27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28TEMMUZ 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Sarıklı Demokrasi... Bilindiği gibi Meclis Başkanımız, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle (23 Nisan 2006) Meclis’te bir konuşma yapmış, çeşitli politik görüşlerini ortaya koymuştur. Öncelikle söyleyelim ki bayramları, hiçbir kişi politikaya karıştıramaz, karıştırmamalıdır. Ulusal bayramlarda siyaset yapılamaz, yapılmamalıdır. PENCERE ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ mı?.. İsrail’in mızrağı Ortadoğu’da çuvala sığmıyor.. Amerika bu mızrağı çuvala sığdırmaya çalışıyor.. İnsanlık dışı kanlı saldırılar bütün dünyada protesto ediliyor.. Türkiye’de çoğu kişi olaya Müslüman kimliğiyle yaklaşıyor.. Peki, bu iş nereye doğru sürükleniyor?.. Kimileri olayın adını koydular bile: ‘‘Üçüncü Dünya Savaşı!..’’ ? Peki, bu nasıl bir savaş?.. Gerekçesinde ‘petrol’ sözcüğünün yazılı olduğu kesin.. Cephesiz bir savaş.. Terör savaşı!.. Askeri sivili ayırt etmeden harmanlayan bu savaş, çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı tanımıyor... Ortadoğu’nun çivisi çıktı.. Irak, Filistin, İsrail, Lübnan, Suriye, İran derken ABD Dışişleri Bakanı Rice fütursuz açıkladı: ‘‘ Yeni bir Ortadoğu zamanı geldi...’’ Ne yazık ki insanlık henüz bu düzeyde!.. Bir ‘‘süper güç’’ dünyayı kendisine göre düzenlemek yetkisini kendisinde görebiliyor, açıkça dile getirebiliyor... ? İkinci Dünya Savaşı’yla Almanya, İtalya ve Japonya Angloamerikan gücünün buyrultusunda yeni bir düzene girdiler... Faşizmi öngören dünya görüşlerini değiştirdiler... Demokrasiye geçtiler... Ortadoğu’daki İslam ülkeleri, ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ndan sonra, Amerika’nın güdümünde demokrasiye geçebilirler mi?.. ? Ortadoğu’daki İslam toplumlarının demokrasiye geçmeleri olanaksız gibi... Irak, Amerika’nın düşündüğü üzre demokrasiye değil, mezhep kavgasına geçti... Filistin’de seçimi kazanıp iktidarı ele geçiren Hamas şeriatçı (İslamcı, dinci) bir terör örgütü... Lübnan’da yuvalanan Hizbullah da öyle... Ortadoğu’da İran’dan Suudi Arabistan’a, Kuveyt’ten Yemen’e yenilik çok güç... ? Ortadoğu’daki İslam toplumları içinde tek laik devlet Türkiye... Akıl bilim devrimi bir tek bizde yapıldığı için Atatürk’ün önderliğinde laikliğe geçebilmiş ve demokrasinin temellerini atabilmişiz... Yasalarımız en başta Yurttaşlar Yasası (Medeni Kanun) çağdaş ve uygar mantığı içeriyor... Öteki İslam ülkelerinin zamirleri ise ortada... ? Condoleezza Rice ‘‘Yeni bir Ortadoğu zamanı geldi’’ diyor... ‘‘Yeni Ortadoğu’’ nasıl kurulacak?.. ‘‘Âlem yine ol âlem, devran yine ol devran’’ olacak; ama, ülkeler parçalanacak sınırlar değişecek, savaşlar birbirine eklenip büyüyecek; insanlar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, askerler, siviller ölecek... Ve petrol Amerika’nın güdümünde olacak... ? Batı uygarlığı eksik, çarpık, çıkarcı, sapık bir uygarlık... Ortadoğu’daki savaş ya da Üçüncü Dünya Savaşı da ilk ikisi gibi bu gerçeğin elle tutulur, gözle görülür bir çarpıcı kanıtı gibi... M. İskender ÖZTURANLI erhangi bir kişinin başında sarık olmayabilir. Gömlek giymekte, kravat takmaktadır. Ne var ki sarığı beynine sarmıştır. Böyle kişilerin bulunduğu yerde demokrasi de sarıklı olur. Ayrıca beyni sarıklı kişi, başı sarıklı bir kişiden daha tehlikelidir. Beyni sarıklı kişi demek, cumhuriyetin kazanımlarını yadsıyan, laikliği dışlayan, Atatürk ilkelerini tanımayan, çağdaşlığın ne olduğunu bilmeyen, Cumhuriyetten önceki yaşam biçimine özlem duyan kişi demektir. Anayasa ve Meclis İç Tüzüğü, Meclis başkanlarının siyaset yapamayacaklarını, parti çalışmalarına katılamayacaklarını açıkça belirtmiş olmasına karşın, Bülent Arınç, üç buçuk yıldan beri bu kuralı çiğnemekte, militan bir partili gibi konuşmalar yapmakta, etkinliklere katılmaktadır. Kendisi, sanki bir parti başkanı ya da grup başkanıdır. Bu nedenle de anayasayı, yasaları ve iç tüzüğü çiğnemekte herhangi bir sakınca görmemektedir. Meclis Başkanımız, XVII. yüzyıl söylemlerini uygulamaya çalışmakta, “İngiltere’de parlamento her şeyi yapar, yalnız bir kadını erkek ve bir erkeği kadın yapamaz” anlayışını savunmaktadır. Fransız kralı XIV. Luis’nin “devlet benim” dediği gibi “Meclis benim” görüşünü benimsemektedir. 1 Mayıs 2005 tarihinde katıldığı bir televizyon izlencesinde tozu dumana katmış ve şunları söylemiştir: “Anayasayı değiştirebilir miyiz? Değiştiririz. Üye sayısını, görev sahasını değiştirebilir miyiz? Değiştiririz. Yüce Divan yetkisini mahkemeden alabilir miyiz? Alırız. Her yasanın Anayasa Mahkemesi’ne gitmesini engelleyebilir miyiz? Engelleriz. Anayasa Mahkemesi’ni kapatabilir miyiz? Kapatırız.” Bu tümcelerden sonra Bay Başkan aynen, “her şeyi yapabilirim, çünkü ben Meclisim” diye tamamlamıştır sözlerini. Bunların hiçbirini yapamamıştır ve yapamazdı da. Önce buna gücü yetmezdi. Sonra da Türk ulusu H AÇI MÜMTAZ SOYSAL Telekom’u Geri Almak NE KADAR kritik bir coğrafyada oturduğumuzu fark etmeyen galiba bir tek biz varız ki, böyle bir ülkenin haberleşme ağını yabancı sermayeye bırakmakta beis görmemişiz. Türk Telekom’un yüzde 55 hissesini Oger Telekom’a satmanın başka anlamı yoktur. Hem de 6.5 milyar dolara, beş yıl taksitle ve ilk taksit olarak sadece bir milyar 310 milyon dolara. Düşünün ki Türk Telekom’un satıştan önceki bir yıllık kârı bile tam 3 milyar 268 milyon dolardı! Şimdi bu şirketin başında yönetim kurulu başkanı olarak bir yabancı var: Paul Doany. İhaleyi kazanan Suudi Oger’in Başkan Yardımcısı Lübnanlı Mohammed Hariri. Öbür üyelerden birkaçı da şunlar: Telecom Italia Başkan Yardımcısı Giampaolo Zambaletti ile İngiliz Telecom (Telconsult) Genel Müdürü Colin Brooks. Kısacası, Emin Çölaşan’ın geçen gün yazdığı gibi, ‘‘Şimdi dinleme işi ve yetkisi de yabancıların elindeki Telekom’da! İster belli yerlerden direktif gelsin ister gelmesin, her sabit telefonu yabancılar dinleyebilir. Devletin en kritik telefonları dahil!’’ Çünkü, konunun hukuksal yanı ne olursa olsun, dinleme işi, teknik olarak telefon santrallarında yapılacak birkaç basit işleme bağlıdır. ört yanında çeşitli hesaplar dönen bir Türkiye bu gaflete nasıl düştü? ‘‘Ekonomi ancak PTT’nin T’si satılarak kurtulur’’ diyenlerin baskısı mı? Mahkemelerde sürünen işlemlerin sonuçta ‘‘hukuka uygun’’laştırıldığına kanaat getiren kimi yüksek yargı üyelerinin bu baskı karşısındaki bezginliği mi? Unutmayın ki, en son aşamada Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu Haberİş Sendikası’nın açtığı davada yürütmeyi durdurma istemini sadece bir oy farkla reddetmiştir: 14’e karşı 15 oyla! Yoksa, siyasal alanda bir şeyler mi döndü? Geçen yıl 29 Ağustos günlü Türk basını Suudi Oger’in Başkan Yardımcısı Mohammed Hariri’nin şu sözlerine yer vermişti: ‘‘Yatırım kararı alırken bizim için asıl olarak politik ve ekonomik istikrar önemlidir. Ancak AKP’nin İslami referansı güçlü bir parti olması yatırım kararımızı vermemize yardımcı olmuştur.’’ mre Kongar, o sıralar, Mohammed Hariri’nin bir süre önce kimliği bilinmeyen kişilerce öldürülen eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin kardeşi olduğunu belirttikten sonra şöyle yazmıştı: ‘‘Böyle bir şirketin Türkiye’ye gelmesinin ve iletişim alanını kontrol etmesinin sadece ekonomi değil, siyaset ve istihbarat alanlarındaki müthiş sonuçlarını siz tahmin edebilirsiniz.’’ Artık, ‘‘Yeni Ortadoğu’’nun zamanı geldiğine ve bu zamanlamaya Türkiye de sokulmak istendiğine göre, ulusal güvenlik açısından Türk Telekom’u yabancıya satmanın mantığını yeniden sorgulama zamanı da gelmiş demektir. Telekom’u kamulaştırıp geri almanın yolları üzerinde bir an önce düşünmeye başlansa fena olmaz. Yanlışın neresinden dönülse kârdır. E D böyle bir yetkiyi ne kendisine ne de partisine vermişti. Çağımızın demokrasi anlayışı buna izin vermezdi. Ulusal egemenlikle siyasal erki birbirine karıştıran, siyasal iktidarın ulusal egemenlik olduğunu zanneden Arınç, ulusal egemenlik karşısında yenik düşmüştü. Çünkü büyük devlet adamı Mustafa Kemal’in çok doğru olarak belirlediği gibi “ulusal egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar ve parçalanır”dı. Siyasal iktidarın böyle bir gücü yoktu. Bilindiği gibi Meclis Başkanımız, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle (23 Nisan 2006) Meclis’te bir konuşma yapmış, çeşitli politik görüşlerini ortaya koymuştur. Öncelikle söyleyelim ki bayramları, hiçbir kişi politikaya karıştıramaz, karıştırmamalıdır. Ulusal bayramlarda siyaset yapılamaz, yapılmamalıdır. Oysa Meclis Başkanımız tüm kuralları çiğneyerek politika yapmakta ve 23 Nisan konuşmasında “Türkiye’de bir rejim sorunu değil, rejim tartışması sorunu vardır” biçiminde konuşmaktadır. Hemen belirtelim ki Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere Anayasa Mahkemesi Başkanı, Genelkurmay Başkanı, Danıştay Başkanı, Yargıtay Başkanı, Yargıtay Başsavcısı ve tüm demokratik kitle örgütleri cumhuriyetin tehlikede olduğunu söylemektedirler. Kaldı ki AKP, Tanrı’nın günü türban sorununu, imam hatipleri, laikliğe aykırı davranışları gündeme getirmek suretiyle cumhuriyetin kazanımlarını zorlamakta, rejim bunalımı yaratmakta, yüzyıllardan beri sayısız kitaplar yazılarak tanımı yapılan laikliği kendi anlayışına göre yeniden tanımlamaya kalkışmaktadır. İnsanlık, laikliği bir ideoloji, bir yaşam biçimi olarak benimsemiş, tanımını da tüm genişliği ve devrimci niteliğiyle belirlemiştir. Bu evrensel tanım anayasamızın 24. maddesi ile yinelenmiştir. Oysa Meclis Başkanımız, laikliğin “yorum farklılıklarının ortadan kaldırılmasını” vurgulamaktadır. Ulusal ve evrensel anlayışa göre laik liğin tanımında bir farklılık olmadığına göre Sayın Başkan neyin ortadan kaldırılmasını istemektedir? Anlaşılması güçtür. Aynı zamanda laikliğin “katı” uygulamasından söz etmektedir. Laiklik katı bir ideoloji değildir. Tüm dinlere ve mezheplere hoşgörü ile yaklaşan bir düşünce dizgesidir. Ayrıca Sayın Başkan, “katı laiklik uygulamasıyla insanlara sosyal hayatı bir cezaevine çevirecek anlayıştan” vazgeçilmesini dile getirmekte, “inançlara müdahale edilmemesi”nden söz etmektedir. Unuttuğu nokta, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne değin hiçbir zaman insanımızın sosyal hayatı “bir cezaevine dönüştürülmemiş” ve “inançlarına müdahale edilmemiş”tir. Bu doğrultuda tek bir örnek gösterilemez. Her kişi ibadetini serbestçe yapmakta, namazını kılmakta, orucunu tutmakta, hacca gitmektedir. Bugüne değin buna engel olan bir otorite olmadığı gibi, bugün de yoktur. Tüm düşünürler, hukukçular ve bilim adamları laikliğin anayasamızın 24. maddesinde tanımının yapıldığını söylemelerine ve bu konuda Meclis Başkanı’nı uyarmalarına karşın, Bay Arınç fırsat buldukça kendi çarpık düşüncesini yinelemektedir. 1 Haziran 2006 tarihinde özel bir televizyon kanalında, 24. madde hiç yokmuş gibi konuşmuş ve sözlerini şöyle sürdürmüştür: “Anayasada ve başka bir yasada laiklik tarif edilmemiştir.” Ayrıca 23 Nisan konuşmasının arkasında durduğunu da belirten Arınç, kendisinin “Meclis” olduğu düşüncesini bir kez daha belirtmiştir: “Bu ülkede inancımla birlikte özgürce yaşamak istiyorum. Sosyal yaşam, bir cezaevi haline gelmemelidir.” Bu yaklaşımıyla Arınç, cumhuriyetin felsefesini, ideolojisini ve Atatürk’ün ne yapmak istediğini hiç anlamadığını ortaya koymaktadır. Bu konuda en büyük destekçisi de Başbakan Erdoğan’dır. Şimdi de “hüzünlü gurbet bitsin, vuslat gerçekleşsin” diyerek Fethullah Gülen’i yurda çağırmak suretiyle, kendini yeniden politikanın dalgalarına kaptırmıştır. (Cumhuriyet, 19 Haziran 2006) Tüm bu nedenlerle Meclis Başkanımızın bu anlamsız politika tutkusundan derhal vazgeçmesi, yasalar çerçevesinde kalması ve başkanlığı süresince siyasete karışmaması, bundan böyle lideriyle ve yandaşlarıyla birlikte sarıklı siyaset yapmaya kalkışmaması hem kendisi, hem partisi hem de ülkemiz için yararlı olacaktır. İslam, Devlet Değil Din’dir A. Gani AŞIK BODRUM ÖREN’DE UNUTULMAZ BİR TATİL KEYFİ... İlahiyatçı ve Politikacı ürklerin yaşamın her i İslamın sadık hizmetalanında çağa uyum kârları” sahte sıfatı ile ülçabaları, Osman keyi “bizler’’ ve “onlar’’ lı’nın son yüzyılında başla çıkmazına sürükleyen din, dı, Cumhuriyetle birlikte tarikat ve siyaset şarlatansistemleşti. Batılılaşma da larının hiçbirinin özel yaşadiyebileceğimiz hareket, mı, gerçek anlamda İslamdoğaldır ki kendi antitezi la bağdaşmaz. Altınları, döni de beraberinde getirdi ve vizleri, taşınır ve taşınmazbesledi. Bu, “gâvurlaşma ları, katları, yatları ve göz ya karşı İslamı korumak’’ kamaştıran varlıkları ile gırtbiçiminde formüle edildi laklarına kadar harama göve siyasiler tarafından da mülmüşlerdir. Vurgunun oy dilenciliği adına körük kaynağı yurtiçinde ve yurtlendi. Bugün, belli tarikat dışında bulunan saf Müslüların, özellikle son çeyrek manlardır. yüzyılda artan bir tempo ile Öylesine soyuldular ki, toplumu ve devleti sarma Nuh Peygamber bile böyle lamada ulaştığı doruk nok tufan görmedi. Fesat projetada bulunuyoruz. İlginç ol si “laik Cumhuriyete karduğu kadar acıdır ki, “din şı İslam Cumhuriyeti” temelinde devreye sokuldu. Cumhuriyetin sahibi halk yığınları sessiz, çünkü örgütsüz. Şer odakları hırslı, kararlı ve cüretkâr, çünkü yaşamın her alanında devasa biçimde örgütlü. En basitinden bir örnek: Anadolu’nun sade Müslümanlar ölünce “ölmüş olur”, Ona rahmet dilenir, ama bunlardan birisi ölünce “Hakk’a yürür”, yer yerinden oynar. Yüce yaratanın kullarına verdiği değerin ölçü ve ayarını onlar, Allah adına, ona vekâleten (!) ilan ederler. Din dışı bu maskaralıklar, toplumun ve devletin gözü önünde yıllardır artan bir sorumsuzlukla devam edip gitmektedir. Peygamberimizin Medine’de yerli kabilelerle uzlaşarak kurduğu devletin adı “Medine Site Devleti’’dir. Daha sonra, hem devlet başkanı olarak hükümranlık alanını genişletmek, hem de peygamber olarak dinini tebliğ etmek için oluşturduğu 300 500 kişilik T ? Bodrum Ören’de denize 50 m, ? Klimalı, ? Odalarda TV, ? Sabah kahvaltısı, ? Akşam yemeği, ? Açık büfe (25 çeşit) Haziran Eylül Temmuz Ağustos 30 YTL 35 YTL (06 yaş ücretsiz, 712 yaş % 50 indirim) Tel: (0 252) 532 28 44 43 (0 505) 489 11 29 (0 532) 650 68 68 www.oteldenizyildizi.com Seriyeleri (Müfrezeler) üç maddelik bir emirle Medine dışındaki kabileler üzerine sevk etti. 1) İslamı kabul etmeleri, 2) Veya Medine Site Devleti’ne vergi vererek eşit haklara sahip yurttaşlık statüsü kazanmaları, 3) Her ikisini de kabul etmezlerse, güç kullanılarak devletin egemenliğine alınmaları. Görevini tamamlayan müfrezelerden birisi Medine’ye dönünce komutan, Hz. Peygamberi bilgilendirmek için “Falanca kabile vergi vermeyi kabul etti, biz de Allah ve resulü adına onlara güvenceler verdik’’ deyince irkilen peygamber, “Bunu yapamazsınız, güvenceyi Site Devleti ile bağlantılı olarak kendi adına vermeliydiniz. Onların malına ve canına bir zarar gelirse Allah ya da ben mi görevimi mi yapmamış olacağız’’ uyarısından sonra, işin nezaketini yeterince anlatabilmek için açıklamalarda bulundu: “İslama davet ettiğiniz kabilelerden birisi size ‘Dininizi kabul ediyoruz ve peygamberinizi de peygamberimiz olarak benimsiyoruz. Bundan böyle bize Allah’ın hükümlerini uygulayacaksınız’ derse, bu istek kabul edilmeyecek. Çünkü Allah’ın hükmünün ne olduğunu bilemeyiz’’ (Müslim, Cihat 3. fasıl). Askeri birliklerce kabilelere iletilen peygamber emirnamesinin “Medine Site Devleti’ne vergi vermeleri halinde, dinlerine dokunulmayacak ve onlar devletin Müslüman unsurları ile eşit hak ve statüye sahip olacaklardır’’ biçimindeki ikinci maddesi, eminim ki dikkatlerden kaçmamıştır. Burada, bir anlamdaBatı’nın 18. yüzyıl sonunda keşfettiği laiklik ilkesinin, 7. yüzyılda adı bilinmeden uygulanışına hayretler içinde tanık oluyoruz. Dört halife dahil, peygamberden sonraki dönemlerde de hiç “İslam devleti’’ olmamıştır, 60 yıl önce Pakistan, 27 yıl önce “İran İslam Cumhuriyeti’’ne kadar. “Neden olmamıştır’’ın yanıtı belli. Bu, çok iddialı olduğu kadar, riskli de olur da ondan. Yurttaşlar, uğradıkları her haksızlık ve yaşadıkları her tatminsizlikte “hatanın İslamda olduğu” yanılgısına kapılabilirlerdi. Hz. Peygamber, kabilelerle yapılan sözleşmelerde, Allah’ın, kendisinin ve İslamın taraf gösterilmesine bu gerekçeyle karşı çıkmaktadır. İslam, ilk önce devletsiz bir topluma İlkel Araplaratebliğ edildiği için, elbette basit şekliyle de olsa bir devlet kurmayı da gerekli görmüştür, bu kaçınılmaz bir zorunluluktu. Müslüman ulusların kurduğu devletlerin, İslamın zengin ve kalıcı değerlerinden ve sosyal tercihlerinden yararlanması başka bir şeydir, devleti din temeline oturtmak, siyasi, sosyal ve hukuki bir kurumu dinileştirmek başka bir şey. Çünkü İslam, devlet olarak değil, din olarak inmiştir. İslamın “sağ’da, ya da sol’da’’ olduğuna ilişkin kimi tezler de bize göre doğru değildir. Dinimiz, dünya olaylarına da, toplumsal fenomenlere de siyasi bakmaz. Ülkemizde dinle ve dini değerlerle bağlantılı ol duğu düşünülen kimi konulardaki yaşanan gerginliklerin pek çoğu yapay ve temelsizdir. Cumhuriyetin kodları ile İslamın mesajları arasında, kötü niyetlilerin kışkırttığı gibi bir uyuşmazlık yoktur. Sözün özü şu ki, laik devletle İslami devlet arasında var olduğu sanılan çelişkilerin kaynağı önyargılar, kötü niyetler ve bilgisizliktir. Cumhuriyeti anlayamamak ve İslamı bir bütün olarak kavrayamamaktır. Diyanet’e çok iş düşmektedir ve bu kurumun başındaki zat, bugüne kadar sergilediği performansı ile buna muktedir saygın bir din bilgini olduğunu kanıtlamıştır. DİDİM ASLİYE CEZA MAHKEMESİ’NDEN Esas No: 2002/144 / Karar No: 2004/229 Hakim: Hasan Arı 34068 Katip: Efe Emre Er 103930 Sanık: Şeref Ünal, Saadettin ve Mahi’den olma 21.06.1949 doğumlu Balıkesir Bandırma Ölmerli köyü nüfusuna kayıtlı olup halen adresi meçhul. Suç: Geceleyin Konut Dokunulmazlığını İhlal, Silahlı Ölümle Tehdit, Kasten Müessir Fiil ve Ruhsatsız Ateşli Silah Taşımak. Suç Tarihi: 03.05.2002 Karar Tarihi: 17.09.2004 1. Ek Karar Tarihi: 21.10.2005 5237 S. K. Ek Karar Tarihi: 28.06.2006 Sanık Şeref Ünal hakkında talep üzerine geceleyin konut dokunulmazlığını ihlal, silahlı ölümle tehdit, kasten müessir fiil ve ruhsatsız ateşli silah taşımak suçundan dolayı 21.10.2005 tarihli ek kararın aynen infazına dair işbu ek kararın adresi meçhul olan sanığa tebligat kanunu uyarınca ilanından itibaren takdiren 10 gün sonra tebliğ edilmiş sayılacağı ve bir hafta içerisinde temyiz edilmezse kesinleşeceği hususu ilgilisine ilanen tebliğ olunur. 28.06.2006 Basın: 36589 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle