23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 16 İşgalin yeni adı ABD’nin Irak’ı işgal eder etmez ülkenin başına oturttuğu, ayağında asker postalı afili diplomat Paul Bremer’in ilk işi, 81 No’lu koalisyon bölge yetkisi talimatını kamuoyuna duyurmak olmuştu. 81 No’lu talimatın açık adı ‘‘Patent, Endüstriyel Tasarım, Açıklanmayacak Bilgiler, Entegre Dolaşım ve Bitki Çeşidi Yasası’’ idi. 81 No’lu sömürge talimatının 51 ile 79. maddeleri arası Irak’taki bitki çeşitlerine ilişkin hükümlerdi ve ülkedeki tüm bitki çeşitlerinin gerekli koşulları taşımaları durumunda patent sahipleri üzerine 20 yıllığına kayıtlanabileceğini öngörüyordu. Bu kaydı alanlar, söz gelimi bir tohumun üretilmesinden tanıtılmasına, satılmasından pazarlanmasına, ithalatından stoklanmasına değin tüm alanlarda yetkili kılınıyordu... ABD, mazlum Irak’ı işgal ederken bu ülkenin hem endüstri, hem de tarım alanındaki tüm doğal kaynaklarına da saldırıyor ve ele geçiriyordu. Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Tayfun Özkaya, bu talimata dayanarak Irak’ta ‘‘biyoteknolojik yöntemler uygulanmış’’ yani genetiği değiştirilmiş tohum ihalesinin Monsato firmasına verildiğine dikkat çekti ve dedi ki: ‘‘Türkiye’de de Avrupa Birliği uyum paketi içinde gündeme getirilen Tohumculuk Kanunu, 81 No’lu karara çok benziyor. Kanun metni incelendiğinde GDO’lu (genetiği değiştirilmiş organizmalar) tohumlar için Türkiye’nin açıldığı, büyük tohumculuk devlerinin büyük bir pazarda daha rahatlıkla at oynatabilecekleri anlaşılmakta. GDO’lu çeşitler artık, Türkiye’de yasak olmalarına rağmen yayılabilecekler. 3 bini endemik (sadece Türkiye’ye ait) 13 bin bitki çeşidine sahip Türkiye GDO’lu bitkilerce kirletilecek. Bu yasa tam olarak uygulandığında semt pazarlarında ve köy meydanlarında henüz çeşit haline gelmemiş maydanoz tohumu bile satmak mümkün olmayacak.’’ Ziraat Mühehdisleri Odası Başkanı Gökhan Günaydın’ın dediği gibi: ‘‘İşgalden farkı var mı?’’ SAĞNAK NİLGÜN CERRAOĞLU Caş! Tarih kitaplarında kendi ülkelerinde yabancılarca kullanılanlar ‘‘kukla’’ diye anılırlar hep. Celal Talabani, bugün Irak’ta odur örneğin. Talabani, Türkiye’yi tehdide kalkışmış.... Huylu huyundan vazgeçer mi hiç? Bir zamanlar ince diplomasi yaptığını sanan birilerinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kırmızı pasaportuna uygun bulduğu Celal Talabani’ye ilişkin tanıyı Uğur Mumcu ta 14 yıl önce, 6 Eylül 1992’de Cumhuriyet’te yayımlanan yazısında koymuştu bile: ‘‘Talabani, 80’li yıllarda da PKK ile Türkiye’ye karşı iş ve eylem birliği yapıyordu! Bugün de Türkiye Cumhuriyeti ile PKK’ye karşı işbirliği yapıyor, daha doğrusu belli bir süre işbirliği yapar gibi görünüyor. Celal Talabani, bu oynak ve hiç de güven vermeyen siyaseti nedeniyle Kürtler arasında 60’lı yıllarda ‘Caş’ yani işbirlikçi ve hain olarak anılıyordu. Talabani’nin Ortadoğu siyasetçilerine özgü bu kaypak ve işbirlikçi kişiliği Körfez Savaşı öncesi ve sonrasında ‘Amerikan işbirlikçiliği’ ile sürüyor. 50’li yıllarda MarksizmLeninizm ideolojisiyle yola çıkıp 60’lı yıllarda Baas rejimiyle, 80’li yıllarda PKK’yle işbirliği yapan ve 90’lı yıllarda, Beyaz SarayPentagonCIA üçgenindeki Amerikan piyonluğunu üstlenen Celal Talabani, işte bu Talabani’dir.’’ Sen kimsin? ‘‘Lozan’ı da tartışalım’’ gibi bir laf edene, Lozan Antlaşması’nın önemini bilincine kazımış Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak ‘‘Sen kim oluyorsun’’ diye sormak en doğal hakkımızdır. İmamhatip okulunu ve ilahiyat fakültesini bitirdikten sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na memur olarak giren, İSKİ’de hukuk müşavirliği yapan birisi de ‘‘Lozan’ı da tartışalım’’ derse, yineleyeceğiz aynı soruyu: ‘‘Sen kim oluyorsun?’’ Ya ‘‘Sen kim oluyorsun’’ sorusunu sorduğumuz kişi; Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanı iken Emlakİstimlak Daire Başkanlığı’na getirdiği, Başbakan olunca da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne taşıdığı ve bu görevi üç yıldır ‘‘vekil’’ olarak sürdüren Yusuf Beyazıt çıkarsa ne yapacağız? Kuşkusuz sormaya devam edeceğiz: ‘‘Siz kim oluyorsunuz?’’ Mozart Krizi ‘‘Tehdit’’in ne olduğu, kime yöneltildiği belli değil. Karikatür ve Papa krizlerinde olduğu gibi henüz sokaklara dökülen falan da yok. Ama Berlin Operası Mozart’ın 1781’de bestelediği ‘‘Idomeneo’’ isimli eserini; esrarengiz bir işgüzarlıkla gösterimden kaldırıyor. Eser, ilk kez kamuoyunun karşısına çıkmıyor. Üç yıl önce oynanmış. Bir vaveyla kopmamış. Daha doğrusu kopmuş ama vaveylayı koparan İslamcılar değil, ‘‘Hıristiyancılar’’ olmuş. ‘‘Opera sanatı’’ ile içli dışlı olmayan İslamcıların ne ‘‘Idomeneo’’dan haberleri var, ne eseri ‘‘sansasyonel bir yeni yorumla’’ sahneye koyan yönetmen Hans Neuenfels’den! Tartışmalı olan ve fiyaskoyla sonuçlanan bu prodüksüyon, her nedense ‘‘Mozart’ın doğumunun 250. yılında’’ şimdi tekrar gündeme geliyor. Ve müzisyenin tüm yapıtları arasından cımbızla seçilmiş gibi, bu ‘‘olay yaratan eser’’ sahnelenmek isteniyor. İyi, güzel. Sanat özgürdür. Karar vericilerin seçimlerine ipotek konulamaz. Ancak bu ‘‘özgürlüğün dokunulmazlığı’’ bir kez böyle konduğunda, sonuna dek de savunulması gerekir. Ne olduğu anlaşılmayan, ciddiyeti sorgulanan bir tehdit karşısında anında gerilemek ve ‘‘İslamcı tehlike gerekçesiyle başlangıçtan beri tartışma yaratmış bir eseri gösterimden kaldırmak’’; garip. Ya manipülasyon var bu işin içinde, ya sansasyon, ya beceriksizlik... Ya da hepsi birden. Ancak bütün bunların faturası şimdi, hatta ‘‘İslamcılığa’’ da değil, doğrudan doğruya İslama çıkartılıyor: ‘‘İslam farklıdır, İslam bizim özgürlüklerimize alışık değil, İslam değerlerimizle bağdaşmıyor, İslam sanat nedir bilmez.. vs. vs.’’ Konuşmadan çıkan ders Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un Kara Harp Okulu’nda yaptığı konuşmanın güncel siyasete yönelik önemli sonuçları olacağını dile getirenler çoğunlukta... Konuşmanın bu boyutu destekleyen, ondan bağımsız olmayan, ama ayrıksı duran yanları da yok değil. Atatürk’ün okuduğu kitaplar, kültürel derinliği ve sorgulayıcı kişiliği üzerinde temellenen konuşmanın kendisi de sorgulamalar içeriyor. Örneğin, ‘‘Dünyada yaşanan devrimlerin büyük bölümünün kaynağı ve dayanağı olan, güçlü, entelektüel ve ulusalcı sosyoekonomik kadroların Türkiye’deki varlığından bugün de söz edilebilir mi? Eğer söz edilebilirse, bu kadrolar, devrimlerin korunması, sürekliliği ve ilerletilmesinde kendisine düşen görevleri yerine getirmekte midirler?’’ diye soruyor Orgeneral Başbuğ. Çok yerinde bir sorgulama... Cumhuriyet devrimlerini yaşatmayı, geliştirmeyi ve ilerletmeyi biricik yaşam felsefesi yapmış aydınlarını evlerinin önünde kurşunlayan, bombalayan, zindanlara atan, entelektüel kadrolarını çeşitli suçlamalarla toplumdan dışlayan, ulusalcı üniversite öğretim üyelerinin görevlerine son veren bir Türkiye sürecinin sonunda geldik bugünlere... Neredeyiz? Orgeneral Başbuğ’un deyimiyle ‘‘devrimlerin bazı kesimler tarafından bilinçli, sabırlı ve planlı bir biçimde aşındırılmaya çalışıldığı ve bu yönde de kayda değer mesafe alındığı’’ bir dönemdeyiz. Türk devrimi sokakta bulunmadı, bir solukta yok etmek üçbeş kabadayının, cahil yobaz takımının harcı olamaz. Türk devriminin kadroları çok yara aldı, ama ayakta. Dünden bugüne ders çıkarabiliyorsak eğer, Atatürk gibi bağımsızlığı, devrimciliği ve sorgulayıcılığı ilke edindiysek, yaşadığımız karanlıktan er geç sıyrılırız. Sıyrılacağız da... ‘Tanrılar öldü!’ Mozart’ın hikâyesi şu: Girit Kralı İdomeneo denizde fırtınaya tutuluyor. Ve Tanrıya (eski Yunan’ın deniz tanrısı Poseidon’a) bir adak adıyor: Fırtınadan kurtulduğu takdirde kıyıda ilk karşılaştığı adamı kurban edecek. Ancak kıyıya ayak basar basmaz karşısına bizzat kendi oğlu İdamante çıkıyor. Krize giren Idomeneo, tanrıya (yani Poseidon’a) isyan ediyor! Olay bu. Mozart’ın orijinal yapıtında ‘‘keşik baş’’ yok. Mozart, kelle falan almadan, vermek istediği mesajı; şiirsel ve sembolik yollarla etkileyici bir biçimde veriyor. Mozart; kendisini böyle ‘‘sembolik bir mesajla’’ sınırlamışken; bir 21. yüzyıl yönetmeni (Hans Neunfels) çıkıyor ve bu sembolik mesajı açmak istiyor. Librettoya ‘‘Tanrılar öldü!’’ şeklinde bir pasaj ekleniyor. Ve Girit Kralı Idomeneo sahneye, Poseidon ve Buda ile birlikte İsa ve Muhammet’in kesik başlarıyla çıkıyor. İşte üç yıl önce bu yorumla izleyicilerin karşısına çıkan eser, Hıristiyanların tepkisini alıyor. Almanlar, İsa’nın kesik başını yuhalayıp; ıslıklıyor. Prodüksiyonu eleştirmenler yeriyor. Neunfels’in ‘‘Idomeneo’su’’ Müslümanlar ve Budistler dışında nerdeyse her kesimden tepki topluyor. Sen şimdi kalk, bu tartışmalı yapımı; ‘‘Mozart’ın 250. yılı’’ adına yeniden seç ve gündeme getir. Ardından Berlin polisine anonim kalan bir İslamcı tehdit yapılsın. ‘‘Tantanalı bir basın toplantısıyla’’ eser, bu ‘‘anonim tehdit’’ nedeniyle gösterimden çekilsin. İslamcılar ya da potansiyel teröristler yerine fatura sonra ezcümle İslam olgusuna çıkarılsın! ‘‘İslamın özgürlüklerle bağdaşmadığı’’ mesajı, olabilecek en kalın hatlarla, en üst düzey liderler tarafından işlensin. Başbakan’dan İçişleri Bakanı’na dek koro halinde şu söylensin: ‘‘Demokratik özgürlüklerimiz tehlikededir!’’ Niye? Batı kültürüyle, Batı değerleriyle bağdaşmayan; ‘‘farklı olan’’ ‘‘öteki’’’... yani İslam yüzünden. Küresel Isınma Kader Değildir TÜRKSEN BAŞER KAFAOĞLU Küresel ısınma dünyayı zorluyor ama çareleri de var. Bu da ülkelerin verecekleri kararlı politikalarla olası. George Bush, kendi ülkesinin petrol bağımlılığından bir an önce kurtulması gerektiğini savunuyor ama bu yolda hükümeti bir adım atmıyor. Her ne kadar Kaliforniya eyalet meclisi, Japonya gibi çoğu gelişmiş ülke, Kyoto hedeflerini kabul ediyorlarsa da ne yazık ki, gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler arasındaki iddialaşmalar nedeniyle, küresel ısınma için çareler olduğu halde, önlem alınamıyor. Amerika, dünyanın en çok gaz üreten ülkesi. Çin’in enerji üretim kapasitesi, İngiltere’nin bütün tesislerininki kadar artıyor. Bu enerji tesislerinin büyük çoğunluğu, en kirli fosil yakıtla, yani kömürle çalıştırılıyor. Gelişmekte olan ülkeler ise, emisyon azaltma sorununu, çevreyi teknolojileri ile en çok kirleten ülkeler çözsünler, diyorlar ve daha az da olsa kirletmeyi sürdürüyorlar. Böylece global ısınma olanca hızı ile artıyor. seviyelerinde katostrofik yükselmelere, hortum, sel, kuraklık gibi aşırı doğa olaylarına rastlanabilir, kıtlık, açlık ve topluca göçler olabilir’’ deniyor. Ve özetle, iklim değişikliğinin belirsizliklerinden söz edilerek, iklim değişikliği için alınan önlemlerin getireceği yararlar henüz tam olarak belirlenemediği için vereceği zararlar da tam olarak önceden belirlenememektedir. Bunun için bu varlıkların, sınırı belli olmayan bir risk kullanımına sokulması doğru değildir. Örneğin ordu için, ilerde barışı bozan bir durum olur düşüncesiyle, kaynak belirlenir ya da bir kişi evini, ilerde ya yangın olursa diye sigorta ettirse, gelecekte daha pahalı maliyeti gerektirecek riski hesaplayarak bazı planlamalar yapılır. İşte, gelecekteki sera gazlarının yaratacağı tehlike de çok daha geç olmadan ‘‘gelecek riski’’ olarak önemsenip planlanmalı, global paylaşımlarla, şimdiden sera gazlarının gelecekteki risk faktörü için, önlemler ve yenilenebilir enerji yolları denenmelidir. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Siyaset, sanat dünyası ayakta ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com Politik engeller Yine The Economist dergisinde, araştırmacılar, ekonomistlerin, ‘‘Karbondioksit yoğunluğunu üst yoğunluk olan 550 ppp’yi (İngiliz ölçütü) 450 ppp’ye indirmek için maliyet hesapları yaparken güçlüklerle savaştıklarını’’ vurguluyorlar. Bazı hesaplamalara göre bunun hiçbir ek maliyeti olmayacağını, bazı hesaplamalara göre ise hiç önlem alınmazsa, aradaki maliyet farkının yüzde 5’ten az olacağını; ancak hesaplamaların çoğunda ek maliyetin yüzde 1 olduğunun anlaşılmakta olduğunu belirtiyorlar. Tabii burada en büyük sorun, politik tercihler. Bu global ama uzun süreçli yükü, politik ağ içerisinde her kuşak, başka kuşaklara yıkarak, mümkünse o süreci kullanma yolunu seçiyor. İşte bunun için, Kyoto Protokolü sera gazı emisyonlarını 1990’daki düzeylerine ininceye kadar azaltma yolunda, istenen sonuca ulaşılamıyor. Gelecek riski The Economist’in 15 Eylül tarihli sayısı, bu konuya epeyce yer ve önem vererek olayın büyüklüğünü ortaya koymuş: ‘‘Elli milyon yıl önce kutuplarda buz yoktu. Wyoming’de timsahlar ve buzullar nedeniyle, denizlerin yüzeyi bugünkünden 130 metre daha aşağıdaydı. Buz gövdelerinin incelenmesinden anlaşıldığına göre, oldukça hızlı bir biçimde iklim değişti. 10 yıllık bir sürede 20 derece yükseliş oldu. Ama daha sonra, 10.000 yıl önce, vahşi dalgalanmalar durdu. İklim değişikliği azaldı ama bu süreçte, insanlık gelişmeye başladı. Öyle bir gelişti ki, şimdi artık insan yapımı greenhouse gazları, iklim değişikliğinin yeniden değişmesine hız katıyor. Son yüzyılda, 1.4 ile 5.8 santigrad derece artması bekleniyor. Fazla artış olan bölgelerde, deniz HARBİ SEMİH POROY Bu, Papa’nın Regensburg krizi kadar önemli bir kriz. Bir yanda siyasi sınıf, bir yanda sanat dünyası ayağa kalkmış, hep birlikte ‘‘öteki’’ne işaret ediyor! Sapla saman fena halde birbirine karışmış durumda. ‘‘İslam tehdidi’’ meselesi aklı ve akılcılığı rehin almış. Göz gözü görmüyor. Kimi gerçekten de‘‘demokrasilerin olmazsa olmazı sayılan ifade özgürlüklerinin’’ ciddi bir tehdit altında olduğunu düşünüyor. Kimi de Avrupa’dan Müslüman azınlığı dışlamak için bulanık suda balık avlamaya çalışıyor. Böyle bir ortamda artık kim haklı, kim haksız tartışmak o kadar zor ki. Ortak referanslar yok oluyor. Her yeni kriz, yaraları deşiyor ve derinleştiriyor. Her yeni kriz arkasından bir yeni kriz getiriyor. Karikatür, Papa falan derken iş; tüm insanlığa mal olmuş bir müzik dehasının eserinin ‘‘İslami yobazlık nedeniyle sansürlenmesine’’ dek varıyor! Vahim, çok vahim bir tırmanış bu. BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com DOSYA NO: 2005/1416 Bir Borçtan dolayı hacizli ve aşağıda cins, miktar ve kıymetleri yazılı mallar açık arttırma suretiyle satışa çıkarılmıştır. SATIŞ: KUMLUCA HÜKÜMET BİNASI ÖNÜNDE YAPILACAKTIR. BİRİNCİ SATIŞ : 11.10. 2006 SAATİ : 10.0010.05 (07 V 4083 plaka sayılı taşınır için) Aynı gün 10.05.10.10 (07 V 7446 plaka sayılı taşınır için) Aynı gün 10.1510.20 (07 V 1514 plaka sayılı taşınır için) Arasında yukarıda yazılı adreste yapılacağı ve o günü kıymetinin %60’ını ve öncelikle alacaklıları, satış masrafı ile paylaştırma masraflarını geçmek kaydı ile satılacağı, böyle bir bedel ile alıcı çıkmadığı takdirde 16. 10.2006 günü aynı saatler arasında yukarda yazılı adreste ikinci arttırma yapılarak tahmin edilen değerin %40’ını ve öncelikli alacaklıları, satış masrafı ile paylaştırma masraflarını geçmek koşulu ile satılacağı, alıcı çıkmadığı takdirde satış talebinin düşürüleceği, ihaleye katılmak isteyenlerden tahmin edilen kıymetin %20 oranında nakit veya teminat mektubunun isteneceği, aksi halde ihaleye dahil edilmeyecekleri ve satış şartnamesinin İcra dosyasından görülebileceği, masrafı verildiği takdirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği, fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarası ile müdürlüğümüze başvurmaları, teslim masrafları, ihale damga resmi ve %18 KDV’nin alıcıya ait olduğu ilan olunur. 22.09.2006 Lira Adet: 1 Cinsi (Mahiyeti ve önemli nitelikleri) 15.000.00 YTL. 07 V 4083 plaka sayılı 2000 Model, beyaz renkli, STD, HD Tipinde, Kapalı kasa Hyundai marka H.Kamyohet 20.000.00.YTL. 07 V 7446 plaka sayılı, 2004 model, Alp Beyaz renkte, 10DYSC3041678 Motor seri nolu, Partner vam 19002. HDI tip, Yan cam çift sür. Kap. kasa Peugeot marka kamyonet. 18.000.00.YTL. 07 V 1514 plaka sayılı 1997 model, Bej renkli, H350 tip, Ah.Kas.ST.Hyundaı marka kamyon. (Basın: 47250) KUMLUCA İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN Taşınırın Açık Arttırma İLANI TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 30 Eylül www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Ortaoyununun sergilendi 1 ği genellikle 2 oval biçimli alan. 2/ Mevki, 3 makam... Ula 4 şılmak istenen 5 hedef. 3/ Gümüş.. Binek 6 hayvanlarının 7 sırtındaki otur 8 malık. 4/ Bulgur, soğan, do 9 mates, biber gibi şey1 2 3 4 5 6 7 8 9 lerle yapılan ve çiğ ola 1 NO Z O F O B İ rak yenen bir yiyecek. 2 A V U L D EME 5/ El ve yüz hareketle3 K A L A K B A R riyle gösterme... Bir no4 K A N O F E L ta. 6/ Japonya’da 1192A K A R E T 1868 yılları arasında ba 5 A H U U badan oğula geçen as 6 R E Ş K O R A H İ M keri diktatörlük kuru 7 E M U mu... Hava ve gaz akım 8 P B O R İ N A ları oluşturmakta kul 9 H A R A Z A İ N lanılan aygıt. 7/ Kimi yemeklerin üzerine dökülen bir çeşit terbiye... Genelev işleten kadın. 8/ Bir soru sözü... ‘‘Göl sanırdık ne zama dalsak gözlerine’’ (F.N.Çamlıbel)... Satrançta bir taş. 9/ ‘‘Korkak, ürkek’’ anlamında yerel bir sözcük... Duvar içine yapılmış küçük ve kapaksız dolap. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kadınların genellikle başlarının arkasına taktıkları ek saç... Çıplak vücut resmi. 2/ Nazilerin politikasında Germen ırkından kimselere yakıştırılan ad... Kısa çorap. 3/ Soğuğun etkisiyle ya da bükülme sonucu bel bölgesinde beliren ağrı. 4/ Tarla sınırı... Bezekçilikte kullanılan yeşil ve pembe dalgalı bir çeşit sedef. 5/ Yemişlerin yenen bölümü. 6/ Pencere çerçevesi... Donuk renkli. 7/ Türlü bitkilerin yaprak ve kabuklarıyla kokulandırılmış acımtırak bir içki... Bir nota. 8/ Bir şeyde herhangi bir ayıp ya da kusur bulunmadığını bildirmek. 9/ İntikam... Ağzı geniş tek kulplu su kabı. CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle