25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER Yazar Erdoğan Aydın AİHM’nin verdiği tazminatın mahkeme üyelerinin maaşından kesilmesini istiyor 7 Keyfi karar veren yargılansın LEYLA TAVŞANOĞLU GEÇMİŞTEN GELECEĞE ORHAN ERİNÇ Ortalık Toz Duman... Cumhuriyet’e atılan bombalarla Danıştay’da gerçekleştirilen kıyım girişimi sonrasında Türkiye, belki de tarihinde ilk kez yaşanan, tozdan dumandan geçilmeyen bir sürece girmiş durumda. Başrolde de kimi politikacılarla onlarla gönül ve inanış birlikteliğinde olan gazeteciler var. Politikacılar saldırganın sıkmabaş gerekçesini geçersiz kılmak için kendilerine yakın kamu görevlilerini ve ne yazık ki gazetecileri kullanma konusunda her geçen gün biraz daha uzmanlaşıyorlar. Amaç açık ve seçik. Saldırıların gerekçesini sıkmabaştan uzaklaştırmak, bunu başaramazlarsa laik olarak tanımlanan kesimlerle ortaklaşa gerçekleştirildiği sanısını yaygınlaştırarak hedef saptırmaya çalışmak. Soruşturma gizli olarak yürütülüyor ama, dosyada yer alıp almadğı henüz resmen bilinmeyen bilgiler(?) ve belgeler(?) medyada kol geziyor. Kimliği belirsiz kişiler, davet ettikleri gazetecilere sarı zarflar içinde kendilerince geçerli krokileri ve bilgi notlarını veriyorlar. Davet yeri de ilginç. Genelkurmay Başkanlığı, açıklamalarını Komutanlığın nizamiyesinde yapıyor ya. Zarfları dağıtanlar da oraya yakın bir yerde randevu veriyorlar. Kafaları karıştırma girişimi için hazırlanan senaryoların başlangıcı bile ilginç kılınmaya çalışılıyor. Bu girişimlerle laiklik karşıtı yaklaşımlar da birlikte sürdürülüyor. Bir süreden beri laik eğitim, laik yönetim hedef tahtası gibi orta yere konulmaya çalışılıyor. Laikliğe yeni bir tanım arama çabaları da doğal olarak bu kapsamda. Laikliğin tanımını elbette politikacılar da yapacaktır. Ama uygulanması gereken tanımı yapacak olan yargıdır. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay bugüne kadar vermiş oldukları kararlarda, laiklik ilkesinden ne anlaşılması gerektiğini ortaya koymuşlardır. Bunlar ortada iken laikliğe yeni tanım getirme çabaları bir hobi ya da niyet göstergesi olarak değerlendirilecektir. ??? Türkiye’de muhalefet yapmak giderek zorlaşmakta ve tehlikeli bir uğraş niteliğini almaktadır. Meslektaşımız Emin Çölaşan iki gündür kimi politikacılarla gazetecilere yönelik rezaleti köşesinde açıklıyor. Birilerinin iktidara yakın olmayan gazetecilerin banka hesaplarına girerek döküm aldıklarını, bu sırada hayali hesap işlemlerinin de dökümlere yerleştirilmeye çalışıldığını yazıyor. Açıklanması devlet sırrı ya da gizli bilgi gibi suç oluşturan bu işlemler konusunda, bu satırların yazıldığı saate kadar yetkililerden en ufak bir açıklama gelmiyor. Oysa Çölaşan’ın yazdıklarının hangi üst yetkilileri ilgilendirdiği belli. Ama onlar ne kimlerin bu girişimi gerçekleştirdiğini açıklıyor ne de ‘‘Yok böyle bir şey’’ diyor. Halk deyişiyle tam hayret bir şey... rdoğan Aydın araştırmacı bir yazar. İslamiyet üzerine yazdığı dört ciltlik kitabı nedeniyle yargılanıp mahkum olmuş, cezası kendisi ve avukatı dinlenmeden Yargıtay tarafından da onaylanmıştı. Bunun üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ifade özgürlüğü ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiği gerekçesiyle başvuru hakkını kullandı ve davasını kazandı. Şimdi hakkında hukuka aykırı olduğunu söylediği kararı veren mahkeme heyetinin yargılanması için harekete geçiyor ve kendisine AİHM’nin tahakkuk ettiği tazminatın bu mahkeme üyeleri tarafından, maaşlarından kesilerek ödenmesini istiyor: Yazdığınız dört ciltlik İslamiyet üzerine bir kitap yüzünden mahkum edildiniz. İç hukuk yolları tıkanınca AİHM’ye gittiniz ve davayı kazandınız. Bunun öyküsünü anlatır mısınız? AYDIN Kitap, 1996 yılı sonlarında beşinci baskısını bitirdiği bir dönemde Şişli’den şeriatçı bir muhbir vatandaşın ihbarı üzerine yargılama konusu oldu. Yayınevim Ankara’da olduğu için Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açıldı. Önce benden bir ifade alınmakla birlikte yıldırım hızıyla işler yürütüldü. Benim savunmam alınmadan, avukatım dinlenmeden, bilirkişi raporu alınmadan, benim ve avukatımın olmadığı bir duruşmada hakkımda bir yıl hapis cezası verildi. Cezalanmam da eski TCK’nin 175. maddesine dayandırıldı. 175. madde her ne kadar üç tektanrılı din olan Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudiliğin simgelerine hakaret edilmemesi, aşağılanmaması, halkın dini inançlarının aşağılanmaması biçiminde düzenlenmişse de bugüne kadar sadece İslamiyeti laiklik açısından sorgulayan insanlara karşı uygulanmış bir maddedir. EK YANLI UYGULAMA’ ‘T Bu maddeden daha önce de yazarlar ve ay E sanların inançlarına hakaret edip etmemek. Böyle bir hakaret de söz konusu değildi. Ama mahkeme heyeti böyle davranmadı. Kendi hukuki nosyonlarını ihlal etmişlerdir. Türkiye’yi uluslararası hukuk nezdinde zor duruma düşürmüşlerdir. Dahası, kendilerinin sorumlu olduğu yanlışlıktan, bir adaletsizlikten dolayı da hepimizin ortak bütçesinden bana tazminat ödenmesine de neden olmuşlardır. Bu kadar açık hukuk ihlali yapan, bu kadar rahat diğerlerini şikâyet eden insanların, benim aklandığım noktada bu cezanın maddi yanını da karşılaması lazım, diye düşünüyorum ANLIŞ KARAR VEREN ÖDESİN’ ‘Y AİHM’nin bu kararından sonra söylediğiniz Leyla Tavşanoğlu’na konuşan Aydın, “Yargının bağımsızlığından söz etmek mümkün değil. Hukuk, kendi keyfi taleplerini gerçekleştirmek isteyenlerin ölçüsü incir yaprağı olmamalıdır” dedi. dınlar yargılanmıştı. Kimlerdi bunlar? Aziz Nesin, Turan Dursun, İlhan Arsel bu maddeden yargılandılar. Benzeri tüm uygulamalar bu doğrultuda. Yani bütünüyle tek yanlı olarak uygulanıyor. Örneğin Aleviliğe hakaret, insanlar, bizzat Milli Eğitim Bakanlığı’nın çıkardığı kitaplar tarafından yapılıyor, kimi sözcüklerde hem gerçekdışı, hem aşağılayıcı ifadeler olmasına karşın onlar bu maddeden dolayı yargılanmadılar. Hatta Yahudiliğe, Hıristiyanlığa ilişkin bu türden ifadeler kullanılmasına karşın 175. madde o kişiler için işletilmemiştir. Bu, Demokles’in kılıcı gibi kullanılan bir mad de. Ben de bu maddeden payıma düşen cezayı almış oldum. Peki, Yargıtay sürecinde ne oldu? Daha üzücü olan, Yargıtay Sekizinci Dairesi’nin de yine beni ve avukatım Orhan İzzet Kök’ü dinlemeden cezayı onaylamasıdır. Oysa bunun için defalarca başvuru yapmıştık. Bunlar dikkate alınmadı. Böylece cezam onaylandı. Bu durumu kabul etmem mümkün değildi. İç hukuk yolları da tümüyle tıkandığı için 1999’da AİHM’ye şikâyet ettim. Bunun için avukat Fikret İlkiz beni yönlendirdi, yardım etti. Talebimiz ikiliydi. Hem ifade özgürlüğü açısından bu kitabın kesinlikle hakaret içermediği, bilimsel bir kaygıyla yazılmış olduğu, iddiaların tümünün gerekçelerinin bulunduğu başvuru dilekçesinde belirtildi. Kitabım tam bu yazdığımız standartlara uygundu. Fikret İlkiz’in de yönlendirmesiyle iki konuda itirazda bulunduk. UKUK İHLAL EDİLDİ’ ‘H Hangi konularda? Birincisi, söz konusu bu madde ve onun uygulanış biçimi, başta ben olmak üzere laikliğe aykırıdır, ifade, düşünce özgürlüğüne aykırıdır. Dolayısıyla İnsan Hakları Evrensel Beyanna mesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, uluslararası hukuk standartları burada çok açık biçimde ihlal edilmiştir. İkinci itiraz noktamız ise bunun adil yargılanma hakkına da aykırı olduğuydu. Adil yargılamada mahkeme iddia makamıyla savunma arasında eşit mesafede durmak, taraflara kendilerini ifade etme olanağı tanımak, yanı sıra da söz konusu olan bir bilimsel çalışma olduğu için laik karakterli bir bilirkişi tarafından okunması gerekmektedir. Sadece İlahiyat Fakültesi, ya da Diyanet’ten bir bilirkişi bu konuda karar veremez. Çünkü onlar taraftırlar. Bilirkişinin tümüyle laik olması gerekirdi. Ama olmadı. Mahkemenin kararın ile AİHM’nin kararı arasında epeyce uzun bir süre yok mu? Var. Yedi yıl gibi bir zaman. Ama AİHM’nin kararı tam da bizim beklentilerimiz doğrultusunda çıktı. Biz iki temel beklentimizde de haklı bulunduk. Birincisi, ifade, yayın özgürlüğümüz ihlal edilmişti. İkinci olarak da adil yargılanma hakkımız ihlal edilmişti. Yani Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. ve 10. maddeleri ihlal edilmişti. Laikliğin esas olduğu bir ülkede diğer konular gibi din de farklı düşünen insanlar tarafından sorgulanamayacaksa bu durum kabul edilemez. Burada tek ölçüt olmalıdır. O da in doğrultuda bir girişimde bulunacak mısınız? Avukat Fikret İlkiz bu karardan hareketle söz konusu mahkeme kararı aleyhine, kararın düzeltilmesi ya da bu yanlış kararı verenlerin yargılanması için bir girişimde bulunacak. Bu mahkeme sürecinde de söz konusu bu keyfi ve rahat ceza verme standardının değiştirilmesi ve gerekirse bundan dolayı mahkum olan görevlilerin, tazminatı en azından maaşlarından zorunlu olarak ödemelerini talep edeceğiz. Çünkü bu keyfilik, bu hukuk dışı ortamı başka türlü değiştirebilme şansını yakalayamayız. ‘ÇİFTE STANDART UYGULANIYOR’ Başbakan, Adalet Bakanı hukukun üstünlüğünden söz ediyorlar. Ama bu koşullar altında ve sizin başınıza gelenden yola çıkarak hukukun üstünlüğünden, hukuka saygıdan, yargının bağımsızlığından söz edilebilir mi? Söz edilmesi mümkün değil. Hukuk, kendi keyfi taleplerini gerçekleştirmek isteyenlerin ölçüsü incir yaprağı olmamalıdır. Bugün Başbakan, Adalet Bakanı ve öbür hükümet görevlileri bu konuda kâh gaflar, kâh istismar çifte standart uygulamaktadırlar. Oysa hukuk herkese, her koşulda uygulanabildiği ölçüde geçerlidir. Örneğin hukuk deyince aklınıza sadece başörtüsü, imam hatip okulları geliyorsa, siz gerçekten hukuk devletini savunuyor değilsiniz. Siz hukuku kendinize faydalı olabileceğini sandığınız yerde istismar ediyor olacaksınız. Üstelik söz konusu hukuk aleyhinize kararlar verdiği zaman da hukuku tanımaz, hukuku reddeder, çağdaş, evrensel, laik hukuk yerine, örneğin şeriatçı yasalara, geleneğe gönderme yapar, referans almaya kalkarsanız geriye hukuk diye hiçbir şey kalmaz. oerinc?cumhuriyet.com.tr ‘Unutulmayan Söyleşiler Tarihe Düşülen Notlar’ kitabının yazarı Emin Çölaşan’la geçmişe yolculuk ‘Erdoğan karşıma oturamaz’ FIRAT KOZOK nek olarak söylüyorum bunları... A NKARA Basının usta kalemlerinden Hürriyet gazetesi köşe yazarı Emin Çölaşan’ın 2000 yılında ilk baskısı yapılan ‘‘Unutulmayan Söyleşiler Tarihe Düşülen Notlar’’ adlı kitabı yeniden okurlarla buluştu. Kitapta, 19841989 dönemine damgasını vuran isimlerle, gündem yaratan söyleşiler yer alıyor. ‘‘Bugün hangi siyasiyle söyleşi yapmak isterdiniz’’ sorusuna ‘‘Mesela, Recep Tayyip Erdoğan olur. Otursa benim karşıma, onunla yapmak isterim. Ama oturmaz tabii...’’ yanıtını veren Çölaşan, kendisini en çok zorlayan ismin ise eski Başbakan Bülent Ecevit olduğunu söylüyor. Çölaşan’la gazetecilik yaşamı ve ‘‘Unutulmayan Söyleşiler’’ üzerine konuştuk... Gazeteciliğe nasıl ve ne zaman başladınız? Ekonomi muhabirliği ile 1977 yılında Milliyet’te başladım ve uzun yıllar ekonomi muhabiri olarak görev yaptım ama kendimi hiç ekonomiye hapsetmedim. Sürekli başka alanlara da girdim. Hatta Milliyet’te bir sürü kişiyle de kavga verdik o yüzden. Sonra 1984 yılında Çetin Emeç’le birlikte söyleşilere başladım. Çetin Emeç önerdi bana ama, niye önerdi onu da bilmiyorum çünkü, tanıdığım bir insan değildi kendisi. Sonra pazar günleri Milliyet’te uzun söyleşilerle başladık. İlk söyleşimi Süleyman Demirel ile yaptım. Kendisi o dönemde yasaklıydı, ikinciyi de Halit Narin ile... ‘BÜLENT ECEVİT ANAMI AĞLATTI’ Söyleşilerinden sonra size olumsuz anlamda, tehdit diyebileceğimiz tepkiler geldi mi? Pişman olan belki olmuştur ama hep teybe aldığım için kimse söylediklerini inkâr etmedi. Tehdit olmadı çünkü, banttan yazıyorsunuz. Ama mesela, Bülent Ecevit ile bu süreçte iki kez söyleşi yaptım, anamı ağlatmıştı. ‘‘Ben göreyim önce’’ dedi... Üzerinde oynamış, düzeltmiş, işaretler çekmiş... Sonra telefon açarsın, ‘‘Efendim bu tamam mı?’’, ‘‘Hayır siz yazın, bana yeniden gönderin’’ der. İkinci kez yazarsın, ikinci kez yine düzeltmelerle gelir. Bir gün hatırlıyorum, kalbime çarpıntı falan girmişti ve beni bir yere yatırmışlardı... ‘MİLLİ MÜCADELE KOMUTANLARINI KAÇIRDIM’ Keşke ‘onunla da söyleşi yapsaydım’ dediğiniz ancak yapamadığınız bir kişi var mı? Bizim gazetecilik dönemimizden kişiler yok. Ben 1950’li, 60’lı yıllarda vefat etmiş kişiler... Mesela Milli Mücadele komutanları, Osmanlı’nın son döneminde görev almış insanlar... Onlarla yapmak isterdim ama ben gazeteciliğe başladığımda onların hiçbiri hayatta değildi. Ama vatandaş olarak da hiç aklıma gelmedi. Mesela Osman Bölükbaşı vardı o kuşakların son bireyi. 3 sene önce vefat etti, onu yazılarıma konu ettim. Çünkü o bir hazineydi. Şu anda yararlanacak başka bir ismi de ben göremiyorum. Hep bildiğimiz, alıştığımız suratlar... SORU ‘BAŞBAKAN’A SORAMIYORLAR’ Biz artık okuyoruz ? Haber Merkezi Gaziosmanpaşa Adnan Mende YAPMAYI ÖZLÜYORUM SÖYLEŞİ Söyleşi yaptığınız dönemleri özlüyor musunuz? Özlüyorum, muhabirlik güzel bir olay. Söyleşi yazmak güzel bir olay, köşe yazmak da çok güzel bir olay ama artık köşe olayından geriye dönüş yok. Ama gerçekten bazen özlüyorum, ‘‘Şu kişiyle oturup söyleşi yapabilsem’’ dediğim oluyor. Söyleşilerinizi seçerken nasıl bir elemeden geçirdiniz? Mesela güncel konularda yaptığım söyleşiler var. O gün için çok ilginç, çok ses getirmiş söyleşiler... Ama onları ben bugün yayımlarsam, (ki ben onların çoğunu da başka kitaplarımda daha önce yayımladım) onlar o gün için geçerliydi, bugün için hiçbir esprisi, geçerliliği olmayan konular. Şimdi yayımlarsam onları okuyucu yadırgar. Oysa bu kitaptaki söyleşilerin tamamı, hiçbir zaman asla unutulmayacak söyleşilerdir. Yani 50 yıl sonra bunlar yine geçerli olacaktır. Bir Zeki Müren, bir Aziz Nesin... Bunlar hep bir döneme kendi alanlarında damgasını basmış insanlar. O yüzden bunlar hiçbir zaman gündemden düşmeyecek söyleşilerdir. Bir de gazetede tabi 24 saattir söyleşi, haber ve yazının geçerlilik süresi. 24 saat sonra eskir her şey ama, kitap yaptığın zaman bunlar binlerce evin kütüphanesinde yıllarca kalacak. Kitapta sizin için yeri en farklı olan söyleşi hangisi? Bu kitapta ayrım yapmak çok zor. Hemen hemen hepsi güzel söyleşiler ama tüylerimi en diken diken eden olay Kocatepe Muhribimizi 74 yılı Kıbrıs Barış Harekatı’nda nasıl batırdığımız... Orada üç ayrı kişiyle konuşuyorum. Birisi, bombalayan pilot, öteki Kocatepe’nin yanındaki Adatepe Muhribi’nin ikinci komutanı, üçüncüsü Ankara’da Savaş Harekât Merkezi’nde görevli bir albay. Ben bile yıllar sonra o üç söyleşiyi okurken tüylerim diken diken oldu. Ama mesela, işin farklı bir boyutuna geçtiğiniz zaman bir Zeki Müren ve Aziz Nesin söyleşisi... Bunlar hepsi güzel söyleşiler. SÖYLEŞİ ‘ERDOĞAN’LA YAPMAK İSTERİM Peki yansıması en fazla olan, en çok tepki alan söyleşi hangisi oldu? Mesela ANAP milletvekili Türkan Arıkan vardı. Kendisiyle bir söy leşi yaptım ve partiden ihraç ettiler. Arıkan ANAP’ın ilk firesidir. Böyle iz bırakan, olay yaratan çok söyleşi var. Bugün için siyasiler içerisinde kimlerle söyleşi yapmak isterdiniz? Kim olabilir mesela, Erdoğan olur. Otursa benim karşıma, onunla yapmak isterim. Ama oturmaz tabii... Biz de hayal dünyasında yaşamıyoruz, gerçekçi insanlarız. Abdullah Gül de olabilir. Onlara ne tür sorular sorardınız? En baştan alırsın, oyun planını kafanda kurarsın, bir yerlere getirirsin, ondan sonra da sorularını sormaya başlarsın, onu açarsın. Şimdi aklımda herhangi bir sorum yok. Ama öyle bir olanak karşıma çıksa planımı kurarım ve bu doğrultuda götürürüm. Mesela ilk sorunuz ne olurdu? Geçmişten başlardım. Mesela ailesini sorardım, yani örneğin anne ve baba tarafından dedelerinin ve ninelerinin isimlerini sorardım... O isimlerin anlamları nedir diye sorardım. Ör Başbakan’la aynı uçakta gezen gazetecilerin yaptığına söyleşi diyebilir miyiz? Hayır. Onlar sadece günlük olayları soruyorlar. ‘‘Efendim şu konuda ne düşünüyorsunuz, bu konudaki fikriniz nedir...’’ Basın toplantılarına katılan arkadaşlarımız da soramıyor. Onları ben eleştirmiyorum, çünkü muhabir arkadaşlarımız korkutulmuş ve sindirilmiştir. Dolayısıyla onların içlerinden gelen soruları soramamaları bir yerde doğal. Ama bugün ülkeyi yönetenlere iyi soru sorulduğunu söyleyemem. Bir eziklik ve siniklik var iktidara karşı. Siz geçmişte pazar söyleşileri hazırlıyordunuz, günümüzde de gazetelerde pazar söyleşileri, pazartesi söyleşileri var. Bunları okuyor musunuz? Bazılarını okuyorum, bazıları iyi, bazıları yetersiz bence. İşini iyi yapan arkadaşlarımız tabiiki var. Ama, hiçbir şey soramayan arkadaşlar da var. Söyleşi alanında yetişmek isteyen gazetecilere neler önerirsiniz? Bir kere günlük olayları çok iyi işlemeli, o olaylarla bağdaşan kişileri iyi bulabilmeli. Ama bunlar hep yardımla olur. Bir gazetecinin hiçbir zaman ‘‘Ben şu konuyu bilmiyorum, bu konuda bir yol göster’’ demekten kaçınmaması gerekir. Çünkü el elden üstündür. Bugün herhangi bir olay mı oluyor, senin söyleşin de 34 gün sonra yayımlanacak, gidip o adamı yakalayacaksın. Hedefi iyi seçeceksin ama bu yetmez. Çünkü karşına aldığın kişi hiçbir şey de söylemeyebilir. Dolayısıyla kafandaki oyun planını kuracaksın ve onu konuşturmaya çalışacaksın, mümkün olduğu kadar ağzından güzel sözler almaya çalışacaksın. O da senin gazetecilik ustalığına kalıyor. Sen gazeteciliğini sergileyeceksin ki, adamdan bir şeyler alasın. Onun için de çok hazırlıklı olacaksın. res İlköğretim Okulu 1/B sınıfı öğrencileri, okumaya geçmenin sevincini ‘‘renkli’’ bir gece ile kutladılar. Şevkat Koleji’nde gerçekleştirilen ‘‘Okuma BayramıBiz Okuyoruz’’ adlı minik palyaçoların sunduğu gösteride 1/B sınıfı, öğretmenleri Hüseyin Tosun denetiminde ‘‘Kırmızı Başlıklı Kız’’, ‘‘Kent İnsanları’’, ‘‘Mumların Öyküsü’’ gibi gösterilerle salonu dolduran izleyicileri kendilerine hayran bıraktı. Gecenin sonunda topluca sahneye çıkan minikler, okudukları son şiirle de gösteriyi annelerine armağan ettiler. Poligonun ruhsatı yok ? İstanbul Haber Servisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Üsküdar’da önceki gün patlama meydana gelen Sezba Atış Poligonu’nun sahibi Emin Engin’in ‘‘av malzemeleri satmak için’’ müracaat ettiğinin belirlendiğini söyledi. Gazetecilerin ‘‘İstanbul itfaiyesinden poligon için izin alındı mı’’ sorusuna Topbaş, ‘‘Maalesef hiçbir izin yok. Sadece av malzemeleri satmak için müracaatları var. Buradaki çalışmalar tamamen ruhsatsız, kaçak ve gizli yapılan bir çalışma anlamına gelmektedir’’ dedi. Ümraniye’de kovalamaca ? İstanbul Haber Servisi Ümraniye’de, ‘‘dur’’ ihtarına uymayarak otomobille kaçmaya çalışan 1 kişi polisin açtığı ateşle bacağından yaralandı. Üsküdar Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı ekipler, içinde 2 kişinin bulunduğu otomobili şüphe üzerine durdurmak istedi. İhtara uymayarak kaçan şüpheliler polise ateş açtı. Polisin de karşılık verdiği olayda otomobili kullanan A. Y. bacağından yaralanırken diğer şüpheli otomobilden inerek yaya olarak kaçtı. Emre Erdem’in UNESCO başarısı ? Haber Merkezi Filipinler’in başkenti Manila’da düzenlenen UNESCO Dünya Kongresi’ne katılan Emre Erdem, TECUNESCO (Tiyatro Eğitimi Komitesi) başkan yardımcılığına atandı. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nden yapılan açıklamaya göre, Türkiye adına kongreye katılan tiyatro eleştirmeni ve dramaturg Emre Erdem, genel kurulda aday gösterildi. Erdem burada tüm üye ülkelerden tam oy aldı. CUMHURİYET 07 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle