23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 AĞUSTOS 2006 PAZAR 4 HABERLER Genel Sekreterlik binasında susuzluk ve elektriksizlik bezdirdi, dışarıda ise köpek korkusu hâkim DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN ‘Futbol Ekonomisi’ Sevgili, Önce dilersen, Yılmaz Özdil’in cuma günkü Sabah’ta yayımlanan yazısının girişine birlikte göz atalım: ‘‘Gövdesi... Sıkıştırılmış zote köpüğü ve nitrojen. Zote köpüğü, sıkıştırılmış polyester ile desteklenmiş. Gövdenin üzerinde... Duyarlı polietilen var. Polietilenin üstü, koruyucu teijen tabakası ile kaplı. Teijen tabakasının içinde mikroskobik kanallar bulunuyor, bu mikroskobik kanallar aerodinamik üstünlük sağlıyor, havada sapma yapmasını önlüyor. Böylece hedefe sabit bir uçuş çizgisinde varıyor. İsmi Total 90 AerowII.’’ Nitelikleri verilen aygıtın ne olduğunu düşünme Sevgili! Bulamazsın, Y. Özdil açıklamasaydı ben de bulamayacaktım. Söz konusu olan önceki gün başlamış olan süper ligin resmi futbol topu. Yazıyı okuyunca düşündüm! Futbol, yaşamım boyunca nereden nereye gelmişti. Şimdiye kadar gördüğüm gelmiş geçmiş en iyi kafa golcüsü Metin Oktay, acaba böyle bir topla oynasaydı, daha neler yapardı dersin?.. O zamanlar, içinde şişme lastik olan meşinden yapılmış, ağzı meşin kınnapla bağlanan, suyu yedikçe şişip ağırlaşan topların ağız tarafına kafa vururken, top sıyırttığında alnının yırtılması işten bile değildi. Bütün dünyada değilse bile, hiç değilse ülkemizde, mevsimin ilk biriki karşılaşması hariç, yağmurlu havalarda maç, çamur güreşine dönüşürdü. ??? Yarım yüzyıl içinde futbol olağanüstü boyutlarda gelişti, artık TV aracılığıyla evimizin içine girdi ve evrensel bir oyunu da aşarak evrensel bir eğlence endüstrisine dönüştü. Artık futbol, spor olmaktan çıkıp bir endüstriye, statlar iş merkezine, seyirci ise müşteriye dönüşmüş bulunmaktadır. Artık küreselleşen dünyada üç ortak dil var: Bilgisayar dili, İngilizce ve futbol. Dünyanın her yerinde aynı kurallarla, aynı dilden oynanan futbol, en büyük ortak dil. Futbolun oyun kurallarını ve taktiğini gittikçe daha fazla kişi anlıyor, daha fazla kişi teknik ayrıntılara girebiliyor. Öte yandan, gelişen teknoloji ve küreselleşmenin getirdiği ortak standart, artık hemen bütün takımların aynı kondisyona sahip olmalarına, birbirlerine yakın teknik hünerler kazanmalarına, hepsinin yeni taktikleri çabucak kavramalarına ve gittikçe takımlar arasındaki farkların azalmasına neden oluyor. Son dünya kupasında, bu gelişmenin sonuçlarını gördük, birbirlerine bu kadar yakın yapıda takımların maçlarında bol gol ve pozisyon zenginliği bulmak güçleşiyor, seyir zevki eskiye göre azalıyor. Önce gol yememeye dönük taktikler, hataların da büyük ölçüde azalmasıyla, denk kuvvetlerin çekişmesine dönüşüyor, fark nüansa indirgenince, temaşa keyfi azalıyor. ??? Futbol dünyası artık milyonlarca teknik direktör ve yorumcudan oluşuyor. Artık seyircilerin çoğunluğu teknik direktördür, herkes maçı izlemeye otururken, kendi kafasında kurduğu takım ile teknik direktörünkini karşılaştırıyor, oyunu yalnız izlemekle kalmıyor, her anında yorumluyor, oyuncunun, hakemin yanlışlarını anında kendine göre saptıyor. Böylece küreselleşmenin arzuladığı evrensel dil ve tutkunları çıkıyor ortaya. Beş yıl kadar önce, Cenevre’de göle bakan şık bir lokantada, büyük bir İsviçre saat firmasının uluslararası alanda faaliyet gösteren elemanlarından biri, Ne güzel, diyordu, dünyanın her yerinde her kuşaktan insan ile konuşup anlaşacak, Kanada’dan Tibet’e kadar ortak bir dile sahibiz artık. Evet, futbol ortak bir dildir ve seyircinin çoğu oyunun kurallarını anlıyor, ama futbol olgusunu anlamak başka bir şey, onun için mekanizmanın işleyişini kavramak gerek. Elimde bu yılın ilk yarısında piyasaya çıkmış, çok ilginç bir kitap var. Tuğrul Akşar ve Kutlu Metin’in yazdıkları 800 sayfalık ‘‘Futbol Ekonomisi’’ futbol olgusunu daha yakından tanımak isteyenler için eşsiz bir başvuru kitabı. Dilersen Sevgili, bu futbol sezonunda, ekran başında ya da tribünde maçları izlerken, arada bir yandan da bu çok faydalı eseri oku, futbol konusunda ufkun daha da açılacaktır. AB’ de ‘yaban’ hayatı MAHMUT GÜRER ANKARA Türkiye yaz aylarının en sıcak günlerini yaşarken, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile müzakerelerini yürüten en önemli kurum olan Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) Eskişehir Yolu’ndaki binasında elektrik ve su kesintilerinden çalışamaz hale geldi. İskânı olmayan ve kaçak görünen binanın elektrik ve suları sürekli kesiliyor. Çalışanlar ise bahçede bulunan köpekler nedeniyle park ettikleri arabalara bile rahat gidemiyorlar. Türkiye’nin, AB’den adaylık statüsü almasıyla birlikte kurulan ve ? AB sürecinde büyük rol üstlenen ABGS’de son günlerde elektrik kesintileri artarken, bu durum özellikle tarama süreci, müzakereler ve ulusal program ile ilgili çalışmaların gecikmesine neden oluyor. Bahçede bulunan başıboş köpekler ise personelde büyük korku yaratıyor. müzakere çalışmalarının neredeyse tümünü yürüten ABGS’de binanın yapısına ilişkin sorunların hâlâ çözülememesi, çalışmaları kötü etkiliyor. Hükümetin 2006 yılının ilk yarısında çıkaracağı konusunda söz verdiği teşkilat yasasını da TBMM gündemine taşımaması, kurumu sıkıntıya sokuyor. Genel Sekreterlik’te bulunan ve 5 yıldır sayıları arttırılamayan yaklaşık 60 uzmanın tüm çeviri işlerini ise iki tercüman yapmaya çalışıyor. Kurum tercümanları yetişemediği zaman ise Dışişleri Bakanlığı’ndan yardım isteniyor. ABGS’den bu şekilde AB ile uyum çalışmalarını yapması, kurumlar arası koordinasyon sağlaması, tarama sürecini gerçekleştirmesi, müzakereleri ilgili bakanlık ile yürütmesi ve ulusal programı hazırlaması isteniyor. Kurumda son günlerde elektrik ve su kesintilerinin artması ise dikkat çekiyor. Kurum yetkilileri, bu sorunların aşılması yönünde söz aldıklarını belirtseler de halen net bir yanıt gelmediğini vurguluyorlar. Kurum yetkilileri oldukça yoğun çalıştıklarına, buna bir de elektrik kesintileri eklenince çalışma performanslarının düştüğüne işaret ediyorlar. ABGS binasının elektrik ve su sorunu, bu yapının ilk olarak ikiz kuleler olarak anılan Tekel’in tamamlanamayan bölge müdürlüğünün ardiyesi olarak inşa edilmesinden kaynaklanıyor. Müdürlük binasının sa tışından önce ABGS’nin bulunduğu bina ayrılarak genel sekreterlik için tahsis edilmişti. Daha sonra TOBB’ye satılan ikiz kulelerin inşaatıysa halen sürüyor. Köpekler korku yaratıyor Öte yandan kurumun bahçesini mesken tutan köpekler de çalışanları tedirgin ediyor. Özellikle tarama süreci, müzakere hazırlıkları ve ulusal program çalışmaları nedeniyle geç saatlere kadar mesai yapan uzmanlar, kurumdan ayrılmak üzere bahçeye çıktıklarında arabalarının yanında yatan köpekler ile karşılaşabiliyor. A LEVİLERDEN DİLEKÇE ‘Hacıbektaş Müzesi bize verilsin’ ? Hacıbektaş Dergâhı’nın müze statüsünde olması nedeniyle ziyarette sıkıntılar yaşandığına dikkat çeken AleviBektaşi Federasyonu, müzenin kendilerine bırakılması için Başbakanlık’a başvurdu. ANKARA (ANKA) Aleviler, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olan Hacıbektaş Müzesi’nin kendilerine verilmesi için Başbakanlık’a dilekçe verdi. AleviBektaşi Federasyonu (ABF) Genel Sekreteri Fevzi Gümüş, Hacıbektaş Dergâhı’nın müze statüsünde olması nedeniyle, ziyarette sıkıntılar yaşandığına dikkat çekerek, müzenin kendilerine bırakılması için Başbakanlık’a başvurdu. Dilekçesinde, AleviBektaşi kültür ve inancının merkezi olan Hacıbektaş Dergâhı’nın devletin mesai saatlerine ayarlı olarak Alevilere kapalı tutulduğunu belirten Gümüş, uygulamanın Alevi toplumunu rahatsız ettiğini savundu. Gümüş, ‘‘Yeryüzündeki tüm inanç sahipleri kutsal kabul ettikleri mahallere diledikleri zaman girip ziyaret edebiliyorlarken, Alevilerin bundan mahrum olması büyük bir acıdır’’ dedi. Hacıbektaş Dergâhı’nın statüsünün tam bir karmaşa içerisinde olduğunu bildiren Gümüş, şunları kaydetti: ‘‘Çünkü dergâh bugün ‘müze statüsünde’ açıktır. Yani bugün Alevilerin serçeşmesi ziyaret edilebiliniyorsa bu oranın ‘müze’ olması sayesindedir. Müzeyi işleten ise Kültür Bakanlığı’dır. Ne var ki müzenin içinde bulunduğu gayrimenkul ve arazilerin sahibi ise Vakıflar Genel Müdürlüğü’dür. Müze ise, dergâhta vakıfların kiracısı konumundadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü Kültür Bakanlığı ile kira sözleşmesini iptal ettiği takdirde Alevilerin dergâhı kapanma tehlikesiyle yüz yüze gelecektir. Bu ikibaşlılığın sona ermesi ve Alevi inanç mensuplarının kendi merkezlerine sahip olması sorunun temel çözümüdür.’’ KESK üyelerinden Aşçı’ya destek F tipi cezaevlerinde tecrit uygulamalarının kaldırılması istemiyle ölüm orucu eylemini sürdüren avukat Behiç Aşçı’ya dün çok sayıda demokratik kitle örgütü destek ziyareti yaparken ‘‘Tecride Karşı Dayanışma Komitesi’’ imza kampanyası başlattı. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) İstanbul Şubeler Platformu ve Ankara şubelerinden temsilciler, ölüm orucunun 123. gününde olan avukat Behiç Aşçı’yı ziyaret ederek Adalet Bakanlığı’nın bir an önce tecridi kaldırmasını istediler. Aşçı’nın, direnişini gerçekleştirdiği Şişli’deki evinin önünde toplanan kamu emekçileri ‘‘Tecridi kaldırın, ölümleri durdurun’’ sloganları attılar. Tecride Karşı Dayanışma Komitesi de Behiç Aşçı’ya destek amacıyla Galatasaray’da ‘‘Behiç Aşçı’nın ölmesine izin vermeyelim’’ sloganıyla imza kampanyası başlattı. Yapılan açıklamada F tipi cezaevlerinde insanı her türlü sosyal ilişkiden soyutlayan, insan doğasına aykırı ve insanlık dışı tecrit uygulamasına son verilmesi gerektiği belirtilerek ‘‘Behiç Aşçı’nın sesine ses katmak, duyarlılığımızı yansıtmak için imza masası açıyoruz. Taleplerimizin ortaklığını iktidara ve Adalet Bakanlığı’na ileteceğiz’’ denildi. (Fotoğraf: VEDAT ARIK) A KP GÖREVDEN ALIYOR, YARGI DURDURUYOR U ARİF FARAÇ RFA’DAKİ TOPLANTI BASKINI Sosyal Hizmet İl Müdürü dördüncü kez koltuğunda SAMSUN (Cumhuriyet) Samsun’da 2001 yılında atandığı Sosyal Hizmet İl Müdürlüğü görevinden 4 kez uzaklaştırılan Muzaffer Çelik hukuk mücadelesini sürdürüyor. Çelik, dördüncü kez mahkeme kararıyla görevine geri döndü. Samsun Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü görevine Şubat 2001’de atanan Muzaffer Çelik, önceki İl Müdürü Mehmet Çelebi’nin mahkeme kararıyla göreve dönmesinin ardından 18 Haziran 2001’de Ordu İl Müdürlüğü’nde görevlendirildi. Çelik, İdare Mahkemesi’ne açtığı davayı kazanarak 3 ay sonra yeniden Samsun İl Müdürlüğü görevine döndü. 2004 yılına kadar bu görevi sürdüren Çelik, Temmuz 2004’te Bitlis’e öğretmen olarak sürgün edildi. Çelik, 2 ay süren hukuk mücadelesinin ardından yeniden Samsun’a döndü. Bu yıl şubat ayına kadar İl Müdürlüğü görevini sürdüren Çelik’e yine sürgün yolu göründü. Muzaffer Çelik şubatta Tunceli İl Müdürlüğü’ne görevlendirildi. Hukuk mücadelesinden yılmayan Çelik, bir kez daha Bölge İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme tarafından haklı bulunan Çelik nisan ayında yeniden Samsun’a döndü. Ancak makamını 1.5 ay koruyabilen Çelik, mayıs ayında ‘‘denetleme, inceleme yapmak ve tecrübesinden yararlanılmak’’ kaydıyla geçici görevli olarak yeniden Bitlis’te görevlendirildi. Çelik, hukuk mücadelesinden yılmadı. ‘‘Yürütmeyi durdurma’’ istemiyle bir kez daha Bölge İdare Mahkemesi’ne başvuran Çelik, 4 kez kalktığı makamına 5. kez oturdu. EğitimSen ve SES üyeleri polisten şikâyetçi oldu ŞANLIURFA Şanlıurfa’da geçen hafta Urfa Kültür ve Sanat Merkezi’ne yapılan baskında ‘‘terör örgütü propagandası yaptıkları’’ iddiasıyla gözaltına alınan ve serbest bırakılan EğitimSen ve Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) üyeleri polisler hakkında suç duyurusunda bulundu. Sendikacıların 30 Temmuz günü Sarayönü Caddesi’ndeki merkezde ‘‘Özgür Yurttaş Platformu’’ olarak düzenledikleri toplantıyı polis bastı. Polis, kimlik göstermedikleri gerekçesiyle aralarında DTP Şanlıurfa İl Başkanı Ahmet Binici ile SES ve EğitimSen üyelerinin de bulunduğu 138 kişiyi gözaltına aldı. Terörle Mücadele Şubesi’nde sorgulanan bu kişilerden 109’u serbest bırakılırken, 5’i kadın 29 kişi adliyeye sevk edildi. Bu kişiler de savcılık tarafından ifadeleri alındıktan sonra serbest kaldı. Serbest kalan EğitimSen ve SES üyeleri, baskında görevli polisler hakkında suç duyurusunda bulundu. Eğitim Sen Şanlıurfa Şubesi’nde bir araya gelen 8 sendikacı, savcılığa verdikleri dilekçelerinde polislerin ‘‘Kötü muamele, görevi kötüye kullanma, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma; inanç, düşünce ve kanaat hürriyetini engellemek ve hakaret’’ suçlarını işlediğini belirttiler. Adliye binası önünde bir açıklama yapan KESK Dönem Sözcüsü Bedriye Yorgun, ‘‘Gözaltına alınanlar arasında 20 arkadaşımız vardı. Bunlar öğretmen ve memurlar. Arkadaşlarımız binadan çıkartılırken ellerine kelepçe vurularak kamuoyuna suçlu gibi gösterildiler’’ dedi. asirmen?cumhuriyet.com.tr AKP MİLLETVEKİLİ CANİKLİ ‘2005 fındığına desteği unutun’ GİRESUN (AA) TBMM KİT Komisyonu Başkanı ve AKP Giresun Milletvekili Nurettin Canikli, hükümetin 2006 ürünü fındığı doğrudan destekleme kararı aldığını söyledi. Canikli, bölge milletvekilleri olarak FİSKOBİRLİK’in üreticiye olan borcunu ödeyebilmesi için gerekli kredinin sağlanabilmesi amacıyla bankalarla görüştüklerini, ancak bankaların buna olumlu yaklaşmadığını belirterek ‘‘Birlik yönetiminin krediyi geri ödeme gibi bir niyetinin olmadığı gerekçesiyle banka yöneticileri kredi vermeyi kabul etmediler’’ dedi. Canikli, 2005 ürünü fındık ve FİSKOBİRLİK’in borçlarıyla ilgilenmediklerini, bunun özerk bir kuruluş olan birliğin kendi sorunu olduğunu ifade ederek ‘‘Hükümetimiz, 2006 yılı ürünü fındığı doğrudan destekleme kararı almıştır. Bu konuda Başbakanımız ve 6 bakan tarafından oluşturulan Fındık Komisyonu, çalışmalarını sürdürüyor. Detayları açıklanacak’’ diye konuştu. Alman Der Spiegel dergisi, İsrail’in Lübnan’a saldırısıyla başlayan dönemde, İsrail devletinin gazetecileri nasıl yönlendirdiğini, onları nasıl etkilediğini somut gözlemlere dayanarak aktarıyor. 28 Temmuz tarihli Spiegel’de Mathias Gebauer, ‘‘Her Şey Dahil’’ başlıklı yazısında yaşananları bakınız nasıl aktarmış: ‘‘Telefon tam vaktinde, saat dokuzda çalıyor. Hattın öbür ucundaki hoş sesli kadın ‘Alo, burası (İsrail) Hükümet Basın Bürosu’ diye başlıyor ve ‘Bugün için ne gibi planlarınız var acaba? Konu ihtiyacınız var mı?’ diye soruyor. ‘Size bilgi verecek bir uzman ister misiniz?’ ya da ‘Hizbullah’ın Katyuşa füzelerinin isabet ettiği Hayfa’daki binaları gösterelim, dilerseniz o binalarda oturanlarla da konuşturabiliriz sizi. Binalara isabet eden füzelere dair teknik bilgilere ihtiyacınız varsa, tabii ki yanınıza uzmanımızı da verebiliriz.’ ‘En iyi önerimizi en sona sakla İsrail’de Yabancı Gazeteciler... dık’ diye devam ediyor, hoş sesli kadın. ‘Hizbullah’ın kaçırdığı İsrail askerlerinden Ehud Goldwasser’in Naharya kentindeki ailesiyle görüşebilirsiniz mesela. Sizi bir otelde bekleyecekler’ ‘Tercüman gerekmez mi?’ Gerekmiyormuş. Ailenin İngilizcesi gayet iyiymiş. Basın Bürosu’nun bu önerisi, çok sayıda başka yabancı gazeteciye de gelmiş anlaşılan. Çoğu, Basın Bürosu’nun organize ettiği özel otobüslerle geliyor otele. Otelin lobisinde Rusya’dan ve Polonya’dan gelen 15 kamera ekibi toplanıyor. Ayrıca radyo ve gazetelere çalışan daha 20 kadar yabancı gazeteci var. Kendileri için hazırlanmış kahve ve sandviçlerin keyfini çıkarmakla meşguller. Kaçırılan İsrail askerinin annesiyle babası da geliyor. Mikrofonlar derhal babaya uzatılıyor. Adamcağız bir hayli tedirgin. Boncuk boncuk terliyor, kafasındaki damarlar şişmiş. Baba Sholomo Goldwasser’in anlatabileceği çok bir şey yok aslında. Adamcağız İsrail güvenlik güçlerinin çocukları kaçırılan ailelere öğrettiği birtakım lafları ardı ardına sıralıyor. ‘Oğlum Ehud’un güvenliğinden ve sağlığından onu kaçıranlar sorumludur, onu sapasağlam geri istiyoruz. Mümkün olduğu kadar çabuk! Aklıma başka bir şey gelmiyor’ diye de ekliyor, biraz çaresiz bir edayla. ‘Ben bir babayım, politikacı değil’ demeyi de ihmal etmiyor. Her kameraman, her muhabir ‘Bay Goldwasser lütfen buraya’ diye bağırıyor. Kimi gazeteci Bay Goldwasser gülümsesin, kimi ciddi dursun istiyor. Kimi muhabir, oğluyla ilgili bir çocukluk anısı anlatsın diye diretiyor, kimi de karısıyla birlikte bilmem kaçıncı kez ellerindeki fotoğraf albümünü karıştırsın diye rica ediyor.’’ Alman gazeteci Mathias Gebauer bu olanları şöyle yorumluyordu: ‘‘Hükümet Basın Bürosu’nun amacı, savaşın İsrail açısından haklı gerekçelerini yabancı medya mensuplarına bir kez daha hatırlatmak. Kaçırılan İsrail askerinin ailesi de bu çerçevede kameralar önünde bu senaryonun başaktörleri konumunda ama aslında daha çok figüran gibi duruyorlar. Savaşta taraf olan devlet, tutumunun haklı gerekçelerini ispat etmek derdine düştüğünde, işte böylesi propaganda çalışmaları da savaşın doğal bir parçası haline geliyor.’’ ??? Gebauer bu yönlendirme işini il ginç yorumlarla sürdürüyor: ‘‘Normalde İsrail’de bir Alman gazetecisi olarak, başka çevrelere girip bilgi alabilmek adına neredeyse yalakalık yapmanız, en basit bilgilere ulaşmak için bile çok özel ilişkiler kurmanız gerekirken, şimdilerde İsrail’de savaşa dair bilgi edinmek neredeyse turistik AllInklusive (Her şey dahil) paketine sahip olmak gibi bir şey. Yanlış anlamayın, burada kimse size yalan söylemiyor. Sadece sizi noktasına virgülüne kadar hazır edilmiş röportaj konuları önererek, üstüne taşıma ve öğle yemeği de dahil her türlü lojistik destek ve yanına da askeri uzman vererek ilgiye ve bilgiye boğuyorlar. Nitekim yabancı gazetecilerin önemli bir bölümü bütün bunlara hayır diyemiyor.’’ Gazeteciliğin böyle yanları da bulunuyor. Mesleğimiz özellikle savaş ve çatışma alanlarında çok yara alıyor. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle