26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 EYLÜL 2006 ÇARŞAMBA HABERLER 6 Sivil toplum örgütleri 15. maddenin kaldırılmasını, darbecilerin yargılanmasını istedi AVRUPA GÜRAY ÖZ ‘12 Eylül faşizmin adıdır’ İstanbul Haber Servisi Siyasi parti ve sivil toplum örgütleri, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin 26. yılında, anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılarak darbecilerin yargılanmasını istedi. 68’liler Birliği Vakfı Başkanı Sönmez Targan Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, ‘‘12 Eylül askersel devirmesi, sosyalist dizgeye karşı, Amerikan emperyalizmi tarafından yürütülen antikomünist projenin en keskin bir biçimde uygulanmasıdır. Bu proje 12 Mart’la başlayan bir süreci kapsar ve temelde sosyalizmi hedefler’’ dedi. 12 Mart ve 12 Eylül’ü sadece bir gençlik olayına karşı bir baskı hareketi olarak görmenin yanıltıcı olacağına dikkat çeken Sönmez Targan, şöyle devam etti:‘‘Özünde Türkiye’de sosyalist siyasal örgütlenmenin önünü kesebilmek, Türkiye’yi ABD’nin ve Batı emperyalizminin bir uydusu konumuna getirebilmek için düzenlen ‘Sivil Cemaat Teşkilatları’ Kuşatma tamamlanmak üzeredir. Sivil Cemaat Teşkilatları’nın (SCT’lerin), tarikatların siyasete sızma harekâtı epeyce mesafe almış, toplumda dini referans almayan, kendini, işini, eylemini ona göre düzenlemeyen kesimler azınlıkta kalmaya başlamışlardır. Gramsci’nin, biraz basitleştirerek söyleyelim, ‘‘sivil toplumun, kültürel hayatı, ekonomiyi, iktidarı, devleti kuşatması’’ şeklinde tanımladığı ‘‘hegemonya kuramı’’ hemen hemen doğrulanmak üzeredir! Şaka bir yana, benzerlik mükemmeldir. Farklı olan yalnızca, toplumu etkileyen, devleti kuşatan, hükümetlerle uyum içinde çalışan, ekonomide çok hızlı bir birikimi sağlayan ve el değiştirmeleri el çabukluğuyla gerçekleştiren ‘‘sivil cemaat hareketinin’’ düzenle, sistemle bir alıp veremediğinin bulunmamasıdır. İtirazları kapitalizme değildir. İtirazları emperyalizme de değildir. Siz bu kesimlerin antiemperyalist söylemlerine bakmayın, cemaatin yürekten alkışladığı bu sözler, Sivil Cemaat Teşkilatları’nın kadroları için şu sıralarda ‘‘telaffuzunda faide bulunan lafı güzaf’’tan ibarettir. Arkada ümmetçilik ve ırkçılık sırıtır. Oysa insanların gerçekten inanmak istediği ne güzel sözlerdir onlar. ??? Sivil Cemaat Teşkilatları’nın, kısaca SCT’lerin yakın dostları arasında bazı Sivil Toplum Kuruluşları (STK’ler) ve her şeyi en iyi bilen, liberalizm ve demokrasi adına, yeniden tarifinde yüksek yarar buldukları laiklik adına ve kuşkusuz ‘‘Allah aşkına’’ konuşan yazarlar bulunuyor: ‘‘Saf vatandaşların toplandıkları, sarık, şalvar, cüppe ile kendilerini toplumdan soyutladıkları bu tarikatları ciddiye almak olur mu efendim!’’ Ama bu kuşatma yalnızca sarıkla, cüppeyle olmuyor. Tarikat sağlam, etkin ve yaygın, cüppe, sarık işin tuzu biberi, göstergesi ve geleceğidir. Milyonlarca yurttaşı etkisi altına alan, çocukları yuva çağında, ilkokul çağında, lise sıralarında ve üniversiteye gitmeye çabalarken dershane kapılarında avlayan hegemonik bir saldırıdır söz konusu olan. Cemaatten topluma geçişin önünü tıkayan tarikatların kravatlısı da, cüppelisi de piyasadadır. Her ikisi de yaygınlaşmaktadır. Yaygınlaşmanın anlamı toplumsal yaşamın her alanında şeriatı referans olarak kabul etmelerinde, ettirmelerinde ve itiraz edenleri de itiraz edemez hale getirmenin yollarını arayıp bulmalarındadır. İnanılmaz gibi geliyor, ama bugün Türkiye’de ikinci bir hukuk yürürlüktedir. Cemaat kendi suçlularını kendisi cezalandırmakta, kurallara uymayanı ‘‘tedip’’ etmektedir. Şeyhin yargısı her şeyin üstündedir. Kaçan kovalanıyor, dokunulamayan karalanıyor. Üstelik yoksul Müslümanların kesesinden beslenme YTL’nin sıfırlarına da sığmamaktadır. Rant büyük olunca kavga da büyüyor. Büyüse de gam değildir. SCT’nin kolu öyle uzundur ki, siyaset görmezlikten gelmekte, yürürlükte olduğu söylenen yasa yığınsallaşmış tarikata uzanamamakta, onları yargıya götürecek olanlar da SCT’nin mensubu değillerse, haklı olarak korkmaktadırlar. Haklıdırlar, işin başı bozuktur çünkü. ??? Sol kitlesini arıyor da bulamıyorsa, tarikatların kucağındaki insanlara, sınıfsal kökenlerine, gerçekte ne istediklerine, neyi aradıklarına bakmalıdır. Sol orada çok sayıda işçi, emekçi, memur, esnaf, çiftçi bulacaktır. Onlar düzenden ve emperyalizmin saldırılarından mustariptirler. Kendilerine şeyhin çevresinde kurtuluş arıyorlarsa, başka yerde inandırıcı bir ses bulamadıkları içindir. Öyledir, çünkü insanoğlu gerçek dünyada yaşar ve gerçek dünya kendisini sıkıp boğdukça sığınacak başka bir umut, başka bir dünya bulmaya çalışır. Gerçekçi yol mücadele etmekse, görev de solundur. Mücadele etmenin yollarını ve gerçeği onlara nasıl göstereceğini biliyorsa kuşkusuz. eposta: [email protected] ? 68’liler Birliği Vakfı Başkanı Sönmez Targan, ‘‘12 Eylül askersel devirmesi, sosyalist dizgeye karşı, Amerikan emperyalizmi tarafından yürütülen antikomünist projenin en keskin bir biçimde uygulanmasıdır’’ dedi. miş bir projedir. Örneğin 12 Mart döneminde kapatılan TİP, yine buna benzer gerekçelerle 12 Eylül’de de kapatılmış, gençliğin siyasal örgütlenmesinin çekim merkezi olan bu en güçlü siyasal hareketin önü kesilerek başta emek dünyası olamak üzere, bütün devrimci demokrat ve yurtseverlerin önü kesilmiştir.’’ Targan, 80’le başlayan apolitizasyon ve suskunluk döneminde soldan boşalan yerin İslamcı görüşlerce doldurularak bugünkü AKP hükümetinin iktidar olmasının yolunun daha o günlerden açıldığını kaydetti. geçmesine karşın Türkiye’nin hâlâ ‘‘darbe yasalarıyla yönetilen bir ülke olmaktan kurtulamadığını’’ ifade etti. ‘‘11 Eylül’ü gerekçe göstererek dünyayı savaşlarla yönetmek isteyenler, 12 Eylül’ü gerçekleştiren ve ayakta tutan güçlerle aynı anlayışla hareket ediyorlar’’ diyen Tüzel, başta anayasa olmak üzere 12 Eylül’ün tüm yasal ve kurumsal sonuçlarını ortadan kaldıracak adımların atılmasının gerekliliğine dikkat çekti. ‘‘24 Ocak kararlarının uygulanmaya sokulması demek. IMF, Dünya Bankası demek, insanımızın tümüyle teslim alınması demek. Onların çocuklarının işinin bitirilmesi demek, işkence demek, tecavüz demek, hapishane demek, baskı demek, zor kullanmak demek. Ankara Derin Araştırma Laboratuvarı (DAL), Mamak, Metris demek. Asmayalım da besleyelim mi demek, 12 Eylül hukukunun yaratılması demek. Bugünün oluşumunu sağlayan bu ülkenin dününü anlamak, tanımak ve yorumlamak durumundayız. Bu nedenle TMMOB 12 Eylül’ü yargılamaktadır. Ya gene ‘Şairin de dediği gibi, demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin be canım kardeşim’ denilecek; ya da ‘12 Eylül yargılanmalıdır’ sö Yoksulluk, işkence ve baskı Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, ‘‘Faşizmin adıdır 12 Eylül’’ dedi. Soğancı, yaptığı yazılı açıklamada, ‘‘12 Eylül ne demek’’ sorusunu şöyle yanıtladı: Darbe yasaları Emek Partisi Genel Başkanı Levent Tüzel, yaptığı yazılı açıklamada, 12 Eylül darbesinin üzerinden 26 yıl zünün gerekleri hep birlikte yerine getirilecek.’’ TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ertuğrul Ünlütürk, 12 Eylül’ün yarattığı karanlığın, işkencenin, zulmün, açlığın, gözaltıların, faili meçhul cinayetlerin sorumlusu olan darbeci, cuntacı generallerin yargılanması gerektiğini ifade etti. Ertuğrul Ünlütürk, ‘‘Kendilerini, kendi yazdıkları anayasanın geçici 15. maddesinin arkasına saklayan darbeciler, yaptıkları kıyımın hesabını halka vermeli. Bu talebimiz, intikam duygusunun eseri değil; çağdaşlığın, demokrasinin ve adaletin gereği’’ görüşünü dile getirdi. Temel Haklar ve Özgürlükler Dernekleri Federasyonu’ndan yapılan açıklamada da, 12 Eylül’ün 26 yıldır sürdüğü bildirildi. Açıklamada, ‘‘12 Eylül’le hesaplaşılmadan bağımsızlık, demokrasi olmaz. ’’ denildi. Metris’te kadınlar baskı ve işkenceye karşı hep birlikte bir destan yazdılar İşkenceye sevgiyle direnmek HATİCE TUNCER DİSK, darbecileri kitlesel gösteriyle protesto etti. (ALİ AÇAR) ‘12 Eylül’ü ne unutur ne de affederiz’ İSTANBUL/İZMİR (Cumhuriyet) 12 Eylül’ün 26. yıldönümünde Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 12 Eylül darbecilerini kitlesel gösteriyle protesto etti. Taksim Gezi Parkı’nda OLEYİS Marmara Bölge Şubesi önünde toplanarak ‘‘12 Eylül’de Türkiye kaybetti. 12 Eylül’ü ne unuturuz ne affederiz’’ pankartı açan DİSK üyeleri, ‘‘Gün gelecek devran dönecek, darbeciler halka hesap verecek’’, ‘‘Darbeciler yargılansın’’, ‘‘Kenan Evren yargılansın’’ sloganları atarak Taksim Gezi Parkı’na dek yürüdüler. Burada basın açıklaması yapan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, ‘‘26 yıl önce tank sesleri ve marşlarla uyandırılmakla başlayan sürecin Türkiye’yi tahrip ettiğini’’ vurguladı. Süleyman Çelebi, 12 Eylül hukukunun hâlâ geçerli olduğunu belirterek bunun en açık örneğinin darbeciler tarafından hazırlanan çalışma yasalarının 26 yıldır geçerliliğini koruması olduğunu söyledi. 12 Eylül askeri darbesinin ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki çıkarları doğrultusunda gündeme geldiğini anlatan Çelebi, 12 Eylül’ün ekonomik krizin yükünün emekçi yurttaşların üzerine yıkılmasını ve mevcut sömürü düzeninin onarılmasını hedeflediğini söyledi. İzmir’de protesto İzmir’de Konak Meydanı’nda bir araya gelen KESK, DİSK ve TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu üyeleri, ‘‘Pinochet hapiste, Evren Marmaris’te’’ pankartı açarak ‘‘Faşistler yargılansın’’, ‘‘Susma sustukça sıra sana gelecek’’ sloganları attılar. Kitle adına yapılan açıklamada, ‘‘12 Eylül darbesini yapanlar, anayasayı ihlal suçuyla yargı önüne çıkarılmalı. 12 Eylül mağdurlarının her türden hak kayıpları telafi edilmelidir’’ denildi. 12 Eylül askeri rejimi, 1970’lerde örgütlenerek sesini yükseltmeye başlayan Türkiye’yi, uluslararası sistemin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırmayı amaçlıyordu. Binlerce genç öğrenci, işçinin yanı sıra DİSK Genel Başkanı Abdullah Baştürk’ten İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın eşi Reha İsvan’a aydınlar, sanatçılar hakarete maruz kaldı. Tek tip elbise giymeyi reddeden erkek tutuklular yıllarca iç çamaşırlarıyla yaşadılar. Kar altında havalandırmalarda çıplak bekletildiler, coplandılar. İstanbul’da Metris Askeri Cezaevi’nde Ortaçağ’dan günümüze dünyadaki tüm baskıcı rejimlere taş çıkartacak uygulamalarla tutukluların kişilikleri yok edilmeye çalışıldı. O dönemde Metris’te bulunan kadınlar da coplanmadan çırılçıplak soyularak aranmaya, susuz bırakılmaya kadar her türlü işkenceye karşı direnip, cezaevinde yaşamı dönüştürmeyi başardılar. ‘‘Biz kadınlar destan yazdık’’ diyen o dönemin tutuklusu kadın haksız değildi. 78’liler Girişimi’nin ‘‘Ortak Bellek’’ yaratma çalışmaları kapsamında çekilen belgesel filmde tanıklıklarını anlatan bir grup kadın, çekim sırasında beklerken kendiliğinden bir sohbet gelişti. Elmas Değerli, Özlem Eren Türkmen, Münibe Karakuş, İlknur Adalı’nın tanıklıklarını kaydettik... Seher Erdem kızı Deniz’le, Ümit Sezer kızı Gökçe’yle gelmişti. Çocukluk çağlarında Metris kapılarını bilen Deniz ve Gökçe’nin de anlatacakları vardı. İzin alarak teybimizi çalıştırdık: Birden şakur şukur kapıları açarlar, içeriye askerler doluşur. Dayakla havalandırmaya atıp, saatler sonra içeriye dayakla alırlar. Askerler koltukaltlarımızdan ve bacaklarımızdan tuturak havalandırıyor, arkadan da kaba yerlerimizi copluyorlar. Ellerimize, ayaklarımıza, neremize gelirse. İçeri alındığımızda manzaraya bak. Yatakları yırtıp pamuklarını yığmışlar. İç çamaşırlarımızı parçalayıp atmışlar, üzerlerine de zeytinyağı gezdirip bir de limon dikmişler. Her yanımız mosmor tabii. Pamukların üstünde kırılmış karpuzlardan, peynir kırıntılarından çok hoş bir sofra kurduk. Sonra da ‘‘Yoğurt koydum dolaba’’ türküsünü söyleyip halay çektik. Haftada bir gün el değmeyecek kadar sıcak suyu 10 dakika verirlerdi. Bulabildiğimiz her şeye dolduruyoruz. Su ılımaya başladığı zaman kişi başına en lüksü bir maşrapa suyla banyo yapıyoruz. İstanbul’a palamut akını olmuştu. Karavanlar geldi, baktık salata ve palamut. ‘‘Bize balığı yedirecekler sonra öldürecekler son yemeğimiz iyi olsun’’ diye düşündüler herhalde diye espiri yapmıştık. Mercimek ve pilavdan başka bir şey yoktu çünkü genellikle. O da 20 kişiye 56 kişilik yemek gelirdi. Benim çocukluk arkadaşım polis olarak geldi, beni tanımadı. Maviş derdik. Güzeldi ama çok zalim, dayakçıydı, soyarken nasıl soyup döverdi bizi, bir de tekme atardı bacak aramıza. Kadınlar destan yazdık Metris’te. Nimet Tanrıkulu, Filiz Karakuş, Gönül Morgül, Seher Erdem, Deniz Erdem, Aynur Hayrullahoğlu, Özlem Eren Türkmen gibi Metris’te 80’li yıllarda tutuklu kalan kadınlar tanıklıklarını geleceğe belge bırakmak için anlattılar. Yiğitliğin ötesinde bir şey bu. Dört duvar arasına yığılmış insanlardık. Birbirimizi kollayarak, destek olarak ama ne olduğumuzu ve ne olacağımızın farkında olarak yaşadık. Sürekli operasyon yiyorduk, şubeye alınıyorduk ama iç hayatı iyi kurabilmiştik. 17 yaşında cezaevine girdim, 20 yaşında çıktım. Ama bugün tebessüm ederek hatırladığım yıllar, çünkü işkenceyle birlikte çok güzel dostluklar yaşadık. Tahliye olurken ağlardık. Dostların arkadaşların, her şeyini paylaştıkların orada kalacak. Çıktığımda ailem çok güzel sofra hazırlamıştı. Bir lokma aldım, aşağı gitmiyor. Kapı açılır veda için sıralanırız. ‘‘Hoşçakalın Dostlarım’’ı söylemeye başlardık. İlk olarak Gönül Yumurtacı galiba, Nâzım’ın şiirinden, Theodorakis’in müziğiyle söylemişti. Sonra Metris’teki kadınların tahliye şarkısı oldu. Cezaevinde yaşadığım ‘‘biz’’liği başka yerde yaşamadım. Dışarıdaki ‘‘Ben’’ler karşısında dumura uğradım. Cezaevine meyve çok az gelirdi. Bir elmayı çok parçaya bölerdik. Ben hâlâ en fazla yarım elma yiyebilirim. 7. koğuş bir koridora açılan hücrelerden oluşuyordu. Hücrelere ikişer kişi koyup kapıyı sürgülediler. Tuvalet ihtiyacımızı süt kutularına giderir parmaklıkların arasında havalandırmaya dökerdik. Perihan canım, çok utanırdı. Bir gün erkek koğuşlarından slogan sesleri gelince Perihan ‘‘kapıları açın’’ diye nasıl vurduysa sürgü hareket edip açıldı. Bütün hücrelerin sürgülerini açtık. Arkadaşlar hücrelerden fırladı. Kimi tuvalete koşuyor, kimi fazla giysi alıyor. Meğer mazgaldan görmüşler. Elinde hep telsiz olduğu için anten dediğimiz bir subay vardı. Askerlerle girdi, ‘‘Kim açtı kapıları söyleyin..’’ Kimseden ses yok. Hepimizi falakaya yatırdılar. Ben tanıklıklar belgesel olarak saklansın ama hesabımızı soralım istiyorum. Belgelendirme ve tanıklığın tarih bilincinin oluşmasına önemli olduğunu düşünüyorum. İyi gitmeyen şeyleri iyileştirmeye çalışan genç insanlardık. O dönemde yapılan hiçbir şey tesadüfen yapılmadı. Bir karşı duruştu. Bugün kendi çocuklarımda eğitim sisteminde görüyorum. Kimsenin muhalif olmasına izin vermiyorlar, böyle bir koyun grup yetiştiriyorlar. Herkesin eşit, adil, özgür olabileceği bir ülke düşlemiştik. Sosyalizm hedefimiz vardı. Bunun üzerine tanklar geldi. Bu yolculukta ağır bedeller ödedik, ama daha önemlisi toplumun tarihinde bir yara ve travma var. Kafamızı inen coplar, vucüdumuza giren elektriklerden öte herkes bireyselleşti kendini başka yerden tarif etmeye başladı. Dayaklar bizi acıtmıyordu. Havalandırmaya kitaplarımızı yığıp yaktılar. O kitaplardan çıkan dumanlar bizi o kadar acıttı ki. Cumhuriyet ve Milliyet politik gazete sayılıyor verilmiyor. Hürriyet’te İnce Memet dizisi vardı. Sırayla okuyorduk. Herkes bildiğini öğretiyordu. İngilizce kursumuz, hatta Boşnakça kursumuz vardı. Ben İngilizce di’li geçmiş zaman ve geniş zamanı öğrenmiş, kompozisyon ödevinde gülle bülbülün aşkını yazmıştım. ‘KENDİMİ BİR YERLERE KAPATTIM’ Ankara’da Darbe Karşıtı Platform üyeleri ABD Büyükelçiliği’ne yürüyerek eylem yaptı. (Fotoğraf: AA) Deniz ve annesi Seher İlkokula başlamıştım, annemle babam cezaevindeydi. Gizlemek için yalan söylemeyi, hikâye anlatmayı öğrendim. Öyle bir travma yaşadım ki üniversiteyi bitirene kadar kendimi bir yerlere kapattım, gizledim acımı. Ben tarihimi hep silerek gittim. Herkes annemle babamın terörist olduğunu söylüyordu. Çok büyük bir özlem duyuyordum onlara. O acıyı tek başına göğüslemek kolay değil. Anneme babamanın cezaevinden gelen çamaşırlarını çalıp uyurdum. Gözaltına alındığımda çocuklarımı bulmalarından çok korktum. Bulmamaları için işkenceye dayanmam lazımdı. ‘‘Ya Ali yardım et’’ diye dua ettim. Çocuklardan iki yıl ayrı kaldım. Çocukların iyi ellerde olması beni rahatlatıyordu. Çok büyük özlem yaşadım. Bir ‘Darbeciler hesap vermeli’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başkentte ABD Büyükelçiliği önüne siyah çelenk bırakan Darbe Karşıtı Platform üyeleri 12 Eylül darbesini gerçekleştirenlerin yargılanmasını istedi. Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde toplanan Darbe Karşıtı Platform üyeleri, ABD ve hükümet aleyhine sloganlar atarak ABD Büyükelçiliği’ne yürüdüler. Konur Sokak ve Tunus Caddesi’nden Kennedy Caddesi’ne yürüyen eylemciler, caddenin Atatürk Bulvarı ile kesiştiği yerde, çevik kuvvet polisinin panzerler eşliğinde oluşturduğu barikat önüne kadar yürüdüler. Grup adına burada okunan basın açıklamasında, ‘‘12 Eylül askeri müdahalesinin emperyalist güçlerin talimatıyla gerçekleştirildiği’’ iddia edilerek ABD protesto edildi. Açıklamanın ardından eylemcilerden ayrılan bir grup, beraberinde getirdiği siyah çelengi ABD Büyükelçiliği’nin duvarına bıraktı. Darbe Karşı Platform üyeleri, daha sonra darbecilerin yargılanması için başlattıkları kampanyada topladıkları dilekçeleri Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve TBMM’ye ilettiler. Deniz ve Seher Erdem. Kurban Bayramı’ydı, görüş yasağı var tabii. O bayram günü çamaşırhane nöbeti verilince çok kırılmıştım arkadaşlara. O bayram gününü çocuklarımı, ailemi düşünerek geçirmek istiyorum. Ölüm oruçları döneminde uzun süre görüşe çıkamamıştık. Çok beklemiştim, Deniz gelmemişti. Sonra geldiğinde de Deniz küsmüştü, çok kötü şeyler yaşadık o gün. CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle