde birkaç kişi de olsa ölüm orucunu sürdürenler var. Kim bu insanlar? Arkalarında nasıl bir toplumsal gerçek duruyor? Nereden gelip nereye gidiyorlar?.. İşte bu gerçekleri bütün Ölüm Oruçları ve Yaşam... yalınlığıyla öğreniyoruz bu kitaptan. Bu gençler, devlet, örgüt ve toplum paradigmasının içinde kendilerine bir yer arıyorlar, kimlik arıyorlar. Bunlar, yoksul ve dışlanmış ailelerin büyütüp umut ürettikleri çocukları. Bu çocuklarla birlikte aileler de bir dramın parçası haline geliyorlar. ??? Akın Olgun’un kitabını bir solukta okursunuz. Onların heyecanlı, öfkeli, sitemkâr, hınçlı, kırgın, iddialı hallerine tanık olursunuz. Kitabı okuyup bitirdiğimde duygularım şöyleydi: ‘‘Okurken, diline ve kavrayışına hayran olduğumu itiraf ediyorum. Bu çocuklara neden bu kadar acı çektirdik? Türkiye, ne kadar çok çocuğunu, yetenekli gencini acımasızlık değirmeninde öğüttü? Akın Olgun’un yazdıklarını, acılardan süzülen bu genç adamın çığlığını, olgunluğunu.. olayları hiç abartmadan, kimseyi suçlamadan, ama her şeyi suçlayarak ve eleştirerek aktarmasını soluk almadan okudum.’’ Sizin de okuyacağınızdan eminim. ??? Akın Olgun’un kitabının çıktığı günlerde, bir avukat, bu çocukların avukatı Behiç Aşçı, yüz günü aşan bir süredir ölüm orucunu sürdürüyordu. Behiç Aşçı’yı cezaevindeki olaylı günlerde tanıdım. Hep bir cezaevinden diğerine koşuyordu. Zaman zaman kendisi de cezaevine düşüyor, avukatlık yapamayacak hale geliyordu. Sabrına, takipçiliğine diyecek yoktu. Çaresiz ailelere, sürekli ölümle iç içe yaşayan gençlere bir şeyler yapabilmek çabasıydı onunkisi. Cenazelerin başında da hep o bulunurdu. Ölüm orucuna başladığını duyduğumda, ‘‘Eyvah’’ dedim. Bu satırları okuyanlar bilirler, ölüm oruçlarını bir eylem biçimi olarak hiç benimsemedim. Bunu cezaevindekilere de anlattım, ailelere de... Hele cezaevi dışında ölüm orucu eylemine hiç sıcak bakmadım. Benim benimsememiş olmam, bu gerçeği ortadan kaldırmıyor. Behiç Aşçı ölüme doğru yolculuğunu sürdürüyor. Gerekçesi de açık: Cezaevlerinde tecrit ve baskıların sona erdirilmesini istiyor. Nedir bu tecrit diyebilirsiniz... 19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevinde birden operasyon yapıldı. Ölüm orucu yapılan bu cezaevleri bombalarla, zehirli gazlarla kuşatıldı ve içerdeki siyasi tutuklu ve hükümlüler F Tipi adı verilen cezaevlerine nakledildiler. ‘‘Hayata Dönüş’’ adı verilen bu operasyonda 30’dan fazla genç yaşamını yitirdi, onlarcası sakat kaldı. F Tipi Cezaevleri 3 kişilik ve tek kişilik hücrelerden oluşuyor. Bu cezaevleri asıl olarak siyasiler için kullanılıyor. Tutuklu ve hükümlüleri tamamen birbirinden izole etmeyi hedefleyen bu cezaevlerinin ıslah amaçlı kurulduğu iddia edildi!.. Ancak kurulduğu günden bu yana, ortaya çıkan birçok gerçek ne yazık ki kamuoyunda konuşulup tartışılmadı. Henüz suçu sabit bile olmamış, yaşları 1825 arasında değişen, ço ğunluğu liseli ve üniversiteli gençlerden oluşan topluluklar bu cezaevlerine kondu. Bir yürüyüş ve mitinge katılan birçok genç ‘‘terör örgütü üyesi’’ gerekçesiyle çok ağır cezalara çarptırıldılar. Küçük bir cezayla okullarına, yaşamlarına dönebilecekken, bütün gelecekleri karartıldı. Bu yanlış ve sert yaklaşım, onları da umutsuz hale getirdi ve sertleştirdi. Ancak tecrit kolay değil. Birçoğu psikolojik hastalıklara yakalandılar. İntihar edenler oldu. Delirenler oldu. Ağır ve kalıcı hastalıklara yakalananlar oldu. ??? Kamuoyunun bu konuya ilgisi azaldığı için siyasetçiler de burada yaşananları görmezlikten gelmeyi yeğlediler. Şu ana kadar 122 genç bu cezaevlerinde yaşamlarını yitirdi. Kendisini yakanlar oldu. Dram sürüyor.. Behiç Aşçı’nın ölüm yolculuğu sürüyordu... Yeniden çözüm için bir diyalog adımı atılamaz mı?.. NOT: İzninizle tatile çıkıyorum. Bir hafta sonra buluşmak üzere... CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle