23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
10 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Almanya’da yapılan Dünya Kupası talebi arttırınca ihracat geçen yıla göre yüzde 60 yükseldi ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK 13 Meyvesebzeye futbol dopingi Ekonomi Servisi Türkiye, Dünya Kupası’nın düzenlendiği Almanya’ya bir ayda 40 milyon dolara yakın meyve ve sebze ihracatı yaptı. AA’ya konuşan Akdeniz Yaş Sebze ve Meyve İhracatçıları Birliği Başkanı Ali Kavak, Almanya’da düzenlenen Dünya Kupası’nın ihracatı arttırdığını belirterek Almanya’nın yaş sebze ve meyvede Türkiye için 5. pazar olduğunu, ancak haziran ayında yapılan ihracatla Rusya’yı geçerek 1. pazar haline geldiğini vurguladı. Kavak şöyle konuştu: ‘‘Geçen yıl haziran ayında 25 milyon dolarlık satış yaptığımız Almanya’ya bu yıl aynı ayda yüzde 60 artışla 39 milyon dolarlık satış yaptık. Yılın ilk yarısında bu ülkeye yaptığımız ihracat 67.6 milyon dolara ulaştı. Bu ülkeye haziran ayında toplam 22 bin ton meyve ve sebze gönderdik. Yaptığımız toplam satışın yüzde 30’unu bu ülkeye yönlendirdik. Almanya’ya bu dönemde özellikle kiraz, çilek, kayısı, karpuz gibi yaz meyvelerinin satışında önemli artışlar yaşandığını dile getiren Kavak, Türkiye’nin ilk 6 ayda geçen yılın aynı dönemine göre toplam kirazvişne ihracatını 52 milyon dolardan 80 milyon dolara, çilek ihracatını 6 milyon dolardan 12 milyon dolara çıkardığını belirtti. Haziran ayında yapılan yaş meyve ve sebzede ihracatında Alman Dokuzuncu Plan Türkiye’nin planlama kavramıyla tanışması 1930’lu yılların virgülüne kadar uygulanan sanayileşme planlarıyla başlar. Ekonomik ve toplumsal yaşamın bütününü kapsayan ‘‘beş yıllık’’ planlar ise 1960’lar ve sonrasında uygulanır. Ancak 1970’lı yıllarda, planların varlığına karşın yaşanan siyasal ve ekonomik çalkantılar, plan uygulamasını iyice zayıflatır. Piyasacılığın kutsallaştırıldığı; özelleştirme ve dışa açılmanın ekonomide tek kurtuluş yolu sayıldığı 1980’ler ve sonrasındaysa ekonomik planlama, kâğıt üzerinde bile, tamamıyla anlamsızlaşır. ??? Geçen hafta Meclis’te onaylanan Dokuzuncu Kalkınma Planı (20072013) kısaca IX. Plan istikrar içinde büyüme ve daha hakça gelir paylaşımı gibi geleneksel olarak önceki planlarda da yer alan amaçlara ek olarak ‘‘küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve AB’ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış’’ bir Türkiye öngörüyor. Bütüncül bir yöntemle hazırlanmış olması en olumlu yönü olan planda, teknik hazırlıklarının tamamlanmasından sonra ‘‘siyasetin’’, yani Başbakan’ın isteğiyle sayısal değişiklikler yapıldı. Planların birincil gösterge saydığı ekonominin yıllık büyüme oranı, Başbakan istediği için, yüzde 6.5’ten yüzde 7.0’ye çıkarılmıştır... Böylelikle 2013 yılı kişi başına geliri de 10 bin doların üzerine çıkacaktır. Üzerinde oynanan diğer çok önemli gösterge iş bulmanın artış oranıdır. Yıllık iş bulma artışı oranı siyasetçi tarafından yüzde 8 oranında arttırılarak yüzde 2.7’ye çıkarılmaktadır. Oysa, VIII. Plan 20012005 boyunca, iş bulma, yılda yalnızca yüzde 0.4 oranında artmıştır. Bu tür oynamaların, planın iç tutarlığını ya da yapısal uyumunu bozduğu unutulmamalıdır. IX. Plan, genel devlet harcamalarının ulusal gelir içindeki payının, 2006’da yüzde 45.1’den dokuz puan azaltarak 2013’te yüzde 36.1’e indirilmesini öngörüyor. Faiz dışı devlet harcamaları da aynı dönemde yüzde 36.9’dan 2013’te yüzde 34.2’ye inecektir. Bu yaklaşım, uyum sağlanacağı vurgulanan AB üyelerindeki gelişmelere ters düşüyor. AB ortalaması olarak devletin ekonomideki yeri yıllara göre değişmekle birlikte ‘‘azalmıyor’’ ve yüzde 4550 dolayında bulunuyor. Oysa, yıllık büyüme hedefinin yüzde yediye çıkarılmasından da anlaşılacağı gibi, Türkiye ekonomik gelişmesini hızlandırmak ve özellikle iletişim, ulaşım, eğitim, araştırma geliştirme, sağlık ve enerji gibi sektörlerdeki temel altyapı eksiklerini hızla gidermek zorundadır. Ekonomide devlet yatırımlarını azaltarak ve küçülterek bu sektörler için öngörülen plan hedefleri gerçekleştirilemez; ekonominin büyümesinin temeli olan toplam verimlilik artışı sağlanamaz. IX. Plan ulusal üretimin bileşiminde tarımın payının, 2005’te yüzde 11.4’ten 2013’te yüzde 7.8’e düşmesini öngörüyor. Buna karşılık, tarımdaki işgücü, 2005’te yüzde 29.4’ten, hızla azalarak 2013’te yüzde 18.9 olacaktır. Tarım kesiminin önümüzdeki yedi yılda bu ölçüde ‘‘çözüleceğini’’ varsaymak hiç de gerçekçi değildir. Daha da önemlisi, tarımın ulusal üretim içindeki payı hızla azalıyor. Ancak, tarımda çalışan oranı aynı hızla azalmıyor. Böylece, gelir dağılımı, yıllardır, tarımın zararına oluyor; ülkenin kırsal kesimi, göreli olarak da mutlak anlamda da hızla yoksullaşıyor. Bu durumun, bölgesel gelişmeye özel bir önem vermeyen IX. Plan döneminde de sürdürüleceği görülüyor. O zaman da, ‘‘gelirini daha adil paylaşan’’ bir Türkiye öngörüsü, en azından tarımtarım dışı ayrımında, yine, gerçekleşmeyecek bir düş olarak kalacak gibi görünüyor. Değişik yönleri üzerine çok şey yazılabilecek olan IX. Plan, küresel dönüşümleri göz önüne alan, özellikle gelişmiş ülkeleri yakalamaya ve bu amaçla yenilikçiliğe vurgu yapan yeni bir bakış açısıyla hazırlanmıştır. Ekonomik ve toplumsal yapılarda dönüşümleri gerçekleştirmenin, başta siyasal istikrar ve kararlılık olmak üzere, çok önemli önkoşulları vardır. yakupkepenek06@hotmail.com D ünya Kupası sayesinde, Almanya’ya yapılan yaş meyve ve sebze ürünleri ihracatında patlama yaşandı. Bu yılki rekor kiraz üretimi de Almanya tarafından eritildi. ya’dan sonra ikinci sırayı ise 28 milyon dolarla Rusya alırken İtalya’ya yapılan ihracat 2.4 milyon dolardan 9.4 milyon dolara yükseldi. Bu ülkeye yapılan ihracat yılın ilk yarısında 11 milyon doları aştı. İhracattaki artışın yılın ikinci yarısında ürün alınacak sofralık üzüm gibi ürünlerin eklenmesiyle daha da yükseleceği ve toplam ihracatta önemli bir yükselme görüleceği bildiriliyor. Kirazı Almanya eritti Alara Tarım Ürünleri Sanayi ve Ticaret AŞ Dış Ticaret Direktörü Arif Güney de Türkiye’nin kiraz üretiminde bu yıl adeta bir rekora imza attığını, bu nedenle ihracata yönelik sorunlar yaşanabileceği kaygılarının da Dünya Kupası sayesinde giderildiğini söyledi. Güney, ‘‘Korkulan olmadı. Türkiye’nin rekor kiraz üretimini, Dünya Kupası’nın düzenlendiği Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri ve Rusya eritti. Almanya ve İtalya kirazının dolu ve yağmurdan zarar görmesi de Avrupa ve Rusya’nın rotayı Türkiye’ye çevirmesine neden oldu’’ diye konuştu. GÜMRÜKLERDE 200 MİLYON YTL’LİK KAÇAK Ekonomi Servisi Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, 2006 yılının ilk 6 ayında gümrüklerde 200 milyon YTL’lik kaçak mal yakalandığını açıkladı. Tüzmen, AA’ya yaptığı açıklamada, 2006’nın ilk yarısında gümrüklerde yakalanan mal miktarının, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 17 artış gösterdiğini bildirdi. Tüzmen, gümrüklerde yakalanan kaçak malların 151 milyon 621 bin YTL’sinin ticari eşya, 48 milyon 379 bin YTL’lik kısmının da uyuşturucudan oluştuğunu anlattı. Diyanet ve vakıf hizmetleri işkolunda çalışanların yüzde 67’si örgütlü Sendikalaşmada imam cemaati geçti ? Memur sendikalarına en çok imamlar ilgi gösteriyor. Diyanet ve vakıflarda 78 bin 14 memurdan 52 bin 237’si sendika üyesi. Ekonomi Servisi Diyanet ve vakıf hizmetleri işkolunda çalışan, büyük bölümü imam toplam 78 bin 14 memurdan 52 bin 237’si sendikalı oldu. Sektörde sendikalaşma oranı yüzde 67 olarak gerçekleşti. Yerel yönetim ve tarım ormancılık sektöründe çalışanlar arasındaki sendikalaşma oranı ise yüzde 70’in üzerinde gerçekleşti. ANKA’nın haberine göre, sendikaların, Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası uyarınca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na gönderdiği veriler, yerel yönetimler, tarım ve ormancılık hizmetleri sektöründe çalışan memurlarla imamların örgütlenmeye daha fazla önem verdiğini gösterdi. Buna göre, yerel yönetim hizmetleri işkolunda çalışan toplam 82 bin 197 memurdan 63 bin 784’ü sendikalı oldu.Bu sektördeki sendikalaşma oranı ise yüzde 77.6 olarak tespit edildi. İşkolları bazında en yüksek sendikalaşma oranına ulaşılan yerel yönetim hizmetleri işkolundaki memurların 26 bin 70’inin KESK’e bağlı Tüm BelSen, 26 bin 130’unun Memur Sen’e bağlı BemBirSen’e, 11 bin 584’ünün Türkiye KamuSen’e bağlı Türk Yerel HizmetSen’e üye olduğu belirlendi. Çalışma Bakanlığı’nın verilerine göre, memur sayısı geçen yıla göre 16 bin 166 kişi gerilerken, sendikalı memur sayısının 31 bin 782 kişi arttığı belirlendi. Toplam memur sayısı 1 milyon 584 bin 490’dan 1 milyon 568 bin 324’e düşerken, sendikalı memur sayısı 747 bin 617’den 779 bin 399’a çıktı. MALİYE ‘ZARARCI’LARIN PEŞİNDE Ekonomi Servisi Maliye Bakanlığı, son yıllarda sürekli zarar gösteren kişi ve kuruluşların peşine düştü. ANKA’nın haberine göre, Ankara’da zararcı mükellefler, müfettişlerce tek tek sorguya alınmaya başlandı. Maliye Bakanlığı denetim birimleri, gelir ve kurumlar vergisi beyanlarında devamlı olarak zarar gösteren vergi mükelleflerine dönük kapsamlı bir incelemeye girişti. İncelemeler sırasında başkentte yaklaşık 50 bin kişinin zararcı mükellefler listesinde bulunduğu anlaşıldı. Pierre Cardin halıları, Gaziantep’te üretilecek Naksan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Cahit Nakıboğlu (ortada) Pierre Cardin ile anlaşma imzaladıklarını belirterek 3 ay sonra üretecekleri halıların tüm dünyaya satılacağını söyledi. Nakıboğlu, Gaziantep’te dünyada marka olmuş büyük halı firmaları olduğuna dikkat çekerek ‘‘Halı üretimi denilince daha önce akla Belçika gelirken şimdi Gaziantep geliyor. Gaziantep halının üretim üssü olacak. Şu anda şirketimizde Royal markasıyla üretim yapıyoruz. 3 ay sonra da ‘Pierre Cardin’ olarak üretime geçeceğiz. Tamamen onların dizaynı ile üretim hizmeti vereceğiz. Üreteceğimiz Pierre Cardin markalı halılar tüm dünyada satılacak’’ diye konuştu. Nakıboğlu, Pierre Cardin halılarının tanıtımını oğulları Taner (solda) ve Cihan ile birlikte yaptı. (AA) D Ü N YA E K O N O M İ S İ N E rihte, bu yoğunlaşma ve hızlanmayı siyasi askeri genişleme izliyor. Tarih bize, bu hızlanma ve yoğunlaşmanın merkezdeki kapitalist ülkelerden başlayan bir sermaye birikimi krizleriyle çakıştığını da gösteriyor: Sermaye, krizini başka coğrafyalara kaçarak, yeni değerlenme/avlanma alanları arayarak, buraları yeniden düzenleyerek aşmaya çalışırken küreselleşme hızlanıyor, yoğunlaşıyor‘‘bilince çıkıyor’’. Bu yayılmanın getirdiği ekonomik, toplumsal hatta kültürel altüst oluşa direnenlere karşı ve sermaye grupları arasında, potansiyel ‘‘avlanma alanları’’ üzerinde yoğunlaşan rekabet içinde, giderek ordular devreye girmeye başlıyor. Ordular devreye girerken, her ulus devlet ve sermayenin ‘‘sözcüleri’’, vatandaşlarını, başka ülkelerin vatandaşlarını öldürmeye ikna etmek için, uluslarının, uygarlıklarının, ırklarının üstünlüğüne, uğradıkları tarihsel haksızlıklara ilişkin hikâyeler anlatmaya başlıyorlar. Böylece şoven milliyetçilik, giderek ırkçılık ve faşizm sahneye çıkıyor. Bu çıkış, Aydınlanma sürecinin kapitalizm altında ilerlemesinin artık tıkandığının da göstergesidir. Kapitalizm bir süredir yine krizde. Egemen sermaye (ABD kaynaklı malisermaye: Banka, sanayimedya kompleksi) yayılma alanlarının genişletilmesine yönelik, bir küresel serbest piyasa projesini yaşama geçirmeye çalışıyor (neoliberalizm). Başka sermaye gruplarının da Avrupa Birliği, Asya Serbest Ticaret Bölgesi, Mercosur gibi kendi projeleri de var. Egemen sermeyenin 1989’dan sonra, tek kutuplu bir dünya kurmaya, oradan da bir imparatorluk projesine yöneldiğini de biliyoruz. Bu bağlamda, gözünü diktiği en önemli coğrafya da Büyük Ortadoğu Bölgesi. Ne ki hem bu bölgede, hem de dünyanın diğer, özellikle de yükselen güç B A K I Ş / E R G İ N Y I L D I Z O Ğ L U L O N D R A Etnik, dinsel grupların barış içinde yaşadığı bir özgürlükler ülkesi olmakla övünen ABD’de kimi etkili yazarlar, örneğin küreselleşme gurusu Thomas Friedman (Kosova üzerine, New York Times, 6/08, 15/09/99; 23/01/2001), askeri konularda uzman siyasi analist, Ralph Peters (Armed Forces Journal, Temmuz 2006) demokrasinin, hatta istikrarlı bir devletin, ancak homojen bir etnik grubun üzerinde kurulabileceğini savunuyorlar! Bu paradoksun anlamı ne? Paradoks, İroni, ‘Radikal Jest’ lerin var olduğu bölgelerinde yerel sermaye grupları, halk tabakaları, emekçiler ulus devletleri kullanarak, imparatorluk projesine direnmeye, korunmaya çalışıyorlar. Öyleyse, egemen sermayenin, genişleme (küreselleşme) istencinin tatmin edilebilmesi için, ‘‘ulus devletlerin’’, bir direniş aracı olarak Küreselleşmenin ulusdevletle ilişkisi ve çelişkisi Tarihsel olarak küreselleşme insan topluluklarının gezegenin coğrafyasını kendi kullanımlarına göre düzenlemeye başlamalarıyla eşzamanlı. Bu süreç, 15. yüzyılda (kapitalizm doğarken), Avrupa’dan çıkarak dünyanın geri kalanını kendi ekonomik siyasi kullanımına göre düzenlemeye başlayan beyaz ve Hıristiyan adamın egemenliği altına girdi. O dönemden itibaren, ‘‘Kapitalizm= sömürgecilik= küreselleşme’’ diyebiliriz. Başlangıçta sermaye ilişkisi, Avrupa’da ekonomik coğrafyayı kendi genişlemesine uygun bir biçimde düzenlerken, feodal, dini, etnik bölünmüşlükleri (somut evrensellikleri) aşarak ekonomik coğrafyayı homojenleştirmek için ‘‘ulus devleti’’, bölünmüşlüğü aşan bir üst düzey (soyut evrensellik alanı) olarak vatandaşlık kurumunu, buna dayalı demokrasi ve laiklik kavramlarını geliştirdi. Aydınlanma düşüncesi bu sürece düşünsel zemini, burjuvazinin feodaliteye karşı mücadelesine gereken enerjiyi sağladı. Kapitalizmin tarihine baktığımızda, küreselleşmenin, belli dönemlerde ‘‘aniden’’ hızlandığını, yoğunlaştığını, ulaşıma ve iletişime ilişkin teknolojik buluşların sıklaştığını, mali genişlemenin başat hale geldiğini görüyoruz. Ta zayıflatılması hatta tasfiye edilmesi gerekiyor. İmparatorluk, postmodernizm İroni şurada ki, ulus devletlerin ‘‘Aşil topuğunu’’, onun en güçlü yanı, ‘‘vatandaşlık’’ oluşturuyor. Özellikle yerleşik bölüşüm ilişkilerinin hızla bozulmaya başladığı kriz dönemlerinde, sınıf mücadeleleri, tıkanıklığı aşmak için vatandaşlığı, sermaye ilişkisinin ötesinde bir evrenselliğe (enternasyonalizme) zorlarken yaşam koşulları hızla bozulan bireyler, güvenlik kaygısıyla hızla vatandaşlık düzeyini ‘‘geriye’’ doğru terk ederek etnik, dini aidiyetlere sığınmaya başlıyorlar. IMF politikalarının, spekülatif sermayenin ani giriş çıkışlarının yarattığı sarsıntılar bu sığınma eğilimini, dolayısıyla ulus devleti çözen dinamikleri daha da güçlendiriyor; imparatorluk projesinin önündeki engellerin temizlenmesini hızlandırıyorlar. Emperyalizme direnmeye olanak sağlayarak ulus devlet düzeyini koruyabilen, hatta bir üst evrensellik düzeyine açılma olasılığını yaşatan sınıf mücadeleleri söylemi, iki yönden gelen basınçla etkisizleştirildi: Birincisi 1968’i izleyen düş kırıklığı, 1989 çöküşü sermaye ilişkisine, tarihsel ve ‘‘ontolojik’’ düzeyde yöneltilen eleştirileri bastırdı. İkincisi postmodernizmin, Aydınlanma düşüncesine, akılcılığa, bilimsel düşünceye yönelik saldırıları, sınıf temelli politikalara karşı, yaşam tarzı, aidiyet/kimlik politikalarını öne çıkaran söylemi, bu bastırılmayı felsefe ve sanatsal düzeylerden konsolide etti. Sınıf ilişkisi ‘‘siyasi ontolojinin’’ merkezinden kovulunca da, boşalan yere, etnik, dini çelişkilerin kimlik siyasetini doldurmaya başladı. Postmodernizm, siyaseti ve ekonomiyi, birey merkezli okuyarak, neoliberalizmle, etnik, dinici eğilimlerin güçlendirilmesindeki işlevselliğiyle de imparatorluk söylemiyle örtüştü. Bu üçü arasında bir modisoperandi oluştu. Tarihsel olarak ulus devlete, vatandaşlık kavramına dayanan demokrasi, postmodernizmin etkisiyle, ulus devleti, vatandaşlığı dinamitleyen, bir ‘‘kimlik siyasetini’’ kendine ölçüt almaya zorlandı. Demokrasi giderek, sınıflararası bir ilişki, uzlaşma biçimi olarak anlamını yitirdi. Giriş paragrafındaki paradoksun açıklaması işte burada yatıyor: Komşularını dini/etnik gerekçelerle ‘‘öteki’’ olarak tanımlayan bir ülkeler topluluğu, bir imparatorluk projesine çok uygun bir siyasi coğrafya vaat ediyor. Bu akıl yürütme süreci beni, imparatorluğa, emperyalizme karşı direnmek için, etnik dini homojenliği reddetmek, mültietnik yapılanmayı, vatandaşlık kurumunu savunmak gerektiği, demokrasinin de, ancak bir sınıflararası ilişki olarak restore edilebileceği sonucuna ulaştırıyor. Bence, bu direnişi, restorasyonu, örneğin bir etnik (Kürt) ‘‘soruna’’ sahip Türkiye gibi ülkelerde, kültürel hakların genişletilmesinden başlayarak ya da tam aksi yönde, sorunu zorla bastırmaya kalkarak gerçekleştirmek olanaksız. Öncelikle, bölüşüm ilişkilerindeki insanları, yerel, dini, etnik aidiyetlere sığınmaya iten bozulmanın geri çevrilmesi (yeni iş olanaklarının, sosyal sendikal hakların, kurumların, kamusal alanın genişletilmesi vb..) böylece vatandaşlık haklarının kullanılabilir hale getirilmesi gerekiyor. Ve bir ironi: İmparatorluğa karşı, bu vatandaşlık kurumunun korunabilmesi, demokrasinin yeniden bir sınıflararası ilişkiye dönüştürülebilmesi için, ‘‘etnik soruna’’ kaynak oluşturan nüfusun liderlerinin ‘‘radikal’’, hatta ‘‘skandal’’ (sembolikegemen ideolojikevrende yeri olmayan) bir jest yapmaları gerekiyor. ‘‘Karşı tarafın’’, sağ ve soldaki liderlerinin tüm inanılırlıklarını yitirdiği bir konjonktürde, tek şans bu ‘‘radikal jestte’’ yatıyor: Emperyalizme karşı birlik, direniş çağrısı yapmak, bu çağrıyı da tüm ülkede bölüşüm ilişkilerini iyileştirmeye yönelik, tüm vatandaşları kapsayan taleplere dayandırmak, böylece birleştirici olmak. Aksi takdirde, Türkiye’yi yönetenlerin ‘‘stratejik sığlığı’’, bu sığlıkta yüzdürülen ‘‘ortak vizyon/füzyon’’ projeleri hepimizi, Kürtler de dahil, çok tehlikeli, kanlı ve bizden sonraki kuşakların utançla anacakları, lanetleyecekleri bir noktaya sürükleyecek. ANADOLU KAMUSEN Sendika, iç çamaşırı aldı, parasını ödemedi ANKARA (ANKA) Türkiye’deki 1.5 milyon memurdan sadece 38’inin üyesi olduğu, Kamu Sen’den ayrılma bir grubun kurduğu Anadolu KamuSen yöneticilerinin, kadın üyelerine dağıtmak amacıyla aldığı 13 bine yakın kadın iç çamaşırının parasını ödemedikleri bildirildi. Sendikacılardan parasını alamayan Sevgi Akbulak, kendisinin de senetle aldığı iç çamaşırların parasını tahsil edemediğini söyledi. Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu, Anadolu KamuSen’in söz konusu faaliyetlerine ilişkin duyumların kendilerine de geldiğini, ancak konu hakkında dava açılması gerektiğini belirtti. 70 ŞİRKET GİTTİ Tekstilci Mısır’a kaçıyor EMRE DÖKER İZMİR Son yıllarda Çin’e yönelen tekstil sektörü, bugünlerde Mısır’ı keşfetti. Hükümetin yer tahsisi için verdiği önemli teşvikler ve ABD’yle kotasız ve gümrüksüz ticaret olanağı nedeniyle birçok Türk firmasının bölgeye yatırım yaptığı belirtiliyor. Edinilen bilgiye göre, tekstil, konfeksiyon, otomotiv ve otomotiv yan sanayi başta olmak üzere 70’in üzerinde Türk şirketi yatırımlarını Mısır’a kaydırma peşinde. Türkiye’den bölgeye yönelik yatırımların miktarının 1.5 milyar doları bulacağı belirtiliyor. CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle