19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 EYLÜL 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 ŞENAL SARIHAN ŞİRİN TEKELİ Birlikte direnmede deneyim kazandık Ü lkemizde kadın hareketi, köklü bir geçmişin mirası üzerinde yükselmektedir. Tanzimat döneminde, Batılılaşma akımı, kadın hakları mücadelesinin de itici güçlerinden birini oluşturmuştur. Bu dönemde kadınların en önemli talebi, erkekler gibi eğitim hakkından yararlananabilmektir. Kadınlar, ancak eğitim hakkı ile yaşam içinde söz sahibi olabilecekleri, hakları için mücadele birliği sağlayabileceklerinin bilinci içindedirler. Aile yaşamından başlayarak, sosyal yaşam ve özellikle iş yaşamı içinde yer alabilmelerinin ilk adımı, eğitim ve öğretimde erkeklerle eşit koşullara sahip olabilmeleridir. Bu istem için verilen mücadelenin ilk somut ürünü, 1869 tarihli Maarif Nizamnamesi olmuştur. 6 10 yaşları arasındaki tüm kızlar için ilköğretim zorunluluğu getiren bu düzenleme, 1876 tarihli ilk Osmanlı Anayasası’nda kız erkek bütün çocukların ilköğrenimlerini zorunlu hale getirerek, kadınları, eğitim hakkı yönünden ilk köklü yasal güvenceye ulaştırmıştır. Bugün baktığımız yerden basit gibi görünebilecek bu kazanımlar, o günün koşulları içinde çok önemli başarılardır. Nitekim, eğitim hakkına ilişkin diğer kazanımlar, adım adım başarılabilmiş ve her mücadele, zorlu koşulların aşılması ile gerçekleşmiştir. Bilindiği gibi kızların yüksekokula gidebilmeleri, ancak, 1914 yıllarında gerçekleşebilmiştir. devrim hareketlerinden de etkilenmişlerdir. Halide Edip’in o dönem kadın hareketiyle ilgili şu cümleleri kadın hareketinin karakterini göstermek yönünden önemlidir: ‘‘Bir kadın evvela Osmanlı bir vatanperverdir... Vatanın hukuku, kadının hukukundan bin kat mühim ve muhteremdir.’’ 04.04.1914 tarihli Kadınlar Dünyası dergisinde yer alan şu cümle de kadın hareketinin amacını göstermek yönünden anlamlıdır: ‘‘Fransız inkılabını izleyen erkeklerimiz de pek iyi bilirler ki, en mühim rolleri kadınlar oynamıştır. Komünlere taraftar olan kadınların gördükleri işleri, gösterdikleri cesareti erkekler gösterememiştir. ‘Versailles’ askerlerine karşı boğaz boğaza savaşan kadınlar idi. Akıllara durgunluk verecek derecede olan cesaretleri inkâr edilemez... Bir millet için kadınları önemsememek kadar büyük bir hata olamaz.’’ 29.04.1913 tarihli Kadınlar Dünyası dergisinde Nezihe Muhiddin, kadınların çalışma yaşamına katılmalarına ilişkin öneriler sunarken dokuma tezgâhları kurulması önerisine destek olarak şu satırları yazar: ‘‘Medeni bir millet, diğer medeni devletlere kendini ezdirmemek, yutturmamak için savunma araçlarını güçlendirir. Bu araçlar çok ve çeşitlidir. En büyük kuvvet ekonomidir. Sanattır. İşçiliktir. Çarşılarımıza bakalım... Hep Avrupa malları ile süslenmiş değil mi?.. Avrupa’nın bu ekonomik boyunduruğundan bizi kim kurtaracak?’’ 1913 yılında kurulan Osmanlı Kadınları Müdafaai Hukuk Derneği’nin amaçlarından biri, kadınların dışarı çıkarken kullandıkları giysilerin düzeltilmesidir. Kadınlar, peçe ve çarşaftan kurtulmak istemektedirler. Dernek de yeni giysilerin iş gör Kadınların sesi barış çığlığı ana sorulan soruyu çok iyi anlamış olmayabilirim. Soru, son İsrailLübnan savaşında henüz ateşkes imzalanmadan sorulduğu için, bir feminist olarak bu bağlamda ne düşündüğümün merak edildiğini varsaydım. Ben, kendimi, ideolojik planda feminist, savaş karşıtı, enternasyonalist (milliyetçilik karşıtı) antimilitarist, radikaldemokrat olarak tanımlıyorum. Feminizm tartışmalarında kadınların savaş karşıtlığı önemli yer tutar. Kimi feministler, kadınların ‘‘doğaları’’ yani doğurganlıkları nedeniyle barışçıl olduğunu düşünmüştür. Ben bu görüşte değilim. Özcülüğe, doğalcılığa inanmam. Buna karşılık, tarihi tecrübenin kadınları savaş karşıtı yapmaya yetecek bir kültürel birikim sağladığı kanısındayım. İstisnalar daima vardır yakın dönemde Mrs. Thatcher, Golda Meir, İndira Gandhi, Tansu Çiller, savaş kararı alan kadın politikacılar olarak tarihe geçtiler ancak, savaşların uzun tarihini düşünürseniz, savaş yanlısı kadınların istisna olduklarını da görürsünüz. B İğneyle kuyu kazar gibi... Bosna’da kadın olmak... Günümüzün kuralsız düzeninin kuralsız savaşlarında, yukardan emperyal askeri gücün en üstün silahları ile bombardımanla başlayan işgaller, devlet terörü uygulamalarında kurbanlar silahlı askeri güçten çok sivil halk olunca, savaşlardan çocuk ve kadınlara düşen pay çok boyutlu katlanıyor. Aşağıda, yüz yüze çatışmalarda, erkeklerin çaresizliğinin, en ilkel güç gösterilerinin yansımaları; işkence ötesinde cinsel güdülerle beslendiğinde, Bosnalı kadınların sistemli tecavüze uğramaları benzeri dehşet sonuçları doğuruyor.. Lale Devri... Tanzimat dönemi, basında kadın haklarından söz edilmeye başlandığı bir dönemdir. Ancak, kendi sorunlarını, kadınların bizzat gazete ve dergilerde yazabilmeleri, 1868’lerde mümkün olabilecektir. Bu yıllarda yayımlanan ‘Terakki’ gazetesi, imzasız kadın mektupları yayımlayarak kadın sorunlarını ilk kez doğrudan, kadın kalemi ile okuyuculara ulaştırmıştır. Bu mektuplarda kadınlar, eğitim, çalışma ve diğer alanlardaki yasal haklardan eşitçe yararlanma istemlerini dile getirmekte ve çok karılılıktan yakınmaktadırlar. İmzalı kadın istemlerini taşıyan ilk yayın, 1883 yılında yayın yaşamına başlayan Şüküfezar’dır. Bu dergiyi, 1895’te Hanımlara Mahsus Gazete izleyecektir. Bu yayınlarda yer alan yazıların şehirli kadın yazarları, özellikle iş yaşamı içinde yer alma, erkeklerle birlikte çalışabilme isteminde yoğunlaştırmışlardır. Anadolu köylerinde kadınların iş yaşamında eşitlik gibi bir istemi yoktur. Onlar, zaten tarlalarda, bahçelerde erkekle bir aradadırlar. Eğitim onlar için de çok önemli bir gereksinim iken çalışma birlikteliği ve giyim kuşam sorunları gibi sorunları bulunmamaktadır. Kadın hareketinin ‘Lale Devri’ 1908’li yıllardır. 2. Meşrutiyet, Batı’da gelişen kadın mücadelesinden ve ülkede yaşanan özgürlük ortamından etkilenen kadınların cesur adımları ile en yüksek düzeye çıkacaktır. Kadınlar, eğitim hakkından tam olarak yararlanmak, çalışma hakkına kavuşmak, kamusal yaşama katılmak, çok karılılıktan kurtulmak, ‘boş ol’ sözü ile boşanmış sayılmamak istiyorlardı. Bu tarihe dek gazetelerde, ancak bir köşeye sahip olmakla yetinen kadınlar bu dönemde dergiler, hatta günlük gazeteler çıkarmaya başladılar. Gazetelerde, kadın sayfaları yayımladılar. Dernekler kurdular. Güçlerini birleştirmenin ve örgütlü mücadelenin ilk deneyimlerini yaşadılar. Bu dönemin önemli isimleri, Halide Edip, Nezihe Muhiddin, Öğretmen Nakiye Hanım’dır. Ulusal Devrim etkiledi Kadın hareketinin önderleri olarak saydığımız bu isimler, bizim belleğimizde öncelikle kurtuluş mücadelesinin önderi kadınlar olarak yer almışlardır. Oysa, bu kadınlar aydınlanma hareketinin bir sonucu olarak kadın hakları mücadelesinde yer alırken bu mücadeleyi üzerinde yükseltebilecekleri, bağımsız bir vatan ülküsünü de baş erek olarak kavramış durumdadırlar. Bu nedenle kadın hakları mücadelesinin önder isimleri, Balkan Savaşları, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşımızın da önemli isimleridir. Bütün bu süreç içinde, kadın hareketinin eşitlik mücadelesi, ulusal bağımsızlık mücadelesiyle buluşan ve kendisini bu mücadele içinde geliştiren bir hareket olmuştur. Cumhuriyet’in ilanından sonra gerçekleşen Cumhuriyet devrimlerinin kadınlara özel kazanımlar getirmiş olmasının temel nedeni, kadının kendi sorunlarını, ulusal sorunlarla ve ülkenin bağımsızlığı mücadelesiyle özdeş kılmış olmasındandır. Mahmut Esat Bozkurt tarafından kaleme alınmış olan Medeni Yasa’nın gerekçesi, laiklik sorunuyla kadın sorununun ne denli ilişkili olduğunun, aynı zamanda da kadın yurttaşların Cumhuriyetin inşasındaki önemli katkılarının somut bir belgesi niteliğindedir. Türk kadın hareketinin temel niteliği, yurtsever oluşudur. Kadınlar, o dönemdeki Batı’nın salt kadın hareketlerinden değil, aynı zamanda ulusal Geçenlerde Günter Grass’a bir soru sorulmuştu: ‘Yazarın savaş karşısındaki tutumu nedir’ diye. İşaret ettiği nokta bana ilginç geldi. ‘Yakın dönemde savaşın olmadığı bir zaman aralığı olmadığı için, yazarın savaşsız bir dünyaya göre tavır belirlemesi mümkün değildir’ diyordu Grass. Bu doğru bir saptamadır. Geçen yüzyıla damgasını vuran iki kanlı dünya savaşı ve nükleer savaş tehdidi altında yaşanan otuz yıllık soğuk savaşın yanı sıra, dünyanın her yanında irili ufaklı yüzlerce milliyetçi, etnik, dinci çatışma oldu. Modern in işgal ettiği ülkelerin kadınlarına uyguladığı ve hesabı yeni yeni görülmeye başlayan tecavüzlerden geçerek...) birçok savaşta kadın bedeni savaşçı erkekler için stratejik bir saldırı hedefi oldu. Savaşın ahlaki kurallara bağlanmaya çalışıldığı modern dönemde (on dokuzuncu yüzyıl sonrası) kadınlar cepheye gönderilmediler belki ama, cephe gerisinde savaşlara en yüksek insani bedeli ödeyen kitleyi onlar oluşturdu. Ev dışında çalışmalarının uygun görülmediği yıllarda kadınlara silah fabrikalarında iş verildi. Savaş bitince de ‘‘Haydi artık evinize! Erkeklere iş lazım’’ denildi. İşgal altındaki, bombalanan şehirleri yaşatmak, geride kalan yaşlıları, çocukları korumak, beslemek, yaralılara bakmak, bombalanan şehirleri savunmak, sonra da yıkıntılardan yeni hayatlar yaratmak, hep kadınlara düşen sorumluluklardı. Ama, bütün bunlar için kadınlara teşekkür edilmedi. Hatta, direnme ya da savunma mücadelelerinde kadınların gösterdikleri olağanüstü çabalar, savaş biter bitmez unutuldu. Tarihe bile geçmedi. Koloniciliğe karşı verilen ulusal bağımsızlık savaşlarında olduğu gibi... Bu eski defterler yeni yeni açılıyor. Ve ne ilginçtir ki, bu unutturulan tarihi gün ışığına çıkarmak kadın tarihçilere düşüyor. Tarihi bir yana bırakıp bugüne gelirsek; kısaca söylemek istediğim şu: Müzminleşmiş çağdaş savaşların hepsinde kim barıştan yana derseniz, kadınları bulursunuz. İrili ufaklı kadın networkleri, iğneyle kuyu kazar gibi barış için çalışmaktadır. Yaptıkları görünür değildir; medya onlarla ilgilenmez. Ama, kadınlar oradadır. Kırk yıl süren Kuzey İrlanda savaşında son yıllarda etkili olan barış inisiyatifi Katolik ve Protestan kadın örgütleri tarafından başlatıldı. Konu, birkaç güzel sinema filminde de işlendi. Barış girişimleri kadınlardan... Türkiye’de, Kardak krizinin, çok kısa süre sonra Winpeace’i, Türkiye ve Yunanistan Kadınları Barış Girişimi’ni, harekete geçirdiğini kaç kişi bilir? Oysa, iki ülkenin kadınları, 1997’nin ilk günlerinde bu saçma savaşa karşı çıkmak için bir araya geldiler; Türkiye tarafından Zeynep Oral’ın, Yunanistan tarafından Margarita Papandreou’nun öncülüğünde savaşa karşı barış kültürünün inşa edilmesinin, uzun soluklu bir mücadele gerektirdiğini kavradılar ve kolları sıvadılar. Agroturizm, gençlik kampları, iki ülke edebiyatının öbür dile çevrilmesi, okul kitaplarından düşmanlık yayan önyargıların ayıklanması amaçlı somut projeler başlattılar. Yarım yüzyıldan fazla bir süredir devam eden Filistin/İsrail çatışmasında da kadınların barış girişimi, savaşın alternatiflerini ortaya koydu. Aynı topraklarda yaşayagelen halkların orada yan yana, bir arada ve eşit koşullarda yaşama haklarının karşılıklı olarak tanınması ilkesini en başta kadınlar geliştirdi. Karşılıklı diyaloğa girdiler. Zira, diyalogsuz, karşıdakini dinlemeden, anlamadan, her iki tarafın haklı taleplerini kabul etmeden barış sağlamak mümkün değil. İsrail, 1948’den beri uluslararası topluluğun yaşama hakkını tanıdığı bir devlet. Kadın gözüyle... İran’ın halihazır cumhurbaşkanının ya da Hizbullah veya Hamas’ın İsrail’in varlığını yok saymak için giriştikleri saldırılar kabul edilemez. Aynı şekilde, 1948 BM kararıyla öngörülen, bunca zamandır İsrail’in yürüttüğü savaş politikasıyla baltalanan Filistin devletinin kurulması da engellenemez. Oslo anlaşmalarıyla gündeme girmiş olan iki devletli barış çözümü kaçınılmazdır. Artık geciktirilemez. Geçen günlerde eski Alman Dışişleri Bakanı Joschka Fisher’in önerdiği gibi, Ortadoğu barışı için (aslında Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin hepsinin katılması gereken) uluslararası bir konferans toplanmasının tam zamanıdır. Her iki taraftan kadınlar, yarım yüzyıldır süren savaşların acısını en fazla duyan kişiler oldukları için barıştan yana tavır alacaklardır. Bundan en ufak bir kuşkum yok. Bu acıları en iyi, günlük gazetelerde çıkan fotoğraflardan ya da ne kadar duyarlı olurlarla olsunlar ‘‘haber’’in güncel çekiciliğinden kendilerini kurtaramayan gazetecilerden çok, insanlığın vicdanı olan edebiyatçılar yansıtıyorlar. Ben, Ortadoğu savaşının kadın gözüyle nasıl görüldüğünü anlamak için J.M. G.’yle Clezio’ya kulak vermeyi öneriyorum. Türkçeye de çevrilmiş Göçmen Yıldız (Can Yayınları, 1996) romanında anlatılan, 1943’te Yahudi olduğu için Fransa’nın İtalya’ya yakın bir dağ köyüne sığınmış ve hayatta kalabilmek için tek seçeneği İsrail’e göç etmek olan Ester ile, İsrail’in 1948’den sonra topraklarını işgal ettiği için göçe zorladığı Filistinli Nejma’nın, birbirlerinin acısını derinden anladığı karşılaşma anı üzerine kurulu paralel öykülerini okumanızı isterdim. Kitap, barışı bu iki kadının neden herkesten fazla istediğini anlamanıza yardım edecek. Her şey iki taraftan iki kadınla başlıyor. O kadınları dinleyen başka kadınların sesi koroya katılıyor, katılacak. Kadınların sesini dinleyin, bunun barış çığlığı olduğunu duyacaksınız. meye uygun ve sade olmasını önermektedir. Yukarıda da değindiğimiz gibi, doğal olarak anılan dönemde de giyim konusunda sorunları olanlar, köylü kadınlar değildir. Köy kadını, üretimin zaten içindedir ve kapalı olmayan, iş tutmaya uygun bir kıyafete sahiptir. Kadınların sorunları, yasal planda Cumhuriyet Devrimleri ve bu devrimlerin temeli olan yasalarla çözülmüştür. Ancak, yasaların yaşamın bir parçası olması uzun süre almıştır. Ayrıca Medeni Yasa’nın gerekçesinde de ifade edildiği gibi, 1923 sonrası çıkarılmış olan yasaların da ilerleyen çağa uygun olması için mücadele sürdürülmüştür. 1998 tarihli Ailenin Korunması Yasası, 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe girmiş olan Medeni Yasa ve nihayet 01.06.2005 günü yürürlüğe giren TCY, kadınların eşitlik istemlerini karşılayan ciddi düzenlemeleri içerdi. Anayasanın 10 ve 41. maddeleri, kadınerkek eşitliği konusunda temel değişikliklere uğradı. Kadınlar, yasal plandaki bu önemli kazanımları, bizzat kendi örgütlü mücadeleleri ile elde ettiler. Son dönemde Avrupa Birliği’ne girme çabalarının da bu düzenlemelerin kabulünde etkili olduğu söyleniyorsa da bu sav, gerçeği ifade etmiyor. 1998’li yıllardan başlayarak kadınlar, istemleri doğrultusunda birlikte çalışmak ve direnmek konusunda önemli deneyimler kazandılar. Yarın: Kadın hareketinin kazanımları Yan yana, ayrı dünyalarda... san savaşsız bir dünyayı tanımıyor, bilmiyor. Yakın dönemle ilgili bu gözlemi, uzun dö1980’ler sonrası 12 Eylül’ün de katkıları ile, dünya genemli tarih için de tekrarlayabiliriz. Antropolişmelerine paralel, çoğu ülkeden daha bir dinamik günlogların bize söylediğine göre, savaş, insandeme gelen kadın hakları savaşımı, örgütlülüğü bir yanlığın, neolitikte icat ettiği bir felaket. Yani 10 dan kadın haklarında önemli kazanımlara aracı oldu. bin yıldır savaşlar sürmüş. Diğer yandan da tüm siyasal, toplumsal örgütlenmeNeolitik, aynı zamanda erkek egemenliğilerin kadın dinamiğinden yararlanmak üzere kadını nin ortaya çıktığı ve kendini toplumlara daöne çıkarmalarını gündeme getirdi. Ancak örgütlenyattığı dönem. Buna karşılık, paleolitikte, yamelerin kendilerini kadın üzerinden ifade etmeleri, kani insanlığın neolitikten 10 kat daha uzun südın gücünden yararlanmaları, kadınların örgütlenren hayat evresinde ki bu aynı zamanda kameler içinde ağırlık kazanmalarını getirmedi. Kadındınların erkek egemenliğine tabi olmadıklalar barış eylemleri de dahil, her yerde ön saflarda yer rı, tersine, toplumda erkeklerle neredeyse eşit alırlarken, yönetimde hatta, vitrinde bile yoklar. ve saygın konumda yer aldıkları bir evreydi insanlık savaşı bilmiyordu. Paleolitikten kalma mezarlarda yapılan kazılarda araştırmacılar savaşa işaret eden hiçbir yaralama, kıyım izine rastlamadılar. Neolitikle birlikte, kadınlar yenik düştü; erkekler mülkiyeti, iktidarı, savaş ve ölüm kararını verme tekelini ele geçirdiler. O dönemden bu yana, kadınlar, cephe savaşlarında savaşmadılar ama, zaman içinde değişen savaş teknolojileri ne olursa olsun, savaşın birinci kurbanı daima onlar oldu. Antikçağlardan yirminci yüzyıl sonuna kadar yapılan pek çok savaşta kadınlar, doğrudan bir savaş ganimeti olarak görüldüler; bedenlerine, galiplerin soyunu üretecek bir araç olarak el konuldu. Cumhuriyet kazanımları, devrimler, laiklik sayesinde Türkiye’de çağdaş yaşaRoma’nın kuruluş efsanesindemı yakalayan kadınlar, kimi şeriatın baskıcı uygulamalarından kurtulmaya çaki savaş esiri Sabina’lardan, yirlışan Müslüman ülkeler için de örnek, umut oluşturdular. Gelin görün ki, küreselleşmenin, zengin yoksul uçurumu, kültürlerdinlerırklarmezhepler çaminci yüzyılın son Avrupa savaştışması olarak pazarlanınca olanlar oldu. Ötekilerbiz cepheleşmesi, kadın üzelarında Sırp askerlerinin tecarinden, hele de kadının yaşam biçimi, giysisinden yürütülür olunca.. Türkiye, vüzüne uğrayan Bosnalı kadınTunus.... sahilinden çekilebilecek yukarıdaki fotoğraf karesindeki gibi, yan yalara kadar (İkinci Dünya Savaşı na kadınların yaşamları arasındaki uçurumu yansıtacak boyutlar kazandı. sırasında Japon militarizminin Barış eylemlerinde hep önde Yarın: Gönül Dinçer İsrail’de kadın barışçı olmak CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle