27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 MAYIS 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Günümüzü Anlamamızı Sağlayacak Anahtar! Günümüz Türkiyesi’ni anlamak istiyorsak, çevresindeki dünyayı anlamak istiyorsak, 19 Mayıs’ın bugün neyi temsil ettiğini çok daha iyi kavramak zorundayız... Elbette anakronik bir çağrı değil bu... Dönemleri karıştırmak ve farklı bir tarih dizgesini bugüne olduğu gibi uyarlamak değil asla!.. dınlar bir deri bir kemik./Harp içinde kızlar sarardı./Savaşanlardansa/Ancak bir hatıra kaldı. Bu mısralar, savaşın dehşeti ile, onun geride kalmışlığını bir arada şaşırtıcı bir ustalıkla aynı anda veriyor... Ama doğrudan savaşın geride kaldığı bugün, bağımsızlığın tehlikede olduğu gerçeğini kim yadsıyabilir ki? Savaşanlardan kalan hatıraların silinmesini, simgesel değerlerinin unutulmuşluğa terk edilmesini istemiyorsak eğer, 19 Mayıs’ın bize verdiklerine karşı biz de kendimizden onun ruhuna koşut şeyler vermeliyiz, verebilmeliyiz, onurlu mazimizi dönüştürücü bir ruh ekseninde yorumlamalıyız... Günümüz Türkiyesi’ni anlamak istiyorsak, çevresindeki dünyayı anlamak istiyorsak, 19 Mayıs’ın bugün neyi temsil ettiğini çok daha iyi kavramak zorundayız... Elbette anakronik bir çağrı değil bu... Dönemleri karıştırmak ve farklı bir tarih dizgesini bugüne olduğu gibi uyarlamak değil asla!.. Bugün Fransa’nın sözde Ermeni soykırımı inkârını cezalandırma girişimi cüretkâr olduğu kadar düşündürücü değil midir? Tarih siyasetçilerin arenasında çözülecek, ona kurban verilecek bir şey değildir... Tarihi dar politik hesapların hizmetine sokmak, tarihe de güncel politikaya da hiçbir şey kazandırmaz.. Oysa tarih, tarihçilerin ve halkların tarih yapıcı hafızaları aracığıyla kendi yolunda ilerler... Fransa’nın bu yersiz girişimi, ülkemize karşı sıkça yapılan kaba yakıştırmalardan, bağımsızlığımızı hiçe sayıcı tutumlardan birisi değil midir? Bu tekil örnek bile, bize tarihi anlamak ve ondan dersler çıkarmanın gerekliliğine inanmak adına, 19 Mayıs’ın bağımsızlık yüklü bulutlarını bugün yeniden oluşturmak, tarihe yönelmek ve tarihi sevmek için 19 Mayıs’ı dinamik bir anlayışla ele almak, yaşamak ve yaşatmak zorunluluğunu bir kez daha göstermiyor mu? Evet gösteriyor... 19 Mayıs aynı zamanda Mustafa Kemal’in doğumunun da içinde olduğu haftaya denk gelmektedir... Bu hafta, adeta bir ulusun yeniden doğuşunun haftası haline gelmiş iki kaderi, ulusun ve önderinin kaderini bir yerde buluşmuştur... Onun için 19 Mayıs’ları çakıştıran Türkiye’nin ve Büyük Önder Mustafa Kemal’in, bu iki özel gününe atfen diyoruz ki; Büyük Önder 125 yıldır aramızdasın, 19 Mayıs’ların hafızasındasın... PENCERE RTE Cenazeden Niçin Kaçtı? Danıştay’a yapılan terör baskınında dört üye yaralandı, biri can verdi.. Görev başında şehit edilen yargıç Mustafa Yücel Özbilgin’in cenaze törenine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan katılmadı... Başbakan’ın cenaze törenine katılmaması kararı, gazetelerin yazdıklarına göre ‘‘iki saat süren yüksek zirve toplantısının’’ ardından alınmış... RTE tüm devlet erkânının katıldığı cenaze töreninden düpedüz kaçmış... ? Cenaze törenine katılan Cemil Çiçek, Abdüllatif Şener gibi bakanlar da çevreden tepki görmüşler... Öyle anlaşılıyor ki Danıştay terörünü gerçekleştiren Alparslan Arslan tabancanın tetiğini çekip dört yüksek yargıcı yaralıyor ve Mustafa Yücel Özbilgin’i öldürüyor; ama, saldırının ve cinayetin sorumunu tek başına taşımıyor... ? Bir Başbakan kendisini bu duruma nasıl düşürür?.. Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi bu olay için şu satırları yazdı: ‘‘Bir Başbakan için ne hazin şey... Kendisine ‘yönetmesi’ için teslim edilmiş bir devletin en önemli kurumlarından biri, o devletin temel ilkelerini koruduğu için silahlı saldırıya uğruyor, değerli bir yüksek yargıç görevi başında öldürülüyor... Ama o laik devleti ve onun laiklik ilkesini korumaya namusu ve şerefi üzerine söz veren Başbakan, şehit yargıcın cenaze törenine katılamıyor. Katılamıyor, çünkü törene katılanların kızgınlığından, tepkilerinden korkuyor.’’ ? Evet, yukarıda vurgulandığı gibi katil Alparslan tabancanın tetiğini çekiyor; ama, cinayetin sorumunu tek başına taşımıyor... Başbakan bu cinayette kendisini sorumlu saymasaydı, cenazeye katılmak yürekliliğini gösterebilirdi... Vicdanında bir şaibe dolaşmasaydı, cenazede açık alınla ortaya çıkar, kendisine yönelecek bakışların ve protestoların altında ezilmeyerek başını dikleştirebilirdi... Dostoyevski’nin ünlü bir özdeyişi var, büyük yazar der ki: ‘‘ Herkes her şeyden sorumludur...’’ Danıştay’a karşı düzenlenen kanlı terör baskınında RTE ve bakanlarının sorumlulukları herkesten daha ağır basıyor. Kadın ve Hukuk DANIŞTAY saldırısının gündeme getirdiği konulardan biri de kadınların Türk hukukundaki işlevi oldu. Aldıkları bir karar yüzünden görev başında kurşun yağmuruna tutulan yüksek yargıçların ikisi kadındı: Kolundan yaralanan Ayfer Özdemir ile bileğinden yaralı Ayla Günenç. Şehit Mustafa Yücel Özbilgin’le yaralı Ahmet Çobanoğlu’na ateş edilirken kendisi midesinden yaralanan Daire Başkanı Mustafa Birden’in eşi Zehra Birden de Danıştay üyesi. Niçin böyle? Neden Türkiye’nin kadınları, tıp ve akademik yaşam yanında, hukukçuluk mesleğine de heves etmekte ve üstelik başarılı olmaktalar? Neden, yalnız büyük kentlerin hukuk fakülteleri değil, taşradakilerin de sıraları hiç küçümsenmeyecek sayıda kız öğrencilerle dolabiliyor? Dünyanın başka ülkelerinde benzerlerine aynı oranda pek rastlanmayan ilginç ve biraz daha yakından incelenmesi gereken bir durumdur bu. caba doğuştan gelen bir analık naturasının verdiği eşitlik, hak ve adalet duygusu mu? Gerçekten, evlatları arasında ayrımcılık yapan, birine öbüründen daha az sevgi ve merhamet gösteren bir ana gördünüz mü hiç? İnsanlar dışında da, galiba bütün canlıların analık davranışı hep aynı terazinin kefelerine böyle paylaştırılmış. Yoksa, Anadolu kadınlarının çoğunda görülen cefakârlık, aslında tıp gibi zor bir yetişme süreci isteyen ve çalışma koşulları da çetin olan hukukçuluğun çilelerine katlanış sabrı mı veriyor kadınlarımıza? Bizim ailenin şimdi rahmetli olmuş yargıçları Semire ve Süheylâ ablaların, biri Urfa’nın Viranşehir’inde görev yaparken, öbürü Köroğlu dağlarının Kıbrısçık ilçesine katır sırtında çıkarken çektikleri kolay unutulur mu? Belki, bir çeşit kuşak tepkisidir bu: Yüzyıllar süren şeriat düzeninin kadına verdiği ezikliğe karşı nihayet cumhuriyetçi bir patlayış, Kemalizmin getirdiği kurtuluşla onların yüce mesleklere itilişi, yeni kazanılmış gururla hak ve hukuka sarılış. e tuhaf, İstiklal Harbi’nin İnebolu kağnılarıyla mermi taşıyan köylü ninelerinden yirmi birinci yüzyılın yüksek mahkeme yargıçlarına kadar gözüpek kadınlığın sayısız örneklerini vermiş bir kültürün dilinde ‘‘mertlik’’ ifadesi olarak hâlâ ‘‘erkekçe’’ gibi sözcükler dolaşmakta: ‘‘Erkek gibi, erkeğe yakışır biçimde davranmak, erkek erkeğe konuşmak’’. Oysa içinde yaşanan ve büyük çoğunluğuyla yine de erkeklerin dünyası sayılabilecek olan düzen, hem dünya hem de ülke düzeyinde pek mertçe olmayan oyunlar, tuzaklar, hatta öldürüşlerle dolu. Etrafa şöyle bir baktığınızda, o dille anlatmak gerekirse ‘‘erkekten daha erkek’’ o kadar çok kadın var ki. Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ Çankaya Belediye Başkanı, İç Anadolu Belediyeler Birliği Başkanı... ustafa Kemal, Kurtuluş Ateşi’ni yakmak için Samsun’a gittiğinde ne ile karşılaşacağını ve ne yapmak istediğini elbette biliyordu. Yurdun stratejik noktalarını ele geçiren, bununla yetinmeyip şart üstüne şart koşan bir işgal kuvvetleri ittifakının, Osmanlı Hükümeti’nden aldığı güçle, pervasız tutumlarının yarattığı endişeyi çok iyi gözlemlemişti... Anadolu’ya çıkmak, Anadolu’ya açılmak, bozkırların, bugüne kadar esir olmamış yiğit insanlarını tekrar başları dik, içlerindeki coşkuyla tekrar barışmış bir hale getirmek için Samsun, sahip olduğu özellikler itibarıyla çok iyi bir konjonktürü temsil ediyordu... Mustafa Kemal, ince taktiklerini ve halkı aydınlatma çabalarını, ilk elden genelgeler yayımlama, kongreler toplama yoluyla yaşama geçirmeye çalıştı... 19 Mayıs’ın tarihle kurduğu özel bağın derin anlamı, Kurtuluş’un bağımsız bir hat takibiyle gerçekleştirilebileceği inancını fitillemesiydi... Mustafa Kemal, savaşların, geri çekilişlerin, toprak kayıplarının viran bıraktığı bir ülkeyi yeniden umudun rüzgârıyla buluşturmak için halkın nabzını tutan, onların, karanlığın yaklaştığı ortamlarda çare arayan gözlerine derman olmak için, bağımsızlıkçı, misakı millici bir sevinç kuşağı, yumağıyla yaratmayı amaçlıyordu... Bu iş için halkın bütün kesimlerine teslimiyetin bayraktarlığını üstlenenlere karşı farklı bir seçeneğin, farklı bir kapının aralandığını göstermeye girişti... Bu kapının yavaş yavaş açılması, içeriye aydınlığın bu yavaş açılma ile birlikte dolmaya başlaması, yapılan hesapları yerli yerine oturtuyor, halkı, varıylayoğuyla, Kuvvacı güçlerin yanına sel gibi çekiyordu... Mustafa Kemal’in bağımsızlık düşünü harekete geçirmesi, bir ulusun harekete geçmesi demekti... Çocuğu, genci, yaşlısı, kadını, erkeği ile tek vücut olması, ulusal bilinci, ulusal birlikle eşanlı, eşzamanlı bir sürece dönüştürdü... Mustafa Kemal, bütün eylemlerini halkın gücüne dayanarak, on M A N lara danışma ve karar alma süreçlerini de en zorlu koşullar altında dahi halkla birlikte yürüterek, özgün bir mücadele tarzını ortaya koyuyordu... Bu çaba çetin mücadele koşullarında dünyada eşine pek rastlanır bir durum değildi... Bu farklılık aslında Mustafa Kemal’in yaptığı işe duyduğu inançtan, halka duyduğu güvenden kaynaklanıyordu... Burada, bu topraklarda demokrasinin yerleşmesi için alttan alta akan güçlü bir iradenin varlığını elbette sezinleniyordu... Nitekim Kurtuluş Savaşı bir dip akıntısı şeklinde demokrasi deneyiminin eşlik ettiği verimli bir havza olarak dikkat çekti... Cumhuriyet’e giden yol ve sonrasındaki demokrasi deneyimlerine baktığımızda Mustafa Kemal ulusun iradesini üstün kılarak, ulusun kaderini bizzat ulusun ellerine teslim etmek istediğini açık seçik ortaya koyuyordu... 19 Mayıs’ın yarattığı yankının dalga dalga yayılması, elbette işgal kuvvetlerinde bir şaşkınlık, korku ve paniğin ortaya çıkmasına yol açtı... Mustafa Kemal, savaş süresince, karşısındaki güçleri yavaş yavaş devreden çıkarıp, Anadolu’dan aldığı taze güçle, halkı çok cepheye yüzünü dönmüş bir halden tek bir cepheye, yani nihai kaderin belirleneceği cepheye odaklamayı başardı... Bu tek cephenin gerçek cephanesi yüreğini ortaya koymuş, nasırlı elleriyle ortaya koymuş Türk halkıydı... Bugün ülkemizde, 19 Mayıs’ların ruhuyla yeniden yıkanmış, yeni diriliş kuvvetlerine, yeni bir bağımsızlıkçı anlayışa ihtiyaç var... Bugün küreselleşme adı altında ülkemizi dışarıya bağımlı hale getiren, ülke içinde merkezkaç kuvvetler aracılığıyla ulusal bilinci ve birliği körelten yönelimlere karşı uyanık olmalıyız... 19 Mayıs geçmişte kalan, tarihin uzak ve gölgeli bir alanı değil, bugüne ışık tutan, bugünü yönlendiren bir çağ okuma rehberidir... Cahit Külebi’nin Harp İçinde adlı sarsıcı şiirindeki mısralar üzerinden gidersek: Babalar evlerine mahcup döndü her akşam/Harp içinde./Anaların sütü kesildi,/Çocuklar ağladı,/Erkekler askere gitti./Ka CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle