14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 MART 2006 SALI 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr AYŞEGÜL YÜKSEL SAHNEDEN YAZI ODASI SELİM İLERİ Ölümsüzlüğü ‘Godot’ ile yakaladı Samuel Beckett 1906’da doğdu, 1989’da öldü. Bu yıl tam yüz yaşında... Yazarlık yaşamı boyunca sürekli olarak insanın yeryüzündeki yerini ve işlevini sorguladı. Ve tıpkı Shakespeare gibi, Tanrı’nın kendi suretinde yarattığı insanın ‘ölümlü’ oluşunun saçmalığı karşısındaki düş kırıklığını dile getirdi. Shakespeare, dinsel dogmaların bir oranda çözülüp dağıldığı modernöncesi dönemin insanıydı. Hamlet, ölümün ötesinde ne olduğunu bilmediği için kendini öldürmeyi göze alamadığını, bu nedenle dünyanın kahrına katlandığını söylüyordu. Ölmeden önceki son sözleri ise, ölünce düşünemeyecek, dolayısıyla da konuşamayacak oluşunu dile getiriyordu. Modern çağın sözcülerinden Beckett ise iki dünya savaşını yaşamış biri olarak, pek çok çağdaşı gibi, kullarına çektirilen acılara seyirci kalmış bir Tanrı’nın varlığını reddetmişti. Ancak, Tanrı’nın reddedilişi ile birlikte yaşam da saçmalaşıyordu. ‘Ölüm’ neydi, din kitaplarının söylediği gibi ‘sonsuz yaşama geçiş’ değilse? Yanıt yoktu. Bu nedenle Beckett, karakterlerini hiç öldürmedi; karakterlerin bedenleri çürüdüyse de bilinçleri yaşayıp gitti. Ölümünden kısa bir süre önce, kaldığı yaşlılar evinde görüştüğü bir gazeteci, Beckett’in yanından ayrılırken ‘Yine görüşürüz’ demişti. Beckett’in yanıtı şöyleydi: ‘Bir daha görüşeceğimizi hiç sanmıyorum. Bir ‘son’ olmalı...’ Beckett, Tanrı karşısındaki tutumunu, onu ‘sahne adı’ Godot olan bir komedyene dönüştürerek gösterdi. Godot, çağrışım zenginliği sınırsız bir kişilik olarak belleklere yer etti. Beckett’e tiyatro dünyasına güçlü bir giriş yaptıran ‘‘Godot’yu Beklerken’’ 5 Ocak 1953’te Paris’teki Babylone tiyatrosunda sahnelendi. O gün bugündür, Godot da Hamlet kadar ünlüdür. ‘‘Godot’yu Beklerken’’ trajik ve komiktir. ‘Kurban’ konumundaki ‘kahraman’larının, yaşamı terk etmekle ölümle buluşmak arasındaki dar geçitte oyalanışını dile getiren acınası/gülünesi bir ‘gösteri’ niteliği taşır. Gösterinin başoyuncusu, günlerce, aylarca, yıllarca, yüzyıllarca beklenen, ama verdiği sözü tutmayarak, hiç gelmeyen Godot’dur. Godot’yu Beklerken’’in başkişileri her şeyden önce iki oyuncudur. Vladimir ve Estragon’un giysileri çaptan düşmüş iki müzikhol/varyete oyuncusunu ya da iki sirk soytarısını, dahası, ünlü Şarlo’yu çağrıştırır. Bu ‘ikili’ birbirlerine Didi ve Gogo diye seslenirler. (Yarattıkları sah Ankara... Ankara için yazdıklarımı okudum. 1984’te yazmışım, yirmi iki yıl önce. Sözünü açtığım yıllar ise, 1970’ler; otuz beş yıl öncesi. O zamanlar Ankara’ya o kadar sık gidip gelişlerimin sebebi, Bilgi Yayınevi’yle ilişkimdi. Kemal Tahir’in ısrarıyla Ahmet Tevfik Küflü, Pastırma Yazı adlı ikinci hikâye kitabımı yayımlamıştı. 1970’lerde her gidişimde Ankara’yı yakın tarihimizin keskin ışığıyla aydınlanmış görürdüm. Öyle görmek isterdim. Tren kente yaklaşırken coşku duyduğumu yazmışım. Tumturaklı bir tümceyle. Trenin kente yaklaşmasını, işin tuhafı, bugün de coşkuyla hatırlıyorum. Ankara’ya çoğu kez yataklıyla giderdim. Gündoğumunda, epey sarp bozkır görünümlerinden sonra, Ankara birden belirirdi. Yassıca iki yüksek tepenin ortasındaki kent, Millî Mücadele’yi dile getirmiş birçok eserden izlenimlerle karşıma çıkıyordu. Başta, Halide Edib imzalı Türk’ün Ateşle İmtihanı, Yakup Kadri’nin Atatürk monografisi ve Ankara romanı. Görmek istediğim Ankara biraz da bu eserlerdeki Ankara’ydı. Ama Tanpınar’ın Beş Şehir’de anlattığı Ankara hemen başka şeyler söylemeye koyulur: ‘‘Hakikatte şehir bir taraftan Millî Mücadele’deki sıkışık hayatına devam ediyor, bir taraftan da yeni baştan yapılıyordu. Her tarafta bir şantiye manzarası vardı.’’ Tanpınar, üslupsuzluktan yakınır. Yeni başkent, bütün dünya olmaya çalışmaktadır sanki: ‘‘Tek bir sokakta Riviera, İsviçre, İsveç, Baviera ve Abdülhamid devri İstanbul’u ev ve köşklerini görmek mümkündü.’’ Yalnız o kadar mı? Sefaret binaları da şaşırtıcıdır. Sovyet sefareti, 1920’lerin belki de en yenilikçi yapısıdır ve bir vapuru andırmaktadır. İran, ‘‘Sâsânî saraylarının hatıralarından bir şark üslubu aramıştır.’’ Tanpınar yeni ve sentezci bir üslup arayan Türk mimarisini de anıyor: Türk Ocağı binası, Etnografya Müzesi, Gazi Terbiye Enstitüsü... Bu yapıların Sirkeci’deki Yeni Postane’yle, Dördüncü Vakıf Hanı’yla akrabalığına değiniyor. Nahid Sırrı Örik’in Tersine Giden Yol romanı işte asıl bu Ankara’da geçer. Nahid Sırrı’nın acımasız diyebileceğimiz eleştirel bir yaklaşımı vardır. Yirmi iki yıl önce yazdığım yazıda, Yakup Kadri’nin ‘‘yoksul ve yorgun düşmüş halk tabloları’’ndan söz açmışım. Herhalde, Ankara’nın ünlü balo sahnesine gönderme... Gençliğimdeki başkent, benim için, Ankaralı edebiyatçılar dolayısıyla da büyüleyiciydi. Önemli yazarlarımız yaşıyordu Ankara’da. Bilgi Yayınevi’nin editörü Cevdet Kudret’ti. İlhan Berk Ankara’da oturuyordu. Nezihe Meriç’le Salim Şengil de. Ankara’ya gider gitmez aradığım kişilerdi Sevgi Soysal, Adalet Ağaoğlu, Füsun Akatlı ve Metin Altıok. Sevgi Soysal’la geçen zamanı Kar Yağıyor Hayatıma’da anlattım. Sonraki bazı Ankara gezilerinde Figen ve Enis Batur’un evlerinde kalmıştım. Attilâ İlhan Bilgi Yayınevi’nin yeni editörüydü. İkide birde yolu kaybettiğim için, Enis gelip Bilgi Yayınevi’nden alırdı. Türk Dili dergisinde yazıyordum. Türk Dil Kurumu’nda Cahit Külebi’yi tanıdım ve çok sevdim. Ceyhun Atuf Kansu’nun alçakgönüllü portresini gözüm arar durur, o eski kurum günlerinden. Ali Püsküllüoğlu’yla mektuplaşıyorduk, dergideki yazılar dolayısıyla, Hasan Bülent Kahraman’la birlikte Nazlı Eray’a gidişlerimiz!.. Anılar arasında Bilge Karasu. Bu ayki Hayvan’a yazdığım Arkadaş Z. Özger. Bir akşam çayında Jale ve Salâh Birsel. Salâh Bey’e Mustafa Şerif Onaran’la birlikte gitmiştik. Hepsi güzel günlerdi. Tılsımları bozulmadı. Öneriler: Oyun / Nathalie. (Dört dörtlük bir çalışma. Tilbe Saran’la Zuhal Olcay’ın soluk soluğa bırakan oyunculuklarına bütün kır çiçekleri!) Samuel Beckett’e tiyatro dünyasına güçlü bir giriş yaptıran ‘‘Godot’yu Beklerken’’ 5 Ocak 1953’te Paris’teki Babylone tiyatrosunda sahnelendi. O gün bugündür, Godot da Hamlet kadar ünlüdür. İtam rlandalı Yazar Samuel Beckett 1906’da doğdu, 1989’da öldü. 2006’da 100 yaşında. Bir başka deyişle, 2006 Beckett yılı. Büyük yazar, insanı ‘ölümlü’ olarak yaratan Tanrı’yla, onu ‘Godot’ya dönüştürerek hesaplaşmıştı. Godot, Beckett’i ‘ölümsüz’leştirdi. ne tiplerinin adları belki de?) Tıpkı Şarlo gibi, oyun boyunca bizlere ‘insanoğlu’nun acınası/gülünç konumunu sergileyen ‘numara’lar sunarlar... Godot’nun kimlikleri Didi ve Gogo ıssız bir yolun kıyısında bir ağacın altında her akşam güneş batmadan buluşurlar. Çünkü Godot adlı biriyle randevuları vardır. Kimdir Godot? Oyundan anlaşıldığına göre, onları içinde bulundukları maddi ve manevi çöküntüden kurtaracak güçlü biri... Oyun boyunca iki kez yinelenen ve sayılamayacak kadar çok kez yinelendiği anlaşılan bu buluşmalarda Godot’nun gelmesi hem istenir, hem de ondan korkulur. Gizemli bir kişidir Godot. Hem ilişki kurulması gerekli, hem de çekinilecek biri... Belki Didi ile Gogo’ya yardım elini uzatacak zengin ve başarılı bir işadamı, belki adı sahne ismine benzediğine göre bu iki yıllanmış varyete oyuncusuna daha iyi iş olanakları sağlayabilecek ünlü ‘yıldız’lardan... Belki ünlü bir politikacı, belki bir mafya babası ya da tarikat lideri, belki de İngilizce adının çağrıştırdığı gibi, Tanrı’nın ta kendisi... Ancak, hangisi olursa olsun, güvenilmez biri. Söz veren, ama sözünü tutmayan... Godot’nun sözünü tutmayışı, randevuya bir türlü gelmeyişi, onun ‘bilinmezliği’ni ve insanlarda uyandırdığı korkuyla karışık ‘umudu’ ayakta tutar. Didi ve Gogo, Godot’yu beklemeyi bir yaşam biçimine dönüştürmüşlerdir. Tıpkı, durmadan piyango bileti alan umutseverler, beyaz atlı prensi bekleyerek yaşlanan romantik kadınlar, kendilerini kurtaracak ilacın er ya da geç bulunacağına inanan umarsız hastalar, savaş koşullarında yitirdiği oğlunu beklemekten yıllar geçmiş olsa bile bıkıp usanmayan an ne, altıncı kız çocuktan sonra bile bir erkek çocuğa sahip olma beklentisini sürdüren baba gibi, Didi ve Gogo da ‘uzatmalı’ bir umudun peşindedir. Godot’yu beklemek yaşamın amacı olup çıkmıştır. Zamanın göreceliği Nedir yaşamın amacı? Beckett’e göre ölmek için doğarız. ‘‘Godot’yu Beklerken’’in DidiGogo dışındaki kahramanları olan PozzoLucky ikilisinden Pozzo’nun dediği gibi ‘‘...bir gün doğduk, bir gün öleceğiz, aynı gün, aynı an... Bir ayağı mezarda dünyaya getirdiler bizi, güneş bir an parıldar, sonra yine gecedir.” Beckett’in yaşama süresi olarak belirlediği kısacık an, Godot’yu ‘bekleyen’ Didi ve Gogo bağlamında sonsuz bir sürece dönüştürülmüştür. Oyunda yansıyan ‘sonsuz zaman’ olgusu ‘bekleme’ olgusuyla ilintili dir. ‘Bekleyiş’, zamanı alabildiğine uzatır, bitmez tükenmez kılar. Bu nedenle, oyunu belki de en iyi anlayanlar ABD’deki St. Quentin Hapishanesi’nin mahkumları olmuştur. Godot, kimi için tahliye, kimi için idam günü, kimi içinse ziyaretçi anlamını taşıyordu belki de... Ama oyunu izleyen mahkumları daha çok, oyundaki bekleme olgusu, zamanın geçmeyişi, yaşam kavgasının dışına düşmüş kişiler için bir günün ötekinden farksız oluşu, bu tür kişilerin, önlerinde uzanan bomboş zamanı doldurmak için oynadıkları ‘oyun’lar ilgilendirmiş. Sonuç olarak da ‘‘Bu oyun bizim yaşamımızı anlatıyor’’ demişler. Beckett, kendi suretinde yarattığı insanları ‘ölümlü’ kılan ve onların başlarına gelenleri duyarsızca izleyen Tanrı’dan öcünü Godot’yu yaratarak almış. Godot, Beckett’i ‘ölümsüz’ kılmış. 2006’da tam yüz yaşında Beckett. ‘Yüz’lü yaşları hep kutlanacak... ENDER GÜZEY’İN ‘ATEŞTEN DOĞAN’ TASARILARI DÜNYA KADINLAR GÜNÜ Tarih : 8 Mart 2006 Çarşamba Saat: 10:30 13:30 Sunuş: Av. Aydeniz Alisbah Tuskan İstanbul Barosu Kadın Hakları Kom. Başkanı Açış Konuşması: Nazan Moroğlu İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Başkanı Müzik Dinletisi: Erol Uras Tenor ‘Doğadan alıyorum yaşama dönüştürüyorum’ Kültür Servisi Çalışmalarını Bod yok olmuş doğanın arkeolojisi; ben onu rum’da sürdüren ressam ve heykeltıraş En doğadan alıyorum, özünün altını çizerek der Güzey, ‘Ateşten Doğan’ adını verdi yeni bir yaşama dönüştürüyorum’’ diyor ği özel tasarısına başladı. Sanatçı, 100 öz Ender Güzey ve ekliyor: ‘‘Tasarı Bodgün ahşap heykelden oluşacak tasarısını rum’da doğdu, tersanelerden topladığım bir yılda tamamlaağaçlarla; bu yüzyacak. Tasarının taden Bodrum’da da nıtımı için çalışmasergilensin istiyonın bitiminde yayımrum’’. Bu tür çalışlanacak kitabı ise, maların özellikle sanatçının tasarının kış ve ilkbahar ayilk aşamasından belarında yapılmari işbirliği yaptığı sından yana olduDağhan Özil hazırlığunu da belirten yor. sanatçı, bir kentin Bu özel tasarı çertümüyle turizme çevesinde, Güzey, odaklanmasını ana gereç olarak yanlış bir tutum seçtiği ahşabı yakaolarak yorumlurak özgün oluşumlar yor. elde edecek. Bu aşaFarklı cins ağaçmayla birlikte altın larla çalışan sanatve gümüş varak kulçı, ağacı yakarak lanarak, aynı zamanbiçimlendiriyor. da oksidasyonun etOluşan doku aynı kisinden de yararlazamanda yapıta narak heykelleri taboyasını da verimamlayacak. yor. RessamheyYapıtlar, bir yıllık keltıraş Ender Güyapılış süreci içinzey, Bodrum’daki de, belirli aralıklarsanatsal çalışma‘Ateşten Doğan’ adını taşıyan bu özel tasarı, la tanıtılacak; bir yılarını bu tasarıyla sanatçının ahşap gereçten üreteceği 100 özgün lın sonunda da Galeri Artist’te ve çeşitli heykelden oluşacak. Çalışma sonuçlandığında sınırlamıyor, yenilerini de Bodgalerilerde sergile bir de kitap basılacak. rum’da gerçekleşnecek. Yapıtların tirmek istiyor. Bunlar arasında evrenin 4 tüm tanıtımını ve sunumunu üstlenen Galeri Artist’ten Dağhan Özil’le birlikte ana öğesinden esinlenen ve sonunda bir başlattıkları tasarıyı ve bu çerçevedeki ça gösteri ve yerleştirme çalışmasıyla bütünlışmalarını Güzey, ‘‘Bir tür arkeolojik lenen ve 1996 yılında Münich Kültür Dabuluntu’’ olarak niteliyor. Yakma yönte iresi’nin sporsorluğuyla ilk kez gerçekmiyle yeni bir biçim alan ağaç, varakla leşme olanağı bulan ‘Magna Mater’ birlikte nesneye dönüşüyor. ‘‘Yanmış, tasarısı da yer alıyor. BUGÜN ? ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ’nde 20.00’de İDOB’den ‘Dört Bale’. (0 212 251 56 00) ? CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU’nda 20.00’de İstanbul Oda Orkestrası konseri. Şef:Hakan Şensoy. (0 212 232 98 30) ? BABYLON’da 21.30’da İlkay Akkaya konseri. (0 212 292 73 68) İSTANBUL BAROSU “Mahmut Esat Bozkurt” Hukuk Ödülü Danıştay Başkanı Sayın Ender Çetinkaya’ya Baro Başkanı Av. Kazım Kolcuoğlu tarafından verilecektir. PANEL Kadının Statüsü ve Devlet Politikası Yöneten: Av. Muazzez Yılmaz İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Konuşmacılar: Önay Alpago Kadından Sorumlu eski Devlet Bakanı Hasan Gemici Kadından Sorumlu eski Devlet Bakanı Düzenleyen: İKKB etkinlikleri çerçevesinde İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu Yer: The Marmara Oteli TAKSİM CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle