19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 EYLÜL 2006 CUMA 6 HABERLER Öğretmenlerden, Talim ve Terbiye Kurulu’nun yetkilerinin tırpanlanmasına tepki BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Y etki devrine karşı eylem Çölaşan, Danıştay’ın 95 üyesinin salt çoğunluğuyla seçildi. (AA) Latife Hanım, Bir Unutulmuş... Tarihler, unutulmazların bahçesidir; unutulmuşların da mezarlığı. Kahramanlar, ulusların belleğinde ilk günden yerlerini alırlar; onların dışında olanlara pek titizlik gösterilmez. Bereket, dürüst tarihçiler, unutulmuş, hatta unutturulmuşların farkına varıp onlara da unutulmazlar bahçesinin kapılarını açarak önlerinde eğilirler. Dürüst tarihçiler azdır, ama hep vardır ve giderek tarih unutmaz. Son birkaç aydır, Latife Hanım üstüne bir kitap vesilesiyle bu gerçeği yaşıyoruz. Bu vesileyi kalemine borçlu olduğumuz da, İpek Çalışlar: Saygın bir gazetecinin yaptığı çalışma karşısında hayranlık duymamak imkânsız. Doğan Kitapçılık’tan çıkan 500 sayfalık kitap, bir tarihçi ciddiliğiyle yaratılmış olan eser, çok yönden yakın tarihimize bir katkı niteliğindedir. Özellikle hangi yönlerden? ? Latife Hanım, Mustafa Kemal’in eşiydi. Bu evlilik, başta iki özelliği taşıyor: Önce, iki yaşamın birleşmesi, tarihimizin olağanüstü bir dönemine rastlıyor: Zaferle biten bir Kurtuluş Savaşı’nın ertesinde Cumhuriyet de ilan edilecek üzeredir; evliliğin ilk yılı, Cumhuriyet’in de ilk yılı oluyor. Dünya evine giren damadımızı anlatmaya gerek yok. Gelinimiz de, İzmir’de saygın bir burjuva ailenin seçkin ve aydın kızı! Birkaç dil biliyor; daha da önemli olanı, çağdaş dünyanın fikir ve idealleriyle dolu kafası. En başta da şu: ‘‘Jön Türk hareketi yalnızca erkekleri siyasî kölelikten kurtarmanın değil, kadınları da sosyal kölelikten kurtarmanın mücadelesini başlatmadıkça yanlış bir hareket olarak kalmaya mahkumdur.’’ Bir devrime başlayacak olan Mustafa Kemal, eşinde herhalde bunları da arıyordu. Eşi de, daha ilk günden gözleri doldurur. Gazetelerde, ‘‘Türkiye’deki değişime haber olarak bakılıyordu’’: Aranan bulunmuştur. Daha nikâh günü, ‘‘haremselamlık’’ geleneği yıkılır; sonra Çankaya’da kaçgöç kırılır ve ulusal ve uluslararası temsilcilerin gözleri önünde bir odak noktası olur çıkar. Latife Hanım, Mustafa Kemal’in beklediği bir kadındır; Latife Hanım da yerini bulmuştur. Bundan, belki Türk kadın hareketi de, beklediği örneklerden birini bulmuştur. İpek Çalışlar, önemli şeylerin altını çiziyor: Latife Hanım, kadının özgürlüğü olarak sadece peçesini atmasıyla yetinmiyor; kadınerkek eşitliğine dayanan bir uygar düzeni, bir Medeni Yasa’yı savunuyor; eğitimin dinden ayrılmasının kadınların ilerlemesi için şart olduğunu söylüyor; daha ileriye gidiyor, henüz kadınların siyasal hakları yokken, Mustafa Kemal’e ‘‘Ben milletvekili olmak istiyorum’’ diye diretiyor. Bu reformlar, çok geçmeden Türkiye’de bir gerçek olur. Ama Mustafa Kemal’in yuvasında bu tür fikirlerin yankılanmasının, onların kökleşmesindeki rolünü önemsemez olur muyuz? Latife Hanım’ın kadın hareketimizdeki yeri, artık tartışılmaz. ? Latife Hanım, Mustafa Kemal’in de beklediği ‘‘hem çok kadın, hem çok yoldaş’’tı. Ne var ki, bu yoldaşlık iki buçuk yıl sürer. Ama niçin bu denli kısa? Tartışılır; bu kitap onları da belirtiyor. Bir sonuç yok, olmuyor da. Çünkü, ikisi de ‘‘etten kemikten’’ idiler. Hep olduğu gibi, ikisinin de zimmetine çıkarılacak bir şeyler var. Ama kendi hesabıma ikisini de severek, şu esefle kapattım o tartışmayı: ‘‘Ah keşke sürseydi bu evlilik!’’ Boşanmadan sonra Latife Hanım’a önce bir dışlamaya gidildi, giderek olumsuz bir imaj yaratıldı. Atatürk’ün ölümünden sonra ise, korkunç bir karalamaya gidildi. Yanlıştı yapılanlar, boşuna idiler de. Latife Hanım, bir gün küllerinin içinden yeniden doğacaktı, nitekim doğuyor. Buna yardımcı olan İpek Çalışlar’a, sonsuz bir teşekkür borçluyuz. Okurlar da ilgilerini gösteriyorlar. Ama bir de baktık, keyfimizi yerle bir eden bir haber: Yazara karşı bir dava açılmış. Aman etmeyiniz, utandıracaksınız bizi! Bu göreve seçilen ilk kadın oldu Yeni Danıştay Başsavcısı Çölaşan ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Danıştay Başsavcılığı’na, Danıştay Başkanvekili Tansel Çölaşan seçildi. Çölaşan, ‘‘Bu bir görev taksimi, kötü bir yarışma değil’’ dedi. Zafer Kantarcıoğlu’nun yaş haddinden emekliye ayrılmasıyla boşalan Danıştay Başsavcılığı için Danıştay Başkanlığı’nda dün seçim yapıldı. Danıştay Toplantı Salonu’nda yapılan seçimde, Danıştay Başkanvekili ve aynı zamanda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Başkanı olan Çölaşan ile Danıştay’a düzenlenen silahlı saldırıda yaralanan 2. Daire Başkanı Mustafa Birden, 8. Daire Başkanı Güngör Demirkan, 10. Daire Başkanı Ali Güven ve 11. Daire Başkanı İlhan Dinç yarıştı. ‘Onore edici bir görev’ Çölaşan, Danıştay’ın 95 üyesinin salt çoğunluğunu sağlayarak Danıştay Başsavcısı seçildi. Seçimin tamamlanmasının ardından Başsavcılık makamında gazetecilere açıklama yapan Çölaşan, Danıştay Başsavcılığı’nın temsili bir görev olmadığını söyledi. Çölaşan, Danıştay savcılarının, açılan davalarda yasa adına görüş bildirdiklerini anımsattı. Çölaşan şunları dile getirdi: ‘‘Yeni görevim de önceki görevden daha az sorumluluk taşımayan, çok onore edici bir görev, mutluyum. 41 yıllık hizmetim var. Rutin bir yol, her zaman seçimle gelinen görevler var. Arkadaşlarım teveccühlerini benden yana kullandı. Hepimiz birbirimizin dostuyuz. Bu bir görev taksimi, kötü bir yarışma değil.’’ Kadın hâkimiyeti... Çölaşan, ‘‘Yargıdaki kadın hâkimiyetine ne diyorsunuz’’ sorusu üzerine, bu tür görevlerde liyakat ve kariyerin esas alındığını söyledi. Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu’nun da dönem arkadaşı olduğunu kaydeden Çölaşan, ‘‘Kadınların veya erkeklerin hâkimiyeti var diyemem’’ diye konuştu. Danıştay Başsavcılığı görevine seçilen Tansel Çölaşan, Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu ve Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu’un ardından yüksek yargı organlarında üst düzey görev üstlenen üçüncü kadın oldu. Çölaşan’dan boşalan Danıştay Başkanvekilliği için gelecek günlerde Danıştay Genel Kurulu’nda seçim yapılacak. Danıştay Başsavcılığı’na dün yapılan seçimin 6. turunda seçilen Çölaşan, 11 Ekim 1943’te Ankara’da doğdu. Çölaşan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1964 yılında mezun oldu. Avukatlık stajını bitirerek TC Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü Tahsis Dairesi’nde bir süre çalıştıktan sonra 16 Ocak 1967 tarihinde Danıştay Yardımcısı unvanıyla mesleğe başladı. Çölaşan, 11 Şubat 1981’de Danıştay Kanun sözcülüğüne atandı, 14 Mayıs 1981’de görev unvanı Danıştay Savcısı olarak değişti. Danıştay Kıdemli Tetkik Hâkimliği görevini sürdürürken 4 Mart 1992’de Danıştay üyeliğine seçilen Tansel Çölaşan, 4 Temmuz 2001’de ise Danıştay Başkanvekili oldu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın (TTK) ders kitaplarını inceleme yetkisine son verilmesi nedeniyle öğretmenler TTK’nin bahçesinde oturma eylemi yaptı. Öğretmenler, yasaya aykırı olarak yapılan yönetmelik değişikliğinin bir an önce geri çekilmesini istedi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 1 Eylül 2006 tarihinde ‘‘Ders Kitapları ve Eğitim Araçları Yönetmeliği’’nde yaptığı değişiklik, öğretmenler tarafından protesto edildi. TTK Başkanlığı’nın en önemli görevlerinden biri olan ders kitaplarını inceleme işlevine son vererek Milli Eğitim Bakanlığı’nın bünyesindeki genel müdürlüklere aktaran yönetmelik değişikliğine karşı EğitimSen’li öğretmenler, başkanlığın bahçesinde oturma eylemi başlattı. EğitimSen 2 No’lu Şube Başkanı Özgür Bozdoğan, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimi, öncelikle işbaşına getirdiği niteliksiz kadrolarla, şimdi de ‘‘eğitimin beyni’’ olarak kabul edilen TTK Başkanlığı’nın önemli işlevlerinden bazılarını ortadan kaldırarak ‘‘tam bir kaos ortamına’’ ittiğini savundu. Bozdoğan, 2003 yılında Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 55’inci maddesinde yapılan değişiklikle TTK’nin yardımcı ders kitapları üzerindeki denetim yetkisinin kaldırıldığını, 1 Eylül 2006 tarihindeki değişiklikle ders kitaplarını inceleme yetkisine son verildiğini belirterek, yetkinin ilk, orta, mesleki ve teknik öğretim genel müdürlüklerine verilmesinin kadrolaşma amaçlı olduğunu ifade etti. Bozdoğan, ‘‘Kendi yandaşlarını daha fazla zengin edecek, ken EğitimSen üyesi öğretmenler, yasaya aykırı yönetmelik değişikliğinin geri çekilmesini istediler. (Fotoğraf: AA) di kadrolarını iyice yerleştirecek ve gerici politikalarını istediği gibi yayacaktır’’ diye konuştu. Oturma eylemine destek veren CHP Sinop Milletvekili Engin Altay da Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, göreve gelmesinin ardından ‘‘saldırdığı’’ ilk kurumun TTK olduğunu kaydederek ‘‘Bakan, Cumhuriyet değerlerine saldırmayı temel felsefe haline getirmiştir’’ dedi. TTK Başkanlığı’ndaki kitap inceleme komisyonlarını ‘‘Cumhuriyete bağlı’’ öğretmenlerin oluşturduğunu, bu öğretmenlerin uzaklaştırılmasının amaçlandığını ifade eden Altay, ‘‘Bakanlık, Cumhuriyet karşıtlarının karargâhı olamaz’’ dedi. KARNELER VE NOT SİSTEMİ DEĞİŞİYOR ANKARA (AA) Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı İrfan Erdoğan, öğrencilerin gelişimlerini baz alan yeni bir karne modelini bu yıl uygulamaya koymayı planladıklarını bildirdi. İlköğretimin 4. sınıfından itibaren, öğrencinin her yıl önceki yılların dönem notlarını da karnesinde görebileceğini belirten Erdoğan, ‘‘Yeni karnede gelişime dayalı performansın önemli olduğu düşüncesinden hareketle öğrencinin okul yılları boyunca sergilediği gelişim seyrini sunmaya çalışacağız’’ dedi. Not sisteminde de değişikliğe gideceklerini kaydeden Erdoğan, 5’lik sistem üzerinden verilen notların bazı haksızlıkları gidermek için, 100’lük sistem üzerinden verilmeye başlanacağını kaydetti. Erdoğan, öğrencileri kitap okumaya teşvik amacıyla her yıl 10 kitap okumalarını sağlayacak bir model üzerinde durduklarını da kaydetti. Dinler arasında ayrım yapmak uygarlıklar çatışmasını körükler Birlikte yaşamanın yolları HİKMET ÇETİNKAYA Avrupa ülkelerinde yaşayan göçmenlerin uyum sorunlarının bir boyutunu da din oluşturuyor. Din özellikle son yıllarda başlı başına gündemde. TAM yöneticisi Prof. Dr. Faruk Şen’le ‘‘Almanya’da İslam’’ı konuştuk. Siz TAM olarak Avrupa’da yaşayan Müslüman göçmenler konusunda araştırmalar yapıp raporlar yayımlıyorsunuz. Bu konudaki çalışmalarınız hangi boyutlarda? FARUK ŞEN Türkiye Araştırmalar Merkezi (TAM) Vakfı olarak 20 yılı aşkın süredir Almanya ve Avrupa’da İslam üzerine birçok araştırma yayımladık ve Müslüman göçmenlerin uyum durumlarının iyileştirilmesi için stratejiler üretip ortaya attık. Bugün sadece Almanya’da 2.7 milyonunu Türk kökenlilerin oluşturduğu 3.5 milyon Müslüman yaşıyor. Bu haliyle İslam, Alman toplumunun önemli öğelerinden biri ve Almanya’da Hıristiyanlıktan sonra ikinci büyük din konumunda. ‘İyileştirecek adımlar atılmadı’ Geçen günlerde kamuoyuna bir ‘Yaklaşım Belgesi’ tanıttınız. Bu belgeyle neyi amaçladınız? TAM’ın ortaya attığı ‘Yaklaşım Belgesi’nin başlığı ‘Almanya’da İslam ile Birlikte Yaşamın Desteklenmesi İçin 12 Tedbir’. TAM olarak yaptığımız araştırmalar vasıtasıyla gerek göçmen tarafının, gerekse çoğunluk toplumu tarafının Almanya’daki Müslümanların durumunu ve topluma uyumlarını iyileştirecek birçok adımı atamadıklarını gördük. Bu belge ile eksiklikler belirlediğimiz 12 alanda acil olarak harekete geçilmesine yönelik ihtiyaca işaret ediyoruz. Hangi alanda eksiklikler tespit ettiniz? Öncelikle Almanya’daki İslama, ülkenin ikinci büyük dini olmasından hareketle politik ve toplumsal alanda, diğer iki büyük cemaat olan Hıristiyan ve Musevi cemaatleri ile aynı muamele yapılmalıdır. İslamın diğer dinlerden farklı olarak ele alınması, hukukun ilkelerine aykırı olmakla kalmıyor aynı zamanda uyuma da zarar veriyor. Yasal alanda da aynı sorun mevcut. Bu farklı muamele neden kaynaklanıyor? Başka nedenlerin yanında İslamın yapısından kaynaklanan bir muhatap bulamama sorunu mevcut. tek bu açıdan da çok önemli. Daha kaliteli, daha üretken bir Müslüman sivil toplumu, Almanya’da mevcut gündeme katkı yapmanın dışında gündemi belirleyebilecek konuma gelecektir. Bu Müslüman Hıristiyan diyaloğunun daha iyi bir noktaya çekilebilmesini sağlayacaktır. Geçen aylarda Almanya’da İslam din dersi konusu yoğun olarak tartışıldı ve hâlâ tartışılmaya devam ediyor. Bu konuda sizin tutumunuz hangi yönde? Bu çok yoğun bir biçimde tartışılan ve hakkında çok farklı görüşlerin ortaya konulduğu bir konu. Bu açıdan Müslüman toplumun tamamının desteğini alma hedefiyle yola çıkan bir İslam din dersi konseptinin hazırlanmasında birçok faktörün dikkate alınması gerekmekte. TAM’a göre çözüm birçok farklı alandan temsilcilerin bir arada bulunacakları bir konseyin oluşturulması ve bu konseyin ortak irade ile İslam din dersi için bir konsept hazırlamalarında yatıyor. ‘Müslümanlar özeleştiri yapmalı’ Sizce ders hangi dilde verilmeli? Biz Almanca verilecek bir din dersinin, gençlerin topluma uyumuna daha çok hizmet edeceğini düşünüyoruz. Peki Müslüman göçmenlerin topluma uyumunun iyileştirilmesinde Müslüman topluma ne tip görevler düşüyor? Birçok yerde anıldığı gibi uyum iki taraflı, sadece bir tarafın çabaları bizi iyi bir noktaya getirmez. Bu yüzden Müslümanların da özellikle bazı noktalarda kendilerine özeleştiri yapmaları ve yapıcı adımlar atmaları gerekiyor. Örneğin artık Almanya’daki Müslümanlar, kendilerini bu ülkeye endekslemelidirler. İthal din adamlarından vazgeçilmeli, din adamları Almanya’da yetişmiş kişiler arasından seçilmelidir. Ayrıca sivil toplumun önemli bir halkasını oluşturan cami dernekleri daha aktif çalışmalı ve halkı bilgilendirmeli. Almanya’daki Müslüman toplumunda en önemli problem sizce nedir? Özellikle zorla evlilikler ve töre cinayetleri çok sık gündeme gelen konular. Bunun yanında tabii ki kadınerkek eşitliğinin sağlanması da esas olmalı. Kadınların sivil topluma aktif katılımlarının arttırılmasıyla bu sorunlar asgari seviyeye inecektir. Ailemizin büyüğü sevgili TAM yöneticisi Prof. Dr. Faruk Şen SAFİYE ZÜLÂL ATAK’ı kaybettik. Acımız sonsuzdur. Cenazesi 15 Eylül 2006 Cuma günü öğle namazından sonra Teşvikiye Camii’nden kaldırılarak Üsküdar’daki aile kabristanına defnedilecektir. Çocukları: Meral Kılınç, Suna Atak, Aylâ Sayın, Tülin Avenk Torunları: Tamer, Ayşen, Gülşen, İpek, Petek Torun Çocukları: Sedef, Selin, Berk, Ece, Ozan Bildiğiniz gibi İslamda Hıristiyanlıktan farklı olarak kurumsal bir yapı yok. Bu kurumsal yapının eksikliğini doldurmak gerekiyor. Biz Müslüman organizasyonlarının, uyum çalışması yapan ve devlet ile Müslümanlar arasındaki ilişkiyi sağlayan kurumların dahil olacağı bir konsey sisteminin kurulmasını destekliyoruz. Böyle bir konsey, İslamda hiyerarşik bir organizasyonun bulunmamasının ortaya çıkardığı boşluğu kapatmakla kalmayacak, aynı zamanda hem organize olmuş olan hem de bir organizasyona bağlı olmayan Müslümanların kabulünü sağlayabilecektir. Almanya’daki organize İslamın bu boşluğu kapatabilecek bir yapıya uygun olduğunu söylemek mümkün mü? Bu organizasyonların, insan kaynaklarını ve organizasyon yapılarını geliştirmek için maddi kaynaklara ihtiyaçları var. Bu organizasyonlardan bazıları toplum için tehlike olarak görülüyor. Bu organizasyonların bu bağlantıdan koparılıp uyumun gerçekleşmesini sağlayabilecek şans olarak görülmelerini sağlayacak bir değişim, politik çevreler tarafından desteklenmeli ve bu destek aynı zamanda cami yapımını da kapsamalı. Müslüman sivil toplumunun kuvvetlendirilmesi, ayrıca toplumlar arası diyaloğun sağlanmasında önemli katkı yapacaktır. Müslüman Hıristiyan diyaloğu Avrupa basınında 11 Eylül’den sonra İslami motiflere sahip terör konusunun yoğun bir biçimde irdelenmiş oluşu Müslümanlar arasında bir huzursuzluk yarattı mı? Buradaki sorun, Almanya’daki Müslüman toplumun kamuoyundaki tartışmalara doğrudan katılma şansını yakalayamamasından kaynaklanmakta. Müslüman sivil toplumunun kalitesini ve kabiliyetini yükseltici des CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle