12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 AĞUSTOS 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ABD Stratejileri ve Türkiye ABD stratejilerinin temel hedefi bu ülkeleri neo liberal sistem ve kuralları uygulayan ülkeler haline getirmekti. Bu ülkelerin yönetimleri direnç gösterirlerse, ABD’nin yüksek teknolojik askeri gücüyle ezilmeli, bilahare işgal edilerek güvenlik sağlanmalı ve istenen düzene uygun yapılanma kurulmalıydı. PENCERE Garip Bir Çelişki!.. Afganistan’da kadın çarşaftan beter ‘burka’ giyiyor.. 1961’de Prens Davud devlet dairelerinde burka giymeyi yasaklayan bir yasa çıkarmış, Kâbil sokaklarında etekbluz giyen kadınlar dolaşmaya başlamışlar... 35 yıl sonra Taliban, 1996’da yönetimi ele geçirdiğinde, devlet dairelerindeki uzmanlar dahilmemurların yerine mollalar getirilmiş, kadın ortalıktan silinmiş, topuklu kadın iskarpininin sesi erkeği baştan çıkarır diye düz ayakkabı giyilmesi yeğlenmiş... ? Ortadoğu’da bugün yaşanan çatışmalarda iki taraf öne çıkıyor: Emperyalizm.. Ve şeriat.. Ne yazık ki Müslümanlık coğrafyasında emperyalizme karşı direnişin başını çekenler şeriatçılar... İran.. Hizbullah.. Hamas.. Taliban.. Vesaire.. Amerikaİsrail ortaklığı bastırdıkça karşı tarafın örgütlenmesi, ulusal değil, dinselliğin en gerici ideolojisine doğru sürükleniyor... Sürükleniş Türkiye dahil tüm İslam dünyasında iki düşmanlığı pompalıyor: Amerika.. İsrail.. ? Ancak yine tüm İslam coğrafyasında Batı’ya karşı gelişen kin ve nefret, kendi içinde kadın düşmanlığını da alabildiğine körüklüyor... ‘Kadın’ ile ‘günah’ sözcükleri özdeşleşiyor; şeriatın en koyusunda aklını yitiren softa, molla ya da mürteci, tesettürü Müslüman toplumun temel yaşam yasasına çevirmekte duraksamıyor; kadını köleleştirmekte dur durak tanımıyor. ? Peki, bu açık seçik dilemma ortadayken Türkiye’de kadın ne düşünüyor?.. Kadınımız şaşkın.. Kadınımızın şaşkınlığı olaylara yansıyor; RTE’nin Danışmanı Cüneyd Zapsu’nun eşi, yandaşlarıyla birlikte, camide erkeklerle yan yana namaza durmak için girişimde bulunuyor; Duygu Asena’nın cenazesine katılan kimi ‘‘özgür kadın’’ımız da dinde erkeğe göre düzenlenmiş töreleri zorlamaya kalkışıyor... Çoğu entel kadınımız demokrasiyi türbanı savunmak sanıyor... ? Türkiye’de Kemalist devrim, kadın haklarını, Batı’daki hukuk düzeyine eriştirmişti... Çoğu entel kadınımız da ki bunların içinde Batı’da yüksek eğitim görmüş olanlar da eksik değildir Atatürkçülüğe öteki adıyla Aydınlanma’yakarşı çıkmayı demokrasiyle karıştırıyor... ? Oysa tüm İslam coğrafyasında kadın düşmanlığı şeriatın gereği olarak yükselip yayılmakta, Türkiye’yi de sarıp sarmalamakta... Oluşum Ortadoğu’da emperyalizm ile şeriatın çatıştığı bir garip çelişki içinde gelişiyor... Yine de bu çelişkiyi en çok Türkiye’de yaşayanlar görebilir ve çıkış yolu bulabilirler. Bizlerle Yaşayacaklar Ölmek, yok olmak mıdır? Yeni bir soru değil... Kendimi bildim bileli çözemediğim bir düğüm!.. Vardılar, yanımızdaydılar, birlikteydik geceler akşamlar boyu... Kitapları, yazıları, şiirleriyle, dostluklarıyla içimizdeydiler... Arasam, telefon etsem, evlerini bulsam, bir kahve köşesinde buluşsak, tartışsak, kızsak, darılsak!.. Onlar yaşarlar, onlar beklenmedik bir yerde, bir anda, karşımıza çıkarlar... Yaşadığımız sürece... Yalnız iç dünyamızda değil, gündelik kavgalarımızda, sevgilerimizde, kızgınlıklarımızda... Boş laf deme! Kendini aldatma, yanlış yorumlamayla bizleri de kandırma, deme!.. Ben bunca yıllık yorgunluğu sırtlamışsam, kendi başıma değil, nice dostlarımla, uzaktan yakından tanıdıklarımla, sevdiklerimle, tartıştıklarımla, hatta zaman zaman kavga ettiklerimle, beğendiklerimle, beğenmediklerimle... Temmuz, ağustos, eylül!.. Gelirler giderler!.. Bizlerden hep bir şeyler koparırlar. Bizi yalnızlığımızda bırakırlar... Kaç zaman geçip gitmiştir, aylar, yıllar devrilmiştir. İlkgençliğimizin insanları bir bir benden ayrılmıştır. Ölmüş müdürler? Cenazelerini de görmüşümdür. Tabutlarının önünde beklemişimdir. Ama büsbütün yok olabileceklerini düşleyememişimdir! Kitaplarda, şiirlerde, anılarda oldukları sürece, bu yeryüzünün ölümsüz insanlarıdır hâlâ onlar!.. Sevdiklerimiz, etkilendiklerimiz, ancak bizimle, benimle birlikte yok olacaklarını bildiklerimiz... Gazete sayfalarında ağıtlar, şiirler, acılar.. bir şeyler söylemek, bir anı anlatmak gidenin ardından... Ne hoşgünler yaşadık! Ne unutulmaz saatler, anlar... Şimdi biri bile yok mu? O konuşmalar, dertleşmeler, üzüntüler!.. Paylaştığımız özel sıkıntılarımız? Uçup gitti mi göz kapanınca, bir cami avlusunda alkışlarla ya da alkışsız o sevilen kişiyi uğurlamalarımızla!.. ‘‘Kadına ad’’ arayan bir sevgili yazardı Duygu Asena... Buldu mu, bulabildi mi? Ama bizi uyardı, aydınlattı, bizden sonrakiler de onun seslenişini duyacak bıraktığı kitaplarda... Halit Çapın araştırmalarıyla anılacak... Hukukçu şair dostum İsmet Kemal Karadayı ‘‘Bilgelikler’’ sunmuştu daha yakın günlerde... Ve son olarak, Yılmaz Çetiner, gazeteciliğin büyük ustası... Daha kimler, daha nice sevgililer aramızdan ayrılmış olsalar da, yaşıyorlar, yaşayacaklar!.. Tanju ERDEM Emekli Amiral D ESAS NO: 2005/1973 Davacı Bekir Tekin vekili Av. Beytullah Pazar tarafından davalılar Hamur köyü tüzelkişiliği, Dumlupınar Orman İşletme Şefliği ve Hazine’yi temsilen Dumlupınar Mal Müdürlüğü aleyhine Külahya İli Dumlupınar İlçesi Hamur Köyü Çifteyataklar Mevkiinde bulunan doğusu ve batısı genel olarak meşe ve yer yer ardıç çalılıkları ile kaplı, kuzeyi kuru dere ve batısı yol olan tarla ile ilgili taşınmaz hakkında tapuya tescil davası açılmıştır. İlan tarihinden itibaren 3 ay içerisinde dava konusu taşınmazda hak iddia edenlerin ve davaya itirazı bulunanların mahkememize ait 2005/197 Esas sayılı dosyaya itiraz ve delillerini bildirmeleri gerektiği. Medeni Kanun’un 713. maddesi gereğince ilan olunur. 26.07.2006 Basın: 38729 İLAN TC ALTINTAŞ SULH HUKUK MAHKEMESİ’NDEN ünya, 11 Eylül 2001 sonrası Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya kenar kuşak ülkelerindeki krizlerle uğraşıyor. Özellikle Ortadoğu krizi ve çatışmaları öyle bir noktaya geldi ki, Türkiye’yi çeşitli açılardan ilgilendirdiği gibi, ülkemizin güvenliğine yönelik ciddi tehditleri de gündeme taşıdı. Buna karşın Türkiye’nin ulusuyla, devletiyle, siyasal yöntemiyle ahenk içinde ulusal güvenliğini sürdürebilecek, özünde bağımsız politikaları, stratejileri tesis ve uygulaması gerekiyor. Durum bu mu? Gerçekleri görebilmek için bugün dünyaya hâkim olma sevdasındaki emperyal gücün, politik ve stratejik hedeflerini ve hareket tarzlarını bilmede, değerlendirmede zorunluluk vardır. Bunlar ortaya konulduğunda her şeye rağmen bu güçlere tabiyet politikaları sürdürülecekse o zaman, ulusun bilinçlendirilerek ülkeye sahip çıkılması gerekiyor. Yoksa bilinmelidir ki bir gün bu ateş yurdumuza sıçrayacak, Türk’ün üniter ulus devletini, ulusal birliğini, anayasamızda belirlenmiş temel nitelik ve değerlerini önce bir kaos ortamında zayıflatacak, sonra parçalayıp yok etmek isteyecektir. Emperyalistlerin haritaları, talepleri, müdahaleleri, ulusal ekonomi ve finans gücünün kontrolü ve rejime biçilen ılımlı İslam rolü bir zamandır gündemdedir. Bu ciddi bir durumdur. Türkiye akıl, bilgi, deneyim, sağduyu, yakın tarih bilincine sahip; yurtsever, bağımsız düşünebilen, erdemli, Atatürkçü bir zihniyetle yönetilerek ve ulusal birlik etrafında bu sıkıntılı dönemi aşabilir. Aşmalıdır. Bizim ABD’nin temel stratejilerini bilmemiz gerekiyor. ABD yönetimi Sovyetler Birliği’nin çözülmesi sonrası, sürdürülebilir bir dünya hâkimiyeti için sosyoekonomik alanda finans kapitalin kurallarını ve sistemlerini tüm dünyaya yayma çabasını hızlandırdı. Güvenlik alanında ise Çin’in giderek güçlenmesini, Rusya Federasyonu’nun toparlanıp yeniden bir büyük güç haline gelme olasılığını tehdit olarak algıladı. 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler olayından sonra ABD’nin güvenlik anlayışı değişti. ABD yönetimine yakın stratejistlere göre Çin, Rusya, Hindistan gibi ülkeler küresel neoliberal sistemin parçaları olmuşlardı. Onlar şu anda tehdit oluşturmuyorlardı. Tehdit ABD’nin sosyoekonomik düzeneğinin kurallarına uymayan, bunlara direnen, gelişmekte olan ya da azgelişmiş ülkelerden geliyordu. Bu ülkeler terorizmi, terörist örgütleri bünyelerinde barındırıyorlardı. ABD stratejilerinin temel hedefi bu ülkeleri neoliberal sistem ve kuralları uygulayan ülkeler haline getirmekti. Bu ülkelerin yönetimleri direnç gösterirlerse, ABD’nin yüksek teknolojik askeri gücüyle ezilmeli, bilahare işgal edilerek güvenlik sağlanmalı ve istenen düzene uygun yapılanma kurulmalıydı. ABD böylece ülkelerin yönetimlerine fiilen karışmayı, onları değiştirmek için askeri güç kullanımı dahil, her yönteme başvurmayı mübah görüyordu. Güvenliği sağlayacak güçlerin çekirdeği ABD, çoğunluğu ise ABD’ye yandaş ülkelerin kara askerlerinden oluşacaktı. Hedef ülkeler Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde yer alan Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya Türk cumhuriyetleri, Kuzey Afrika ülkeleriydi. ABD bu proje ile AB’yi de yanına alarak hegemonyasını sürdürebileceğini, diğer potansiyel büyük güçlerin de desteğini sağlayarak sürdürülebilir bir barış ortamı yakalayabileceğini düşünüyordu. Bu stratejinin uygulanması sonucu; hedef ulus devletlerin bağımsızlığını yitirdiklerine, işbirliği yapan bir kısım egemenler ve nitelikli teknokratlar haricinde halkların önemsizleştikleri, demokrasi derken yeni otoriter rejimlerin kurulduğuna tanık oluyoruz. Bu stratejinin hedefi ABD’nin kontrol edebileceği yönetimleri oluşturmak, ulus ötesi ya da çokuluslu şirketlerin yerli işbirlikçileriyle beraber bu ülkelerin ekonomilerini, doğal kaynaklarını, finans kurumlarını kontrol altında bulundurmaktır. Ulus devletlerin dirençlerini kırmak için etnik ya da dini ayrımcılık kullanılarak ülkeler zayıflatılmakta, parçalanmaya kadar gidebilmektedir. Irak önümüzdeki en somut örnektir. Şimdi İran ve Suriye ABD GOAP’nin hedef ülkeleri olarak gösterilmektedir. Bu stratejilerin uygulamalarının merkezinde olan Türkiye ne yapmalı? Türkiye yönetimleri bir bumerang gibi kendisini de vurabilecek GOAP’ye uzak durmalıdır. ABD’nin ulusların demokratikleşmesi, özgürleşmesi, gönenç kazanmaları gibi ideallerin değil, Amerikan hâkimiyet asrı, stratejik ortağı İsrail’in güvenliğini ve genişlemesini, uygun zaman ve koşullarda bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasını sağlamak peşinde olduğunu görmek gerekiyor. Bizim ABD’nin isteğiyle Lübnan’a askeri güç konuşlandırarak büyük olasılıkla (ateşkes sağlansa dahi) ihtilaflara, çatışmalara muhatap olmamız, Ortadoğu’da bir jandarma gücü olarak kullanılmamıza rıza göstermemiz doğru olmayacaktır. Bu yönde ikna çabalarına karşı çıkılması halkımızın eğilimleriyle de uyumludur. Kendisine yönelen tehdidi yerinde söndürmek için ABD’den izin alma durumunda bırakılmış bir ülkenin, Lübnan’da ABD isteğiyle güvenlik gücü olarak kullanılmak istenmesindeki mantık çelişkisini görmemek mümkün mü? Türkiye her ülke kadar gerçek barışın tesisine, insani yardımlara katkıda bulunur. Bulunuyor da. Bu bize onur ve saygınlık kazandırır. AB’nin ulusal çıkarlarımıza karşıt talepleri (başta Kıbrıs) hiçbir şekilde kabul edilmemelidir. Bugün Ortadoğu’da kimi ulusların durumu önümüzdedir. Devletini, yurdunu, ulusal kaynaklarını, askeri gücünü, ulusal birliğini ve kültürünü giderek yitiren uluslar, bunlara sahip olanların güdümüne girmektedirler. Türkiye 1919’da böylesine bir sonla karşı karşıya kaldı. Büyük Atatürk’ün önderliğinde bir avuç yurtseverin özverisiyle örgütledikleri Türk ulusu, Türk ordusu, emperyalizmi vatanın harimi ismetinden kovarak denize döktü. Bembeyaz bir sayfa açarak Türk ulusunun egemen olduğu çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni, milli devletini kurdular. Bunları yaşamış bir ulus olarak gözümüzü dört açmalıyız. Kararlarımızı bağımsızca, ulusal güvenliğimiz ve ulusal çıkarlarımız doğrultusunda vermeli, ulusal güç unsurlarımızı zayıflatacak girişimlerden kesinlikle uzak durmalıyız. Türk ulusal güvenliğinin sürdürülebilirliği Cumhuriyetimizin kuruluşunda esas alınan ve anayasalarımızda yer alan temel ilke ve değerlere lafzı ve ruhuyla sadık kalan; onlara bilinçle, samimi olarak inanan yönetimlerin ellerinde emniyetle sağlanacaktır. Hukuk, İnsan ve İnsan Olma Bilinci İbrahim TÜRKEŞ Hukukçu, Felsefeci E linde silah Danıştay’ı basıp ‘‘ahlaki’’ ve ‘‘vicdani’’ tavırla yasayı uygulamaktan başka hiçbir kaygı ve ölçütü olmayan ‘‘vakur’’ Cumhuriyet yargıcını katleden kişi, ‘‘hukuk’’ eğitimi almıştır. Cumhuriyet gazetesine art arda düzenlenen saldırıların da odağında bulunan bu kişiye ‘‘yardım’’ ve ‘‘yataklık’’ edenler arasında ‘‘avukat’’ kimlikli insanlar vardır. Bu yıl ÖSS’de 27 bin, OKS’de 46 bin öğrenci ‘‘0’’ puan almıştır. İlk bakışta birbiriyle ilişkisiz görünen bu sonuçlarda ‘‘ortak’’ yön, uygulanan eğitim sistemiyle bunların tümü arasında var olan sıkı ‘‘nedensel bağ’’dır. Bugünkü içeriği ve niteliği ile ülkemizde eğitim, ‘‘sınav şampiyonları’’, ‘‘il birincileri’’ çıkarsa da, beklenen hizmeti vermekten uzaklaşan ‘‘amaç’’, ‘‘yöntem’’ ve ‘‘içeriği’’yle, bir ‘‘ayıplı mal’’dır. Sınırlarını ‘‘Tanrı Dağı’’ kadar Türklükle başlatıp ‘‘Hıra Dağı’’ kadar Müslümanlıkta bitiren, bu sınırların ötesinde ‘‘insani’’ ve ‘‘evrensel’’ olan ne varsa reddeden, kaynağını yüzlerce yıl bir din kitabını anlamadan ezberlemede bulan ‘‘ezberci’’, ‘‘Türkİslam sentezi’’ içerikli bu eğitim felsefesinin, karşımıza Danıştay’ı basan hukukçular, cins ayrımcısı doktorlar, ırkçı mühendis ve mimarlar, şeriatçı bakanlar, belediye başkanları, hatta başbakanlar çıkarması şaşırtıcı olmamalıdır. Dere yatağında, ağaç toprağında, demir kalıbında şekillenir. Eğilip bükülebilen bir varlık olan insan için de eğitim, içinde şekil kazandığı bir kalıp, varlık şartıdır. Ancak ‘‘öz’’e inemeyen, ‘‘bilgi’’yi ‘‘bilinç’’e dönüştüremeyen, yalnızca ‘‘fayda’’ ve ‘‘çıkar’’ aracı olarak örgütlenmiş bir eğitimin, teknik, elektronik şampiyonlar yetiştirse de, ‘‘hukuk’’tan, ‘‘tıp’’tan diplomalar verse de ‘‘toplum’’ ve ‘‘insanlık’’ için ne denli bir ‘‘tehlike riski’’ taşıdığı, çift diplomalı, çift dil bilen ‘‘hortumcu’’lardan, Danıştay’ı basma cüretini kendinde bulabilen hukukçulardan bellidir. Bu nedenle, hukuk fakültelerinde ‘‘ipoteğin alt ve üst sınırı’’nı ya da ‘‘akdin in’ikad (kurulma) anı’’nı, tıp fakültelerinde hücrenin DNA’sını, tarihte 1830’u, 1848’i, 1789’u ezberlemek bilgiyi bilince dönüştürmede yeterli olamamaktadır. Bilgi yalnızca çıkar aracı olarak görüldüğü, yalnız ‘‘işe yararlı’’ olmaya indirgendiği sürece onu bilince dönüştürmek olanaklı değildir. Oysa, insanlık ve uygarlık tarihinin en önemli temellerinden biri, ‘‘çıkarsız’’ ve çoğu insanın ‘‘işe yaramaz’’ dediği, bizde de ‘‘Özal’’lı yıllarda ‘‘işe yaramıyor’’ denilerek lise müfredatından çıkarılan ‘‘felsefe’’ (düşünce) bilgisidir. Bir hikâyeye göre, düşüncelerinin (felsefesinin) ve yaptıklarının hiçbir işe yaramadığını, üstelik para da kazandırmadığını ileri sürüp kendisiyle alay eden kenttaşlarına ünlü düşünür Thales (MÖ 6. yy), gerçek faydayı bilince dönüştürülmüş bu bilginin sağladığını pratik anlamda da kanıtlamış, ‘‘sebepsonuç’’ ilişkisi içinde çok iyi gözlemleyip değerlendirdiği iklim koşullarına göre o yıl zeytin ürününün iyi olacağı sonucuna vararak bütün yağ preslerini satın almış ve önemli bir kazanç sağlamıştır. Bilgiyi ‘‘kozal’’ bağları (nedensonuç ilişkisi) içinde örgütleyip bilince dönüştüren bu tutum, bu duruş, ‘‘aydınlanma’’nın da ta kendisidir. Bugünkü yapısı ve işleyişi ile Türk Milli Eğitimi, bu amacı gerçekleştirmekten uzaktır. Bugün ilköğretimden yükseköğretime ülkemiz, bilgiyi bilince dönüştüren, insanı ‘‘insanlaştıran’’ düşünce kanallarına kapalı, insanın ‘‘insanlaşma’’ serüveninin kilometre taşları olan ‘‘kla sik’’leri, Volter’leri, Russo’ları, Monteskiyö’leri, Şekspir’leri hiç okumamış, Sartır’ı, Niçe’yi, Markuze’yi, Haydeger’i hiç tanımamış, fakat daha ilköğretim çağında imamın önüne oturtulmuş, üniversitede ‘‘tarikat şeyhleri’’nin, ‘‘hocafendi’’lerin dervişi, müridi, muhibbi olmuş binlerce öğrenciyle doludur. Hiç kuşkunuz olmasın ki Danıştay katliamcısı ve arkadaşı, fakültesinde şeklen de olsa okutulan ‘‘hukuk felsefesi’’ derslerine hiç katılmamış, kamu hukukunda Makyavel’i, Bodin’i okurken ‘‘Ne varsa Kuran’da’’ deyip öfkeyle kitabı kapatmış, fakat İstanbul’un bilmem hangi camisinde imamlık yapan ilmi kendinden menkul bir ‘‘hocafendi’’yi sık sık ziyaret ederek ondan ‘‘feyz’’ (!) almıştır. Bugün ülkemizde okulların, üniversitelerin, özellikle hukuk fakültelerinin sınıflarında, koridorlarında Sartır’lar, Niçe’ler, Hiyum’lar, Kant’lar okunup tartışılmadıkça, insanı insanlaştıran, bilgiyi bilince dönüştüren, aklı özgürleştiren bu ‘‘insanlık hizmetçileri’’nin sesleri duyulmadıkça, daha pek çok eli silahlı hukukçuyla, karşı cinse dokunmayan doktorla, ırkçı yöneticiyle, şeriatçı bakan ya da başbakanlarla karşılaşılacak, bu ülke daha çok ‘‘Kubilay’’ları toprağa verecektir. Bu nedenle, beş yıla çıkarıldığı açıklanan hukuk fakültelerinin ilk yılında yalnız yabancı dil değil, insana ‘‘insan olma’’ bilincini kazandıran, bilgiyi bu bilince dönüştüren felsefe, bilim ve uygarlık tarihi ile Latince kökeninde ‘‘koçların kafa kafaya vuruşması (kafa sağlamlığı)’’ anlamı bulunan matematiğin de içerikli olarak okutulmasını, yetkin hukukçu Sayın YÖK Başkanı’ndan dilemek, bizim için mutluluk kaynağıdır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle