20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 TEMMUZ 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR DENİZ BANOĞLU Devlet Nesnel Kurallara Göre Yönetilmelidir Prof. Dr. Nuri TORTOP Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi oplumda yaşayan insan yönetime katılmalarının önemli etlar, temiz toplum kuralla kisi vardır. Kamu kurumlarının ve rına göre ve nesnel, ta diğer resmi kuruluşların iyi işlemerafsız olarak yönetilmek si ve kurallara uygun olarak çalıştıisterler. Bunun için top rılmaları halinde, vatandaşların yalumla ilişkili olan yönetici, politika kınmaları azalır, yargı organlarının işcı ve diğer çalışanların tarafsızlık ve leri hafifler, dava sayısı düşer, mahtemiz toplum kurallarına göre yetiş kemelerin işleri azalır. Çalışan görevtirilmeleri ve çalıştırılmaları gerekir. liler sakin, verimli ve huzurlu çalışTarafsız ve istikrarlı bir kamu yöne ma olanağına kavuşur. Ayrıca denetiminin gerçekleşmesinde, siyasal ik tim organlarının işleri hafifler, detidarların ve yöneticilerin tutum ve netçiler çok sayıda soruşturma konudavranışları önemli bir etkendir. Ül ları ile karşılaşmazlar. İsrafa yer verkenin huzur ve güvenliğinin, kalkın meyen ve tasarruf kurallarına uygun manın ve sosyal barışın sağlanmasın bir yönetim modeli oluşturulması da kuşkusuz tüm bireylerin önemi sağlanabilir. Merkezi örgütler tarafınve katkısı vardır. Ancak siyasal ikti dan yürütülen hizmetlerden, taşra ördarların ve yöneticilerin uygulama gütlerine kaydırılmasında yarar buları ve konumları büyük önem taşı lunanların, kararlı bir biçimde taşra maktadır. Dürüst ve temiz işleyen bir birimlerine kaydırılmaları sağlanmatoplum düzeni tabandan değil, üst lı, merkezi idarenin de bu girişimlekademelerden başlanarak daha olum re paralel olarak kadroları azaltılmalu düzeyde gerçekleştirilebilir. Dürüst, lıdır. Verimli, nesnel kurallara göre nesnel kurallara göre işleyen bir yö çalışan ve etkili bir yönetimin gerçeknetimin gerçekleştirilmesi, iyi yöne leştirilmesi için personel sayılarının ticileri ve dürüst davranışları olan ör iyi saptanması, gereksiz kadroların nek kişileri gerektirir. Yukarda belirt kaldırılması, kayırmacılığın önlentiğimiz kurallara uygun bir yönetimin mesi ve örgütlerin yeniden yapılangerçekleştirilmesi için, denetim ku dırılması gerekebilir. Yukarda belirtrallarının çok iyi uygulanması gere tiğimiz ilkeler çerçevesinde, denekir. Denetim sadece resmi organla tim birimlerinin de görev ve sorumrın yaptıkları denetim değildir. Özel lulukları incelenmeli, kamu giderlelikle demokratik toplum örgütleri ri ve politikalarının etkili biçimde nin, gönüllü kuruluşların ve halkın du yeniden yapılandırılmasını öngören yarlı olması ve tepkilerini gösterme bir temel planlama reformu gerçeksi büyük önem taşımaktadır. Demok leştirilmelidir. Verimli, etkili ve nesratik ülkelerde en etkili denetim bi nel kurallara göre, tarafsız çalışan çimi halkın, kamuoyunun ve sivil bir yönetim gerçekleştirmek için, atatoplum örgütlerinin denetimidir. De malarda kayırmacılığı önlemek, pomokrasinin iyi işlemesi, dürüst ve litik davranış ve bağlılıklara göre atatemiz çalışan bir yönetim biçiminin ma yapmak davranışlarına son vergerçekleştirilmesi, haksızlıklara ve mek gerekir. Bu tür bir davranış biyanlış, ülke yararına olmayan karar çimi, uzun vadeli gelecek yönünden lara karşı direnen ve yasal çerçeve düşünülür ise, bu davranışı benimsede tepki gösteren vatandaşlar gerek yen kişilerin gelecekleri yönünden de yararlıdır. 1982 Anayasası’nın 10’untirir. Vatandaşlar ile yönetim arasında iyi cu maddesine göre, ‘‘Devlet organilişkiler kurulmasında ve yönetsel ları ve idare makamları bütün işlemzorlukların giderilmesinde, vatan lerinde kanun önünde eşitlik ilkesine daşların seslerini duyurmalarının ve uygun olarak hareket etmek zorundadırlar’’. Aynı maddede ‘‘Herkes, dil, PENCERE Dünya Nereye?.. Biz Nereye?.. Bizim çocukluğumuzda okul kitaplarında bile yazardı; Çin’de kimi lokantanın kapısında bir duyuru çakılıymış: ‘‘Buraya köpekler ve Çinliler giremezler.’’ Hindistan’ın başında ise ‘İngiliz Genel Valisi’ bulunurdu. ? Yirminci yüzyılda iki dünya savaşı yaşandı... Birincisi 1914’te başladı, ikincisi 1939’da... Dünya savaşı mı?.. Hayır!.. ‘Birinci Dünya Savaşı’ ve ‘İkinci Dünya Savaşı’ adlarını Avrupalılar uydurdular... Çünkü onlara göre dünya Avrupa demekti; bu dünyaya Avrupa’dan göç etmiş İngilizlerin kurduğu ABD’yi de katabilirdiniz... Ne var ki bir bakıma Avrupalıların savaşı ister istemez ‘Dünya Savaşı’ oluyordu... Niçin?.. Çünkü bu savaşların kökeninde dünyanın paylaşımı için ‘uygarlıkların’ boğazlaşması güdüsü yatıyordu. ? Peki, bugün durum ne?.. Dünyanın geleceğinde iki ülkenin ağır basacağı söyleniyor... Biri Çin.. Öteki Hindistan.. Diyorlar ki: Çin çeyrek yüzyılda Amerika’yı da Avrupa’yı da sollayacak!.. Şimdiden dünya dengelerine ağırlığını koydu... Çin’de artık kapısını köpekler ve Çinlilere kapatmış lokanta (ya da restoran) yok!.. Hindistan’da İngiliz Valisi yok... Çocukluğumda ikisi de vardı. Bu arada Müslüman coğrafyasında neler oldu?.. Müslümanlar bir araya gelip de Çinliler ya da Hintliler gibi dünya çapında bir atılım yapabildiler mi?.. Hem de ellerinde petrol kaynakları varken şu hallerine bakın!.. Arabistan dediğimiz koskoca bir coğrafyanın zavallı perişanlığına bakın!.. İsrail karşısında Arapların durumu insanı derin derin düşündürüyor... ? Düşünmek ‘neden’ sorusuna önyargısız yanıt vermeye çalışmak demektir... Neden Müslüman coğrafyası geri?.. Çinliler ve Hintliler de Müslüman olsalar, gerilik zincirlerini kıramayacaklar mıydı?.. Avrupalıların aklı Hıristiyanlığın yaşam kalıplarını kırdıktan sonra Batı, Batı oldu... İslam coğrafyasında akıl neden gericiliğin kalıplarını kıramıyor?.. İsrail’in karşısındaki ezilmişlik, sefalet ve zavallılık bile neden Müslümanları uyaramıyor?.. ? İslam coğrafyasında bir tek Türkiye Batı’ya başkaldırmış, laik Cumhuriyet kurarak kendini toplarlayabilmişti... Ne yazık ki bugün Türkiye de kurtuluşunu İslamcılıkta arayan bir ülkeye dönüşmüştür... Dünya hızla değişiyor... Din değişmez... Koskoca İslam coğrafyasını zavallılaştıran güdülemenin biz de yeniden pençesine düştük... Osmanlı bu yüzden yıkılıp dağılmıştı... Biz bu yolda gidersek yıkılıp dağılmak alın yazımıza dönüşmezmi?.. AB’ye Katılma Sürecinde Türkiye’de Neler Oluyor? Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci içeride ve dışarıda tüm hararetiyle tartışıladursun, toplumun çeşitli kademelerinde AB’nin itici gücü ve coşkusuyla, gencinden yaşlısına, işlisinden işsizine yurdum insanı Avrupa’yla bütünleşme adına var gücüyle çalışıyor. AB dönem başkanı, AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi, AB’ye üye devletlerin AB sözcüleri ya da ilgili kişileri Türkiye’ye ‘‘ağır üyelik koşullarını’’ istedikleri kadar masaya koysunlar, istedikleri kadar da ‘‘bu koşullar yerine gelmezse üyelik müzakereleri başlayamaz’’ desinler; bu kişilerin düşünceleri, görüşleri bizim için hiçbir önem ifade etmiyor. Bizim için önemli olan, Türkiye’yi AB içinde görmek isteyenler; biz onların seslerine kulak veririz, onların söylediklerini manşetlere çıkarırız, onların görüşlerini savunuruz, hem de sonuna kadar. Şaka bir yana ama, bir gerçek şu ki, AB’ye girme sevdamız sayesinde, yurdum insanı Avrupalı olmak için gerçekten var gücüyle çalışıyor. Bir toplantıda katılımcı konuşmacının sözünü ettiği, ‘‘AB sayesinde domates ve biberlerimizi aynı boyda standart yetiştireceğiz’’ aşamasına (!) gerçi henüz varamadık. AB itici gücüyle, büyük sanayimizin, zehirli atıklarını denize dökmesini ya da toprağa gömmesini gerçi henüz engelleyemedik. Yurdum insanının adam başına düşen gelir düzeyini ortalamanın bile üzerine gerçi henüz çıkaramadık ve ülkemizi dünya ülkeler sıralamasında en yoksul ülke durumundan kurtarıp Avrupalıyla eşit kılmayı gerçi henüz başaramadık. Ama olsun, biz bunları yapamadık ama bir araştırmacımızın, ‘‘Türk aydını Avrupa’nın tercüme odasında doğmuştur’’ saptamasına pek de uygun düşen çoook işlere çoktan imzamızı attık. Kendi başımıza, kendi yaratıcılığımızla, kendi aydın birikimimiz, bilimsel, araştırıcı gücümüzle, bizim ve bizden olabilecek çağdaş, uygar değerleri değerlendirmek yerine, AB ve Avrupa’nın ve de ABD’nin parasal, siyasal, toplumsal fonlarıyla, destekleriyle, ‘‘Avrupa’nın tercüme odasında’’ epey yol kat ettik. AB’ye tam üye henüz olamadık ama, her işimizin ve çalışmamızın başına bir mavi yıldızlı AB sembolünü koyup, Türkiye’yi düzlüğe çıkaracak seminerler, konferanslar, sempozyumlar düzenledik, Batı’dan akan paralarla yüzlerce, binlerce kitap bastırdık. AB Gençlik Programı’nda, ‘‘Geleceğin Avrupalı Vatandaşları Projesi’’, ‘‘STK’lerde etkin yönetim, geleceğin liderleri’’ gibi önemli çalışmalarla kalmayıp, çoğulculuk, etnisite, azınlık hakları, Ermeni sorunu gibi evrensel konularda, toplumumuza epey katkılar sağladık. Bu katkıların en önemlilerini de Soros’un desteklediği Açık Toplum Enstitüsü, Arı Hareketi, Toplumsal Katılım ve Gelişim Vakfı ile AB fonlarından başka, Alman vakıflarının destekleriyle peşpeşe sempozyumlar düzenleyip, bir dizi yayın yapan TESEV (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı) yapıyor ve yapmakta. TESEV’in her toplantısında, katılımcılara ücretsiz olarak sunduğu kitaplara bir göz atıldığında, AB yolunda nasıl dev adımlarla ilerlediğimiz görülebilir. İşte birkaç örnek: ‘‘Amacımız Devletin Bekası’’, ‘‘Heybeliada Ruhban Okulu’nun Geleceği Üzerine Tartışmalar ve Öneriler’’, ‘‘Türkiye’nin İnsan Hakları Bilançosu’’, ‘‘Türkiye’de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları”. Merak ettiğim konu şu: Çoğunluk, ‘‘demokrasi, insan hakları, sivil yönetim’’ ekseni üzerine oturtulan bu türden yayınlar ve çalışmalar, okuldan önce camiye (Türkiye’de 100 bin cami), laik eğitimden önce Kuran kurslarına (sadece Diyarbakır’da 1000 Kuran kursu varmış), meslek liselerinden önce imam hatip liselerine (devletin ve özel sektörün tüm kademelerini kuşatmış durumdalar) yeşil ışık yakan; halkına, kendi insanına, ülkesine hizmetten önce, kendi cebini, yandaşını, hısım akrabasını (kadrolaşmaya göz atınız) kollayan, sözüyle kendi tabanına, izlediği politikayla (daha doğrusu politikasızlığıyla) yüzü emperyal güçlere dönük olan bir iktidarın yönetiminde, yoksulluğa, eğitimsizliğe adaletsizliğe, gelir eşitsizliğine, yolsuzluğa ve yozlaşmaya teslim edilmiş olan Türkiye’de, AB’nin Batılılaşma serüveni ile, ortaçağ karanlıklarının yarattığı o tehlikeli çelişkiyi yok edebilecek midir? T ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri nedenlerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadın ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz’’ denilmektedir. Anayasamız vatandaşlara ayrım yapılmaksızın tarafsız işlem görme hakkını tanımıştır. Devlet görevlilerine de, vatandaşlara eşit ve tarafsız işlem yapma yükümlülüğünü getirmiştir. 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunumuz 7’nci maddesinde, ‘‘Tarafsızlık ve Devlete Bağlılık’’ başlığı altında ‘‘Devlet memurları siyasi partilere üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar. Görevlerini yerine getirirken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayrım yapamazlar. Hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar’’ denilmektedir. Sonuç Yukarda belirttiğimiz ilkelerin gerçekleştirilmesi için, bu konularda çalışan ilgili ve görevlilerin bilinçlendirilmesi ve alınması gereken önlemlere inandırılmaları başarının en önemli anahtarıdır. Bunun için çeşitli toplantılar, seminerler, sempozyumlar düzenlenebilir. Bu konuda en üst düzeydekilerden başlamak gerekir. Önce bu ilkeleri baştakiler benimsemeli, örnek olmalıdırlar. Düzenlenen toplantılarda ilgililerin düşünce ve görüşlerini hiçbir baskı altında kalmadan belirtmelerine olanak sağlanmalıdır. İnsanlar hizmet sundukları veya iş ilişkileri olan kişilerin haklı, doğru ve hukuk kurallarına uygun isteklerine olumlu çözümler aramayı, yaşamlarının en büyük ödülü sayan bir davranış içine yönlendirilmeli ve bu anlayışa inandırılmalıdır. Bu doğrultuda güdülenmeli ve harekete geçirilmelidir. Dosya No: 2003/54 Tal. Tekstil Bankası AŞ’ye ipotekli olup satılmasına karar verilen gayrimenkulün; A) TAPU KAYDI, CİNSİ, ADEDİ, EVSAFI: 1. Erzurum ili, Aşkale ilçesi, Ortabahçe köyü, Padişah Tepesi mevkiinde kain İ45b07d pafta, 93 parselde kayıtlı 17500 m2 miktarlı kargir yem fabrikası, değirmen binası, dört adet silo, idare binası ve bekçi kulübesi vasıflı taşınmaz açık arttırma ile satışa çıkartılmıştır. Yem Fabrikasına ait özellikler: Taşınmaz üzerine zemin + 3 katlı olarak inşa edilmiştir. Zemin katı paketleme ve denetim panosu, 1. katı mikser, 2. katı değirmen, 3. katı dozajlama siloları olarak konumlandırılmıştır. Yem fabrikası ayrık nizamda çelik konstrüksiyon taşıyıcı sistemli, çelik makaslı, çatı üzeri oluklu galvanizli sac zemin kat tabanı döşemesi mozaik diğer katlar çelik, kapı ve pencereler demir doğramalı, aydınlatma sistemi flüoresan aydınlatmalı olarak inşa edilmiştir. Taşınmazın toplam alanı: Zemin kat 16.60x8.85 146.90 metrekare 1. kat 13.00x8.85 115.05 metrekare 2. kat 13.00x8.85 115.05 metrekare 3. kat 13.00x6.75 87.75 metrekare TOPLAM 464.76 metrekare Yem fabrikasının 2. katı değirmen katı olup, değirmen katına ait özellikler aşağıda belirtilmiştir. Yem fabrikasının değirmen katı hariç yüzölçümü 464.76 115.05 = 349.71 metrekaredir. Yem fabrikasının 2005 yılına göre yıpranma oranı % 25’tir. Değirmen binasına ait özellikler: Ana fabrika binasının 2. katında yer almaktadır. Çelik konstrüksiyon taşıyıcı sistemli, alt ve üst katlarında fabrikanın diğer bölümleri yer almaktadır. Bu bölümün duvarları sac kaplama demir doğramalı, flüoresan aydınlatmalı alanı 13.00 x 8.85 = 115.05 metrekaredir. Değirmen binasının 2005 yılına göre yıpranma oranı % 25’tir. Silolara ait özellikler: 7 m. çapında, 6 m. yüksekliğinde taşıyıcı sistemi çelik konstrüksiyon dış duvarları galvanizli oluklu sacdan imal edilmiş, tabanı betonarme betonlu olup birbirlerine mekanik olarak bağlantılıdır. Bir tanesinin taban alanı 3.14x3.5x3.5 = 38.464 metrakaredir. 2005 yılına göre yıranma oranı % 12’dir. İdare binasına ait özellikler: Tek katlı subasmana kadar taş duvarlı, subasman üstü taş duvarlı betonarme tabliyeli olanı 12.5 x 26 = 325 m2 betonarme bir yapıdır. Binaya ait inşaat yarım bırakılmış olup, inşaatın tamamlanma derecesi % 25’tir. Bekçi kulübesine ait özellikler: Tek katlı, ahşap tabliyeli ahşap doğramalı, çatılı, çatı örtüsü sac ile kaplı, 1 giriş holü, 1 oturma salonu, 1 büro olarak kullanılma bölümü bulunan alanı 6x6 = 36 metrekaredir. 2005 yılına göre yıpranma oranı % 28 olan yığma bir yapıdır. Arsaya ait özellikler: Taşınmazın yüzölçümü 17500 metrekare olup, belediye imar planı içerisinde imarsız bölgede kadastro parselli arazi üzerinde topografik olarak düz bir konumdadır. Arsanın bulunduğu yer her türlü yapılaşmaya müsait ve hemen yanından İstanbul Erzurum tren yolu geçmektedir. Taşınmazla birlikte satılacak makina teçhizatına ait özellikler: Buhar Kazanı: 655Kcal/h kapasitede 1 adet olup, burulorü mevcut değildir. Paslanmış ve çürümüş olduğundan kullanılmaz durumdadır. Fuel Oil Tankı: 6 ton kapasiteli 1 adet olup, yerinde kullanılır durumdadır. Elavatör: 15 metrede 4 adet olup alt ve üst kafaları, redüktörleri, kayış ve kovaları ile yerinde kullanılır durumdadır. Mikser: Tek şarjlı, 1 ton kapasiteli, yatay şanzumanlı, pnomatik kapaklı ve bir adet olup yerinde kullanılır durumdadır. Torbalama Kantarı: Kuruluşunda bir adet besi yemi, bir adet de kanatlı yemi tartımında kullanılmak üzere iki adet montajı yapılmış, ancak besi yemi hattındaki kantar yerinden sökülmüş olup, diğer kantar da faaliyet dışı durumdadır. Değirmen: 62 çekişli, 10 ton/h kapasiteli bir adet olup, motor redüktor grubu mevcut olmayıp, kullanılmaz durumdadır. Dozajlama Kantarı: 1 ton kapasiteli, bir adet olup çalışır durumdadır. Dozajlama Ünitesi: 6 adet ham ve 4 adet mamul siloları ile alt ve üst kapakları pantolon klapeleri, pnomatik kapakları dahil olup çalışır durumdadır. Hava Fanı: 4 adet olup, kullanılmaz durumdadır. Elektronik Kantar: 60 ton kapasiteli 4 Ioserli, çukurlu bilgisayar kumandalı 1 adet olup çalışır durumdadır. Kamyon Kaldırma Platformu: 40 ton kapasiteli 8 metrelik hidrolik kumandalı 1 adet olup kullanılır durumdadır. Soya Yağı Tankı: 40 ton kapasiteli 1 adet olup, kullanılır durumdadır. Komprasör: 10 barlık 1 adet olup, kullanılmaz durumdadır. Melas Mikseri: 10 ton/h kapasiteli motoru ile birlikte 1 adet olup, kullanılır durumdadır. Serpantinli Günlük Melas Tankı: 3 ton kapasiteli izolasyonlu 1 adet olup, kullanılır durumdadır. Zincirli Konveyör: Toplam 20 metre uzunluğunda hammadde döküm ve dağıtımı ile dozaj kantarının altında mevcut ve 3 adet olup kullanılır durumdadır. Helezonik Konveyör: Toplam 20 metre uzunluğunda 2 adet olup kullanılır durumdadır. BMUHAMMEN BEDELİ: Aşkale İcra Müdürlüğü’nün 2003/54 Talimat sayılı dosyasından düzenlenen ve Aşkale İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2003/9 Esas ve 2006/9 Karar saylı 16/03/2006 tarihli ilamı ile kesinleşen bilirkişi raporuna göre; Erzurum ili, Aşkale ilçesi, Ortabahçe Köyü, Padişah Tepesi mevkiinde kain, 145b 07d pafta, 93 parselde kayıtlı 17500 m2 miktarlı kargir yem fabrikası, değirmen binası, dört adet silo, idare binası ve bekçi kulübesi vasıflı taşınmazın muhammen bedeli 580.640.00.YTL ’dir. CİMAR DURUMU: Taşınmazın yüzölçümü 17500 metrekare olup, belediye imar planı içerisinde İmarsız bölgede kadastro parselli arazi üzerinde topografik olarak düz bir konumdadır. Arsanın bulunduğu yer her lürlü yapılaşmaya müsaittir. İmar durumu hakkında başkaca bilgi almak isteyenlerin 2003/54 Talimat sayılı dosya numarasıyla Müdürlüğümüze başvurmaları ilan olunur. SATIŞ ŞARTLARI 1Satış 07.08.2006 günü saat 11.45.12.00’ye kadar Aşkale Adliye ÖnüAşkale/Erzurum önünde; açık arttırma suretiyle yapılacaktır. Bu arttırmada tahmin edilen kıymetin % 60’ını ve rüçhanlı alacaklılar varsa alacakları toplamını ve satış giderlerini geçmek şartı ile ihale olunur. Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa en çok arttıranın taahhüdü saklı kalmak şartıyla 17.08.2006. günü aynı yer ve saatler arasında ikinci arttırmaya çıkarılacaktır. Bu arttırmada da rüçhanlı alacaklıların alacağını ve satış giderlerini geçmesi şartıyla en çok arttırana ihale olunur. 2 Arttırmaya iştirak edeceklerin, tahmin edilen kıymetin % 20’si oranında pey akçesi veya bu miktar kadar banka teminat mektubu vermeleri lazımdır. Satış peşin para iledir, alıcı istediğinde 10 günü geçmemek üzere süre verebilir. Tellaliye resmi, damga vergisi, tapu harç ve masrafları alıcıya aittir. Birikmiş vergiler satış bedelinden ödenir. 3 İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililerin (*) bu gayrimenkul üzerindeki haklarını özellikle faiz ve giderlere dair olan iddialarını dayanağı belgeler ile onbeş gün içinde dairemize bildirmeleri lazımdır; aksi takdirde hakları tapu sicili ile sabit olmadıkça paylaşmadan hariç bırakılacaklardır. 4 Satış bedeli hemen veya verilen mühlet içinde ödenmezse icra ve İflas Kanunu’nun 133. maddesi gereğince ihale feshedilir. İki ihale arasındaki farktan ve % 10 faizden alıcı ve kefilleri mesul tutulacak ve hiçbir hükme hacet kalmadan kendilerinden tahsil edilecektir. 5 Şartname, ilan tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için dairede açık olup, gideri verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir, 6 Satışa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve münderecatını kabul etmiş sayılacakları, başkaca bilgi almak isteyenlerin 2003/54 Tal sayılı dosya numarası ile Müdürlüğümüze başvurmaları ilan olunur. (İİK. 126. mad.) (*) İlgililer tabirine irtifak hakkı sahihleri de dahildir. (*) Bu örnek, bu Yönetmelikten önceki uygulamada kullanılan Örnek 64’e karşılık gelmektedir. Basın: 32718 AŞKALE İCRA VE İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ GAYRİMENKUL AÇIK ARTTIRMA İLANI ‘Kıbrıs Sorunu’nda Siyasal İradenin Yokluğu... Doç. Dr. Hüner TUNCER B ir televizyon kanalında izlediğim bir tartışma programında konuşmacılar, Kıbrıs’taki son durumu tartışmaktaydı. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde yer alan seçimlerin ertesinde, KKTC’nin bugünü ile geleceği ve ‘Kıbrıs’ sorununun nasıl çözülebileceği tartışma konusuydu. Konuşmacılardan bir öğretim üyesi, soruna, ‘‘Annan Planı’’ çerçevesinde bir çözüm aranmasının uygun olacağı görüşünü ileri sürdü. Öğretim üyesinin görüşüne göre, büyük devletlerin iradelerini yansıtan bu planın benimsenmesi ve uygulanması durumunda, Kıbrıs sorununa, büyük devletlerin istekleri ve buyrukları doğrultusunda bir çözüm yolu bulunmuş olacak ve böylelikle, bu çözüm nihai bir nitelik taşıyabilecekti. Ben telefonla söz konusu programa bağlanarak yukarıdaki öneriyi sunmuş olan öğretim üyesine şu soruyu yönelttim: ‘‘Peki, biz Lozan’da, müttefiklerimizle çözülemeyen sorunlarımıza çözüm yolları ararken bu çözümün büyük devletlerin iradeleri doğrultusunda olmasını mı gözettik, yoksa kendi bağımsız irademizin büyük devletlerce kabulü yolunu mu seçtik? O günlerde kendi devletimizin bağımsız iradesini ortaya koyabiliyorken bugün niçin kendi siyasal irademizi ortaya koymaktan çekiniyoruz ve Kıbrıs sorununa, ancak büyük devletlerin istekleri doğrultusunda bir çözüm yolu aramayı yeğliyoruz?..’’ Türkiye’de bugün iktidarda, güçlü ve bağımsız bir siyasal iradeyi sergileyebilen bir hükümet, ne yazık ki bulunmamaktadır! Ancak güçlü siyasal iradeye ve özgüvene sahip olan hükümetler, dış politikalarında bağımsız ve onurlu bir çizgi izleyebilir ve Kıbrıs gibi, önemli dış politika sorunlarına, büyük devletlerin ya da uluslararası kuruluşların iradeleri doğrultusunda değil de kendi bağımsız siyasal iradeleri doğrultusunda çözüm yolları arayabilir. Hükümetin benzer siyasal irade yoksunluğuna ülkemizin AB ile olan ilişkilerinde de tanık olmaktayız. Kendi siyasal irademizle gerçekleştirmemiz gereken reformları bizlerin gerçekleştiremeyeceği düşüncesinden hareketle, bu reformları AB’nin buyruklarıyla gerçekleştirmeyi yeğliyoruz. Batı karşısında, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren duyduğumuz aşağılık duygusu, yeniden hortlamış gibi gözükmekte! Oysa büyük Atatürk’ün ülkemizi yönettiği kısa süreli dönemde, bu aşağılık duygusu tümüyle yok edilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, diğer tüm devletlerle eşit olduğu ve hiçbir devletten aşağı olmadığı tüm dünyaya duyurulmuştu. Bizler, Atatürkçü düşünce sistemine yürekten bağlı insanlar olarak, yeniden bu düşünce sistemini benimseyen ve uygulayacak olan hükümetleri iktidarda görmek istiyor ve devletimizin, Doğulu ya da Batılı olsun, hiçbir devlet karşısında aşağılık duygusuna kapılmasını istemiyoruz!!! Yeniden, televizyonda izlediğim tartışma programına dönmek istiyorum. Programı izleyenlerden biri, şu soruyu yöneltti konuşmacılara: ‘‘AKP hükümetinin, Kıbrıs’a yönelik milli bir politikası var mıdır?’’ Benim görüşüme göre, AKP hükümeti bugüne değin uygulanagelen devletimizin geleneksel Kıbrıs politikasını terk etmiş; Dışişleri Bakanlığımızın uyguladığı Kıbrıs politikasını, bundan böyle AKP hükümeti biçimlendirmeye ve yönlendirmeye başlamıştır. Başka bir deyişle, dış politikadan sorumlu olan Dışişleri Bakanlığımızın danışmanlığı altında, Kıbrıs’a ilişkin devlet politikasını saptaması ve uygulaması gerekirken; AKP hükümeti, Dışişleri Bakanlığı’nı yönlendirmeye ve böylelikle devletimizin geleneksel Kıbrıs politikasından uzaklaşmaya başlamıştır. Bu politika değişikliğini anında algılayan Batılı devletler ve BM ile AB, artık kozların kendi ellerinde olduğunun bilinciyle, Türk hükümetine istedikleri planı uygulatmada ya da istedikleri çözüm formülünü benimsetmede kendilerini tümüyle özgür ve rahat hissetmişlerdir. İşte, sözde BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın oluşturduğu, ancak büyük ölçüde başta ABD olmak üzere, AB’nin güçlü üyelerinin istekleri ve buyrukları doğrultusunda oluşturulan Annan Planı, Kıbrıs sorununu çözmede en iyi seçenek olarak ortaya atılmış; AKP hükümeti de büyük devletleri kızdırmamak kaygısı ve onların koruyuculuğu altında, ülkede istediği rejimi uygulamaya koyabilme düşüncesiyle, hemen bu plana ‘‘evet’’ demiş ve Kıbrıs Türk halkının da bu plana ‘‘evet’’ demesini sağlamıştır. Kıbrıs sorununa çözüm aranırken ‘‘Hong Kong Modeli’’, ‘‘Tayvan Modeli’’, ‘‘Belçika Modeli’’ ya da ‘‘Avusturya Modeli’’ gibi ithal modeller üzerinde durulmamalıdır, çünkü Kıbrıs’ın kendine özgü koşulları ve ötekilerden farklı bir konumu vardır. Bu nedenledir ki bu soruna çözüm aranırken ithal modellerin uygulanabilme olasılıklarının araştırılması yerine; soruna Kıbrıs Türk ile Kıbrıs Rum taraflarının ortaklaşa bir çözüm üretmesi yoluna gidilmeli; bu mümkün olmadığı takdirde ise Kıbrıs’taki mevcut durum korunmalı, yani KKTC, her halükârda varlığını sürdürmelidir diye düşünüyorum. Güney Kıbrıs’ta yer alan son seçimler, Kıbrıslı Rumların, adanın bölünmüşlüğünden yana olduğunu bir kez daha açıkça gözler önüne sermiştir. GKRY, Kıbrıslı Türklerin de Kıbrıs’ın yönetiminde söz sahibi olabileceği bir çözümden yana değildir. Bu durumda Türkiye, ‘‘birleşik bir Kıbrıs devleti’’nin yaşama geçirilmesi yerine, KKTC’ye uluslararası topluluk nezdinde yasallık kazandırma yolunda durmaksızın çaba harcamalıdır. Canlarım, annem ve babam LEMAN ve AZİZ TANER Cumhuriyete ve Atatürk devrimlerine olan inançlarıyla öğrencilerine ışık tuttular. İlkeli ve onurlu yaşadılar. Yaşamları örnek olsun. Beyhan Taner CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle