21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 TEMMUZ 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Orhan Burian’ın ‘Günlük’ü, ‘Mektuplar’ı Mehmet BAŞARAN rofesör Zeki Arıkan ilginç bir bilim adamı. Bilinci, duyarlığı ile insanın tükenmediğini kanıtlayan, tam insan. Ölümünün 50. yıldönümünde Ege Üniversitesi’nde Orhan Burian için, iki günlük bir seminer düzenledi arkadaşlarıyla. Bilime saygının, değerbilirliğin örneğini sergiledi, Ege Üniversitesi’nde. ‘‘Orhan Burian’ın ölümüyle, genç ilim ve genç fazilet büyük bir kayba uğramıştır’’ diyordu ardından A. Adnan Adıvar, ama elli yıl geçmişti aradan. Kim anımsardı Türk aydınlanmasının önde gelen adlarından Orhan Burian’ı? Büyük bir özverili çabayla, sevgiyle, saygıyla, yalnız anımsatmakla kalmadı, yeniden tüm yönleriyle tanımamızı sağladı Orhan Burian’ı, zamana direnerek ‘‘genç ilmi’’, ‘‘genç fazileti’’ yeniden kazandırdı bize... Alkışlanacak bir ‘‘ilki’’ başardı. Sayın Arıkan, seminer öncesinde hazırladığı ‘‘Kırkın Kapısındaki Genç Orhan Burian’’ adlı saygı yapıtında şöyle diyordu: ‘‘Burian üzerine beni en çok etkileyen hocam, yüce insan Ord. Prof. Cavit Baysun’un (18991968) fakültemiz Tarih Dergisi’nde (Sayı 7, 1953) iki yazısı olmuştur. Bunlardan birinde Baysun, Prof. Burian’ın ‘Lello’nun Muhtırası’ başlıklı eserini, ayrıntılı olarak tanıtıyor, diğerinde de, yüzünü bile görmediği, fakat eserlerinden tanıdığı bir değerli bilim adamının genç yaşta ölümünden duyduğu acıyı dile getiriyordu. O yazıları okuduğum gün duyduğum acıyı, hâlâ yüreğimde taşıyorum. Bu acı Burian’ı tanıdıkça, daha da arttı, katmerleşti. Bu büyük yeteneğin, bu genç dehanın bu kadar erken, en verimli çağında göçüp gitmesini kabullenemiyordum. Ona duyduğum vefa borcunu ödemek bilinç ve sorumluluğunu, yıllardan beri içimde taşıyorum.’’ Sayın Arıkan bu vefa borcunu, ‘‘genç ilim’’, ‘‘genç fazilet’’e yakışır biçimde, özveriyle, adanışlıkla ödedi, ödüyor. Emeğini yürekten kutluyoruz. PENCERE Generalin Telefonunu Kim Dinledi?.. Generalin telefonu dinleniyormuş... Kim dinliyormuş?.. Neden dinliyormuş?.. ? MİT değil.. Genelkurmay değil.. Jandarma değil.. Polis değil.. Bu kurumlar açıklama yaptılar: Biz dinlemedik!.. Peki kim dinledi?.. Ve niçin dinledi?.. ? Telekom da açıklama yaptı: Biz de dinlemedik!.. Telekom yabancıların elinde... Söylediğine inanalım mı?.. ? Devletin başkentinde Harp Okulu Komutanı Tümgeneral’in telefonu niçin dinlenir?.. Söylenenlere yazılanlara bakılırsa Tümgeneral kadınlarla konuşuyormuş... Konuşur konuşur... Sana ne ulan?.. Softa mısın?.. Mürteci misin?.. Yobaz mısın?.. Nesin?.. Kadın düşmanı mısın?.. Kadınla erkeğin özgür birey, fert, insan, vatandaş, yurttaş olarak istediği gibi özgürce konuşmasına irtica ipoteği mi koymak istiyorsun?.. ? Hasta mısın? Psikopat mısın?.. Kadın düşmanı mısın?.. Asker düşmanı mısın?.. Manyak mısın?.. Bir (erkek ya da kadın) insanın özel konuşmalarını dinlemek ahlaksızlığını, cüretini, aşağılıklığını, yobazlık güdülenmesinin çarpıklığında yürüttükten sonra, bu fiilini devletin siciline nasıl yazarsın?.. Kimsin sen?.. El kadar kız çocuğuna tesettür uygulayıp zavallı yavrucağın başını örten... ‘‘Demokrasi yapıyorum’’ safsatasıyla ülkede, toplumda, devlette türban savaşı açan... Kadın yurttaşları ikinci sınıf insan sayarak çuvala sokan... İktidardan sonra devleti de ele geçirmek için yargıya, üniversiteye, orduya karşı gizliaçık politika savaşımını sürdüren... Sonunda generallerin özel yaşamlarını ilgilendiren telefonlarını da gizlice dinlemeye başlayıp bu ahlaksızlığı devlet sorununa dönüştüren... Kimsin sen?.. Sözde adın yok.. Sanın yok!.. Ama, elle tutulup gözle görülürcesine yaptığından belli ki mürtecisin sen!.. ? Kimsin sen?.. Yoksa ‘‘ben’’ misin sen?.. Yoksa ‘‘biz’’ misin sen?.. Öyle bir hale düştük ki, Müslümanlığı solladık. Softalık mantığı, kendisini özgür sanan ve sayanları da avucunun içine aldı; adım atarken ölçütümüz, akılbilim değil, ‘‘dinsel referans’’ olmaya başladı... Yoksa biz de senin gibi olmaya mı başladık?.. Yoksa tümgeneralimizin özel telefonlarını biz hepimiz mi dinliyoruz?.. Çiçek de Emekli Olacak! Yargıtay Başsavcısı Nuri Ok, ‘‘Hükümet adalet işlerine karışmamalı’’ dedi. Yeni bir söz değil, aynı başsavcı buna benzer bir uyarıyı önce de yapmıştı: ‘‘Yargının yasama ve yürütme erkleriyle işbirliği yapması tarafsızlığını kaybetmesi demektir.’’ Öteden beri Yargıtay başsavcılarıyla işbaşındaki bazı iktidarlar arasında uyuşmazlıklar yaşanmıştır. Yargı her türlü etkiden uzakta kalmalıdır. Ne zaman bir iktidar yargıyı etkilemeye kalkışmışsa, hak ettiği yanıtı ilgililerden almıştır. Eski bir Yargıtay Başsavcısı Kanadoğlu da bakın ne diyor: ‘‘Yargıyı bağımsız kılmadığınız sürece yargının siyasallaşması kaçınılmaz bir olgudur.’’ Barolar Birliği Başkanı Özak da, Nuri Ok’un sözlerini doğru buluyor: ‘‘Türkiye’de iktidarın yargıyı siyasallaştırmaya çalıştığını sağır sultan bile biliyor. Artık söylem dönemi bitti, artık eylem dönemi.’’ Van olayları, Van savcısının tutumu, Meclis komisyonlarından gelen uyarılarla hazırlanan suçlama dosyaları, hepsi gözümüzün önünde yaşandı, yaşanıyor... Danıştay üyesinin öldürülmesinin hemen ardından kesin mi kesin demeç vererek ‘‘İşin içinde başka şeyler var’’ diyen bir Adalet Bakanı, işin içinde olup bitenleri bir türlü açıklayamamıştır. Adalet Bakanı Çiçek’i kamuoyu yakından tanır!.. Daha önceki parti üyeliklerinden, bakanlıklarından, kimi konuşmalarından, bir dediğini daha sonra yadsımaz durumlara düşmelerinden!.. Şimdi de kalkmış, Yargıtay Başsavcısı’nın ‘‘Adalete siyaset karıştırılmasın’’ demesine yanıt vermiş: ‘‘Emekliliğe yaklaşanlar böyle konuşur.’’ Nuri Ok bir hukuk adamıdır. Emekli olsa da olmasa da kişiliğinin gerektirdiği eleştirileri yapacaktır. Sayın Çiçek de emeklilik yaşına çok yaklaştığı halde üstlendiği AKP’yi savunmak görevini yürütmeye çalışıyor! Demek, bu işlerin emekli olup olmamakla bir ilgisi yok. Nuri Ok hepimizin gördüğü bir gerçeği açıkça dile getirdiyse hukuk adamlığının gereğini yapmıştır. Anayasa dışına, demokrasi dışına, hukuk dışına taşan partiler bu yanlış tutumlarının cezasını hep görmüşlerdir. Yargıtay Başsavcılığı’nın soruşturmasıyla çalışmalarına son verilenleri bir bir saymalı mı? Barolar Birliği Başkanı bir kez daha uyardı: ‘‘Adalet Bakanı’ndan beklenen eleştirilere dayanaksız yanıtlar vermek değil, bunlardan ders almak, hükümeti bu yönde uyarmaktır.’’ P Orhan Burian’dan kalan kitap ve belgelik gereçleri, Yapı Kredi Kültür ve Sanat Yayıncılık AŞ’ye bağışlanmış. Bunlar, kısa sürede düzenlenerek araştırmacıların hizmetine sunulmuş. Kurtuluştan Sonrakiler adlı seçki, yeniden bastırılmış. Ayrıca Yapı ve Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, Ege Üniversitesi’ndeki sempozyuma da büyük destek vermiş. Şimdi, Yapı Kredi Yayını iki kitap var elimizde: Günlük (19501952), öbürü Mektuplar. Bunlar, Orhan Burian’ın ölümünden sonra ilk kez gün ışığına çıkan ürünleri. İkisini de büyük bir emekle, titizlikle, Zeki Arıkan hazırlamış. ‘‘Bu günlükler bize Orhan Burian’ın kimliğini ve kişiliğini, çok daha yakından tanımamıza olanak vermektedir. Günlüklerin gün ışığına çıkmasını, elbette Yapı Kredi Kültür ve Sanat Yayıncılık’a borçluyuz. Sonsuz minnet ve teşekkürler’’ diyor Arıkan. Ben, 1945’te Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencisiyken tanıma mutluluğuna erdim Orhan Burian’ı. Sık sık evine gidip geldim, ölene değin mektuplaştık. Bir ağabeydi, bir dosttu, toplumumuzun yetiştirdiği bir örnek aydın, yazınımızı, ekinimizi varsıllaştırmış bir bilim ve yazın adamıydı. Günlük elime geçtiği gün, yıllardan sonra Orhan Burian’a kavuşmuş gibi oldum. Büyük bir merakla düşünüyor, yazıyor, yaşamın üstüne titreyerek yaşıyor, seçkin gözlemciliğiyle göremediklerimizi gösteriyordu bize. Onunla daha bir güzel, daha bir canlıydı doğa.. ve ufuklar daha geniş... Gene Edremit’teydik, beraber dolaşıyorduk Bergama’yı. Alnında ‘‘Buraya ölüm giremez’’ yazılıydı Sağlık Yurdu’nun. ‘‘Asklepion’u unutma’’ diyordu bana. 12.11.1952 tarihli günlüğü okurken, Sokrates’in Savunması’ndaki son bölümü anımsadım. Baldıran zehrini içmeden önce, yakınlarıyla konuşmalarını Sokrates’in. Burian durumu öğrenmiştir doktorda. Eve gelir, gene o bilge soğukkanlılığı: ‘‘Çantamı hazırladım. Ayaklarımı yıkadım. Dergi için Saime Hanım’a talimat, evde yapılacak birkaç iş için not. Her ihtimale karşı da kapatıp bıraktığım bir mektup. Bankada ne param varsa mahkeme bakıp usulü üzre, dağıtacaktır elbet. Değirmendere’deki bahçenin küçük ablama verilmesi arzumdur... İngiliz edebiyatına ait kitaplarımı fakülteye, Fransızcalar Atila’ya, Türkçeler de Kısmet’e verilsin istedim... ... Taksi geldi, kendi kendime hastaneye gittim. ... Kabil olsa, ameliyata bile habersiz girerdim. Çünkü ölümden korkmak hiç içime gelmedi; büyük korkum, hastalığın devam ederek öldürmesidir. 5 Mayıs 1953 günü: Hoşça kal dünya...’’ ‘‘Günlük’’ü, son günlükten başlayarak geriye doğru okumak çok çarpıcı. Tüm incelikleri, ayrıntılarıyla gördüklerini not etmek, güzellikleri ustalıkla betimlemek; her günü, zerresini ziyan etmeden değerlendirme telaşı, rengi, kokusu, tadıyla belleği yerleştirmeye çalışmak dünyayı... Ve yoğun bir hüzün... Max Jakop: ‘‘Her gün not tutun, açık okunaklı. Tarih atmayı unutmayın. Hayatımın günlüğünü günü gününe tutmuş olsaydım, şimdilerde on Larouse sözlüğü olurdu elimde. Duyulmuş derlenmiş bir sözcük, yeniden karşılaşılan bir dünyadır. Ah, neler yitiriyoruz! Bütün o yitirdiğimiz incileri düşünün. Hayatınızın günlüğünü yazın’’ diyor Genç Bir Şaire Öğütler’inde. Ne iyi etmiş de, günlük tutmuş Orhan Burian... Okurken soluğunu duyuyor, ince çerçeveli gözlüğünün ardında ışıyan gözlerini görüyor, yeniden yaşıyorum onunla. İnsan sıcaklığı yayılıyor yöreye... Okuyun Günlük’ü; hem o güzel insanı tanıyacak, hem de onun imbiğinden geçmiş güzelliklerle varsıllaşacaksınız. Sağol Zeki Arıkan... Teşekkürler, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık AŞ. rine getirmemizi önlediği için karşı değiliz. Tabii ki namazımıza, niyazımıza, zekâtımıza, fitremize, engel değildir. Zaten aksi de düşünülemez. Laikliğe, bizleri kasalardan ve masalardan uzak tuttuğu için karşıyız’’ demişti. İşte işin esası budur. Devlet; askeriyesinden adliyesine, adliyesinden hariciyesine değin, büroksiden ve Merkez Bankası’ndan Hazine Müsteşarlığı’na değin maliyeden, yani ‘‘masalar’’ ve ‘‘kasalar’’dan oluşur. Evet, ‘‘Laiklik, dini ideolojiyi masalardan ve kasalardan uzak tutmaktır’’. ‘‘İşte Diyanet İşleri Başkanlığı’’nın öngörülen işlevi de budur. Sorun bugün bu işlevi yerine getiremeyen Diyanet İşleri Başkanlığı’nın laiklik adına kaldırılması değil, gerçekten bu işlevi yerine getirebileceği toplumsal ve siyasal zemini yaratacak bir siyasal iktidarın oluşturulmasıdır. T BMM Başkanı Bülent Arınç, yakın bir dönemde ‘‘laik bir ülkede olmaz’’ dediği Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını ve imamların maaş ödemesi dahil din hizmetlerinin vakıflar eliyle yürütülmesini önerdi. ‘‘Laiklik’’ adına geliştirilen bu öneri, aslında laikliği ortadan kaldırmayı, tarikatların önünü açmayı hedeflemektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Cumhuriyetin laiklik projesinde önemli bir yeri vardır. Hilafeti kaldıran Cumhuriyet kurucuları, doğan boşluğun tarikatlarca doldurulmasını, dini ideolojinin toplumu ve devleti şekillendirmesini önlemek amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nı oluşturmuşlardır. Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hedeflenen bu işlevi yerine getirememesi, hatta belli bir mez Diyanet ve Laiklik Av. Mehmet CENGİZ hebin diğer mezhepler üzerindeki egemenliğinin bir aracı haline gelmiş olması, öncelikle merkezi otoritenin laik olmamasından kaynaklanmaktadır. Cumhuriyetin kurucuları laikliği ‘‘din ile dünya’’ işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlamışlardır. Bu tanım küçük Amerika süreciyle birlikte ‘‘din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması’’ şekline dönüştürülmüş, daha sonra da laiklik ‘‘din ve vicdan özgürlüğü’’nden ibaret bir düzenleme derecesine indirgenmiştir. Laiklik ilkesi anayasaya konulurken, bizzat Mahmut Esat Bozkurt tarafından yazılan gerekçesinde; laikliğin, dini ideolojisinin ekonomiden, siyasetten kısacası toplumun her alanından çıkarılarak vicdanlardaki kutsal yerine yerleştirilmesi olduğu vurgulanmıştır. Görüldüğü gibi Cumhuriyetimizin laiklik anlayışı Batı’daki benzerlerinden çok daha radikaldir. Bu, öncelikle Türkiye’de laikliğin emperyalizme karşı mücadele içinde yeşermiş ve kurulmuş olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca İslamiyet ile Hıristiyanlık arasındaki önemli farklar da bu laiklik anlayışının kapsamı ve uygulamasında ayırt edici olmuştur. Yıllar önce katıldığımız bir televizyon programında, şeriatçı kesimlerden birinin temsilcisi; ‘‘Biz laikliğe dini vecibelerimizi ye öğretmen dünyası Bağımsızlıkçı öğretmenlerin bağımsız sesi Temmuz sayısı çıktı Eğitim Fakültelerinin İşlevi Prof. Dr. A. Gönül Akçamete Ulusal Egemenlik Tehlikede mi? Yılmaz Dikbaş “Halkçı Bir Cemiyette Satılık İlim Yoktur” Zeki Sarıhan 20052006: Şiddet, Kadrolaşma, Hukuksuzluk Yılı Nazım Mutlu Eğitimdeki güncel gelişmeler, sorunlar, tartışmalar... Öğretmen ve öğrenci yazıları... ABONE OLUNUZ İletişim: 0312 433 12 83 EPosta:ogdunyası?ekolay.net CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle