19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 EYLÜL 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Kitap, insanı doğru yürütüyor! Hele bir de, kitabı başınızın dışında değil, içinde taşırsanız... 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Hayatta doğru yürümek!.. Yavru kargalar gibi koşuşurduk okuldan evlerimize, her cumartesi günü... O yıllarda, cumartesileri yarım gün okul vardı. Apartman kapısının girişinde beni bekleyen annem, siyah önlüğümü çıkarır, bir torbaya koyar ve giriş katında oturan itfaiyeci Mahmut Amca’nın karısına verirdi... Gelmiyor bir türlü o kadının adı aklıma! Halbuki Mahmut Amca’nın adını bir kez olsun unutmuş değilim. Ne de olsa, ateşlerin içine korkusuzca dalan, çocukları saçları tutuşmadan kurtaran bir kahramandı o... Üçüncü kattaki evimize çıkacak kadar zamanımız yoktu. Annem hızlı adımlarla, ben yanında koşarak yokuş aşağı iner, kentin en canlı caddesine ulaşırdık. Annemin adımlarındaki hız biraz kesilirdi orada, ben de rahat ederdim. Evet, yetişmemiz gereken bir yer vardı: Kadınlar matinesi!.. Saray Sineması’nın sahibi, filmin başlangıcını çocukları okula giden kadınlar yetişsin diye uygun bir saate koymuştu ama, sen gel de bunu benim anneme anlat! O, ille de salonun tam ortasındaki koltuğa oturmak isterdi. Neymiş, film oradan çok güzel seyrediliyormuş. Tüm acelemiz, telaşımız bunun içindi. Bu arada, hastanede çalışan anneannemin getirdiği boş serum şişelerinden biri mutlaka annemin çantasında olurdu. Çünkü, kadınlar matinesinde sinema salonunun tüm koltukları satılır, koridorlara da seyyar sandalyeler konulurdu. Bunun, annenin çantasındaki boş serum şişesiyle ne ilgisi var, demeyin!? Böylesi bir sinema salonunun tam ortasında oturan kadının küçük oğlu tuvalete gitmek isterse ve elinde Hz. Musa’nın Kızıldeniz’in sularını ikiye ayıran değneği yoksa, yapacağı tek şey çantasında boş serum şişesi taşımaktır! Serum şişesi eve bir kez dolu döndü... Ve hiç unutmam, (unutamam!) o an beyazperdede başrol oyuncusu kadın ile erkek ayrılmak üzereydiler; salondaki tüm kadınların mendilleri gözyaşlarıyla ıslanıyordu. Zamanlamam mükemmeldi anlayacağınız! Hıçkırık sesleri arasında bir parmak kalınlığında doldurduk şişeyi!.. Bir Utanç Daha: Muazzez İlmiye Çığ Davası Beni kendime getiren, iki gün önce Orhan Birgit’in Cumhuriyet’teki yazısı oldu. ‘Elif Şafak Davası’ başlıklı yazısında, hızlı beraat kararı veren yargıcı kutladıktan sonra, 301. maddeyi irdeliyor, kamuoyunun haklı duyarlığını övüyor, sonra Muazzez İlmiye Çığ için açılan davayı gündeme getiriyor ve ‘Ya 301 dışındaki maddeler? Mesela 216 ve 218?’ diye soruyordu... Birden içime bir bıçak saplandı. Muazzez İlmiye Çığ’a karşı açılan utanç verici dava üzerinde tek satır yazmamış olmanın ayıbıyla tutuştum. Muazzez İlmiye Çığ, (doğumu 1914) ülkemizin en verimli bilim kadını. Bugüne dek yazdığı 13 kitap ve sayısız makale, incelemeyle, Sümer ve Hitit uygarlıklarına ışık tuttu. Çiviyazılı belgeler arşivinin oluşmasında payı çok büyük. Tabletlerdeki yazıları kitaplara dökerek uluslararası bilim dünyasına bunları sundu. Dünya çapında ünü, belki de bizdekinden çok daha büyük oldu. Arkeoloji Müzesi’nden emekli olduktan sonra da çalışmalarını sürdürdü. Bu eşsiz Sümerolog, bilimsel çalışmaları kadar, popüler eserleriyle de bilimle yaşam arasında sımsıkı bir bağ oluşturdu. Muazzez İlmiye Çığ, 92 yaşında. Geçen yıl yazdığı ‘Vatandaşlık Tepkilerim’ adlı kitabı Kaynak Yayınları’ndan çıktı. Bu kitapta kimi söyledikleri birilerini fena halde sinirlendirmiş olmalı ki, önce şikâyet, ardından dava geldi. Çığ ve kitabın yayıncısı İsmet Öğütçü’yü şikâyet eden, İzmir Barosu avukatlarından Yusuf Akın... Bana gülünç gelen şikâyet, itibar gördü ve Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Ceza Yasası’nın 125. ve 216. Maddeleri gereği dava açıldı. Çığ ve Öğütçü’nün 9 aydan 1 yıla kadar hapsi isteniyor. TCK’nin 125. maddesi, ‘kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlere hakaret’i içeriyor. TCK’nin 216. maddesi ise ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama’yı... Şimdi, Muazzez Çığ’ın, bu ‘suç’ları nasıl işlediğini merak ediyorsanız, işte orası daha da gülünç: Kitabında yazar, başörtüsünün ilk olarak Sümerler’de genelev kadınları tarafından kullanıldığını yazmış, başörtüsünün kökenlerine inmiş... Üstelik ‘‘Bunu ben değil, tarih söylüyor’’ diye de açıklıyor. 5000 yıl öncesinin, çok tanrılı Sümerler’inde bile başörtülü kadınların ‘namusu’ndan kendine vazife çıkaran dini bütün bir erkek, bu işte, günümüz türbanına ‘kutsal değerlere hakaret’ görmüş, kendine yönelik ‘tahrik, aşağılama’ hissetmiş olacak ki, basmış şikâyeti! Ardından dava! ??? Tamam.. 301. maddeyi değiştirmek, afakilikten kurtarmak için uğraşalım. Ama daha yüzlerce madde var. Bu abuk sabukluklara daha ne kadar tahammül edeceğiz? Türkiye’nin bu davalardan hem içte hem dış dünyada gördüğü zarardan nasıl kurtulacağız? Elif Şafak, Muazzez İlmiye Çığ, Hırant Dink, Orhan Pamuk ve daha nice yazara, gazeteciye açılan her davanın sadece Türkiye’yi ve bu güzelim ülkenin insanlarını yıprattığını; baskı, şiddet ve çağdışılık dişlileri arasında ezip yok ettiğini nasıl kavrayacağız? Elif Şafak beraatine sevincim, ya bundan sonra, şimdi hangi davayla kahrolacağız, rezil olacağız (en başta da kendimize rezil olacağız!); ülkemizi milletimizi hangi davayla yeniden küçük düşüreceğiz vb. gibi sorularla deliniyor günlerdir. Bilmez değilim. Önce kafalar değişmeli. Zihniyet değişmeli. Ama o güne kadar düşünce özgürlüğünü ‘görecelikten’ kurtarmak için yasalarda düzenleme yapmak kaçınılmaz. Her ‘tahrik’ olan, kendini her aşağılanmış hisseden, olur olmaz şikâyet edecekse, bize sağduyulu savcılar, yargıçlar gerek. Her mahkemede, her duruşmada bir linç tehdidi yaşanacaksa daha da çok gerek. Umarım, bilim kadını Çığ’a açılan dava da, ‘suç unsuru oluşmadığı’ için, savunma bile beklenmeden beraatla sonuçlanır. Elif Şafak ve tüm ailesine geçmiş olsun diyor, bebeğini kutluyorum. Düşüncenin, düşüncesini ifade etmenin, yazmanın, roman yazmanın, yaşamanın, bunca zor, bunca acımasız, bunca hoyrat, bunca şiddet sarmalında olmadığı bir ortamda yaratıcılığını sürdürmesini diliyorum. [email protected] Faks: 0212.257 16 50 Alınan ders... O filmlerde, köyden kente bir kız gelirdi. Bu, Zeynep Değirmencioğlu’ydu elbette. Köylü kız, kentli gençlerin alay konusu olurdu. Onu diskoya götürür, dans etmeyi bilmemesiyle dalga geçerlerdi... Bereket versin yaşlı, babacan bir adam vardı Türk filmlerinde; bu da genellikle Hulusi Kentmen olurdu. Hulusi Baba, köyden gelen kıza öğ retmenler tutardı. Bunlar dans dersi, piyano dersi ve çatal bıçak nasıl tutulur dersi verirlerdi. Bir bakıyorsunuz, köylü kız mini etek giymiş en çılgın dansları ustalıkla yapıyor... Bir bakıyorsunuz, Zeynep Değirmencioğlu’nun parmakları piyanonun tuşlarında geziyor... Bir bakıyorsunuz, sofraya konulan bıçakları, çatalları bir cerrah gibi kullanmayı beceriyor... Filme ara verip bir anımızı anlatalım: Şiirlerimi daktiloda yazmaya yeni başladığım 1980’li yılların başlarıydı... Bir iş için köyümüzden İstanbul’a gelen bir aile konuğumuz olmuştu... Ailenin yedi yaşındaki oğlu çalışma odama girmiş, daktilonun tuşlarında gezinen parmaklarımı hayranlıkla seyrediyordu... Derken, içini çekerek şunları söylemişti: ‘‘Ne güzel çalaysun, benim babam da kemençe çalay!..’’ Oldu olacak, bir de şiirimizi koyalım bu yazının içine: Tutuklansa yurdumdaki böceklerin hepsi diğerlerinden ayrı bir hücreye konur kitap güvesi Dönelim filmimize: ...Ve tabii, bir de düzgün yürütme öğretmeni vardı, o filmlerde... Efendim, lafı bu sahneye getirmemin nedeni, Zeynep Değirmencioğlu’nun düzgün yürütme öğretmeninden aldığı derstir! Köylü kız, başında taşıdığı kitabı düşürmeden yürümek için son derece düzgün, dengeli adımlar atma gayretindedir... İşte ben, daha yedi yaşında, o sahneyi gördüğümde anladım... Anladım ki, kitap, insanı doğru yürütüyor! Hele bir de, kitabı başınızın dışında değil, içinde taşırsanız... Çakırhan’a ‘gönül borcu’ ödülü ÖZCAN ÖZGÜR İZMİR Diplomalı mimarlar, Dünya Ağahan Mimarlık Ödülü sahibi, Nâzım Hikmet’in yoldaşı, Halet Çambel’in eşi Nail Çakırhan’a ‘‘gönül borcu’’ ödülü verdi. Rahatsızlığı nedeniyle İstanbul’da olan Çakırhan’ın ödülünü, gazetemiz yazarı Oktay Ekinci aldı. Mimarlar Odası Muğla Şubesi, Akyaka Kültür ve Sanat Derneği ile Akyaka Belediyesi’nin ev sahipliğinde, ‘‘Gelenekten Çağdaşa Anadolu Mimarisi’’ başlıklı 1. Akyaka Kültür Rahatsızlığı nedeniyle İstanbul’da olan Çakırhan’ın ödülünü Oktay Ekinci aldı. Etkinliği önceki gün gerçekleştirildi. Akyaka Belediye Başkanı Ahmet Çalca, çalışmanın, Nail Çakırhan’a bir ‘‘gönül borcu’’nun ödenmesi adına düzenlendiğini belirtti. ‘‘En Bakımlı Bahçe’’ ve ‘‘En Bakımlı Ev’’ ödüllerinin de verildiği etkinlik kapsamında düzenlenen sergilerin açılışını yapan Muğla Valisi Temel Koçaklar, ‘‘Akyakalılar, Akyaka’ya yaraşır bir etkinlik gerçekleştirdiler. Dilerim bu etkinlik kısa zamanda uluslararası bir kimlik kazanır’’ dedi. Gazeteciyazar Prof. Şadan Gökovalı’nın yönettiği ‘‘Mimarlık Sempozyumu’’nda gazeteciyazar Ünal Türkeş, Mimarlar Odası Başkanı Olcay Arıkan ve Muğla’nın ilk mimarı Akyaka Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Ayser Noyan, geçmişten günümüze Akyaka’yı anlattılar ve bölgeyi koruma sözü verdiler. CUMHURBAŞKANI’NA AÇIK MEKTUP (2) Üniversite yönetiminin hukuk dışı tutumu sürmektedir. Öğretim üyeliği ve özlük haklarım engellenmektedir. 16.04.2006’da bu köşede yer alan “Akademik Çığlıktan” bu yana bir gelişme olmamıştır. Durumu yüce makamınıza saygı ile arz ederim. Prof. Dr. Nadir Paksoy Sitopatolog, Serbest Hekim İzmitKocaeli İSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI 24 EYLÜL 2006 PAZAR Saat: 11:00 14:30 Ulusal Bağımsızlık ve Aydınlarımız konulu konferansta Sayın Eğitimci Yazarımız ÖNER YAĞCI ile buluşuyoruz. SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ Yer: Aden Otel Rıhtım Cad. Kadıköy İstanbul İletişim Yer ayırma: 0 535 636 59 11 0532 550 89 37 LÜTFEN YERİNİZİ AYIRTINIZ Ayrılan yerler 24 Eylül saat 11’e kadar saklanır. Açık büfe kahvaltı ederi: 15.00.YTL. www.cumok.org eposta: istanbul?cumok.org CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle