12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 MART 2006 PERŞEMBE OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Anayasayı bir kez delmişler! Şimdi bir daha delecekler!.. ‘‘Anayasayı bir kez delsek kime ne zararı var’’ gibi bir şeyler söylememiş miydi Turgut Özal? Tayyip Erdoğan nasıl milletvekili oldu? Çoğunuz unuttunuz belki! 2002 genel seçiminde aday bile değildi. Aradan üç yıl geçti, şimdi o aday bile olamayan kişi, TC Başbakanı... Necmettin Erbakan için de anayasayı delsek mi? Bunca yaşlanmış bir kişiyi hapse sokmak yakışır mı? Yakışmaz... Ama önce devlete borcunu ödemesin mi? Üst üste kurup başkanlığını yaptığı bir sürü şeriatçı partiyle Cumhuriyet tarihinde yer almış bir politikacı. Ama milyarlardan sorumlu! Der ki ‘‘Yalnız ben değilim, başkaları da var, bu borcu birlikte ödeyelim...’’ ??? Meclis’te Anayasa Komisyonu Üyesi bir AKP’li bakın ne demiş: ‘‘Şahıs için anayasa değişir mi deniyor. Bu Meclis ilk günlerinde Tayyip Erdoğan’ın Meclis’e girmesi için anayasa değişikliği yaptı. CHP de destek verdi. Bir tek kişi için anaya EVET / HAYIR OKTAY AKBAL sa değişikliği yapıldı! Bu günahsa, CHP de bu günahın içinde. Erdoğan için anayasa değiştiyse, Erbakan için de anayasa değiştirilebilir.’’ Anayasa Mahkemesi, Yüksek Seçim Kurulu önemli engeller koymuştu Tayyip Bey’in önüne... Ayrıca mahkemelerde de davaları vardı. Kısacası milletvekili seçilme olanağı, durumu, yasal hakkı da yoktu. Ama oldu! Milletvekili, sonra da başbakan!.. Son aylarda Tayyip Bey’i ille de başbakanlıktan indirmek amacıyla umutsuzca çırpınan CHP’nin, en başta da CHP lideri Baykal’ın işlediği bu tarihsel yanlışlık kolaylıkla bağışlanabilir mi? ??? Elbirliğiyle göz yumdular! Anayasayı Tayyip Bey için değiştirdiler. Şimdi de Erbakan için, bir daha değiştirmek istiyorlar!.. CHP yeniden yar Anayasayı Dele Dele! dım etsin, yaşlı günlerinde Erbakan evinde otursun, hesabını vermediği milyarlar da sorulmasın!.. Şaşkınlık değilse nedir CHP’nin yaptığı? Hem başbakanın bir an önce değişmesini iste, öte yandan bunu gerçekleştirmenin tek yolunun, solda sağlam bir birliğin oluşturulmasını önle! Bütün araştırmalardan CHP’nin ilk genel seçimde yüzde on barajını güçlükle aşacağı ortada iken... ??? ‘‘Bir kuşatma var’’ diyor Baykal. Günden güne sıkıştırıyor, Cumhuriyet atılımları ortadan kaldırılıyor! Bir şeriat kafası hızla tüm alanları ele geçiriyor! Bunu Baykal Bey de görüyor! Ama ne yapıyor? Bir öncülük, bir toparlayıcılık, şeriat devletini kurma heveslilerine karşı güçlü bir Cumhuriyet cephesi kurmaya çalışmak mı? Nerde! Bugünkü Baykalcı CHP yeni yenilgilere çağrı yapmaktadır. Tayyip Bey iktidarının daha yıllar yılı ülkenin başında kalmasını nasıl ilk başta ona elden gelen yardımı yapmışsa! bilerek bilmeyerek sağlamaktadır! PENCERE Hababam Sınıfı... Hürriyet gazetesinde başlığın üstünde bir duyuru: ‘‘Bu hafta Rıfat Ilgaz haftası!..’’ Gazete kaç günden beri ‘‘Hababam Sınıfı’’nı ve yazarını okurlarına sunuyor; demek ki aradan yarım yüzyıl geçmesine karşın Ilgaz’ın adı, ünü, değeri, çekimi sürüyor... ‘‘Hababam Sınıfı’’ 2006 Şubatı’nda beş yüz bin adet basılıp 23 bin noktada dağıtılmış, Hababam Sınıfı üzerine çekilmiş üç film Avrupa’da ‘‘Kurtlar Vadisi Irak’’tan sonra gişe başarısında ikinci geliyormuş... ‘‘Hababam Sınıfı’’ efsaneye dönüştü!.. ? Peki, bu ‘‘Hababam’’ ne biçim bir sınıf?.. 24 Mayıs 1965 günü bu köşede ‘‘Hepimizin Sınıfıdır O...’’ diye Hababam’ı anlatmaya çalışmışım, yazının kimi satırlarını aktarıyorum: ‘‘Anlatması pek kolay... Hepimizin sınıfıdır o... Öğretmeniyle ve öğrencisiyle... Kara tahtası, tebeşir kokusu, haytalarının gürültüsü, kâğıt hışırtısı, sıra gıcırtısı, yazılısı, sözlüsü, kopyası, karnesi, yoklaması ve bütünlemesiyle okul hayatının acı ve tatlı anıları... Türkiye’nin gerçeği içinde ortaöğretim hayatını mizah edebiyatında klasikleştiren bir eserdir ‘Hababam Sınıfı’.... Köy gerçeği, Anadolu gerçeği, İstanbul gerçeği diye yürüyor edebiyatımız, görülüyor ki bir de Hababam Sınıfı gerçeği var... Ve Türk toplum yaşamının çok önemli bir kesimidir o... Hababam Sınıfı herhangi bir okulun yatılı sınıfıdır... ........... Ve Hababam Sınıfı’nda hepimizin dirsek çürüttüğü sınıfların en sıcak, en tatlı havası dalgalanır, Rıfat Ilgaz’ın kadife gibi Türkçesiyle... Bu kadar bizim içimizden, bu kadar bizden kitap yazılmadı sanırım. Batı edebiyatı örneklerine dikkatle özenen kalemlerimiz çoktur; ama, Hababam Sınıfı’nın korkunç bir sadelik içinde bizim çizgilerimizi rahatça yakalaması hepimizi düşündürmelidir. Bazen kolay gibi görünen edebiyatın en zor olduğunu anlatmak için insanın çetin denemelerden geçmesi gerekiyor.’’ Hababam Sınıfı’nın kahramanları arasında adı konmamış bir insan sevgisinin yoğunluğu elle tutulur gibidir; öğretmenler Sıfırcı Hamdi başta olmak üzere öğrencilerini sevecenlikle kuşatırlar... ? Kaç günden beri gazetelerde bir ‘‘tefrika’’ gibi okuyoruz.. Ortaöğretim kesiminde bugün geçerli olan ne?.. Cinayet.. İşkence.. Öfke.. nefret.. saygısızlık, intikam.. vurkır.. şiddet.. Okul ilişkileri insanlık dışına düşmüş, düşmanlık duygularında bilenmiş.. ‘‘Hababam Sınıfı’’ artık toz oldu.. Yerinde yeller esiyor.. Geçmiş öğretim yaşamında en hayta, en ele avuca sığmaz sınıfın edebiyatı bugün hepimiz için klasikleşmiş özlemin değerli bir anısıdır... Ülkemiz nasıl bu hale düştü?.. Hepimiz biliyoruz.. Rıfat Ilgaz gibi bir şairyazara karşı hayatında düşmanlığı benimseyip Hababam Sınıfı öğretmenine yaşamında zulüm yapmayı marifet bilen bizler, şimdi okullarında şiddet üreten ve korkudan geçilmeyen bir topluma dönüştük... Hababam Sınıfı’na ilgimiz belki bu nedenle artıyor... ‘Vatandaşlık’ Olgusu Prof. Dr. Suna KİLİ Anayasanın 3. maddesi ‘‘Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir’’ diyor. Anayasanın 66. maddesinde ise ‘‘Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür’’ ibaresi yer alıyor. Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer 1 Ocak 2006 tarihli ‘‘Yeni Yıl’’ mesajında anayasamızda yer alan bu ilkeler ışığında şöyle diyorlar: ‘‘Kurucu öğe olarak, tek devlet, tek ülke ve tek ulus söz konusudur; bu öğelerden ve tek dil, tek bayrak ülküsünden vazgeçilemez’’. Sayın Sezer ayrıca Atatürk’ün ‘‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk ulusu denir’’ gerçeğini de hatırlatıyor. Son zamanlarda artış gösteren terörist olaylar nedeniyle ‘‘ulusal kimlik’’ ve ‘‘vatandaşlık’’ ile görüşlerin yeniden gündeme geldiğini görüyoruz. Aslında, özellikle son yıllarda bu görüşler hiçbir zaman gündemden düşmedi. Bu satırları yazma nedenim ‘‘vatandaşlık’’ farklı anlayışları içermektedir görüşünün öne sürülmesidir. Bazıları ‘‘Ben ulusal kimlik bilincini, Türk sayılma anlayışını yadsıyorum; ancak bu devlete vatandaşlık bağı ile bağlıyım’’; ya da ‘‘Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliktir’’ diyebiliyor. Bu anlayış, bilimsel ve tarihsel olarak eksik, yanlış ve tutarsızdır. Bu nedenle ‘‘vatandaşlık’’ olgusunu kısaca ve ana hatlarıyla açıklamaya çalışacağım: Vatandaşlık dediğimiz zaman öncelikle şöyle bir ‘‘sistemi’’ vurgulamış oluyoruz: Birbirleriyle, eşitlikçi bir anlayış içinde, etkileşim içinde olan eşit kişiler. Vatandaşlık kimliği, her şeyden önce ‘ait olma’ kimliğidir; yaşadığı topluma ait olma, onun bir parçası olma kimliğidir. Vatandaşlık anlayışının özünde ‘ulusal kimliği’ yadsıma ya da onunla karşı karşıya gelme yoktur. Kısacası, vatandaşlık olgusu ulusal kimlik anlayışının bir parçasıdır. Vatandaş olma olgusunu ‘‘Cumhuriyet’’ anlayışının ve Cumhuriyetçi değerlerin dışında tutamazsınız. Anımsayalım: ‘‘Vatandaş olma’’ anlayışı özellikle Fransız Devrimi ile ve bu devrimin ‘‘Cumhuriyetçi’’ değerlerin önünü açmasıyla gündeme gelmiştir. Fransız Devrimi’ne kadar ‘‘Sen kimsin’’ sorusunu ‘‘Ben Hıristiyanım’’ diye yanıtlayan Fransız, Devrimle ‘‘vatandaş’’ konumuna gelince ‘‘Sen kimsin’’ sorusuna yanıtı ‘‘Ben Fransızım’’a dönüşmüştür. Böylece, vatandaşlık anlayışı, ulusal kimlik bilinci ve ulusallıkla özdeşleşmiştir. Aynı durum, Atatürk Devrimi için de geçerlidir. Osmanlı döneminde ‘‘Sen kimsin’’ sorusuna ‘‘Ben Müslümanım’’ diye yanıt veren Türk, Cumhuriyetin kurulması ve onun getirdiği yasal düzenlemeler sonucu uyruk durumundan vatandaşlık konumuna gelerek ‘‘Sen kimsin’’ sorusuna ‘‘Ben Türküm’’ diye yanıt vermeye başlamıştır. Yukarda özetle sıraladığımız nedenlerden vatandaşlık olgusu ile Cumhuriyetçi anlayış, Cumhuriyetçi doktrin iç iç içedir. Bazı temel Cumhuriyetçi değerleri sıralayalım: siyasal otoritenin laik olma gereği, ülkenin ve ulusun bölünmez bütünlüğü, ulusal bir dilin kabulü, kamu yararına, sosyal adalete öncelik tanıma. Unutmayalım ki, Cumhuriyet kendini ‘bütüne’ adar. Bilimsel anlayış vatandaşlık olgusunun ‘‘Cumhuriyetçi’’ anlayış çerçevesi içinde değerlendirilmesini gerektirmektedir. Cumhuriyetçi anlayış, Cumhuriyetçi doktrin bölücü eğilimli vatandaşlık anlayışını yadsır. Böyle bir görüşü yasal olarak kabul etmez. Bu nedenle Cumhuriyetçi anlayış çerçevesinde ulusul kimlik bilincinin önceliği vatandaşlık kavramına anlam kazandırır. Vatandaşlık, ulusal kimlik bilincini bir kenara itmek, ulus anlayışını yadsımak, devletin tek bir resmi dili olur görüşünden uzaklaşmak anlamında kullanılamaz... Vatandaşlık olgusunu ve Cumhuriyetçi değerlerin birlikteliğini görmeyerek, görmek istemeyerek bilimsel olarak bir yere varamazsınız. Vatandaşlık olgusunu Cumhuriyetçi ilkeler çerçevesinde değerlendirirseniz bu olgunun ulusal kimlik bilinci ile çelişkide olamayacağı açıkça ortadadır. Biz Cumhuriyetle birlikte bir ulus olarak yaşamaya başladık. Osmanlı’nın yaptığı gibi kimliğimizi dinle, İslamiyetle sınırlamadık: Kültür alanındaki devrimlerle, özellikle İslamiyet öncesi Türk tarih araştırmaları ve Dil Devrim’yle ‘‘Biz kimiz onu öğrendik’’. Türkiye bir ulusdevlettir. Türkiye bir Cumhuriyettir. Cumhuriyet kendini ‘‘bütüne’’ bağlar, kamu yararına adar. Bu ‘‘bütünlüğe adanmışlık’’ içinde, ulusal birliği sağlamada çok önemli bir işlevi olan ‘‘dil’’ konusu da vardır. Yerel dillerde eğitim ayrılıkçığı güçlendirir. Oysa Cumhuriyet olgusunun mantığı ve özü ‘birleştirici’ olmaktır; toplumun farklı öğelerini birleştirmeyi öngörmektedir. Batı’da güdülen ekonomi politikasının ve AB’nin güttüğü siyasaların vatandaşlık olgusunu ve kamu yararını göz ardı ettiğini Fransa’nın ünlü düşünürü Regis Debray şu sözlerle değerlendiriyor: ‘‘Sokaklarda gittikçe daha az yurttaş, buna karşılık evlerde gitgide daha fazla bireyler gerektiren liberal ülke modeli, bir ilkeler değil, açgözlüler topluluğunu hedeflemektedir... İyi Cumhuriyetçi olmamız ve ortağımız olan ülkelerden (AB ülkelerinden söz ediyor) iyi öğrenciler olan liberal demokrasinin alfabesini öğrenmek yerine onlara (laik ve demokratik) Cumhuriyetin ilk bilgilerini önerecek kadar aklı başında ve cesur olmamız gerekmektedir. Avrupa’nın bugün ihtiyacını duyduğu en önemli şey, bireylere ‘yurttaşlık’ onurunu tekrar vermektir. Eğer kamusal alan artık bunu onlara vermezse, onlar bunu başka yerde aramaya koyulacaklardır. Çünkü sembolik ‘referansları’ olmayan toplumsal bağ olmaz. Herkesin ortak devleti kendi referansını kaybetmeye doğru gider gitmez, kiliseler ve kabileler bu birleştirici işlevinde onun yerini alırlar: Boşluk doldurma meselesi’’ (*) Atatürk döneminde Türk toplumunun güçlü ‘‘referansları’’ vardı. Bu referanslar ulus oluşturulması doğrultusunda uygulanan devrimlerdi. Atatürk ülkeyi bu topraklar üzerinde yaşanmış olan ve yaşanan ‘‘ortak tarih’’, ‘‘ortak kültür’’ paydasında birleştirdi. ‘‘Ulusal kimlik’’ bilincini ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını birleştirici bir öğe olarak benimsedi ve benimsetti. Ve başardı. Atatürk döneminde ulusal kimlik bilinci ve vatandaşlık anlayışı bir bütünlük içinde yorumlanmış, uygulanmış ve devrim atılımlarına ivme kazandırmıştır. Unutmayalım ki, Cumhuriyetçi anlayışı yadsıyan ya da Cumhuriyetçi değerlere dayanmayan vatandaşlık anlayışı bilimsel ve tarihsel gerçeklerden uzaktır. (*) Regis Debray, ‘‘Etesvous democrate ou republicain’’ (‘‘Cumhuriyetçi misiniz, ya da demokrat mı?’’, Le Nouvel Observateur, 30 Kasım 6 Aralık 1989. N O V I TA S Tu r i z m : : : : : : : : : : 0809 Nisan 1416 Nisan 1516 Nisan 1516 Nisan 2830 Nisan 2930 Nisan 0106 Mayıs 1214 Mayıs 1320 Mayıs 2427 Mayıs Edirne KastamonuSafranboluAmasra MudurnuGöynükBeypazarı BoluAbantYedigöller Frig Dünyası (Kütahya, Afyon, Frig Vadisi) BursaMudanyaCumalıkızık Orta Anadolu’da İslam Sanatı (KayseriDivriğiElazığMalatya) Hitit Dünyası EndülüsMadridToledo Prag İstanbul günübirlik ve diğer turlarımızı acentemizden sorunuz. Tel: 0212 251 28 08 (pbx) novitas?novitas.com.tr www.novitas.com.tr Yüce ve Cüce Dostluklar... H. Basri AKGİRAY E.C. Savcısı Eski Milletvekili Dost sözcüğü sözlüklerde, ‘‘birini içten sevme, onun iyiliğini isteme’’ olarak tanımlanıyor. Bu tanıma göre, dostluğun, her türlü çıkar ilişkisinden soyutlanmış, salt sevgiye dayanan bir duygu olması gerekir. Ben bu yazıda, iki büyük insan, iki büyük kahraman arasında oluşmuş böyle bir dostluktan söz edeceğim. Değerli yazar Sayın Mete Akyol, Türk Parlementerler Birliği İstanbul Şubesi’nde yaptığı söyleşide, Atatürk ile İsmet İnönü arasında karşılıklı gönderilen (teati edilen) iki mektup örneğini de dinleyicilere sunmuş. Sevgili dostum Doğan Öztunç’un bana ilettiği bu mektuplardan biri Atatürk’ün İsmet İnönü’ye yazdığı, dostluk duygularıyla dolu 6.8.193? tarihli (yılı gösteren son rakam okunamadı) olanı şöyle: ‘‘İsmet! Büyük adamsın, hassas olduğun kadar his veren adamsın. Sen, benim sözlerimi okurken gözlerin yaşarmış, ya ben seni okurken hıçkırıklıklarla ağladığımı söylersem inanır mısın? Bu duygularımı sofrada değil, kimsenin yanında değil, yatak odama çekildikten sonra, mahremimle yazıyorum. Sen beni muhakkak çok seviyorsun, ya ben seni! Buna cevap istemem, gözlerinden öperim.’’ Gazi. M. Düşünebiliyor musunuz Derne’de, Çanakkale’de, bağımsızlık savaşında binlerce şehidin acısıyla dağlanmış bir yüreğin dostluk uğruna, hıçkırarak gözyaşı dökmesinin nasıl bir anlam taşıdığını? Tanrı aşkına söyler misiniz, utkularıyla, devrimleriyle dünyanın saygınlığını kazanmış bir büyük asker, devlet kurmuş bir kahramanın yatak odasında, yürek ağrısıyla kıvranmasının ne demek olduğunu? Adına gözyaşı dökülen öteki adam da sevgi doludur, içten bağlıdır, saygılıdır büyük dostuna. Ölümünden bir süre önce, 5/10/1938 günlü mektubunda şöyle seslenir sevgili arkadaşına: ‘‘Sevgili Atatürk, sevgili velinimetim. Muhterem Celal Bayar bana sizin selamınızı getirdi. Çok sevindim. Bir soğukalgınlığından yatakta ıstırap çekerken sizden lütufkâr ve şefkatli bir haber bana, ihya edici bir ilaç gibi geldi. Yüreğimin ta içinden bütün muhabbet hislerim sızladı. Bütün en aziz hatıraları teşkil eden hadiseler hafızamda canlandı. Aziz varlığınız düşüncelerimin alicenap timsalidir. Sizin bir an evvel afiyet bulmanız yegâne ve en samimi dileğimdir. Sizi, kudret ve sıhhat şan eşrefle aramızda ve başımızda görmek ümidim her zaman sağlamdır. Ve can verir yüzünüzden, doymadan binlerce öperim. Sevgili Atatürk, büyük Atatürk, velinimetim Atatürk. Tazimle: İsmet İnönü.’’ İşte iki kahraman devlet adamının karşılıklı dostluk duyguları, işte dostluğun yüceliği... Sevgi dolu iki yürek ve en küçük bir çıkar ilişkisi bulunmayan sımsıkı bir bağlılık... Son yıllarda ülkemizde, özellikle önemli kişiler arasında, yeni dostluklar kurulduğuna, dost korumacılığının gözde olduğuna sıkça tanık olmaktayız. Ne var ki, tanık olduğumuz bu dostlukların, tarikat bağlantıları, şirket ilişkileri, taşınmaz ortaklığı gibi, dinsel duygulara ve çıkar sağlama amacına yönelik olması üzüntü yaratmaktadır. Cüce dostluklardır bunlar, dostluk duyguları yüreklerde değil cüzdanlardadır. Böyle dostluklar uğruna gözyaşı dökülmez, ancak çıkar paylaşımı için el sıkılır. Yürek bağı ile değil, mide bağı ile oluşmuşlardır çünkü onlar... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle