27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 AĞUSTOS 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Melih Cevdet Anday adının okunması için de bir şeyler yapmalıyız 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Oysa hayattayız hepimiz akıllara hep kıskançlık, yıkıcılık ya da yumurta tokuşturuculuğu geliyor. Ortaya konulan bir eseri daha iyiye götürmenin gereği olan yapıcı ve yol açıcı olma, ona bir şeyler katabilme uğraşına rastlayamıyoruz, ne yazık ki... Hiç şüphesiz ki bunun nedeni, birikimi son derece sığ olan kalemlerin son yıllarda eleştirmen adıyla ortayı boş bulmaları, çalakalem yazmalarıdır. (Gerçi ben onlara eleştirmen değil, ‘Elleştirmen’ diyorum ya!.. Bu arada, büyük yıkıcı Bush’un da Türkçedeki anlamı ‘çalı’dır.) Hiroşima’ya atılan atom bombası için yazılan şiirler arasında bir tanesi var ki kara mizahın en güzel örneklerindendir. Bu dört dize, dört yüz sayfalık bir kitabın anlatımına bedeldir: Büyükbabam, babam, ben Küçük oğlan, kız, damat Gelişimiz teker tekerdi Gidişimiz cümbür cemaat Geçen cuma günü, Egemen Berköz’ün ‘Bir Gelenek Başlıyor’ adlı yazısını okurken anımsadım Melih Cevdet Anday’ın yukarıdaki şiirini. Sevgili Berköz, Milas’ın Ören beldesinde başlatılan Melih Cevdet Anday Şiir Günleri’nde gezdirdi bizleri, kalemiyle... Etkinlikler 4, 5 ve 6 Ağustos günlerinde yapılmış... 6 Ağustos!.. Yani, Hiroşima’nın yıldönümü!.. Berköz’ün yazısında, Anday’ın dizeleri altında Hiroşima için bir etkinlik düzenlendiği yazılmamıştı. Seneye mutlaka bu yıldönüm değerlendirilmeli, diyorum ama yazıda ikinci buluşmanın 47 Temmuz 2007 tarihleri arasında yapılacağı bildiriliyor. Benim düşüncem odur ki Melih Cevdet Anday için şiir günleri düzenleniyorsa bunun başlangıcı 18 Haziran olmalı. Çünkü o gün Rosenbergler’in mahkeme tarafından belirlenen infaz tarihidir! Yapıcı ve yol açıcı olma Troya’nın Atları’ydı bunlar! Mozart’tan Sevgilerle... Sağım solum, önüm arkam Mozart... Mozart solumayan, Mozart konuşmayan, Mozart dinlemeyen, Mozart yemeyen, Mozart içmeyen ebe! Salzburg’dayım! Bundan tam 250 yıl önce Mozart’ın doğduğu kentte... Kentin nabzı Mozart diye atıyor, yağmur Mozart diye yağıyor, rüzgâr Mozart diye esiyor, Güneş arada bir göründüğünde Mozart diye ışıyor... Salzburg Festivali dolu dizgin, Mozart diye gümbürdüyor. Kapalı dev konser salonlarında Mozart’ın bildik bilmedik tüm operaları, 22 operası birden yepyeni prodüksiyonlar ve yorumlarla sahnelenirken, sokaklardan, meydanlardan, köprülerden Mozart eserleri yayınlanıyor... Ama Salzburg aynı zamanda Mozart’ın nefret ettiği kent... Bir kez terk ettikten sonra asla geri dönmediği, belki de en çok acı çektiği, yoksulluk çektiği, kendini aşağılanmış hissettiği, ‘‘Beni burada kimse anlamıyor’’ dediği kent... Doğrusu insan içerliyor, öfkeleniyor, kentin bugün Mozart’ı bunca kullanmasına ve sömürmesine, bunca tüketim aracına dönüştürülmesine... Ethel ve Julius Rosenberg 1951’de tutuklanmış ve mahkeme 18 Haziran 1953’te idam edilmelerine karar vermişti. Amerika Birleşik Devletleri vatandaşı çiftin öldürülmeleri tüm dünyada büyük tepki görmüş ve onların ‘anı’sı şiirimizde Melih Cevdet Anday’ın dizeleriyle ölümsüzleşmiştir. Egemen Berköz de yazısına, Anday’ın Rosenbergler için yazdığı şiirin ilk dörtlüğüyle başlamış: Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil anılacak şey değil Apansız geliyor aklıma Şiirin son dörtlüğünde Anday, ‘‘Değil, unutulur şey değil’’ dese de şair için düzenlenen bir şiir etkinliğinin 18 Haziran’da baş lamasının ‘anı’sı, seneye yapılacak buluşma hakkında görüşlerin bildirildiği toplantı da unutulmuş, anladığım kadarıyla!.. Oysa Anı adlı şiirin bir dörtlüğünde şöyle seslenen Anday değil midir: Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihimizde Çağımıza yakışan vakur sade Davranışınız geliyor aklıma Melih Cevdet Anday için, geleneğe dönüşmesi istenilen bir etkinliğin başlangıç tarihi ‘vakur’ ve ‘sade’ olan 18 Haziran olmalı dır. Şaire ‘yakışan’, böyle bir ‘davranış’ içerisinde anılmaktır. Etkinlikleri bu tarihe çekmek, şiirin içini boşaltmak, aydınlanma tarihindeki duruşunu unutturmak isteyenlere de güzel bir yanıt olacaktır. Yarışmalar, yarıştırmalar hariç, şairlerimiz anısına yapılan bu tür etkinlikleri destekliyorum. Karşı olmadığımı belirtmek için de sevgili ustam Egemen Berköz’ün yazısından edindiğim bilgilerin ışığında, yukarıdaki eleştiriyi sunuyorum. Evet, bu bir eleştiridir. Ama nedense, bizde eleştiri denildiğinde Şairler Can Yücel için Datça’da toplanıyor, Melih Cevdet Anday için de Ören’de... Hayır, hiçbir sakıncası yok... Ama, hani diyorum, bir de Kuzguncuk var!.. Büyükada var!.. Bir şairin, yazarın yaşamında yaz aylarında dinlendiği beldeler elbette vardır. Bu yerlerin yöneticileri tarafından sahiplenilmeleri, adlarına etkinlikler düzenlenmesi de takdir edilmesi gereken bir davranıştır. Bu etkinliklere destek olmamız gerektiğinin altını bir kez daha çiziyorum. Ama, diyorum, İstanbul’da, Adalar’a giden bir vapurun burnunda, küpeştesinde ve can simitlerinin üstünde ‘Melih Cevdet Anday’ adının okunması için de bir şeyler yapmalıyız... Ya da Kuzguncuk’ta, bir Can Yücel heykelinin gölgesinde oturmanın güzelliği için!.. Bir ‘anı’: Melih Cevdet Anday’ı, defnedileceği Büyükada’ya getiren deniz motorunu iskelede karşılayan birkaç seveninden biri de bendim. Anday’ı defnettikten sonra mezarı başında dört kişi kalmıştık. Büyük bir tarihin, tanıklığın başından ayrılamıyor, şairin şiirlerini okuyor, onun eserleri hakkında sohbet ediyorduk. Birden, inanılmaz bir şey oldu: Bir sürü at dörtnala gelerek Anday’ın mezarının tam yanından geçti... Bizim de yanımızdan geçtiler haliyle!.. Ürkmedik, dersem yalan olur... Hele bir at vardı ki durdu ve kişnedi!.. Dördümüz de hiç konuşmadan birbirimize baktık ve gülümsedik... Anlamıştık; Troya’nın Atları’ydı bunlar!.. Bir de şu var: Melih Cevdet Anday ‘Fotoğraf’ adlı şiirine ‘‘Dört kişi parkta çektirmişiz / Orhan, Oktay, ben, bir de Şinasi’’ dizeleriyle başlayıp şöyle bitirir: ‘‘Hüzünlenecek ne var bu fotoğrafta / Oysa hayattayız hepimiz’’... Anday, söz konusu şiiri üç arkadaşıyla çektirdiği fotoğrafa bakarak yazarken hepsi de yaşıyordu... Ama şair, elinde tuttuğu fotoğrafın bir gün dördünün de hayatta olmayacağı bir ‘anı’ya döneceğini biliyordu... Öyle de oldu! Mozart’ın çilesidehanın büyüsü Mozart’ın çocuk yaşlarından başlayarak, babası onu bol bol reklam ve halkla ilişkilerde, daha doğrusu, aristokrasiyle ilişkilerde kullanmış, şimdi de tüm Salzburglular parsayı topluyor... Salzburg’un tüm gelirinin yarısı turizmden. Çalışan her üç kişiden biri turizm hizmet sektöründe çalışıyor. Avrupa standartlarında işsizliğin en az olduğu yerlerden biri... Mozart sayesinde, Festival sayesinde... Hayat böyle bir şey işte.. Mozart’ın soluk aldığı her yer, bugün turizm sektörünün, müzik endüstrisinin emrinde. Yalnız Mozart plakları, Mozart üzerine kitaplar, incelemeler değil, Mozart çikolatalarından, Mozart iç çamaşırlarına dev bir sanayi... Salzburg’da Mozart’ın yaşamıyla haşır neşir oldukça, çocukluğunu hiç yaşamamış, yaşayamamış bu dâhi çocuk için yüreğim parçalanıp duruyor... Belki de onun için sonuna dek, ölünceye dek ‘çocuk’ kaldı. Salzburg sokaklarında, oğlunu yağlayıp ballayıp ha bire bir makine gibi çalıştıran, allayıp pullayıp saraylarda, malikânelerde el etek öptüren baba Leopold Mozart’a bol bol öfkeleniyorum... Salzburg sokaklarında çocuk Mozart’ın çilesiyle, dehanın büyüsü arasında sıkışıp kalıyorum... Meydan okumalar Gezginlerin değil, turistlerin hücumuna uğramış Salzburg sokaklarından, o ‘‘Tüket, daha çok tüket’’ diye haykıran tıkış tıkış sokaklardan, konser salonlarına, opera ve tiyatro salonlarına daldığımda, önümde çok farklı dünyalar açılıyor. Ancak o zaman, insanı insan yapan değerlerle, yaratıcılığın gücüyle, dehanın sonsuz seçenekleriyle kanatlanıyorum. İnsandan insana saygıyla sevgiyle yücelen bir ‘ayin’in parçası oluveriyorum. O ‘ayin’de yeryüzü kötülüklerine, savaşa, teröre, tehdide ve baskıya yer yok... Tam aksine o ‘ayin’de bütün bunlara bir meydan okuma var... Dün gece izlediğim ‘Don Giovanni’ operası, kendi başına bir meydan okumaydı. Yıllar boyu klişelerden kurtulamamış temayı Mozart yeniden ele alıp kendi dehasıyla yoğururken, sadece yürekleri terk etmeyecek sayısız arya değil, aynı zamanda yaşama sevinci armağan ediyordu dünyaya. Aşka, kadınlara, acılara, duygulara, kısacası yaşama ve ölüme hiçbir saygısı olmayan Don Giovanni’nin, Daniel Harding yönetiminde, Martin Kusej’in rejisiyle sahnelenişinde de bir meydan okuma egemendi. Christine Schafer, Michael Kaune, Thomas Hampson gibi olağanüstü seslerin yorumladığı eser, sahnede aşk serüvenlerine değil, yaşam ölüm mücadelesine dönüşüyordu. (Dönüşümde ayrıntıları paylaşacağım, bu birkaç cümle sadece tadımlık...) Mozart, 35 yaşında, yokluk ve yoksulluk içinde Viyana’da öldüğünde, geriye 600’ü aşkın eser bırakıyordu: Senfoniler, konçertolar, operalar, sonatlar, oda müzikleri vb... Bence, belki de Mozart’ın en önemli özelliği, en karamsar eserinde bile bir umut ışığı yakmış olması... Yani, bugün, yeryüzünde en çok ihtiyacımız olan şey... www.zeyneporal.com faks: o212.257 16 50 ‘Antigone’ Aspendos ve Side’de GÜRSU KUNT Ayşe Emel Mesci’nin yönettiği ‘Antigone’ yarın Aspendos’ta sahnelenecek. ANTALYA Oyunların sahnelenebileceği kendi salonu olmamasına karşın antik tiyatrolarla dolu olan Antalya, bu yıl ilk kez düzenlenen Antik Tiyatrolar Turnesi’ne ev sahipliği yapıyor. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği ve Antalya Devlet Tiyatrosu’nun ev sahipliğini yaptığı bol ödüllü ‘‘Antigone’’ yarın Aspendos, 16 Ağustos’ta da Side Antik Tiyatro’da sahnelenecek. Yerli ve yabancı sanatseverler, Sophokles’in oyununu, antik tiyatroların büyülü atmosferinde izlemenin keyfini yaşayaşacak. Yunan düşünür Sophokles tarafından kaleme alınan ve dünyanın ilk siyasi tiyatro oyunu özelliği taşıyan, sisteme karşı çıkışı, isyanı anlatan ‘‘Antigone’’yi Ayşe Emel Mesci yönetiyor. Güngör Dilmen’in Türkçeye kazandırdığı eser, çağın önemli sorunlarını, toplumsal yapının çelişkilerini dile getirirken, aynı zamanda halkı eğitme görevini de üstlenen bir tragedya. Eserin günümüzde de aynı işlevini sürdürdü ğünü ifade eden Antalya Devlet Tiyatrosu Sanat Yönetmeni ve Müdür Vekili Mehmet Şahin, ‘‘Eserde, toplumsal yapının çelişkileri, devlet yasaları ile tanrısal yasaların oluşturduğu kaosla ortaya konuyor’’ diye konuştu. Şahin, 3 yıldır sahnesi olmayan Antalya Devlet Tiyatrosu’nun, turnedeki ev sahipliği ile varlığını yeniden hissettirmeye başlayacağını da söyledi. Ankara Devlet Tiyatrosu oyuncuları tarafından sahneye konan ve 20052006 sezonunda ‘‘en iyi yapım’’, ‘‘en iyi sahne tasarımı’’ ödüllerine layık görülen oyun, 20 Temmuz’da da Efes Antik Tiyatro’da yerli ve yabancı tiyatroseverlerle buluşmuştu. Oyunun dekor tasarımı Murat Gülmez’e, ışık tasarımı Zeynel Işık’a, müzikleri Can Atilla’ya ait. Oyunda Zeynep Yasa Çimenser, Nihat Hakan Güney, Mine Medya Haktanır, Mustafa Şekercioğlu, Edip Tümerkan, Buğra Koçtepe, Teoman Gülen, Erdinç Gülener, Tolga Çiftçi’nin de aralarında bulunduğu 45 oyuncu rol alıyor. Şiir yarışması ? Kültür Servisi Kıralboğa Çağdaş Sanatçılar Sanat Merkezi ve Şiir Okulu Derneği’nin düzenlediği şiir yarışmasında dereceye girenlerin çalışmaları ‘Kıralboğa Şiir Okulu Derneği Şiirleri’ adlı antolojide yayımlandı. İkincisi düzenlenen yarışmanın seçici kurulu, Yavuz Bülent Bakiler, Necdet Selçuker, Yılmaz Ergül, Ozan Birçare, Sinan Gedik, Kıralboğa, İbrahim Yener ve Nusret Eraslan’dan oluşuyor. Yaş sınırı olmayan yarışmada finale kalanlar arasında çekilecek kurada bir kişinin yapıtı kitaplaştırılacak. Son başvuru tarihi 1 Ekim. Bilgi için: (0216 489 86 70) Devlet desteğinin kaldırıldığı özel tiyatrolar yeni düzenleme istiyor Sanat dünyası endişeli ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın özel tiyatrolara devlet desteğini kaldırması sanat çevrelerini endişelendirdi. Yeni bir düzenleme yapılması gerektiğine işaret edilirken, ‘‘sponsorluğu özendiren’’ bir yönetmelik çıkarılacağı da yapılan yorumlar arasında yer aldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ‘‘Özel Tiyatrolara Devlet Desteği Yönetmeliği’’ni yürürlükten kaldırması, bundan sonra ne olacağı sorusunu gündeme getirdi. Zaten verilen desteğin yetersizliğinden ve vergi yükünden yakınan özel tiyatrolar, şimdi bakanlık olumlu bir adım atmazsa, hiçbir mali destekten yararlanamayacak duruma gelecek. Söz konusu yönetmeliğin yürürlükten kaldırılmasına ilişkin Güzel Sanatlar Daire Başkanı Ahmet Oruç ile önceki gün bir görüşme yapan Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) Genel Müdürü Atilla Oğultekin, ‘‘Bu düzenlemelerin rutin olarak 10 yılda bir yapıldığını söyledi. ‘Her 10 yılda bu yönetmelik kaldırılıp, yenisi getiriliyor’ dedi. Bir hafta beklememiz istendi’’ diye konuştu. Mutlaka yeni bir düzenleme yapılacağına inandığını ifade eden Oğultekin, ‘‘Destek almamız için teslim edeceğimiz projelerin son günü 15 Ağustos. Bunu anımsatarak bir mağduriyet olup olmayacağını sordum. Yeni bir düzenleme yapılacağı söylendi. Bekleyip görmek lazım’’ dedi. Oğultekin, yapılan yardımların yeterli olmadığından yakındıklarına da dikkat çekerken, ‘‘Bizim üzerimizden vergi ve SSK yükünü kaldırsınlar, yardım istemiyoruz’’ görüşünü belirtti. ‘AKP, güdümlü sanatı sever’ Oyun yazarı ve yönetmen Erhan Gökgücü ise hükümetin ancak ‘‘güdümlü sanat’’ı sevebildiğinin Devlet Tiyatroları üzerinde oynanan oyunlardan sonra açıkça görüldüğünü belirterek, ‘‘Ne yazık ki şaşırmadım’’ dedi. Gökgücü, karara ilişkin değerlendirmesinde şunları kaydetti: ‘‘Oysa sanat özgürdür, ona gem vurulamaz. Kaldırılan yönetmelik, ülkemizde güçlüklerle boğuşarak özel tiyatro yapanlar açısından bir dolu eksikliği, yanlışları olan bir yönetmelikti. Ama hiç yoktan iyiydi kuşkusuz.’’ CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle