21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 HAZİRAN 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET HAYIR OKTAY AKBAL Atatürkçülük, Batıcılık ve Avrupa Birliği Atatürk için çağdaş uygarlık sadece Batı’daki değil, dünyanın her yerindeki çağdaş bilimsel yenilik ve gelişmeler olabilirdi. Ayrıca çağdaş uygarlığa yönelirken Türklerin tarihsel ve kültürel değerlerinin korunup yaşatılmasını da istemiştir. PENCERE Irak’ta Ne Oluyor?.. Irak’ta ne var ne yok?.. Satırbaşlarıyla noktalama üzerine kısa özet: Erkekler kot pantolon giymekten çekiniyorlar.. Elektrik kesintileri felaket.. Akaryakıt kesintisi hayatı dayanılmaz kılıyor.. Batı giyim biçimini yeğleyen kadınlar tehdit ediliyor.. Kadınlar cep telefonu kullanmamaları için uyarılıyor.. Adam kaçırma, saldırı, güvensizlik her yanı sarmış.. Merkezi yönetim hikâye!.. Yerel güç simsarları her yanda egemen.. Amerikalıların yanında çalışan, işçi ve memurlar kimliklerini gizlemek için kod adları kullanıyorlar.. Kadınlar otomobil kullanmamaları için uyarılıyor.. İslamcı gruplar baskılarını arttırıyorlar.. Çocukların şort giyerek oynamaları hoş görülmüyor.. Kadınlara yüzlerini örtmeleri yolunda baskı uygulanıyor.. Taksi şoförleri yüzlerini örtmeyen kadınları arabalarına almak istemiyor.. Bölünen ülkede, gerçek yöneticiler İslamcı milisler... Kim söylüyor bunları?.. ABD’nin Irak Büyükelçisi!.. ? Cumhuriyet’in dünkü sayısından birkaç satır: ‘‘Irak’ta operasyon düzenleyen ABD güçlerinin Bakuba yakınlarında 13 çiftçiyi öldürdüğü bildirildi. Irak polisi, öldürülenlerin hayvanlarını korumak için tarlada uyuyan çiftçiler olduğunu belirtti. Bağdat’ta bomba yüklü bir araçla pazar yerinde düzenlenen saldırıda en az 8 kişi öldü. Basra’daki intihar saldırısında 2 kişi yaşamını yitirdi. Kefal’de ABD devriyesini hedef alan bombanın patlaması sonucu bir sivil öldü. Kimliği belirsiz silahlı kişiler Amara’da bir polisi, Kerbela’da eski bir Baas Partisi üyesini öldürdüler. Bağdat’ın güneyinde kaçırıldıkları ileri sürülen 2 ABD askerinin cesedi bulundu.’’ ? Bu yazının girişindeki soruyu yinelemek gerek: Irak’ta ne var ne yok?.. Gazetelere gelişigüzel bir göz atmak, sorunun yanıtını vermek için yeter de artar... Bir toplum göz göre göre yok ediliyor... Bush yönetiminin yaptığına cinayet demek yetmez; ama, bu cinayetin ortaklarına ne dersiniz?.. Irak’a dönük dış politika yazan Batı gazetecileri de dahil, uygar dünya yüzüne tükürülesi bir onursuzluğun çukurundadır... CHP Kemalist mi? Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 23 Mayıs 1999 günlü ‘Cumhuriyet’te şöyle yazmıştı: ‘‘Eğer Türk Devrimi henüz amacını tam olarak gerçekleştirememiş ise... Eğer devrimin bazı kazanımları bile bugün tehlikede ise... Ve eğer, tüm bunlara karşın CHP seçim barajının altında kalmış ise...’’ Gerçekten de 1999’da CHP seçim barajında kalmış, TBMM’ye bir ek temsilci bile sokamamıştı!.. Kışlalı, bunun nedenini şu sözlerle açıklıyordu: ‘‘Bunun ‘tarihsel kimliğin’ yitirilmiş olmasından daha geçerli ne açıklaması olabilir? Ve de CHP’nin tarihsel kimliği yarına taşımaktan daha ileri, daha ‘solcu’ ne gibi bir işlevi bulunabilir? Kemalizmi ‘geçmişin bekçiliği’ sananlar ‘geleceğin öncülüğünü’ yapmak fırsatını kaçırmaya mahkumdurlar.’’ Aradan yedi yıl geçti. Bu arada Kışlalı öldürüldü. CHP’nin tarihsel ödevi CHP’lilerin devrimin öncüsü olmak ülküsü, düşüncesi unutulur gibi oldu! Bir Kışlalı mıydı o günlerde bu özlemi yaşayan, yaşatan? Atatürk’ün Cumhuriyetine inanan nice yüz binler vardı... Yine de var! Ülkenin en uzak köylerine, kentlerine gittiğinizde karşılaşıyorsunuz onlarla!.. Kökten CHP’lilerle, Kışlalı’nın özlediği devrimleri savunan yığınlarla... Ama CHP’de Kemal Atatürk’e ve onun ulusa kazandırdıklarına inanan kalmadı mı?.. İlle başka yorumlar, başka çıkışlar mı var?.. Bu kafayla CHP her seçimde daha kötü durumlara düşmekte! Bir avuç kişi kendi hesaplarına göre yönlendirmekte tarihsel partiyi... Kışlalı o yazının başında bakın ne demiş: ‘‘Göğsünü gere gere ‘Ben Kemalistim’ diyemeyenin CHP’nin yeni genel başkan adayı olmaya hakkı bulunmamalıdır.’’ CHP Başkanı’na ve yanındaki kadroya sorsak ‘‘Kemalist misiniz?’ diye, ‘evet’ diyebilirler mi? İçtenlikle, bilgiyle, görgüyle, yararına inanarak, Kemalizmin ilkelerini benimsediklerini söyleyebilirler mi? Yıllardır CHP liderliğinin bir oraya bir buraya dönüşler yaptığını Blair’cilikten Anadolu solculuğuna, ordan daha başka yerlere sıçradığını... Her şey var, ama Kemalizmin bir tek ilkesi bile yok!.. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın tarihsel bir önem taşıyan bu uyarısını, güncelliğini hâlâ koruyan uyanış çağrısını, bir kez daha okurlarıma sunmak istiyorum: ‘‘Önce tarihsel kimliği 21. yüzyıla taşıyacak bir hareket başlatılmalı. İnsanlar bir düşünce bütünlüğünün etrafında buluşmalı ve hareketin en iyi sözcüsünün kim olacağı daha sonra gündeme gelmeli... Ya o bayrağa layık olun ya da bayrağınızı ve adınızı değiştirin.’’ Av. Dr. Feyiz ERDOĞAN ürkiye’nin Avrupa Birliği yolunda ilerleyiş sürecinde sıkça tekrarlanması nedeniyle dikkat çeken hususlardan biri de ‘‘Atatürk’ün bize uygarlığın adresi olarak Batı’yı gösterdiği, bu büyük hedef için her türlü gayretin ve hatta ‘özverinin’ gösterilmesi, hatta Atatürk’ün kendisinin de en büyük Batıcı olduğu’’ yönünde yazılı ve görsel basında yapılan yorum, hatta telkinlerdi. Acaba bu saptama doğru muydu, yoksa bunun arkasında başka niyetlerle kamuoyu oluşturma gayreti mi vardı? Modern Türkiye’nin mimarı elbette yüzünü medeniyete çevirmişti. O zamanlar ise medeniyet yarışında önde giden yer Batı idi. O zaman Atatürk de Batıcı mı idi? Bu sorulara doğru ve tutarlı yanıtlar bulabilmek için önce Gazi Mustafa Kemal’i iyi tanımak gerekir. Hepimiz daha öğrencilik yıllarında bize öğretilen ‘‘Atatürk İlkeleri’’ ni, onun ‘‘altı ok’’unu biliriz. Ancak bu çok bilinen bakış açısından biraz daha geniş, içinde daha kişisel unsurlar barındıran, daha gözlemsel bir esasa dayanan anlatımla Atatürkçülüğün ne olduğunu Şevket Süreyya Aydemir, ‘‘Tek Adam’’ isimli kitabının üçüncü cildinde kanaatimce çok güzel anlatmaktadır ki bunun iyice anlaşılması ve özümsenmesi gerekir. Şevket Süreyya, adı geçen eserinde Atatürkçülüğü şu şekilde tanımlamaktadır: ‘‘1) Anti emperyalizm. Yani kayıtsız şartsız istiklalcilik. Milli istiklale hiçbir yabancı kuvvetin, hiçbir surette gölge vurmaması. Milli istiklal bahsinde her türlü zedeleyici kayıtlara, tavizlere karşı direniş... 2) Yabancı sermayenin iktisadi imtiyaz ve kontrollerine karşı kayıtsız şartsız direniş. Dünya milletleri arasında, ancak eşit şartlarla iktisadi işbirliği. Kapitülasyon, Düyunu Umumiye, borçlandırma suretiyle iktisadi kontrol şeklindeki her türlü kayıtlayıcı hükümlere karşı direniş... 3) Kayıtsız şartsız halk hâkimiyeti, milli iradeyi hâkim kılmak. Her türlü zümre, klik, sınıf ve şahıs tahakkümlerine karşı direniş. Atatürk’ün anladığı ve vasiyet ettiği manada cumhuriyetçilik budur. 4) Milli Misak sınırları içinde milli vatan. Milli Misak kayıtları dahilinde millet an T layışı. Topraklarımızın sınırları dışında kalan Türklere karşı kardeşlik sevgisi, Türk sınırları içinde kültür birliği, milli bütünlük... 5) Milli gurur. Başka milletler karşısında her türlü aşağılık duygusundan silkiniş. Ama çağdaş medeniyetin yoksun olduğumuz değerlerine, teknik gücüne ve organlarına karşı ihtirasla yöneliş... 6) Siyaseti bir spekülasyon konusu değil, bir program, organ ve inşa işi olarak almak... 7) Din ve dini inançları mutlak olarak siyaset dışı bırakmak... 8) Her türlü dogmatizme ve taassuba karşı direniş. Fikirleri dondurmamak ve insanları putlaştırmamak... 9) Kelimecilik değil aksiyon...’’ Bu ilkeler çerçevesinde, bizim Avrupa Birliği sürecinde karşılaştığımız ve kabul edip sineye çektiğimiz durumları düşündüğümüzde gidiş yönünün ne kadar ‘‘Atatürkçü’’ olduğu hakkında daha en baştan bir fikir sahibi olabiliriz. Söz konusu ilkeleri akılda tutarak daha özele inip şu soruyu sormak gerekiyor: Bazılarının dediği gibi Atatürk ‘‘Batıcı’’ mı, hatta en büyük ‘‘Tanzimatçı’’ mı idi? Bilinen gerçek odur ki bir yazarımızın ifadesi ile ‘‘Atatürk Türk devrimini Batı’yla çatışarak ve Batı’ya rağmen gerçekleştirmiştir; kurtuluştan sonra hiçbir biçimde ödün vermeden yaptığı ilk iş, Tanzimat dönemi uygulamalarını tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmak ve bunu Lozan’da Batılılara kabul ettirmek olmuştu.’’ Her şeyden önce Atatürk’ün, ‘‘Batıcılık’’ ve hatta ‘‘Batılılaşmak’’ diye bir tanım veya kavram kullandığına rastlayamıyoruz. Ancak birçok söylev ve demecinde ‘‘muassır medeniyet’’ kavramını kullanmış, bununla da çok açık olarak içinde bulunulan dönemin uygarlık düzeyini kastetmiştir. Hedefi, ulusal bağımsızlık anlayışı içinde, belki de emperyalist güçlere rağmen kalkınmak, çağdaşlaşmak ve güçlenmektir. Bu hedefini Nutuk’ta şöyle ifade etmektedir: ‘‘Görülüyor ki her vasıtadan yalnız ve ancak bir tek temel görüşe dayanarak yararlanırız. O görüş şudur: Türk milletini dünyada layık olduğu mevkiye yükselt mek, Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha güçlendirmek...’’ Nutuk’ta kapanışa doğru da şu şözleri dikkat çekicidir: ‘‘Efendiler bu nutkumda, milli varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin istiklalini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.’’ Evet, ilim ve tekniğe dayalı hem çağdaş ve hem de milli bir devlet! İşte büyük Atatürk’ün bakış açısı. Bir yandan çağı yakalayıp geçmeye çalışırken diğer taraftan kendi benliğini, ulusal karakterini ve duruşunu koruyabilmek. Atatürk için çağdaş uygarlık sadece Batı’daki değil, dünyanın her yerindeki çağdaş bilimsel yenilik ve gelişmeler olabilirdi. Ayrıca çağdaş uygarlığa yönelirken Türklerin tarihsel ve kültürel değerlerinin korunup yaşatılmasını da istemiştir. Nutuk’ta bu anlayışını açıkça şu şekilde dile getirir: ‘‘Biz Batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz.’’ Atatürk, özdeğerlerden ödün vermeden kalkınıp güçlenmek ve çağdaş bir seviyeye ulaşmayı hedeflemekle, ‘‘Avrupa’yı taklit etmek’’, ‘‘Avrupalılaşmak’’ ya da ‘‘Avrupalı olmak’’ gibi özenti ve teslimiyetçi davranışlar arasında gördüğü farkı şu cümleler ile dile getirmektedir: ‘‘Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir.’’ Avrupa’dan verilen tüm talimatları, kendi ulusal çıkarlarımıza uygun olup olmadığına hiç bakmadan, asgari ölçülerde bile sorgulamadan, sorgulayanları ise Atatürk’ün sözde ‘‘Batı medeniyetine ulaşma’’ hedefini sekteye uğratmakla suçlayarak itirazsız ve olduğu gibi kabul eden zihniyetin kendisinin ve bunun destekçilerinin ne denli Atatürk’ü anladıkları ve ne denli vatansever oldukları iyi değerlendirilmelidir. Avrupa Birliği eğer bir çağdaş uygarlık projesiyse Türkiye ve Türk milleti oraya ‘‘yok olmadan’’ girmelidir. Yani kimliğini, benliğini, ‘‘milli ve üniter devlet’’ niteliğini, milli gururunu ve en kötüsü ‘‘toprak bütünlüğünü’’ kaybetmiş bir Türkiye olarak değil! CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle