19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 EYLÜL 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 12 Eylül’ün asla silinmeyecek izlerini, etkilerini yaşamaya devam ediyoruz KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Savaşmak kolay, barışmak zor... sine sığınıp bu hesaplaşmadan, bu yüzleşmeden kaçmak çok kolay. Şili, Arjantin, hatta Güney Afrika Cumhuriyeti bile zoru başardı. Ya biz... Demokratik Türkiye Partisi’nin ‘‘tabanından gelen’’ talep ve güç doğrultusunda yaptığı çağrının, PKK’ye ‘ateşkes’ çağrısının üzerinden 24 saat ya geçmiş ya geçmemişti bomba patladığında... Ahmet Türk’ün ‘‘Gelecek kuşaklara acı ve gözyaşı değil, barış, sevgi, hoşgörü ve mutluluk yaşatılması’’; ‘‘halklarımızın birbirini boğazlamaması için, onurlu, özgür ve eşit bir TürkKürt birliğinin sağlanması için’’ sözlerinin mürekkebi henüz kurumamıştı... Türk ve Kürt aydınlarının ‘‘Artık Yeter’’ çığlığı daha yeni yeni yankılanıyordu ki... Diyarbakır’da bir bomba... Yedisi çocuk on kişi öldü. Bu buz gibi tümce, ‘‘Yedisi çocuk on kişi öldü’’ hiç ama hiçbir şey anlatmıyor. Üç yaşındaki Şilan’ın, 9 yaşındaki Dilan’ın, 6 yaşındaki Zilan’ın, 13 yaşındaki Mizgin’in, Silvan’dan kalkıp Diyarbakır’da Koşuyolu parkında sonlanan oyunlarına, koşmalarına, kahkahalarına, sevinçlerine, korkularına, umutlarına dair hiçbir şey anlatmıyor. Ne de daha sonra Metin’lerin, Emine’lerin ve daha birçok çocuğun bombanın patladığı yere karanfillerle birlikte bıraktıkları düşlerine, belleklerine, bilinçaltına yerleştirdiklerine dair herhangi bir şey... İnanın, yedi milyonu çocuk on milyon kişi öldü, demekten hiç farkı yok, yedisi çocuk on kişi öldü demenin... Bir yanda terör ve linç kültürüyle bütünleşen milliyetçi şiddet, öte yanda dünya politikasında, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme çabası ve ‘‘yükselen değer’’ İslam devlet kimliği, bu kıskaçta bu bomba kime, neye yaradı? Yine, ‘terör’ deyip lanetlemekle mi yetineceğiz? Yine en kolay yola mı başvuracağız? Bu provokasyonun faillerini bulmak, ortaya çıkarmak, devletin tüm vatandaşlarına borcu. Biliyorum zor, ama başarmak zorunda... Aksi halde kudurup birbirimizi boğazlamaya devam ederiz. Parçalanıncaya, yok oluncaya kadar... En kolay olanı da bu zaten... www.zeyneporal.com; faks: 0212 257 16 50 Eylül Bu Eylül’ü de barış özlemiyle karşıladık. Dünyada ve ülkemizde yaşanan acı olayların eşliğinde... Ortadoğu’yu çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemek isteyen güçler bölgeyi rahat bırakmayacak besbelli... Peki, ya ülkemizde yaşananlar? Tam da, DTP’nin PKK’ye silah bırakma çağrısı yaptığı, Türk ve Kürt aydınlarının ‘‘Artık Yeter! Bu şiddet ve çatışma ortamına son verin!’’ feryadının gazetelerde yayımlandığı gün Diyarbakır’da yaşanan facia birilerinin ateşi körüklemek niyetinde olduğunu kanıtlamıyor mu? Eylül’ü barış şenlikleri ile karşılıyoruz karşılamasına ama, insanlarımızın her geçen gün daha çok teslim olduğu ‘linç kültürü’ karşısında çaresiz kalıyoruz. Toplumsal barışı sağlama umutlarımız her gün biraz daha azalıyor. Bu ortamda neler yapabiliriz, neler yapmalıyız; bu soruyu her gün yeniden sormamız gerekmiyor mu? ??? Eskiden Eylül deyince, 11 Eylül Şili darbesini anımsardık. Şimdi, pek anımsayan kalmadı. Artık, ‘İkiz Kuleler faciası’nı anıyoruz 11 Eylül’lerde... Neyse ki, bu yıl televizyonlarımızda (en azından bir kısmında) 11 Eylül’ün farklı yorumları da yer aldı. ABD’nin resmi kanallarının hazırladığı belgesellerin yanında alternatif filmleri de izledik ve en azından şu sorular bir kez daha zihnimize saplandı: Medyanın sunduğu resim acaba gerçeğin ne kadarını yansıtıyor? Gerçek, bize sunulandan çok farklı olabilir mi? Kim belirliyor bilincimizi? (Aynı soruları bizim ülkemiz için de sorabilirsiniz) Haftanın gündemini oluşturan bir başka yıldönümü daha vardı. 12 Eylül darbesinin 26. yıldönümünde, 78’liler Girişimi, çok sayıda sivil toplum kuruluşunun desteğinde çeşitli etkinlikler düzenledi. 12 Eylül günü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleşen ve 13 başlık altında toplanan Atölye Çalışmaları çerçevesinde 12 Eylül’ün kültür ve sanat alanındaki etkileri enine boyuna tartışıldı. Özeleştiriden kaçınmadan, açık yüreklilikle... 12 Eylül sonrası yetişen (yetiştirilen) gençliğin durumu hiç de parlak değildi. Sanat alanında ‘‘imgenin nesnesizleştirilmesi’’ olgusu sanat ortamına egemen olmuştu... Kısacası, insanımızın da içi boşalmıştı, sanatımızın da... Ama, umutsuz olmayacaktık elbet. ‘‘Esirgemeyen ve bağışlamayan şiirin adıyla’’ söz alan Sezai Sarıoğlu’nun deyişi ile ‘‘huzurumuzun kaçması gerek’’ti. Bunun da yolu ‘öteki’nin dilini anlama çabasından geçiyordu hiç kuşkusuz... 12 Eylül günü Adalet Ağaoğlu, Ahmet Oktay gibi ustaların yanı sıra farklı disiplinlerden çok sayıda genç sanatçının da katıldığı etkinlikler, geçmişle yüzleşmeden geleceği kurmanın olanaksız olduğu gerçeğini hatırlatıyordu. Hafta içinde, Karşı Sanat’da 12 Eylül sürecine tanıklık eden kapsamlı bir sergi açıldı, belgeseller gösterildi. İstanbul’un sanat ortamına farklı bir dinamizm ve ruh kattı bu etkinlikler. ??? İçinde bulunduğumuz günlerde katıldığım bir başka toplantı da, hayati bir arayış içinde olan Türkiye soluna ışık tutar nitelikteydi. Şişli Belediyesi AB Merkezi’nin geçen cumartesi düzenlediği ve Alman Sosyal Demokrat Parti’nin temsilcileri ile Türkiye’nin sosyal demokrat cephesinden önemli isimleri bir araya getiren ‘‘Avrupa’da Sosyal Demokrasi ve Türkiye’deki Yansımaları’’ başlıklı konferansta sosyal demokrasinin güncel sorunları bir kez daha masaya yatırıldı. Türkiye solunu ‘Yenilenme, Bütünleşme, Kitleselleşme’ savı etrafında bir araya getirmek için bir yıldır ciddi bir emek harcayan ‘11 Aralık Hareketi’nin çalışmaları da aralıksız sürüyor. Türkiye’de sosyal demokrasiden sosyalist sola uzanan yelpazede aktif politikanın dışında duran nice değerli insanın ‘11 Aralık Hareketi’nin ilkeleri doğrultusunda bir araya gelerek siyasal yaşama katılmaları kaçınılmaz bir ihtiyaç olarak ortada duruyor. Sanırım bu hareket, çok kısa bir süre içinde Türkiye siyasetine damgasını vuracak. Siyaset ön plandaydı ama, sanat etkinliklerinin de ardı arkası kesilmedi hafta boyunca. Ünlü ressam ve heykeltraşlarımızın yapıtlarını yorumlayan Vural Gökçaylı’nın kostüm tasarımlarının yer aldığı bir defile ile başlayan ‘‘Sanat Akmerkez’de’’ etkinliğinin ardından, haftanın ikinci gününde, DDF’nin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile gerçekleştirdiği ‘‘2. İstanbul Tasarım Haftası’’ ve Hakan Erdoğan’ın organizasyonu ile gerçekleşen ‘‘Bach İstanbul’da’’ konserleri başladı. Kayra’nın sponsorluğunda düzenlenen Bach Günleri’nde ‘ev konserleri’ de yer alıyordu. Büyükada’da, Gülfem Göksel’in evinin bahçesindeki konseri izlerken, sanki bir başka ülkedeymişim duygusuna kapıldım. Olağanüstü bir mekânda Musica Viva’yı dinlemenin keyfine diyecek yok elbet. Ama, orada o güzelim müziği dinlerken, ülkenin bir başka köşesinde olanlara aklınız takılıyorsa, işiniz hiç kolay değil... [email protected] YEDİSİ ÇOCUK ON KİŞİ... ir 12 Eylül’ü daha geride bıraktık. YaB şadığımız en kanlı, en ölümlü, en acılı, geleceğe en onarılmaz yaralar bırakan darbeden bu yana 26 yıl geçti. Asla silinmeyecek izlerini, etkilerini hep birlikte yaşamaya devam ediyoruz hâlâ... Bu yıl 12 Eylül’de, her zamankinden çok, ‘‘Hesap sorulmalı’’, ‘‘12 Eylül’ün sorumluları yargılanmalı’’ sesleri yükseldi. 78’liler Girişimi öncülüğünde İstanbul’da olsun, Türkiye’nin her yerinde olsun, politik partiler, sendikalar, meslek odaları, çeşitli sivil toplum kuruluşları ve bireyler hep aynı taleple öne çıktılar, ‘‘Darbeciler Yargılansın!’’ Bu haklı talep karşısında birçok yerde polisin yine şiddet gösterip yürüyüşleri, gösterileri engellemek istemesi, bana yine aynı soruları sordurdu: Bu polis kimin polisi? Kimi kimden koruyor? Polisin, o haklı talebi dile vurup yüksek sesle söyleyenleri koruması gerekmez miydi? Cumhuriyet’in birinci sayfasındaki o fotoğrafı görmüş olmalısınız. Hani genç bir kadın, ‘‘Kardeşimi İstiyorum’’ yazılı pankartta, kardeşinin fotoğrafını taşıyordu. O günlerde, hadi koşullar gereği, polisimiz (askerimiz, cezaevleri müdürlerimiz, jandarmalarımız vb.) gençlerimizi, kardeşlerimizi koruyamadı. Ama bugün bildiğim kadarıyla darbe döneminde değiliz. Polisin herkesten önce o pankartı taşıyan genç kadını koruması gerekmez mi? ARBECİLER YARGILANMALI, ÇÜNKÜ... Evet darbeciler yargılanmalı. İdam edilen 50 gencin, öldürülen binlerce kardeş, ağabey, oğulun, sistematik ve yaygın işkencede ölen ya da sakatlanan binlerce eşin, ananın, babanın; cezaevlerinde ya da emniyette ‘intihar eden’, ‘pencereden düşüp ölen’ nice gencin yeni ? Bir yanda terör ve linç kültürüyle bütünleşen milliyetçi şiddet, öte yanda dünya politikasında Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme çabası ve ‘‘yükselen değer’’ İslam devlet kimliği, bu kıskaçta bu bomba kime, neye yaradı? Yine, ‘terör’ deyip lanetlemekle mi yetineceğiz? Yine en kolay yola mı başvuracağız? den hayata dönmesini sağlamaz hiçbir yargılama. Yok edilen değer ölçülerini, yok edilen kurumları da yeniden var edemez. Ekonomik, politik, toplumsal ve kültürel tahribatı da ortadan kaldırmaz... Hele hele heba edilen yılları asla geri getiremez... Ama yine de darbeciler yargılanmalı. Yitirdiklerimizi değilse de, bize toplumsal barışı kazandırır, toplumsal barışı kazanma yolunda en önemli adımı attırır. Kendimizle, devletimizle yüzleşmemizi sağlar. Yalnız 80’lerin değil bugünün siyasetini de ‘aklamaya’, ‘temizlemeye’, siyasettoplum ilişkisini yeniden kurmaya yol açar... Darbeciler yargılanmalı: Ancak o zaman hukukla, adaletle, yargıyla barışabilir, bunların toplumun hizmetinde, toplumu ve bireyi korumakla görevli olduğuna inanabiliriz. Ancak bu inançla, hukuk ve adaletle yaşantılarımız arasındaki bağı kurabiliriz. Darbeciler yargılanmalı: Kin, öfke ve nefreti kusmak için değil, intikam almak için hiç değil, bugünü anlamak, bugün yaşadıklarımıza bir anlam verebilmek için... Susurluk’tan Şemdinli’ye; ‘faili meçhul’ cinayetlerden bugün çocukların elinde patlayan bombalara mahkum edildiğimiz bu şiddet sarmalını kırabilmek için... Darbeciler yargılanmalı, demokratikleşmenin tek kaçınılmaz yolu olduğu için... Yargılanmalı, bir daha olmasın, bir daha yaşanmasın diye... Siyasal, toplumsal, ekonomik, hukuksal, kültürel darbeler ‘kader’imiz olmasın; tepemizde her an tehdit oluşturmasın diye... Biliyorum bu yüzleşme çok zor. Anayasanın ‘geçici’ (26 yıl oldu hâlâ geçici...) 15. madde D İstanbul Şehir Tiyatroları 4 Ekim’de yeni oyunlarını seyirciyle buluşturmaya hazırlanıyor Hiç kimse unutulmuyor... 20062007 repertuvarı düzenlenen basın toplantısıyla açıklandı. Bilet fiyatlarına zam yok İBB Şehir Tiyatroları yeni sezonda biletlerini zam yapmadan satışa sunuyor. Geçen sezon olduğu gibi, müzikal oyunlar tam bilet 7.5 YTL, indirimli 6 YTL; normal oyunlar tam bilet 6.5 YTL, indirimli 5 YTL; çocuk oyunları 2.5 YTL olarak satılacak. Kültür Servisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları (İBB Şehir Tiyatroları), 4 Ekim Çarşamba günü tüm sahnelerinde oyunlarını seyircisi ile buluşturmaya hazırlanıyor. ‘‘Hiç Kimse Unutulmayacak Yaşasın Sanat’’ sloganı ile sezona merhaba diyen İBB Şehir Tiyatroları, özellikle tiyatro sanatının ‘‘su üzerine yazı yazmak’’ kadar zor olduğunun bilinciyle, başta kurumsal olarak kendisine olmak üzere herkese ‘‘unutmamayı’’ hatırlatıyor. Kaybettiğimiz usta oyuncunun adını vererek yaşatmayı amaçladıkları Kerem Yılmazer Sahnesi de, Arslan Kacar’ın yazdığı ve yönettiği ‘Düş ve Klarnet’ adlı oyunla 2 Ekim’de perdelerini açıyor. Şehir Ti yatroları bu sezondan itibaren Kâğıthane’de de tiyatroseverlerle buluşacak. 1 Ekim’de Turgay Nar’ın yazdığı S. Bora Seçkin’in yönettiği ‘Can Ateşinde Kanatlar’ adlı oyunla Kâğıthane Sadabad Sahnesi’ni açıyor. Türkiye’de adı tiyatro ile özdeşleşmiş bir büyük ustayı da, adına düzenlenecek bir ödül ile yaşatmayı amaçlıyor Şehir Tiyatroları; Muhsin Ertuğrul Tiyatro Ödülleri verilecek. 300 bin çocuk seyirciye ulaşmak da Şehir Tiyatroları’nın bu yılki hedefleri arasında. Çocuk oyunları yazma yarışması düzenleyerek çocuk oyunlarına yenilerini katacak. 36 yerli, 18 yabancı olmak üzere toplam 54 oyunu repertuvarına alan Şehir Tiyatroları’nın yeni yerli oyunları; ‘Leyla ile Mec nun’ (İskender Pala), ‘Ceza Kanunu’ (İ. Ahmet Nuri Sekizinci, Yöneten: Engin Gürmen), ‘Düş ve Klarnet’ (Yazan Yöneten: Arslan Kacar), ‘Eskici Dükkânı’ (Orhan Kemal, Yöneten: Ergün Işıldar), ‘Keşanlı Ali Destanı’ (Haldun Taner, Yöneten: Yücel Erten), ‘Kozalar’ (Adalet Ağaoğlu, Yöneten: Hülya Karakaş), ‘Rumuz Goncagül’ (Oktay Arayıcı, Yöneten: Taner Barlas), ‘Gözlemeci’ (Uyarlayan: Rauf Altıntak), ‘Kutsal Döngü’ (Hasan Erkek), ‘İlk Göz Ağrısı’ (Feraizcizade Mehmet Şakir Efendi), ‘Sinekli Bakkal’ (Halide Edip Adıvar), ‘Divane Ağaç Yunus Emre’ (Turgay Nar), ‘Mahcupluk İmtihanı’ (Ömer Seyfettin), ‘Ayyar Hamza’ (Ali Bey), ‘Tatar Ramazan’ (Kerim Korcan), ‘Geveze Berber’ (Ali Bey). Şehir Tiyatroları’nın repertuvarına aldığı yabancı oyunlar ve yazarları ise şöyle: ‘Barut Fıçısı’ (Dejan Dukovski, Yöneten: Yıldıray Şahinler), ‘Çılgın Dünya’ (Lope De Vega, Yöneten: Burteçin Zoga), ‘Ölümsüz Öykü’ (Karen Blixen, Yöneten: Kenan Işık), ‘Yaz Gecesi Rüyası’ (W. Shakespeare, Yöneten: Can Doğan), ‘Yıldızlar Altında Cinayet’ (Elçin, Yöneten: Melahat Abbasova), ‘Satıcının Ölümü’ (A. Miller), ‘Titanik Dörtlüsü’ (Hristo Boyçef), ‘Fizikçiler’ (Friedrich Dürrenmatt), ‘Kıl Payı’ (Edvard Albee), ‘Üç Kız Kardeş’ (Anton Çehov), ‘Cyrano De Bergerac’ (Edmond Rostant). TÜRK KALP V AKFI 19 Mayıs Cad. No: 8 Şişli/İstanbul Tel: (212) 212 07 07 (pbx) (10 hat) Faks: (212) 212 68 35 Ehliyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. DUYGU ÖZTÜRK CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle