Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 MAYIS 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Ağır Fatura CHP Parti Meclisi üyesi Prof. Dr. Tülay Özüerman, tarihçilerin ileride bugünün toplumunu aktarırken neler yazabileceklerini düşünmüş. Şöyle bir metin çıkmış ortaya: ‘‘Önce demokrasiye inandırıldılar. Demokrasiyi öğrenmek ve yaşamlarına geçirmek yerine, ona tutunarak gelen otokratları iktidar yaptılar. Oysa, dillerinden düşürmeyenlerin yaşamlarında demokrasiye yer yoktu. Otokrasi güçlendikçe güçlendi. İdeal olanı yanlış kişi ve kurumlarda ararken, bunların karşısındaki kurum ve kişileri yerden yere vurdular. Hep teğet geçtikleri, hatta ne olduğunu tam bilmedikleri, herkesin kendince tanımladığı demokrasi adına ülkeyi var eden temel kurumları hedef alanları kendi elleriyle iktidar yaptılar. Demokrasiyi karşıtlarıyla güçlendireceklerini düşünen tek örnek olacaktılar başarsalardı. En büyük başarının Cumhuriyet ve onun kazanımlarına sahip çıkmak olduğunu anlamakta gecikmiş olmalarının faturası çok ağırdı.’’ Proje SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Ölümler, Ölümler, Ölümler... Çocuktum. Cumhuriyet gazetesindeki çizgi kahraman ‘‘Profesör Nimbus’’ her sabah beni kıkırdatmayı bilirdi. Sonra, birden gün dönüverdi. Bir gece ailecek babamın bazı kitaplarını açılır kapanır koltuğun altına sakladık. Evler basılıyor, kitaplar alınıyor, babalar götürülüyordu. Karanlık üzerimize giderek abanıyor, yarına çentik atılıyordu. Duyumsadım... Üniversiteliydim. Arkadaşlarımla birlikte daha bağımsız, daha iyi yönetilen, uygar bir ülke istiyorduk. Üzerimize namlular çevrildi. Etrafımız çepeçevre kandı.. geleceğimiz kuytu sokaklarda boğazlandı. Gördüm... Genç gazeteciydim. Savcılar, öğretim üyeleri, sendikacılar, gazeteciler toprağa düşüyordu. Haberlerini yaptım. Öğrenciler, evlerinde uyurken ütü kablosu ile, elbise askısı ile boğuldu, başlarına kurşun sıkıldı, fotoğraflarını çektim. Kahveler, okul önleri taranıyor; tabutlar, tabutlar, tabutlar geçiyordu. Tanık oldum. 12 Eylül’dü özgürlüğün sorgusuz sualsiz asıldığı darağacı... Tırmandırılıyordu aynı anda PKK ve ASALA terörü. Yine kan... Kan revan... Ortadoğu’da gerginlik, ülkeye de yansıtılıyordu. Cumhuriyetçi kimlikler yok edildi; en bilinçli ve donanımlı, yeri doldurulmaz öğretmenler, ağabeyler ve meslektaşların adı hüzündü... Doğrudan Cumhuriyet’in kurumlarına yöneldiler artık. Bomba, kurşun, tehdit... Yaşadım, yaşadık, yaşıyoruz... Dur durakları olmadı hiç... Bu toprağın insanlarını kurgulanmış, dürbünlü düşmanlıklarla avladılar hep. Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, son gelişmeleri ‘‘proje’’ diye niteliyor. Çok özetle, Türkiye’yi ‘‘germek ve karıştırmak’’ amacına yönelik bir ‘‘proje’’ ile karşı karşıya olduğumuz kanısında. ‘‘Şemdinli’deki olaydan bu yana, Trabzon’daki olaydan, Mersin’deki olaylardan bu yana yaşananları iyi okumak lazım’’ geldiğini vurguluyor Tantan: ‘‘İç politika açısından zaten halk ayrışmış vaziyette. Projenin amacı, o ayrışmayı daha da kamplaştırmak.’’ Tantan’a göre bütün olup bitenler karşısında, geçmişi iyi değerlendiremeyen Türk halkı kaybetmeye devam ediyor: ‘‘Başkası tarafından kullanılan ve yıpratılan kendi değerleri üzerinden ayrıştırılan halkı infiale sürükleyen bu projeyi ne aydınlar okuyabiliyor ne de insanlar görebiliyor. Oysa halkın birliğe, bütünlüğe ve bilinçlenmeye ihtiyacı var.’’ bağdaşmayan haber, eleştiri ve yorumlardan kaçınılması ve yargıya sahip çıkılarak onun yüceltilmesi herkesin ortak görevi olmalıdır.’’ Yürütmenin başı Recep Tayyip Erdoğan, Danıştay Başkanı’nın konuşmasına karşılık ne mi demişti? Her yıldönümünde benzer konuşmalar dinlediklerini söyledikten sonra ‘‘Ülkemizin yarınlarını bunlara göre belirlemeyeceğiz’’ demişti. Ülkenin yarınında ne mi oldu? Danıştay’a saldırıldı, bir değerli yargıcımız şehit düştü! Santrfor ‘Kavşakta’! ‘‘Vatan’’ın okur temsilcisine, ‘‘Cumhuriyet’’e atılan bombalarla ilgili haberlerin neden küçük gösterildiği soruluyor. Okur temsilcisinin yanıtı şöyle: ‘‘Yerinde bir eleştiri. Ancak basının bir başka sorumluluğu daha var. Terör eylemlerini çok büyüterek faillerin amacına uygun davranmamak. Dünya basınında zaman zaman bu eylemler çok daha küçük haberlerle veriliyor’’(!). Hangi ‘‘demokraside’’ bir gazeteye art arda üç bomba atılmış da, bu haber küçük görülmüş? Hiç işitmedim... Neyse biz yanıta dönelim. Bu girizgâhın ardından ‘‘temsilci’’ sözü, ‘‘Cumhuriyet özel vakadır’’a getiriyor ve... ‘‘Böyle özel durumlarda’’ diyor: ‘‘Teröre karşı hep birlikte üzerine gitme tavrının benimsenmesi doğrudur... (Ama) basınımızın kurtulamadığı hastalıklardan birinin ‘dayanışma duygusu eksikliği’ olduğunu da hatırlatalım. Rekabetin anlamsız boyutlara ulaştığı dönemden kalma bu sorun da kuşkusuz zaman içinde giderilecektir.’’ (15 Mayıs) Bu zaman işte o zaman! Bu aymazlıkla yüzleşmek için bundan doğru zaman mı olur? ‘‘Vatan’’ sadece bir örnek. Tüm büyük gazeteler, ‘‘Cumhuriyet’’e yapılan saldırıları son bombayı manşete taşıyan ‘Hürriyet’ dışında duyarsızlıkla karşıladı. 13 Mayıs tarihli yazımda bunu belirtmiş ve ‘‘Sabah, Radikal, Vatan.. habere birinci sayfalarının altında kibrit kutusu büyüklüğünde yer verirken Erdoğan’ın ‘AB’ye attığı gole’ daha büyük yer biçtiler... İlk bombaya tepki gösterilseydi, bunu 2. ve 3. bombalar izlemeyebilirdi. Bu bir cesaret alma meselesi. Tarih herkesi sınıyor!’’ demiştim. Buna şimdi ‘‘Danıştay saldırısını’’ eklemek gerekiyor. İlk bombaya gereken tepki gösterilseydi, Mustafa Yücel Özbilgin bugün hayatta olabilirdi. ‘‘Cumhuriyet’’e uzanan elle ‘‘Danıştay’’a uzanan el, aynı el çünkü. Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu’nun 10 Mayıs’ta yaptığı uyarı, türban kararı nedeniyle Danıştay’ı kınadığını açıklamış yürütmenin başınaydı: ‘‘Görevini anayasaya, yasaya, hukuka ve vicdani kanaatlerine göre yerine getiren Danıştayımız, kendisine yöneltilen eleştiri ve beyanları her defasında karşılamayı, yüksek yargı yeri olmanın onur ve itibarına uygun bir davranış olarak görmemektedir. Daire ve kurul kararlarının, eleştiri sınırları dışında kalması gereken dokunulmaz ve ayrıcalıklı bir konuma sahip Ülkenin Yarını olduklarını düşünmüyor; bu durumu, yargı bağımsızlığı kapsamında değerlendirmiyoruz. Bir hukuk devletinde yargı kararlarının eleştirilmesi doğaldır. Ancak, eleştiri ve değerlendirmelerin, önyargıdan uzak, hukuki ve bilimsel gerçeklere dayalı olması gerekir. Eleştirinin, kararı veren yargı mensubunun şahsına yöneltilmesini doğru bulmuyoruz. Kimi kararlara karşı duyulan memnuniyetsizlik, eleştiri ve yorum sınırlarını aşmış; karara katılan yargı mensuplarının kişisel bilgi ve fotoğraflarına gazete sayfalarında yer verilmek suretiyle yıpratma, hatta, hedef gösterme girişimine dönüştürülmüştür. Yargıçların, toplum ve devlet içindeki konumları, işlevleri ve önemleri göz önünde bulundurularak eleştiri ve değerlendirmelerde dikkatli olunması, belli sonuçları elde etmek için yargıyı yönlendirmeye yönelik ve gerçekle Bir demokrasi muhasebesi Bir şey daha var. Cenazedeki manzaraları gözünüzün önüne getirin... Cenaze namazına duramayan, arka kapıdan koşarak çıkan hükümet üyeleri; yuhalanan, kovulan, başlarına pet şişe atılan bakanlar; bu protestoları göze alamadığı ve ‘‘Katil iktidar’’, ‘‘Katil Başbakan’’ çığlıklarıyla yüzleşemediği için şehir dışına kaçan bir Başbakan... Bundan daha vahim bir tablo olabilir mi? Bir cenazede patlayan bu tepkinin, düdüklü tencere içinde sıkışmış gibi büyümesinde, iktidar tarafından zaman içinde hissedilmemesi ve görmezden gelinmesinde medyanın sorumluluğu yok mudur? Anıtkabir’de, Danıştay’ın önünde, Kocatepe Camii’nde hemen hemen tüm siyasi sınıfa yönelen ve ‘‘tsunamiye’’ dönüşen bu tepki bir günde mi doğdu? ‘‘Kamuoyunun nabzını tutmakla’’ görevli olan medya, düne kadar nerdeydi? ‘‘Türban defilelerini’’, ‘‘Davos şıklıklarını’’ birinci sayfalara çıkarmakla meşgul olagelirken; ‘‘futbolu ciddiye alan’’ Latin Amerika liderlerinin katılmayı reddettiği, snobe ettiği gülünç bir maçı, ‘‘Avrupa’nın yeni santrforu’’ başlıklarıyla pazarlamak peşine düşmemiş miydi? ‘‘Bir gazete’’ bombalı saldırıya uğrarken başınızı öte yana çevirirseniz... Başınızı öte yana çevirmekle de kalmayıp; ‘‘bir kavşak başında’’, ‘‘Avrupa’nın yeni santrforu’’ sloganlarıyla avutulmaya çalışan bir Başbakanı, son güne dek gazlarsanız olacağı budur. ‘‘Aaa biz bu filmi daha önce görmüştük!’’ dersiniz. Neden görmüştük? İşte böyle görmüştük. Düşünebiliyor musunuz? Türkiye’nin yüreği başkentte kaldırılan bir tarihi cenazeye kilitlenmişken TC Başbakanı Antalya’da ‘‘Falez kavşağı’’ açıyor. Bakanları cenazede itilip kakılırken, o ‘‘kavşak’’başında, ‘‘Avrupa’nın yeni santrforu’’ sloganıyla karşılanıyor. Bu, düpedüz ‘‘gerçekle irtibatı kaybetmek’’ demektir. Başbakan ‘‘sanal bir dünyada’’yaşıyor... Bu ‘‘sanallığı’’ kim yarattı? Seçmenlerin 1/3’ünün oyuyla ‘‘mutlak çoğunluk iktidarının sarhoşluğuna kapılan’’ Başbakan’ın etrafındaki bu ‘‘sanal haleyi’’ kim yarattı? Demokrasi adına konuşurken, önce kendi demokratik reflekslerimize bakmak gerekiyor. ‘‘Danıştay’a karşı girişilen saldırının arkasında kim var?’’, ‘‘Bu saldırı kime yarar?’’, ‘‘Kim bu işten siyasi rant sağlar?’’ gibi ‘‘derin sorular’’ soran meslektaşlar, şu soruların yanıtlarını da düşünmek zorundadırlar: ‘‘İşler bu noktaya tırmanana dek biz nerdeydik? Bunu neden görmedik?’’ Mesele; ‘‘Hay Allah! Cumhuriyet’e ayıp ettik’’ filan değil. Mesele bir kez olsun bu ‘‘demokrasi muhasebesini’’, baştan sona eksiksiz yapabilmekte. Bu muhasebeyi yapmayan bir basınla, ‘‘Kopenhag Kriterleri’’ hayaldir. Temel fıkrası gibi olacak ama... ‘‘Bu hepimize ders olsun!’’ TBMM’de Türban Şov PERİHAN ERGUN 23 Nisan 2006 Milli Egemenlik Bayramı günüyle 19 Mayıs 2006 Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı arasındaki günlerde oluşan olaylar çok kaygı verici ve düşündürücü. Önce 23 Nisan’da sakallı, bıyıklı İHL’li bir delikanlı, ‘çocuk’ nitelemesiyle TBMM kürsüsüne çıkarıldı. Ürkütücü tavırlarla Sayın Arınç’la başlayıp Sayın Başbakan RTE ile devam eden laik Cumhuriyetimize karşı söylemlerle trajik tablolar çizildi. Bu görüntülerden güç aldıklarını düşündüren, bedenleri genç, beyinleri ihtiyarlatılmış bir grup terörist laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin, 1920’lerde Yeni Gün, daha sonra Mustafa Kemal’in istemine uyularak Cumhuriyet adını taşıyarak onun ilke ve devrimlerinin yolundaki gazeteye altı gün içinde üç kez zincirleme bombalı saldırıda bulundu. Bunun birincisi 5 Mayıs Cuma akşamı Şişli’deki merkez binaya atıldı. Teknik arıza nedeniyle patlayamadı. İkincisi 10 Mayıs Çarşamba akşamı. Bu da yetmedi, üçüncüsü 11 Mayıs Perşembe, ikindi vakti polislerin gözleri önünde ‘‘Allahu ekber’’ (ulu Tanrı) avazlarıyla fırlatıldı ve binada tahribat yaptı. ‘‘Tanrı uludur’’ haykırışıyla dindarlık taslayarak saldırıya kalkışan zavallıların tam da camide ibadet etme saatinde ‘‘İslam iyi ahlaktır’’ diyen Resullullahı da bombaladıklarının acep farkındalar mı? Şu anda suçluluklarının yanında boyunlarında asılı büyük günahı da taşıyorlar. Aydınlanmanın ışıklarının yayıncısı Cumhuriyet, anlaşılan karanlık kafalıları çok rahatsız etmiş. Birtakım medyayı da olduğu gibi!.. Günlerdir hep birlikte gözlüyoruz, yüzlerce binlerce Atatürkçü Cumhuriyetçi günün erken saatlerinden gün batana kadar gazeteye koşup hatta önünde nöbete girerek, ‘‘Biz buradayız, ylmayacağız, aydınlanma yolunda yürüyüşü korkmadan sürdüreceğiz’’ diye Cumhuriyet ilkelerine bağlılıklarını sergiliyorlar. Tıpkı Sayın Cumhurbaşkanımız Sezer’in himayelerinde gerçekleştirilen ‘‘Doğumunun 125. Yılında M. K. Atatürk Uluslararası Sempozyumu’’nda dedikleri gibi ‘‘Atatürk, Türkiye ve Türk ulusu için hiç sönmeyecek bir ışıktır’’ diyorlar, onun sözcüsü sayılan Cumhuriyet gazetesine sahip çıkıyorlar. Tüm bunlar yaşanırken, 16 Mayıs 2006 gün ortası haberlerini öğrenmek için TV’yi açtım. CNN, Sayın Başbakan’ın grup toplantısındaki konuşmasını veriyordu. O konuşurken, sürekli kadınlardan oluşan slogan korosunca ‘‘Türkiye seninle gurur duyuyor’’ sedaları aralıksız sürdürülüyordu. Devamla, ‘‘Beraber yürüdük biz bu yollarda’’ şarkısına geçildi. Koro talimliydi. Burada Başbakan söylemini kesti. Çok mutluydu, tebessümle ‘‘Bu bizim andımız’’ dedi, onları koltukladı. Tam bu anda kamera iki yüze yakın kadın topluluğunu görüntüye getirdi. Turuncu üstlüklerine sloganları yazılmış, başlarındaki türbanlarının üstü beyaz örtüyle kapatılmış üniformalı hatunların şefliğini çağdaş giyimli bir hanım yapıyordu. Baştan sona tiyatral bir gösteriydi. TBMM’nin çatısı altında anayasa, içtüzük, kurallar göz ardı edilmişti ve çağdaş Türkiye kanunları umurlarında bile değildi. Gidişatlarında gemi azıya almışlardı. Kanımca Cumhuriyet gazetesine yapılan bombalı saldırının özünde de bu vardı. Öte yandan bizler de Ada Dostları Derneği öncülüğünde Büyükşehir ve Adalar Belediyeleri, TYS, Darüşşafaka, kültürün ve aydınlanmanın peşindeydik. 1906 doğumlu, evrensel öykücümüz Sait Faik’i 4 etaplı anma çabaları içerisindeydik. Birincisi onun ölüm gününde (11 Mayıs 1954) CRR’de konser ve resim karikatür sergisiydi. Bu etkinliğe Atatürk Anadolu Lisesi, Bahçelievler Lisesi, Darüşşafaka, resimleri de sergide yer alan Kasımpaşa Çok Programlı Lisesi, Heybeliada H.R. Gürpınar Çok Programlı Lisesi ve Beyoğlu Zoğrafyan Rum Lisesi’nden yoğunca öğrenci katılarak yazarımız hakkında bilgilendirildiler. İşte tam bu coşkunun içindeyken Cumhuriyet’e atılan üçüncü bombanın şokunu yaşadık. Etkinlik dizisi 14 Mayıs Pazar günü Sait Faik’in sevgili adası Burgazada’da sürdürüldü. Sabah programa Su Sporları tesislerinde panelle başlandı. Öğleden sonra da yine onun en sevdiği yer olan Kalpazankaya Kır Gazinosu’nda kurumlaşmış olan anmanın 28’incisi yapıldı. Panelin en önemli yanı, akademisyenleri temsilen ilk Kültür Bakanımız Sayın Prof. Talat Sait Halman ile Van Cumhuriyet Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Yücel Aşkın’ın bu anmaya katılmasıydı. Sayın Yücel Aşkın’ın adı kaç kez geçtiyse bin kişiye yaklaşan izleyicilerin o kadar uzun süreli alkışları çok anlamlıydı. Bu alkışlar kendisine yapılanların yadsınmasıydı, hukukun üstünlüğünün umulmasıydı. Bu umudun geleceğe taşınma istemiydi. Şu anda haberlerden Danıştay İkinci Daire üyeleri toplantı halindeyken, 29 yaşındaki Av. Alparslan Arslan elinde silahla oturumu basarak ‘‘Ben Allah’ın askeriyim, türbanı yasaklayamazsınız’’ ifadeleriyle üyeleri kurşun yağmuruna tutmuş. Yaralanan beş üyeden Mustafa Yücel Özbilgin yaşamını yitirdi. Bu irticai eylem kesinlikle laik Cumhuriyetimizi hedefleyen ikinci bir ‘‘Kubilay olayı’’dır. Gelin dostlar! ‘‘Bir olalım. Diri olalım. İri olalım.’’ Çünkü, laik, demokratik Cumhuriyetimizi oyalanmadan koruma vakti gelmiştir, bunu yapmak zorundayız!.. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 20 Mayıs www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Katolik ve Doğu kiliselerinde 1 en yüksek ruha 2 ni unvana sahip olan din adamı. 3 2/ Tanrıtanımaz... 4 Kalınbağırsakta 5 ve karın boşluğunda duyulan 6 güçlü sancı. 3/ 7 Çarpışma, tokuş 8 ma... İskambilde koz. 4/ Bir mağa 9 zanın yalnız tek tür eşya 1 2 3 4 5 6 7 8 9 satılan bölümü. 5/ Muğ 1 A R I B U R N U la’nın Milas ilçesine bağ2 S U S A K A L A lı turistik bir belde... 3 T L T A N A Ş Özensiz, gelişigüzel ya4 E M U L E K K pılmış. 6/ Keman gibi E C E omuza dayanarak çalı 5 R A M P A E R İ N nan yaylı bir çalgı... Ka 6 İ N M E A L AMA N A yısı, elma, armut gibi 7 K meyvelerin kurutulmu 8 S İ N Ü Z İ T Z şu. 7/ İstek, eğilim, ar 9 Ç Ş A R A B İ zu... Sodyum elementinin simgesi. 8/ Önemli bir olayın anısı olarak yapılan taş sütun. 9/ Yokuş sözcüğünün karşıtı... Dipten dallanan bir süs bitkisi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Papaz, özellikle de Protestan papazı... Yapısına girdiği sözcüğe ‘‘iki, çift” anlamı katan yabancı önek. 2/ Verme, ödeme... İpotek. 3/ Anlamsız, saçma sapan söz. 4/ Bir yüzeyde renk dalgalanması sonucu görülen parlaklık. 5/ 106 taşla oynanan bir oyun... Saçı dökülmüş olan kimse. 8/ İtalya’nın en uzun ırmağı... İlkel bir silah... Gümüş. 7/ Yararlanılan uygun koşul... Tantal elementinin simgesi. 8/ Doğal ve tarihsel özelliklerinden dolayı koruma altına alınan alan... Uşak’ın bir ilçesi. 9/ Üzerine sarmısaklı yoğurt dökülerek yenilen bir hamur yemeği. CUMHURİYET 17 K