27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 EYLÜL 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr ‘Ulusal onur’umuz ve evrensel ‘Sümerolog’umuz, türbanın tarihi yüzünden yargılanacak! 15 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Muazzez İlmiye Çığ’ımıza saygı itabında ‘türban’ın ilk kez Sümerler’de ‘genel kadınlar’ca kullanıldığını yazan Muazzez İlmiye Çığ ile yayıncı İsmet Öğütücü hakkında, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme ve aşağılama ile hakaret’ iddialarıyla dava açıldı. Yaklaşık 3 bin Sümer tabletinin anlamını tarih ve arkeoloji dünyasına kazandıran 92 yaşındaki Çığ ise diyor ki: ‘‘Bilimsel yazıyorum, yorum yapmıyorum. Bilgiler Prof. Schmöckle’nin kitabında da yer alıyor...’’ Buna rağmen ceza yasasının 216. ve 125. maddeleri uyarınca ‘hapsi’ istenebilen Çığ kimdir? ‘Yeterince tanımayan’lar için özetleyelim: URTULUŞ SAVAŞI’NDAKİ KIZ ÖĞRENCİ 1914’te Bursa’da doğmuş. İlkokulu, Kurtuluş Savaşı yıllarında ve kız çocuğu olmasına rağmen Çorum’da okumuş. 1926’da Bursa Kız Muallim Mektebi’ni kazanmış. 1940’ta Ankara’da DilTarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Hititoloji, Sümeroloji, arkeoloji eğitimini tamamladıktan sonra da İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde 33 yıl çalışmış. Müzenin depolarındaki çiviyazısı tabletler üzerinde yoğunlaşan Çığ diyor ki: ‘‘Örneğin biz, Cumhuriyete kadar evlenmeyi bilmezken binlerce yıl öncenin Sümer mahkemelerine ait evlenme ilanları bile vardı...’’ Bugün dünyada ‘bir tarih abidesi’ denilen ‘74 bin tabletlik çiviyazılı belgeler arşivi’ işte böylesine bir emektarlığın ürünü... Türkçenin yanı sıra diğer dillerde de insanlığa sunulması, erişilmez evrensel düzeyini de gösteriyor. ‘‘Sümer şiirini, efsanelerini, törenlerini, dinlerini, günlük yaşamlarını, hukuklarını, Bir Kez Daha: Omurgasız Aydınlar... İlk kez bir sohbetimiz sırasında İlhan Selçuk’un ağzından duymuştum: Omurgasız aydınlar. Bu nitelendirme, o günden bu yana belleğimden hiç silinmediği gibi, dolaylı ya da dolaysız, pek çok yazım için esin kaynağı, çıkış noktası oldu. Üstelik aradan geçen süre içerisinde aynı nitelendirme, düşüncelerimin potasında salt güzel bir benzetme olmanın sınırlarını aşıp, neredeyse bilimsel bir sınıflandırma için kullanılan ada dönüştü. Bunun başlıca nedeni, ortamımızda yaşanan politik olaylar ve aydın için takınılması gerekli tavır bağlamında, şöyle bir Hamlet sorusunun kendiliğinden ortaya çıkmasıydı: ‘‘Omurgalı mı olmak, yoksa omurgasız mı, asıl soru bu!’’ ??? Bilindiği gibi omurga, insan bedeninin ayakta ve dik durmasını sağlayan, başka deyişle insan bedenine duruşunu kazandıran kemik yapısıdır. Omurgadaki herhangi bir aksaklık, bedenin duruşunu bozar; bu aksaklığın ağırlığına göre, bedenin nasıl durduğu, dahası durabilip duramadığı, biraz sonra nasıl bir duruşa geçeceği anlaşılmayabilir. Öteki organlar ne kadar sağlıklı ve güçlü olursa olsun, bedene bedensel duruşu kazandıran omurganın işlevini yerine getirmemesi durumunda insan, duruşunu yitirir. İnsanın tinsel omurgası da bunun çok benzeri bir şeydir; beyin ne kadar bilgiyle beslenirse beslensin, bu bilgiler tinsel bir omurganın, yani yaşam karşısında, içinde bulunulan toplumsal ve bireysel koşullar bağlamında belli ve kararlı bir duruşun, düşünsel bir eksenin temeline yerleştirilmediğinde, tinsel omurgadaki aksaklıklar hemen ortaya çıkmaya başlar. Böyle durumlarda gerektiği gibi işlemeyen omurganın taşıyıcısının çevresindekiler, örneğin o kişinin onca bilgili, onca okumuş oluşuna karşın, kimi zaman öyle bir bilgi dağarcığından beklenmesi olanaksız bir biçimde nasıl eğilip bükülüverdiğini, nasıl kolaylıkla saf değiştirebildiğini, dahası, kendi düşünsel geçmişini yadsırcasına, nasıl değişim geçirdiğini, kendini nasıl ve ne ucuzluklar karşısında satma noktasına gelebildiğini görüp büyük şaşkınlıklar yaşayabilirler. ??? Kendini böyle şok düzeyindeki şaşkınlıklardan koruyabilmenin belki de birincil koşulu, bilgi zenginliği ile aydın kişi kavramını özdeşleştirmekte acele davranmamaktır; ‘bilen kişi’ nitelendirmesini kullanırken, bu kişi ile aynı zamanda ‘farkına varabilen’, ‘ayırt edebilen’ kişinin kast edilip edilmediğine dikkat etmektir. ‘Aydın’ karşılığında kullanılan ‘entelektüel’ sözcüğünün Latince aslı olan ‘intellegentia’, ‘bilebilme, kavrayabilme yetisi’ demektir. Başka deyişle, aydın olabilmenin temel koşulu, salt bilgi sahibi olabilmekle, bir tür mülkiyet gibi, bilgiyi bulundurmakla gerçekleşmez. Aydın, bilen, bilme aracılığıyla fark edebilen ve bu farkındalık doğrultusunda yaşamında bir duruş alabilen kişidir; ‘farkındalık’ konumuna karşın bu farkındalığa hiçbir sonuç bağlamayan, dahası, bu farkındalıktan doğal olarak kaynaklanan hiçbir yükümlülüğü üstlenmeyen, dolayısıyla her türlü politik tutumun ötesinde ve üzerinde(!) kalan, kalmayı yeğleyen, böyle bir tavrın gerekçesi olarak da sanatçılığını, yazarlığını, düşünürlüğünü, yansızlığını vb. gerekçe gösteren omurgasızlardan aydın değil, fakat ancak kaypak, dönek, düşünsel bağlamda ne idüğü belirsiz kişilikler çıkabilir. Düşünsel omurgadan yoksun, dolayısıyla da olmayan duruşlarıyla ancak duruşsuzluğun bayraktarlığını yapabilen sözde aydınlar karşısında, özellikle bizimkisi gibi, her alanda kahramanları hâlâ hastalıklı bir biçimde gereksinen toplumların çok dikkatli olmaları gerekir. Çünkü düşünsel duruşsuzluk, örnek alınabilecek değil, fakat ancak sürüngen yaradılışlı olanlara yakışabilecek bir durumdur! eposta: [email protected] [email protected] K lere hakaret var’’ dememiş. 1995’te yayımlanan ‘‘Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni’’ kitabında da çok daha ayrıntılı belgeleriyle yer aldığı halde dava açılmamış!.. Acaba şimdi ne değişti de aynı bilgilerin yargılanması gündeme geliverdi? Yanıtını kendisi bakın nasıl veriyor: ‘‘Hükümetin yaklaşımından kaynaklanıyor. İzmir’de bir avukat ihbarda bulunmuş. Bu çocukların kafaları maalesef bozuldu.’’ ’NİN ÖZGÜRLÜKÇÜLERİ NEREDELER? Böylesine bir ‘zamanlama’yla başlatılan mahkeme süreci için Hikmet Çetinkaya özetle şuna dikkat çekmişti; ‘‘Acaba bugüne kadar kaç yazar, kaç sanatçı, kaç aydın Çığ’ın yanında yer aldı?’’ Aynı günkü gazete yazısında Orhan Birgit de demişti ki: ‘‘Medya beş bin yıllık türban gerçeğini anımsatan bilim kadınının sanık sandalyesine oturtulmasına kılını kıpırdatmıyor.’’ (Cumhuriyet, 22 Eylül 2006) Çığ’a karşı bu aymazlığın nedenini ise Melih Aşık 19 Eylül 2006 tarihli Milliyet’te bakın nasıl vurgulamıştı: ‘‘Ülke aleyhine yazıp çizenlerin özgürlüğü konusunda pek hassas olan ‘aydın’lardan, Çığ için ne bir ses çıkıyor, ne bir nefes... Çünkü Muazzez Hanım cumhuriyetçi, laik, Atatürkçü.” İşte bu nedenlerle 1 Kasım’da mahkemeye çıkacak bir ‘bilge kahraman’ımızın ‘dava’ için söyledikleri de Sümer tabletleri kadar ders verici değil mi: ‘‘Aldırmıyorum; çünkü vatandaşlık vazifemi yapıyorum...’’ Evet... Ulusal onurumuz ve evrensel Sümeroloğumuz, türbanın tarihsel gerçeğini belgelediği için sorgulanıyor. Uygarlıkların birikimlerine asla vefasız olmayan insanlık tarihinin ise ‘suskun’ demokratlarımızı; hatta Çığ’ın Avrupa tarihini aydınlatmasına bile ‘kayıtsız’ kalan AB’cileri de bir gün mutlaka yargılayacağından o kadar eminiz ki... AB K ‘Son Sümer Kraliçesi’nin 90. yaş günü afişi (yanda). hatta mizahlarını yayımladıktan sonra yabancı araştırmacılar da Sümer dininden Tevrat’a giren birçok konuyu ortaya koyabildiler’’ diyen Çığ, şimdi ‘sanık’ sayılmasına neden olan, türbanın 5 bin yıllık geçmişini belgelediği ‘Kuran, İncil ve Tevrat’ın Sümerdeki Kökeni’ kitabıyla da uluslararası ününe ün kattı. 1972’de emekli olduktan sonra da 8 kitabına 5 kitap daha ekleyerek, yaşamını araştırma ve ‘aydınlatma’yla bütünleştirdiği için, İstanbul Üniversitesi 2000 yılındaki ‘fahri doktor’ unvanıyla böylesi bir bilim neferliğine teşekkür etti. Peki, Dr. Muazzez İlmiye Çığ’ı, bütün bu eşi bulunmaz birikimleri ve engin tarih sevdasıyla 90’lı yaşlarında ‘sanık’lığa yakıştırabilenler acaba neyi ‘sorgu’layacaklar? Dava konusu ‘Vatandaşlık Tepkilerim’ kitabının 163. sayfasına bakıyoruz: ‘‘Çoktanrılı olan Sümer dininde, özellikle büyük tanrıların mabetlerindeki isteyen kadınların kutsal görevlerinden biri de tanrının gelini olarak ‘genel kadın’lık yapmak. Diğer rahibelerden ayrılması için de başlarını örtmeleri gerekirdi...’’ İşte türbandaki bu tarihsel kökenin ilerleyen çağlardaki serüveni ise şöyleymiş: ‘‘Çok sonra İÖ 1600’lerdeki Asur kanunlarında evli ve dul kadınların da başlarını örtmesi şart koşularak, yasal seks yapan mabet fahişeleri gibi kabul edilmişler. Bu gelenek önce Yahudi kadınlarına, sonra da İslam kadınlarına uygulanmış.’’ Bütün bu bilgiler, 1997’de ‘Ütopya’ dergisinde yayımlandığı halde, kimse ‘‘başörtülü İFSAK 1. Uluslararası İstanbul Fotoğraf Bienali başladı Yalnızca siyah beyaz fotoğraf YILDIZ ÇELİK ünyaca ünlü fotoğraf sanatçılarının ve küratörlerin sergi ve tasarılarıyla katıldığı İFSAK 1. Uluslararası İstanbul Fotoğraf Bienali 15 Eylül’de başladı. 31 Ekim’e kadar sürecek olan Türkiye’nin bu ilk fotoğraf bienalindeki ilginç sergilerden biri de İnta Ruka’nın ‘Karşılaştığım İnsanlar’ başlıklı fotoğraf sergisi. Tarlabaşı Bulvarı’nda bulunan İstanbul Fotoğraf Merkezi sergi salonundaki sergi 11 Kasım’a kadar açık. 1937 model ama hâlâ çalışıyor dediği fotoğraf makinesini kullanan Letonyalı fotoğraf sanatçısı Ruka, her zaman siyah beyaz fotoğraf çekiyor ve digital fotoğraf makinesi kullanmıyor. Ruka, New York Nardis’te caz dolu bir hafta Kültür Servisi Nardis Jazz Club’ün dolu dolu caz programı devam ediyor. Bu akşam saat 21.30’da ‘Bilge Susar Band’ cazseverlerle buluşacak. Topluluk Bilge Susar, Önder Focan, Kamil Erdem ve Cem Aksel’den oluşuyor. Bilge Susar, 2005 yılında ‘Nardis Genç Vokal Yarışması’nın finalistlerindendi. 29 Eylül Cuma saat 22.00’de ise Özge Pınar, Şenova Ülker, Burak Bedikyan, Caner Kaptan ve Cem Aksel konser verecek. Nardis Jazz Club, 30 Eylül Cumartesi akşamı da ‘Standard A La Turk’u konuk edecek. Önder Focan’ın çok ilgi gören projesinde; Şenova Ülker, Erdal Akyol, Cem Aksel ve Önder Focan yer alıyor. 2 Ekim Pazartesi günü Okay Temiz ve ‘Oriental Wind’ Nardis Jazz Club’de konser verecek. Ülkemizin yetiştirdiği ve dünyada çok tanınan, davulcu ve perküsyoncumuz Okay Temiz ‘Oriental Wind’ projesini tekrar gündeme getirdi. İstanbul Caz Festivali’nde ve Brezilya’daki Akdeniz Festivali’nde bu D Modern Sanatlar Müzesi küratörü John Szarkowski’nin ‘Fotoğraf gözün, aklın ve içsel bakışın bir harmanıdır’ sözünü doğruluyor sanki: Modelini kompozisyonun içine serbestçe ve doğal olarak yerleştiriyor. Fotoğraftaki kişiler bulundukları ortamı tam olarak yansıtan ve kendine güvenen bir kişilik sergiliyor. Fotoğraflara baktığınızda kişilerin zayıflıkları, kusurları ve çaresizlikleri tam olarak gözlemleniyor. 1998 yılında ‘Hasselblad Foundation Hasselblad Vakfı’nın ödülünü kazanan sanatçının yapıtlarından bazıları Stockholm’da Royal Library’de, Münih’de ‘Fotomuseum München’de, California’da ‘Santa Barbara Museum of Art’da yer almakta. Okay Temiz İnta Ruka’nın sergilenen fotoğraflarından biri. topluluğuyla sahne alan sanatçımız, cazseverlere unutulmaz bir gece yaşatacak. Topluluk, Okay Temiz, Ahmet Özden, Çağdaş Oruç, Mahmut Yiğittürk, Önder Focan ve Sinan Öktem’den oluşuyor. ‘Şenay Lambaoğlu Band’ de 3 Ekim Salı akşamı müzikseverlerle buluşacak. Gece; Şenay Lambaoğlu, Nilüfer Verdi, Erdal Akyol ve Cem Aksel keyifli bir repertuvar seslendirecek. AMSTERDAM BIÇKINLARI YAŞANMIŞ İHANET CİNAYET KUMAR UYUŞTURUCU OLAYLARI HAMDİ ERİŞİCİ www.amsterdambickinlari.com Yazan: CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle