17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 HAZİRAN 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Karşılaştırma... CHP’li Canan Arıtman, Emine Erdoğan’a bir mektup göndermiş ve demişti ki: ‘‘Giyim tarzınız Türk kadınını rencide ediyor. Kişisel tercihleriniz yurtdışında Türk kadını hakkında yanlış imaj yaratıyor. Değişmeyecekseniz evde oturun...’’ Mektuba karşılık, AKP Adana Milletvekili Zeynep Tekin Börü’den gelmişti: ‘‘Emine Erdoğan Türk kadınını, hem modernite anlamında hem de Milli Mücadele kahramanlarından Kara Fatma ve Nene Hatun ruhunun en güzel örneği olarak büyük bir başarı ve onurla temsil ediyor.’’ Kara Fatma’nın (Fatma Seher Hanım) kişiliğine ilişkin bilgilerimizi Zeki Sarıhan’ın yeni çıkan ‘‘Kurtuluş Savaşı Kadınları’’ adlı kitabından alıntılarla tazeleyelim: ‘‘Erzurum Kongresi’nin toplandığı günlerde kardeşi Mehmet Çavuş’la birlikte adam toplamış, az zamanda 150 kişilik kuvvet oluşturmuşlar, Fatma Seher Hanım dokuz yaşındaki kızı Fatma’yı da alarak İstanbul’a gitmiş, çok geçmeden Van’dan 150 kişilik çetesiyle gelen Mehmet Çavuş’la İzmit civarında buluşmuştur. Çarpışmalarda beş yara almıştır. Bunlardan ikisi şarapnel, ikisi kurşun yarasıdır. Yaraların biri sağ kolunda, biri sağ elinde, biri sol kolunda, biri sol ayağında, biri de sağ memesindedir. Kızı, bir çarpışmada sağ elini kaybetmiştir. Annesi bir seferinde Ankara’ya izinli olarak gittiğinde ondan, ‘Sağ elim yok, ama sol elle pek güzel atıyorum anne’ diyerek bir tabanca istemiştir.’’ İşte, kızları bir işadamının verdiği bursla Amerika’da okuyan, bir oğlu da yine Amerika’da, Dünya Bankası’nda uzman olarak çalışan Emine Erdoğan ile karşılaştırılan Kara Fatma budur. Aynı Kara Fatma, 1923’te Tanin gazetesiyle yaptığı bir görüşmede de şunları söylemiştir: ‘‘Bundan sonra kadın erkek, hep birlikte çalışacağız. Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez. Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki... Bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz.’’ YÖK kararı SAĞANAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Kararan Yarınımız TMMOB Genel Kurulu’nda Türkiye’nin saklanan gerçekleri konuşuldu geçen hafta. TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı’nın konuşmasında yaptığı saptamalar, bunun en güzel kanıtıydı: Türkiye, Cumhuriyet tarihinin yatırımlara en az pay ayrılan yıllarını yaşamaktadır. Özelleştirmelerin başlamasının ardından yatırımlardaki azalma yüzde 75 gibi büyük bir orana ulaşmıştır. Türkiye, işsizlikle mücadeleyi gündeminden çıkarmıştır. Resmi rakamlara göre çalışabilir 50 milyon nüfusun, ancak 22 milyonu istihdam edilmektedir. Bu 22 milyonun yüzde 46’sı ise hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna ve güvenceye sahip olmaksızın çalışmaktadır. Özelleştirme, eğitimden sağlığa, kültürden sosyal güvenliğe, kent varlıklarının satışına kadar tüm kamusal alanları kapsayan geniş bir çerçevede hayata geçirilmektedir. Şu an çok güncel olan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasaları da bu çerçevede gündeme gelmiştir. Bu yasalarla sağlık hizmetlerinin tamamının piyasa koşullarında verilmesi, prime ve katkıya dayalı olarak paralı hale getirilmesi amaçlanmaktadır. Sağlığın temel bir insan hakkı olmaktan çıkarılarak ‘yardım’ olarak tariflendiği bu tasarıyla, sağlıkta özel sektörü fonlamak ve kamu sağlık hizmetleri özelleştirilmek istenmektedir. Bu yasalar ile insanların sağlık sorunları toplumsal bağlamından koparılıp ticarileştirme eşliğinde kişiselleştirilmekte, emeklilikse artık hayallerin bile dışına çıkarılmaktadır. Sanayisizleşme ve kamunun tasfiyesinin asıl sonuçları önümüzdeki yıllarda ortaya çıkacaktır. Halkımızın, çocuklarımızın, gençlerimizin yarınları karartılmaktadır. Eski Eğitimİş Genel Başkanı Dr. Niyazi Altunya, YÖK Genel Kurulu’nca alınan ve ilahiyat fakülteleri bünyesindeki ilköğretim din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği bölümlerinin eğitim fakültelerine bağlanmasına ilişkin kararın sorun yaratacağı kanısında: ‘‘Bu uygulamayla ortaöğretimde yaşanan din eğitimi ve genel lise ikilemi eğitim fakültelerine de yansıyabilir. Bu okullar uygulama için, örneğin mescit isteyecek, din eğitiminin gerektirdiği başka uygulamalar isteyecek. O zaman da eğitim fakültelerinin ilahiyat fakültesine dönüşme olasılığı ortaya çıkacak.’’ Altunya’ya göre, bir çözüm yolu var aslında: ‘‘İlahiyattan mezun olanlar görev yapacakları yere göre öğretmenlik formasyonu alırlar ve sorun giderilebilir.’’ AB Yolunu Kim Kesti? ‘‘Türkiye’nin AB yolunu kesen, uyarıldığı halde Yunanistan’la tam üyelik talep etmeyen Ecevit mi oldu?’’ Bu tartışma, son günlerde yeniden alevlendi. Hep merak ettiğim bir şeydir. Bu kadar önemle üzerinde durulan bir ‘‘soru’’, Ecevit’in sağlığının yerinde olduğu yıllarda neden doğrudan doğruya enine boyuna kendisiyle tartışılmamış ve Ecevit neden meseleye doğrudan müdahil olmamıştır? Demek ki sorunun kestirme bir yanıtı yok. Olsaydı eğer, bu yoldaki iddiaları Ecevit’in kendisi bizzat tekzip etmez miydi? Özal’ın ‘89’daki üyelik talebinin geri çevrilmesi ardından bu konuyu komisyonun en etkili ismi Emile Noel’le konuşmuş ve o dönemde bunu ‘‘Cumhuriyet’’te (28 Şubat 1990) yazmıştım. Noel: Yolu İslamcılar tıkadı! Noel’e yönelttiğim soru şuydu: ‘‘Türkiye’nin eline (geçmişte) daha uygun bir fırsat geçmedi mi?’’ Emile Noel ‘‘Evet ama Türkiye bu fırsatı değerlendiremedi...’’ demiş ve özetle şunları söylemişti: ‘‘(Ankara) Aynı Ortaklık Anlaşması için yapmış olduğu gibi tam üyelik talebini (Yunanistan’la birlikte) masanın üzerine koymalıydı. Bunu ne Erbakan’la koalisyon içinde olan Ecevit; ne hem Erbakan hem de Türkeş’le koalisyon içinde olan Demirel yapabildi. Özellikle Erbakan; Türkiye’nin (o dönemdeki AB) AT’ye katılmasına hep karşı olmuştu. Sanıyorum Ecevit ve Demirel’i frenleyen güç Erbakan oldu. Böylece İslamcı güçler zaten ‘70’li yılların sonunda Türkiye’ye Avrupa yolunu tıkamış oldular... Türkiye ‘50’li yılların sonunda olduğu gibi Yunanistan’la paralel bir atılım yapsaydı, bu, Batılı ülkeleri Yunanistan ile Türkiye arasında daima gözetilmiş olan dengeyi muhafazaya zorlayacaktı. Denge nasıl muhafaza edilecekti? Şimdi bunun spekülasyonunu yapmak güç. Ama bu durum Türkiye’yi şüphesiz şimdi içinde olduğundan daha iyi bir duruma götürecekti. Çünkü 1981’den beri Yunanistan topluluğun içinde mevcuttur... Türkiye ise tamamen bu organların dışındadır... Türkiye’yi topluluğa bağlayan tek güç 20 yıl boyunca felce uğramış olan ortaklık anlaşmasıdır. Türkiye; Yunanistan’la tam üyelik talebinde bulunmuş olsaydı, bu ülkeyle yaptığımız tüm müzakerelerde Türkiye faktörünü göz önünde bulunduracaktık. Oysa Türkiye bunun aksini yaptı. Ve o sırada açıkça tam üyelikle ilgilenmediğini belirtti. Dolayısıyla Yunanistan’la yapılan anlaşma; Türkiye’nin dışa vurmadığı kaygıları, dikkate almadı...’’ Noel, ‘‘tarihi hatadan’’, o yıllarda Türkiye’nin kaderine hükmetmiş olan ‘‘tüm siyasi lider kadrosunu’’ sorumlu tutuyor ama en büyük sorumluluğu, hem Ecevit hem de Demirel’i şartlayan ‘‘İslamcılar ve Erbakan’a’’ yüklüyordu. AOÇ Kimin Çiftliği? Melih Gökçek’in gözü Atatürk Orman Çiftliği’nde. AKP, Gökçek adına Meclis’ten AOÇ’nin altını üstüne getirecek bir yasa çıkarma çabasında. Bu çabayı, CHP’li Gürol Ergin ile Bülent Baratalı, TBMM Alt Komisyonu’ndaki ayrışık oy gerekçelerinde çok kesin bir dille ortaya koydular: ‘‘Teklifteki, ‘AOÇ arazileri üzerinde, 10 yılı aşmamak şartı ile Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü üzerine, AOÇ Müdürlüğü ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı arasında yapılacak yazılı bir protokolle Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne intifa hakkı tesis edilebilir’ hükmünün yasalaşması durumunda, Ankara Büyükşehir Belediyesi fiilen AOÇ’ye el koymuş olacaktır. Yaşanan deneyimler, tıpkı ASKİ tesislerinde olduğu gibi uzun yıllık kiralamalar sonucunda AOÇ’ye dönen arazinin bulunmadığını göstermektedir. Teklifte yer alan ‘10 yıl’ ifadesi, tümüyle kamuoyunu yanıltmaya ve tepkileri azaltmaya yöneliktir. Teklifte, ‘Yukarıdaki amaçların gerçekleşmesi için yapılacak kapalı tesislerin taban alanı, intifa hakkı tesis edilen arazinin yüzde 5’ini geçemez’ denilmektedir. ‘Taban alanı yüzde 5’ ifadesinin anlamı 33.393 dekar AOÇ arazisinin 1670 dekarının yapılaşmaya açılması demektir. Ankara gibi bir metropolde, kent ortasındaki 1670 dekar arazi üzerinde, kaç kat yükseleceği belli olmayan bir yapılaşmanın doğuracağı rant yanında, AOÇ arazisi için neden olacağı kirlilik ve kullanım sorunlarını öngörmek zor değildir.’’ Aman dikkat! Atatürk’ün halka armağan ettiği çiftlik, Melih Gökçek’in çiftliği olmak üzere... Karanlık İlişkiler Prof. Dr. NECLA ARAT Türkiye’de gündem çok hızlı değiştiği, çok karmaşık ve sıcak günler geçirdiğimiz için farklı olaylar arasındaki bağlantıları kurmak konusunda yetersizlikler yaşanıyor. Cumhuriyet gazetesine yönelik üçüz bombalama olayı ile Danıştay’da gerçekleştirilen iğrenç katliam çözümlenmeye çalışılırken bu olayların ‘‘en çok kimlerin işine yarıyorsa onlar tarafından yönlendirildiği’’ yorumu yapılıyor. Dinci ve laik kesimlerin birbirlerini kıyasıya suçladıkları bir düello ortamında bir diğer olasılık olan etnik bölücü terör örgütü unutuluyor. Oysa, Türkiye’de en duyarlı konular arasında yer alan ‘‘laiklik’’ ve ‘‘türban’’ bağlamında yaratılacak bir kavganın sonucunda kopacak kızılca kıyametten hiç kuşku yok ki etnik bölücüler yararlanacaklardır. Onlar, önlerinde en büyük engel olarak gördükleri Türk Silahlı Kuvvetleri’ni karalamak ve yıpratmak için çoğu zaman yurtdışındaki destekçileri ve dinci örgütlerle de işbirliği yapmaktadırlar. Ayrıca, üniversite öğrencilerinden ve kendilerini kadın örgütü olarak adlandıran bazı oluşumlardan da destek almaktadırlar. Bu konuda verilebilecek bir örnek, haftalar önce Bingöl’de 14 PKK’linin öldürülmesinden sonra Diyarbakır ile öteki illerde yaşanan ayaklanma provalarını izleyen olaylardır. Anımsanacağı üzere, söz konusu olaylar sırasında 12 kişi yaşamını yitirmişti ve ne yazık ki bunların arasında bölücü terör örgütünün artık gösterilerinde kullanmakta bir sakınca görmediği çocuklar da bulunmaktadır. Bu olayın ardından Boğaziçi Üniversitesi öğrenci ve öğretim elemanları adına internette bir bildiri yayımlanmıştır. ‘‘Bölge halkını ezen dinamiklerden’’ söz edilen bu bildiride ‘‘Diyarbakır ve bölge halkının ezilmesine ve isyan etmesine sebep olan çekilmez koşullar’’ dile getirilmiştir. Bildiri, ‘‘Medyanın Kürt sorunu üzerinden yürüttüğü milliyetçi propagandanın halklar arasında düşmanlık tohumları ektiğinden ve farklı seslerin bastırılarak tüm ülkenin geleceğinin karartıldığından’’ yakınmaktadır. Ayrıca, medyada yer alan ‘‘Olaylardaki çocukların 5 milyon karşılığında taş attıkları; daha önce de Müslümanların 100 milyona Hıristiyanlaştırıldıkları; türban takmayanların 1 milyar karşılığında türban taktıkları’’ türünden haberler, ‘‘Zavallı, gülünç iddialar, yalanlar, palavra ve çarpıtmalar’’ olarak nitelenmektedir. Bildiriyi imzalayanlar, ‘‘Salt türban taktığı için öğretim hakkı elinden alınan öğrencilerin ve isyanı görmezden gelinen Kürt halkının aynı iktidarın mağdurları olduğunu ve kendilerinin bölge halkının isyanını anladıklarını’’ vurgulamaktadırlar.. Bildiri, aydınların Kürt sorununa yaklaşımlarını da eleştirmekte, ‘‘Mazlum Kürt halkının direnişinin milliyetçilik, bölücülük ve güvenlik sorunu çerçevesinde ele alınmasının ve bölge halkının yıllardır sürmekte olan acısını, mağduriyetini anlamamaktaki ısrarın utanç verici olduğunu’’ söylemektedir. Kısacası, bu bildiri ile Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bazı öğrenci ve öğretim üyeleri, ‘‘devlet saldırısına karşı Kürt illerinde ortaya çıkan direnişin meşruiyetini’’ savunup ‘‘Mazlum Kürt halkının zalimlere ve zulme karşı direnişine destek vermek için Diyarbakır’a gideceklerini’’ duyurmaktaydılar. Ne var ki kendisine bu konuda soru yöneltilen Boğaziçi Üniversitesi Rektör Yardımcısı, üniversitenin böyle bir bildiriden haberi olmadığını ve bu bildiriyi tüm öğrenci ve öğretim üyelerine mal ederek ‘‘birilerinin’’ göndermiş olabileceğini dile getirmiştir. (Bkz. R. Mengi, Vatan, 07.05.2006) Oysa, 15 Nisan 2006’da Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin öncülüğünde Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Hacettepe ve Ankara Üniversitelerinde 108 kişilik bir öğrenci grubunun Diyarbakır halkı ile dayanışmak, onlara ‘‘Acınız bizim acımızdır’’ demek için Diyarbakır’a gittikleri, olaylarda yaşamlarını yitiren iki çocuğun ailelerini ziyaret ettikleri ve Diyarbakır’da düzenledikleri basın toplandısında Diyarbakırlılara 209 öğrenci, 76 mezun, 37 öğretim üyesi ve 11 araştırma görevlisinin imzalarını taşıyan bir de mektup ilettikleri basında yer almıştır. (Bkz. İşçi Mücadelesi, sayı. 7) Cumhuriyet gazetesinin 7 Mayıs 2006 tarihli Pazar Dergisi ekinin 5. sayfasında yer alan bir makalede de Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ve söz konusu bildiri ile Diyarbakır yolculuğunun ön hazırlığı olan ‘‘Diyarbakır Hakkında Bilmek İstemediklerimiz Haftası’’ başlıklı bütün etkinlikler ayrıntıları ile anlatılmıştır. Şimdi Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’nün de artık geçen hafta boyunca üniversitelerinde düzenlenen ve Akın Birdal ile Eren Keskin’in konuşmacı olarak katıldıkları panel ve atölye çalışmalarından; açılan fotoğraf sergisinden; ‘‘Filistin’de, Fransa’da ve Kürt illerinde ezilenlere karşı girişilen saldırıları betimleyen’’ film gösterilerinden; bir grup öğretim üyesinin açtığı ve Diyarbakır olaylarının farklı bağlamlarda tartışıldığı katılıma açık derslerden herhalde haberi olmuştur. Bizim merak edip haber almak istediğimiz konu ise, örneğin güvenlik kuvvetlerimizin çocuklarını okula götüren servis otobüsüne yönelik o iğrenç bombalı saldırıyı da anlamak ve ‘‘Geçmiş olsun! Acınız bizim acımızdır’’ demek için, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin ne zaman bir Hakkâri seferi düzenleyecekleridir. Ayrıca, onların ODTÜ, Hacettepe ve Ankara Üniversitelerindeki yandaşları ile Şehit Anneleri’ne başsağlığı, gazilere ise geçmiş olsun dileklerini iletmek üzere yeni bir örgütlenme içine girip girmeyeceklerini de çok merak ediyoruz doğrusu... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘Uzun geçiş dönemi sağlarız!’ O yıllarda AETTürkiye Karma Parlamenter Komisyon üyesi olan Egon Alfred Klepsch de Ankara’nın ‘‘sorumluluğunu’’ vurgulayanlardandı: Strasbourg’da görüştüğüm Klepsch, ‘‘Türklere Yunanistan tam üyelik isterken (1976), Yunan örneğini izleyip, tam üyelik talep etmelerini tavsiye ettik! ‘Hazır değilseniz, uzun bir geçiş dönemi sağlarız, önemli değil. Önemli olan, işi sağlama almak’ dedik. O zaman tereddüt eden Türk tarafı oldu!’’ demişti. O yıllarda komisyonun dış ilişkilerinden sorumlu üyesi Willi Haferkamp da, Türkiye’nin bu adımı atmış olması halinde, muhtemelen ne Yunanistan ne de Türkiye’nin olumlu cevap alacağını; ama bunun Yunan üyeliğini tehlikeye düşüreceğini anlatmış; Yunanistan’la talep edilecek üyeliğin her halükârda ‘‘doğru karar’’ olduğunu söylemişti. Bunları da vaktiyle yazdım (‘‘Cumhuriyet’’ 28 Şubat 1990). O günkü bilgiler, bugünkü bilgilerle bir araya getirildiğinde çıkan tablo şudur: 1. AET’nin Türkiye’nin üyeliğine bakışı hiçbir zaman sıcak olmamıştır. 2. Buna karşın Türkiye ‘‘üyelik’’ için Yunanistan’la hareket etmesi adına çeşitli kanallardan uyarılmıştır. Bunun nedeni ‘‘taktiktir’’: Amaç, Yunanistan’ın üyeliğini ertelemektir... Yunanistan ertelendiği takdirde, ‘‘Avrupa’nın güney kanadı’’ tek pakette ele alınacak; Atina’nın üyeliği Madrid ve Lizbon’la birlikte ‘‘tek genişlemede’’ değerlendirilecek; Brüksel, Akdeniz’in doğusu ve batısına genişlemeyi bir arada yapacak, önce ‘‘derinleşmeye’’ yoğunlaşabilecekti... 3. Türkiye o ‘‘güney kanat trenine’’ atlayabilecek miydi? Bunu kimse bilmiyor. Ancak Yunanistan üyeliğini 5 yıl ‘‘ötelemenin’’ yanı sıra, Noel’in de belirtmiş olduğu gibi; bu hamle ‘‘Türkiye’yi çok daha iyi bir konuma taşıyacak ve Yunanistan’la yapılan tüm müzakereler Türkiye faktörünü göz önüne alacaktı!’’ Ankara çeyrek asır önce bir ayağını kapıdan içeri sokacaktı. Avrupa’nın ‘‘taktik açılımı’’ karşısında, Türkiye de büyük bir ‘‘taktik avantaj’’ sağlayacak ve şansını güçlendirmiş olacaktı. Az mı? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 3 Haziran www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Sık dokun1 muş bir tür yünlü ya da pamuk 2 lu kumaş. 2/ Buğday, nohut, 3 fasulye ve çeşit 4 li yemişlerle ya 5 pılan bir tatlı... Sergen. 3/ Bü 6 yük çivi... Tele 7 fonun, sesi kula 8 ğa veren bölümü. 4/ Kısır ka 9 dın ya da dişi hayvan. 5/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Bir kimsenin davranış 1 S E R H A D D İ larına temel olan ahlak 2 UM İ A K O D A ilkelerinin tümü... Hin3 R A S T I K R N distan’da imparatorlara K İ N E T İ K ve prenslere verilen san. 4 N Ş A S E 6/ Bir nota... ‘‘Denizayı 5 A D M B İ T sı’’ da denilen fok cin 6 M E R E K A R A L si. 7/ Aynı ahır adına 7 E Ğ E koşan yarış atlarına ve 8 İ Z A B E E S rilen ad... ‘‘Kimine bir 9 E N E Z E G R İ vermez giyesi / Kiminin atına atlas çul eyler’’ (Yunus Emre). 8/ Utanç duyma... Bir nota... Vilayet. 9/ Osmanlılarda gece bekçisi... Erkek ördek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Su geçirmez kauçuklu yağmurluk. 2/ Daha iyi ürün elde etmek için bir ağaçtan başka bir ağaca dal nakletme işi... Değiştokuş. 3/ Romanya halk müziğinde kullanılan, at kuyruğundan yapılmış bir püskülle ovularak çalınan davul... Tarımda kullanılan azotlu gübre. 4/ Yüz metre kare tutarında yüzey ölçüsü birimi... Bir maçın sayısal sonucu. 5/ Brezilya’nın para birimi... Ekip, takım. 6/ Çok yiyen, obur... Duman lekesi. 7/ İri ve siyah taneli bir üzüm cinsi. 8/ Şımarıklık... Sivrisinek, tatarcık gibi sokup rahatsız eden küçük sineklerin genel adı. 9/ Kötü... Karışık renkli. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle