18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Sıvas Dün Unutulmasın Diyedir! Bizler ülkemizi sahiplenmek, sahiplenirken toplumsal barışı tesis etmekle yükümlüyüz.. inançlarımız, bize bunu söylüyor... Bütün insanların kaygılarını kaygılarımız, sevinçlerini sevincimiz olarak algılayan bir insancıllık felsefesi bize yolumuzu gösteren bir el feneri işlevi görüyor... PENCERE Son Gülen Nasıl Gülecek?.. Fethullah Gülen Amerika’da yaşıyor, Türkiye’ye geleceği günü bekliyor, son günlerde adı medyada daha sık anılıyor... Nasıl anılıyor?.. Cumhuriyet dışında, basında hiçbir gazete ve grup Fethullah’la arasını bozmak istemez; çünkü bunun bedeli vardır... Gülen artık Türkiye’de bir imparatorluk kurmuştur; Saidi Nursi’nin öncülüğündeki Nakşibendiliğin siyasal bir yorumunun yaşama uyarlanmasıyla ortaya çıkan bu cemaat yalnız halk kesiminde değil, devlet örgütünde de epey mesafe almıştır; kendisine karşı çıkana bedelini ödetmektedir... Peki, Gülen ne istiyor?.. ABD’nin Türkiye’de istediğini.. Nedir o?. Ilımlı İslam Devleti modeli... ? Devrim Sevimay Türkiye’de Fethullah’ın vekili ya da temsilcisi sayılabilecek Hüseyin Gülerce’yle bir röportaj yaptı (Vatan gazetesi, 15 Mayıs 2006). ‘‘Fethullah ne zaman ülkeye dönecek’’ sorusunu kurcalamak için sordu: ‘‘ Zemini anlamak adına hangi gazetecilere bakıyorsunuz; şimdi aklıma gelen Ertuğrul Özkök, ama; siz kime bakıyorsunuz?’’ ‘‘Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’’ Mütevelli Heyeti Başkanı Hüseyin Gülerce şu yanıtı verdi: ‘‘ Özkök’e değil, İlhan Selçuk’a bakarız.’’ ? Fethullah imparatorluğu inanılmaz bir parasal güce sahiptir; Türkiye’deki medyayı (gazete, televizyon, radyo) adım adım ele geçiriyor; yazarları, gazetecileri, köşe yazarlarını satın alıyor; devletin güvenlik ve yargı örgütlerine sızıyor... Şimdilik öteden beri çok çaba göstermesine karşın giremediği, sızamadığı tek kurum ordu... Dinci paranın gücü dehşet mi dehşet. Bakıyorsunuz Atatürkçü görünen bir yazar ya da profesör Fethullahçı oluvermiş; Nurculuğun şemsiyesi altında kendisini parasal güvencenin refahına teslim edivermiş... Fethullahçılık Türkiye’de siyasal yaşamın tabandan İslamcılaştırılması tasarımının en önde gelen çarpıcı bir örneği... Siyasal partilerin sandıkta başarı ya da ağırlık kazanmaları, ülkedeki tarikat ve cemaat şeyhleri, hocaları, liderleriyle yapacakları pazarlıklara bağlı... ? Yazarımız, Sosyoloji Profesörü Emre Kongar geçenlerde uzun uzun köşesinde anlatmıştı... İki toplumsal örgütlenme var: Cemiyet.. Ve cemaat.. Cemiyet çağdaş model; akla dayanıyor, üyeler birey, kişi, yurttaş... Cemaat dinsel model, inanca dayanıyor; üyeler kul, mürit, mümin... Türkiye’de toplum artık tarikat örgütlenmesi ve cemaat kurumlaşması sürecinde dönüşüyor... Partiler bu yapı üzerine oturduğu zaman laik demokrasi mi olacak?.. Dinci devlet mi?.. Peki, Fethullah Gülen Türkiye’ye ne zaman dönecek?.. Gülen’in yakını Gülerce bu soruya da yanıt veriyor: ‘‘ Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra sanırım tansiyon biraz daha düşer...’’ Yeni Sıvas’lar Yaşanmasın! Uğur Mumcu, 12 Ağustos 1980 günü, 12 Eylül olayından bir süre önce ‘‘Cumhuriyet’’ gazetesinde şöyle yazmıştı: ‘‘CHP dogmalıktan kurtulup kendi içinde birlik sağlayabilse; sosyalist partiler arasında benzer eğilimler bir araya gelse, Türkİş içindeki sosyal demokrat nitelikli sendikalar DİSK ile dirsek temasına girişse; DİSK ile CHP faşist saldırılar karşısında el ele verseler ve demokratik kitle örgütleri, bütün üyeleri ile bu anti faşist yörüngede yerlerini alsalar; bu faşist canavarlık böylesine azabilir mi?’’ ‘‘Faşist’’ sözcüğünün yerine ‘‘irtica’’yı koydunuz mu, sanki günümüzde yazılmış!.. Bugünlerde yapılması gereken bir birlikteliği Mumcu, yirmi altı yıl önce yazmış, istemiş!.. Uğur Mumcu’nun uyarısından bir ay sonra Türkiye, askeri bir rejimin yönetimine giriyor, 1961 Anayasası ortadan kaldırılıp uzunca bir süre ülke yeni çıkmazlarla bir batağa saplanıyordu... Görüyorsunuz, hep aynı kavga, hep aynı anlayışsızlık, hep aynı bencillik, hep aynı politikacı şaşkınlığı!.. İrtica tehlikesine karşı direnmek ancak birliktelikle olur. Yeni bir seçimle Türkiye yine yanlış ellere teslim edilirse, yani AKP bir beş yıl daha işbaşında kalırsa, neler yaşayacağımızı herkes görmektedir... Biliyoruz, ama çare nerde, bulamıyoruz!.. On üç yıl önce bugün Sıvas’ta 35 yurttaşımız diri diri yakılmıştı. Aydınlıktan yana bir seçkin kadro... Şairleri, yazarları, sanatçıları, düşünürleriyle... Hem de gözler önünde! Herkesin seyrettiği bir dram... Resimler, filmler var. Bir türlü yok olmayan irtica canavarı bilinçsiz yığınları her zaman kışkırtır, yanlış yollara sürükler! Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana nice canlar gitti! Daha da gidecek mi? Yıllar geçiyor, bilinçsizliğimiz sürüyor! Yeni Sıvas’lara, yeni cinayetlere, yeni gerici eylemlere karşı bir Cumhuriyet Cephesi kurmak gerekmiyor mu? Ama nerde? Hiç değilse bu 2 Temmuz günü, 35 aydınımızın kurban gittiği Sıvas yangınını anımsayalım... Sevgili Uğur Mumcu o yazısını şu sözlerle bitirmişti: ‘‘Bugün her devrimcinin, her ilericinin, her sosyalistin, her demokratın tarlada, fabrikada, evde, her yerde tartışacağı soru bu olmalıdır. Bu faşist saldırılara karşı ne yapmalı? Nasıl bir araya gelmeli? Bundan daha güncel bir konumuz yoktur.’’ DÜZELTME: Oktay Akbal ’ın 29.06.2006 günlü ‘‘Amasya’dan Gelen Sesi Duy!’’ başlıklı köşe yazısında, Amasya Bildirgesi’nin tarihi yanlışlıkla 22 Mayıs 1919 olarak yayımlanmıştır, doğrusu 2122 Haziran 1919’dur. Düzeltir, özür dileriz. Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ Çankaya Belediye Başkanıİç Anadolu Belediyeler Birliği Başkanı ir dünü vardı Türkiye’nin, sızısı bir duman gibi hâlâ kalplerde tüten... 2 Temmuz 1993 bir dünün içinden gelip bugünümüze yerleşen kara bir yel olarak gericiliğin iç yoksulluğu bugün de toplumun içinde kendisine yer edinme gayretini sürdürüyor... Onun için Sıvas tercih hakkımızın, haklarımızın açıkça ortadan kaldırılması, tercih haklarına açıkça saldırılmasıdır... Kocaman bir suskunluk denizinin bütün bir topluma dayatılmasıdır... Büyük acılar suskun olur, diri diri yanan 35 can, ve 35 hicrandan damlayan kan ve gözyaşı kendisini o kalpten bu kalbe vurup durur... Türkiye 35 aydınını, ebedi bir utanç taşıyan ellerin alevlerini tutuşturduğu yangında, bir çağ yangınında kaybetti.. kaybedilen sadece toplum olarak sahip olduğumuzu düşündüğümüz masum vakarımız, toplumsal barışı inşa çabalarımız değildir... Aksine, acımasızlığın bir toplumsal statü kazanmışçasına, dokunulmazlık mertebesine yükseltilmesi ile asıl kaybımız ve ayıbımız gözler önüne geldi ve durdu... Sıvas’ta kaybettiğimiz şairimiz Behçet Aysan, sanki katliamı ve sonrasını özetlercesine ‘Bir Eflatun Ölüm’ başlıklı şiirindeki şu dizelerle bizi uyarmıştı: kırgınım, saçılmış/bir nar gibiyim/sessiz akan bir ırmağım geceden/ söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım/belki sararmış/ eski resimlerde kalırım/ bütün derinlikler sığ/sözcüklerin hepsi iğreti/değişen bir şey yok hiç/ölüm hariç/ aynı gökyüzü aynı keder. Şimdi Sıvas’a bakıp toplumsal vicdanımızdan yükseltmemiz gereken çığlığı hepimiz içselleştirip, her gün önce içimi B ze, daha sonra da dışımıza salabiliyor muyuz, her yere dalga dalga yayabiliyor muyuz? Saçılmış nar gibiyim diyen yürekleri, aynı gökyüzü altında aynı kederle kalbimizin orta yerine yerleştirebilir miyiz? Birlikte bir koroya dönüşecek, dönüşmesi gereken bir haykırış, bu vahşeti, bu katliamı, toplumsal hayatımızın içine kök salmış bu şiddetten beslenen bu zalimliği geriletecek reflekslerin içinde tam yankı bulmuyorsa, ses neye ve kime ne kadar yarar, dahası neyi, nerde, nasıl önler? Bunu birlikte düşünmeliyiz, etraflıca değerlendirmeliyiz... İçleri ürpertecek bir sertliğin yörüngesinde kalarak meydan okuyan, çağdaşlığı, laikliği, modern ülküleri ve bütün bunlarla bağlantılı olarak Cumhuriyetimizin temel ilke ve kazanımlarını yıkmayı hedefleyen kör ve kaba düşüncelerin uzantılarına ‘dur’ demek ‘ulusal bir görev’ olarak her yurttaşımızın ertelenemez bir duyarlılık etkinliği ve kırmızı çizgisi halini almalıdır... Sıvas dünün, tarih galerisinin içinde kalmış ve günü geldiğinde lanetlenip ertesi güne geçiş yapılacak bir sıradanlığa indirgenmemelidir... Türkiye toplumsal hareketler kataloğu içinde bir yön değişikliği, bir düşünsel ve toplumsal travmayı imleyen bu kara lekeyi, kara deliği birlikte tam bir teşhisle yerli yerine oturtmalıyız... Çünkü Sıvas Madımak katliamı, özünde toplumsal barışın tasfiye girişimi, özgür duyuşu yok etme girişimidir... Ateşe güvenmek, düşünceyi ateşlerde test ederek silmeye çalışmak, 20. yüzyılın son dönemecinde bir utanç abidesi olarak kara bir ün elde etmiştir... Evet kara, kapkara bir ün! Türkiye toplumsal dayanışmayı, bütün unsurlarını tek tek ortak bir insanlık ve yurt sevgisinin içine yerleştirdiği oranda kendi büyüklüğünün farkına varacak ve bu büyüklüğün gölgesinde yeni ve kurucu bir hamleye girişecektir... Koyu karanlığın taşıyıcılarına karşı mesajımız kararlılık, dinginlik, insancıllık ve ortak örgütlülüğe dayanmadığı sürece her karşı çıkışımız fevri ve cılız kalacak, suya yazılan yazı gibi yok oluşa sürüklenmekten kurtulamayacaktır... Ellerimizle tayin edeceğimiz bir Türkiye ve bu Türkiye’nin yarını var... Çocuklarımızın ve Cumhuriyetimizin yarınını elbirliği, güç birliği ve işbirliği içinde kurgulayıp sahiplenmeliyiz. Bizler Mustafa Kemal’in ışıltılı ideallerinin taşıyıcısı, cumhuriyetçi tutku sahipleri, kendimizi dönüştürmeden, yeni bir zihinsel inşa başlatmadan, taze bir soluk alışa yönelmeden zincirleme bir var olma, var etme hareketini sağlıklı bir biçimde başlatamayız... Sıvas karartması sadece 35 aydını hedef almamış, yüzyılların içinden süzülüp gelmiş koca bir aydınlanma tarihini ve özelde de Cumhuriyet aydınlanmasını hedef tahtasına fütursuzca yerleştirmiş, acılarımız bile, katliam sonrasının vurdumduymazlığında talan edilmiştir.. yine de bilgece bir serinkanlılıkla, Sıvaslı büyük ozan Hasan Hüseyin’in acıyı bal eyleyen dizelerini kendimize şiar edindik: kanadık toprak olduk/ çekildik bayrak olduk/döküldük yaprak olduk/geldik bugüne ekmeği bol eyledik/ acıyı bal eyledik/sıratı yol eyledik/geldik bugüne... Evet şairin dediği gibi, geldik bugüne. Cumhuriyetçiler olarak diyoruz ki, Cumhuriyetçiler hedef olabilir ama Cumhuriyet asla! Onun için dün sadece dün değildir, belki de dünden daha çok bugüne aittir... Dün bir tasarıyı düşünceden eyleme, kuvveden fiile çıkaranlar bugün de aynı iştah ve dizginsizlikle saldırgan bir duyuruyu her yerde bizlere deklare ediyorlar... Danıştay’a geçenlerde yapılan vahim saldırı bunun açık, apaçık bir delili değil midir? Bizler ülkemizi sahiplenmek, sahiplenirken toplumsal barışı tesis etmekle yükümlüyüz.. inançlarımız, bize bunu söylüyor... Bütün insanların kaygılarını kaygılarımız, sevinçlerini sevincimiz olarak algılayan bir insancıllık felsefesi bize yolumuzu gösteren bir el feneri işlevi görüyor... Artık haykırma zamanıdır, sevgi eken bir barış ortamını haykırma zamanıdır! İnsanları kaynaştırma, Cumhuriyet’in kuşatıcı şemsiyesini herkesin üstünde tutma ve herkesi oraya çağırma zamanıdır! Şimdi Cumhuriyet’in zamanıdır! Şimdi Cumhuriyetçilerin zamanıdır, yani şimdi tam sizin zamanınızdır! CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle