Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA HABERLER Günlük 1.7 trilyon dolara ulaşan finansal hareketlilik, üretimden kopuk bir sömürü sisteminin manevra alanı 7 DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT Sıcak para savaşları P ara tacirleri, tıpkı bir başkasına bağlı olmayan Samurai’lerin daha büyük servet edinme hırsıyla durmadan savaştıkları gibi zayıf ve yaralanması kolay hükümetlere karşı durmadan savaşıyorlar. Savaş alanı uluslararası sermaye piyasasıdır. Silahları paradır, savaş biçimleri de Asyalıların savaş sanatları kadar çeşitlidir. ‘‘Geçen son yirmi yılda akçalı (finansal) dünyada, fizikteki nükleer gücün keşfiyle eşdeğerde sayılabilecek ölçüde bir ihtilal oldu. Yakın yıllara kadar gizli kalmış finans endüstrisinde pek az işaret edilmiş bir ihtilal... Her gün para tacirleri bir trilyon doları dünyanın dört yanında ışık hızıyla dolaştırıyorlar. Suudi petrollerinin, Japon arabalarının, Amerikan buğdayının, Avrupa uçaklarının satım ve alımlarını alt alta yazıp toplayın, bunlara akla gelen ve dünyada alınıp satılan her şeyin bedellerini ekleyin yine de bu 1 trilyon doların küçük bir kısmını karşılayan bir sayıya ulaşırsınız. Dolaştırılan paranın geri kalan büyük kısmı, on dakikanın bile ‘uzun vade’ sayılacağı zaman parçaları içinde, milyonlarca doları bazılarına kazandırıp kaybettirip dolaşmaktadır. Tıpkı bir başkasına bağlı olmayan Samurai’lerin daha büyük servet edinme hırsıyla durmadan savaştıkları gibi aralarında ve zayıf (yaralanması kolay) hükümetlere karşı para tacirleri durmadan savaşıyorlar. Savaş alanı uluslararası sermaye piyasasıdır (*). Silahları paradır, savaş biçimleri de Asyalıların savaş sanatları kadar çeşitlidir. ‘Büyük Tacirler’ arzı, talebi, fiyatları hesaplayabilmek için belli başlı ekonomik verileri çözümlerler. ‘Teknisyen Tacirler’ grafiklerin geçmişteki trendlerine bakıp geleceği tahmin ederler. ‘Quants’ denilen kesim piyasalar arası küçük hareketlerin olası sonuçlarını bulmak için bilgisayarlarının başındadır. ‘Strateji Tacirleri’ ise hasımlarının nasıl hareket edeceklerini düşünüp ona göre hareket planlarını hazırlar. Beğenilsin beğenilmesin, Bretton Woods anlaşması uluslararası para düzeni çöktüğünden bu yana para tüccarları belirliyor piyasaların işleyişini. Hükümetler bu piyasa için bir hukuk ve bir düzen sağlayamadıklarından para tacirleri hukuku ellerine almışlardır. Bunu bir fiyat karşılığı satarlar. Hem de ne fiyata? George Soros 1992 yılında İngiltere’nin Avrupa para sisteminden çıkmasına yardım karşılığı birkaç günde 1 milyar dolar dolayında kazanç elde etti. Büyük tacirler hangi elverişli koşulların kendilerini ne büyük ölçüde zenginleştireceğinin elbette farkındadırlar. Ama hepsi Soros gibi şöhret delisi değildir, gölgede çalışmayı yeğlerler. Yine de bu işe merak saranlar bunları bilir. (CRT; Nations Bank, Bankers Trust, Solomon Brothers)’’ Bu satırlar Amerikalı yazar Gregory J. Millman adlı yazarın ‘‘Vandal’s CrownVandal Saltanatı’’ (**) adlı kitabının önsözünden alınmıştır. Eşitsizliklerin arttığı bir dünyaya doğru... Sağımız Solumuz Dubai mi Oluyor? İktidarın başı, giderek kendisinden başka bir güç tanımama doğrultusunda geniş adımlar atıyor. Dünkü yazımda sözünü ettiğim yabancı hekimlere Türkiye’de çalışma izni vermeyi öngören yasa taslağının, öncelikle Dubai Şeyhi El Maktum’un İstanbul’da bir sağlık kompleksi kurma hazırlığından esinlendiğini aynı günkü Hürriyet’in birinci sayfasını kaplayan manşet haberinde okumuş olmalısınız. Erdoğan’ın Dubai humması, sadece ithal hekim konusuyla bağlantılı değil. Bir başka gazetemiz, Tercüman’da da elbette yine Dubai Şeyhi’nin isteğine uygun olarak Boğaziçi’ndeki Galatasaray adacığına bir otel yapmak için düğmeye basıldığı duyuruluyordu. eorge Soros, 1992 yılında İngiltere’nin Avrupa para sisteminden çıkmasına yardım karşılığı birkaç günde 1 milyar dolar dolayında kazanç elde etti. Büyük tacirler hangi elverişli koşulların kendilerini ne büyük ölçüde zenginleştireceğinin elbette farkındadırlar. Ama hepsi Soros gibi şöhret delisi değildir, gölgede çalışmayı yeğlerler. G bu kalıbın çok dışına çıkarak, basit bir kuramsal model ile kurgulanamayacak düzeyde karmaşık bir yapıya büründüğü görülmektedir. İlginçtir ki günümüzde 15 trilyon Amerikan dolarına ulaşan ticaret hacminin yaklaşık üçte ikisi benzer faktör donanımlarına sahip gelişmiş ülkeler arasında yapılmaktadır. Nitekim mal bazında incelendiğinde, dünya mal ticaretinin yaklaşık dörtte üçünün imalat sanayii bazında karşılıklı ticaretten oluştuğu nin altın veya benzeri bir reel hiçbir mal tarafından desteklenmediği, nominal birer büyüklükten ibaret olduğu bir dönemi sergilemesidir. Ulusal paraların değişim hadlerindeki bu belirsizlik, finansal sistemin işleyişi açısından bir yandan büyük riskler taşırken, bir yandan da spekülatif nitelikli kazançları özendirmekte ve finansal sermayenin akışkanlığını reel üretim dünyasından kopartarak uyarmaktadır.’’ tirdiği ülkeden takas anlaşmalarıyla alışveriş yapar hale geldi. Birçok ülke de bir ülkeden alıp oraya satacağı mallarla ilgili toplu satış anlaşmaları yapıyordu (Kliring Anlaşmaları). Bu anlaşmalarda iki ülkenin paralarının karşılıklı değerleri de saptanıyordu. Bu değer her Kliring anlaşmasında başka olabilirdi. Ortaya çıkan bu belirsizlik ortamından en çok yararlanan, usta iktisatçı Dr. Schacht’ın yönettiği Nazi Almanyası ruyacak önlemlere önem vermişlerdi. (Türkiye’de de 1567 sayılı Türk Parasını Koruma Kanunu çıkarılmıştı.) 1929 bunalımından sonra ülkeler, ulusal pazarlarına yabancı mal girişlerine karşı korunmak için gümrük ve kambiyo alanlarında korunmacı önlemlere yönelince bundan sanayii güçlü kapitalist ülkeler hoşnut olmadılar. Özellikle İngiltere ve Fransa Milletler Cemiyeti’nde (Bugünkü Birleşmiş Milletler Örgütü’ne benzer kuruluş) bu gidişi önlemek için girişimlerde bulundular ama sonuç alamadılar. Ancak dış ilişkilerde milliyetçi korumanın yanında ve karşısındaki savlar dünya kamuoyunda enine boyuna tartışılmış oldu. Bretton Woods Anlaşması İnanılır gibi değil ama... Dört parselden oluşan adanın bir numaralı parselinin sahibi Galatasaray Kulübü. Kulüp, öteki üç parselden ikisini irtifak hakkına dayanarak Milli Emlak Müdürlüğü’ne kira ödemek yolu ile kullanıyor. Sonuncu parselden adacığın iskelesi olarak yararlanılıyor. Galatasaray Kulüp Şehir Plancıla rı Odası Şube Başkanı Ahmet Turgut’un da belirtti ği gibi, kamuya açık olarak sadece su sporları yapılabilecek olan bu yapay adacığı, bir işadamına 10 yıllığına kiralamış. İşadamı da kiraladığı taşınmazın üstüne 5 bin metrekare kapalı alan ve 9.5 metrekare yüksekliği olan bir yapı inşa etmek için gerekli projeyi hazırlamış. Daha önce İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’ne gelen söz konusu proje, mecliste çoğunluk kanadını oluşturan AKP’lilerle muhalefetteki CHP’li üyelerin oybirliğiyle geri çevrilmiş. Sanırım, son günlerde para açısından darboğazda olan SarıKırmızılı kulübün yönetimi, bu kez Bayındırlık Bakanlığı’nın kapısını çalarak minik taşınmazının üstüne o binanın yapılması için yardım istemiş. Sonunda, Başbakan’ın devreye girdiği ve SİT alanı da olan bu yapay adacıkta istenilen tesisin yapılmasına, ayrıca üstüne de 9.5 metre uzunluğunda bir çelik direk dikilmesine onay verildiği söyleniyor. Yapay adacık yeni biçimiyle Kuruçeşme’de yapımı süren beş yıldızlı otelle de bağlantılı olacakmış. Bretton Woods Amerika Birleşik Devletleri’nde bir küçük ve şirin şehir. Bu kentte 1944’te daha savaş tamamen sona ermeden insanlığın gelecekteki yaşamını bir süre etkileyecek sonuçlara varılan bir önemli uluslararası toplantı yapıldı. Bu toplantılardan sonra varılan antlaşmalarla Bretton Woods sistemi denen bir mali sistem doğdu. Aslında nedense Türkiye’de bu konferans tartışmaları dikkatle incelenmiş değildir. Ben de burada konumuzla ilgisi derecesinde ele alacağım... Aslında bugün Birleşmiş Milletler Örgütü’ne 200’ü aşkın ulusun üye olduğu düşünülürse katılan devlet sayısı da oldukça az idi. Konferansa 46 katılım vardı. Yakında bitecek savaşın zaferle bitişinde büyük rolü paylaşan Rusya (o zamanki adıyla Sovyetler Birliği) ile savaşın yenikleri ama ilerde dünya ekonomisindeki rolleri önemli olacak Almanya ve Japonya da yoktu. Konferansta en büyük rolü, İngiliz delegasyonuna başkanlık edecek ünlü İktisatçı Keynes’in oynayacağı düşünülüyordu... Ama konferansa büyük ölçüde Amerika’yı temsil eden White egemen oldu. Çünkü dünyayı yeniden düzene sokacak güç olarak ABD’den başka bir güç yoktu. Parada istikrar arayışı Telaşa kapılmadan... Ankara, yani merkezi yönetim; bir yandan yerel yönetimlere olabildiğine yetki tanınması masallarını anlatırken öte yandan o yönetimlerin kırmızı ışık yaktığı projeleri tanımak istemeyen bir tepeden bakış politikası izliyor. Hele işin ucunda, kapalı kapılar arkasında söz verilmiş yabancı yatırımcıların da parmak izleri olunca, işler bu yönde daha da hızlandırılarak bir tür emri vakiler, oldubittilerle sonuç alınmak isteniyor... Bu amaçla yöredeki planın değişimi gerçekleştiriliyor. Değişim, Başbakan’ın imzasını taşıyor. Ancak, AKP’nin parlamento çoğunluğu, devletin yerleşmiş kurallarını tam anlamıyla değiştiremediği için mesela o plan değişikliği için İstanbul Mimarlar Odası, idare mahkemesine iptal isteğiyle dava açabiliyor. Oda Başkanı Eyüp Muhçu, tasarlanan yapının Boğaziçi’nin görünümünü tamamen etkileyeceğini söylüyor ve Kıyıları Koruma Kanunu, İmar Yasası gibi birçok yasaya aykırılıktan söz ediyor. Kararı elbette bağımsız yargı verecek. Bu nedenle o kararı soğukkanlılıkla beklemek zorunda herkes. Ancak o bekleyiş süresinde İstanbul’un Dersaadetleşmesini şiddetle arzu eden ve kendisini sanki padişah sayan zihniyete, ülkenin hukuka bağlı bir devlet olduğunu nasıl anlatacağız. Başbakanların da, tıpkı o yapay adacıkta mesela temizlik işlerini üstlenmiş bir sıradan yurttaş kadar, o hukuka bağlılık ilkesine uyması gerektiğini öğretmek için, acaba kaç özel seminer düzenlemek gerekiyor Sayın Erdoğan’a? Başbakan’ın özgeçmişinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı da bulunuyor. Hiç değilse o, eski kimliğinin hatırına, İstanbul’daki çirkin yapılanmayı katlayan adımlar atmamalı, şehircilik kurallarını çiğnemekten vazgeçmelidir. Kendisine yarınki (Perşembe günü), Mimar Sinan Üniversitesi’nde şehircilik alanındaki olumlu tutumu nedeniyle Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’e onursal doktor unvanı verileceğini duyurmak isterim. Keşke zahmet edip o töreni izleyebilse... Planlı şehircilik nasıl yapılırmış öğrenmesi için... Emperyalizm bitmedi, sömürü alanı genişledi Bugünlerde birçok iktisatçı ve yazar, emperyalist sömürü anlayışının artık terk edildiğini savunuyorlar. Bunlara bakılırsa emperyalist sömürü artık ekonomi yazınından çıkarılmalıdır. Çünkü Lenin’lerin, Rosa’ların, Hilferding’lerin anlattıkları klasik kalmamıştır. Oysa aslında hele 1990’dan sonra emperyalizm daha sertleşmiş ve sömürü alanını genişletmiştir. Eski emperyalist sömürüye en azından iki unsur daha katılmıştır. Birincisi daha önceleri, azgelişmiş ülkelere görülmektedir. Dolayısıyla dünya ticaretinin günümüzdeki biçimi azgelişmiş ülkelerin görece daha az söz sahibi olduğu ve gelişmiş ülkelerin de görece benzer malların karşılıklı ticaretini sürdürdüğü bir görünüm sunmaktadır. Finansal sermaye reel üretimden kopuyor Bu konuyu Türkiye’de ilk kez dile getiren, yazıya döken ve bu değişimin dünya ve Türkiye ekonomilerine yapacağı etkileri inceleyen Prof. Erinç Yeldan küreselleşmenin dünya ekonomi tarihinde iki kez hızlandığına işaretle, birincisinin 19. yüzyıl, ikincisinin ise 20. yüzyıl sonlarında görüldüğünü belirttikten sonra şöyle devam eder: ‘‘19. yüzyılın birinci küreselleşme dalgası, uluslararasında görece olarak eşit dağıtılmış bir dünya ekonomisinden hareket etmiş ve ortalama olarak geçimlik düzeyde sürdürülen iktisadi faaliyetleri hızla geliştirerek 20. yüzyıla gelir eşitsizliklerinin artmış olduğu bir dünyayı bırakmıştır. İkinci Küreselleşme dalgası ise bir anlamda, bu eşitsizlik üzerinde inşa edilmiş, kalkınma ve azgelişmişlik ideolojisinin bir uzantısını oluşturmuştur. Bu anlamda mal ticaretinin uluslararası piyasalarda evriminin birinci ve ikinci küreselleşme evrelerinde farklı yapılara dayandığı açıkça görülmektedir. Bir genelleme yapacak olursak, 19. yüzyıl mal ticaretinin günümüze oranla çok daha belirgin ve düzenli kalıplar içinde gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu dönem boyunca artan ‘Sanayileşme’ oranları ileri sanayi ülkelerini temel olarak imal edilmiş mallar üreten, bunun karşılığında da bugünkü anlamıyla azgelişmiş çevre ülkelerinden daha çok temel besin ürünleri, tropik hammaddeler ithal eden bir ticaret sistemini oluşturmuştu. Ancak bir karşılaştırma yapılacak olursa, 20. yüzyılın ticaret sisteminin bırakılan tarım üretimi gelişmiş endüstri ülkelerinin acımasız kontrolüne ve sömürü alanına girmiştir. (Bu konuda derlemiş olduğum şu kitaba bakınız: ‘‘Tarım, Bolluk İçinde Kıtlık, Kaynak Yayınları). İkinci olarak bu yazıda anlatacağımız, ‘‘Vandalların insafına bırakılan kısa vadeli para hareketleri’’... Böylece derinleşip genişleyen bugünkü emperyalizm yanında, Lenin ve arkadaşlarının anlattığı o dönemlerin emperyalizmi melek kalır. iktisadı oldu. Bu kurnaz iktisatçı her ülkeyle Alman parasının değerini Kliring anlaşmalarında farklı tutarak Alman dış ticaretini dahiyane yönetti. İktisat tarihini iyi bilenler ulusal sanayiin gümrüklerle korunmasının patentinin Bismark yönetimindeki Almanya’ya ait olduğunu bilirler. Amerikan göçmeni bir dâhi iktisatçı olan List’in telkinleriyle Şansölye Bismark, o zamanlar (1870 1900) çocukluk ve gençlik döneminde olan Alman sanayiinin gelişmiş İngiliz ve Hollanda sanayii karşısında ezilmesine akıllı bir gümrük ve dış ticaret politikasıyla mani olmuştu. Gümrük koruması altında Alman sanayii ezilmemiş, zamanla İngiltere sanayii ile arasındaki farkı kapamıştı. Bunun gibi milli sanayi ürünlerinin dışa satılmasında sonuç alıcı biçimde kambiyo kurları uygulaması da yine Almanya patentlidir. Almanya 1930’larda Alman Markı’nın dış değerini her ülke ve her duruma göre farklı değerleyip diğer ülkeleri Orta ve Doğu Avrupa’da geride bırakmıştır. İyi kullanıldığı hallerde o günlere kadar öneminin pek farkına varılmayan kambiyo kurlarının bir silah olarak kullanılmasının önemli sonuçlar vereceği de bu deneyimle anlaşılmıştı. Bu durumu anlayan uluslar, para değerlerini ko 20. yüzyılın ikinci küreselleşme dalgası üzerinde olan bu gözlem gerek sermayenin birikimi, gerekse gelir dağılımının uluslararası deseni açısından önemli süreçlerle ilgilidir. Uluslararası sermaye hareketlerinin akışkanlığı her küreselleşme evresinin de belirleyici özelliği olarak karşımızda durmaktadır. İktisat yazınında 20. yüzyılın küreselleşme dalgasının henüz 1914’teki düzeyine bile ulaşmadığı konusunda tartışmalar sürmekle birlikte günümüzdeki finansal sermayenin akışkanlığını düzenleyen finansal araçların çeşitliliği iki küreselleşme evrelerinin niteliksel farklılıklarını ortaya çıkarmaktadır. 19. ve 20. yüzyıl küreselleşme evrelerinin sermaye hareketleri açısından en önemli farkı, birincisinin reel bir mal ile altın standardında düzenlenirken, günümüzdeki ikinci evrenin kâğıt paraların değişim değerleri Şimdi şu rakamlara bakalım: ‘‘...1980’lerin sonunda günde yaklaşık sadece 190 milyar dolar hacmi olan dünya para piyasası işlemleri, günümüzde günlük 1.7 trilyon dolara ulaşmış bulunmaktadır. Söz konusu finansal hareketliliğin ‘dünya reel mal ticaretini finanse etmek’ gibi bir süreç ile hiçbir ilgisi olmadığı ve reel üretim ve fiziksel sermayenin yatırım gereklerinden tamamıyla kopuk bir gelişme gösterdiği açıktır.’’ Değerli iktisatçı alıntı yaptığım ‘‘Küreselleşme Sürecinde Türkiye EkonomisiBölüşüm, Birikim ve Büyüme’’ kitabında daha başka konuları da ele almıştır ve bunlardan her incelememde çok yararlandım. Paranın yakın tarihi Başlıktaki ‘‘yakın’’ deyişiyle 1929 Büyük Dünya Ekonomik Bunalımı’ndan bu yana uluslararası paraların değişim kural ve esaslarını anlatacağız. 1929’dan önceleri her ülkenin parasının dış değeri, karşılığı olan altın ağırlığına göre belirlenirdi. Ancak 1929’da çıkan büyük ve dünyayı kapsayan ekonomik bunalımdan sonra ülke paraları altın ile bağını kendisi kopardı. Böylece her ülke, gözüne kes Bretton Woods’un felsefesi şuydu: Yetkin insanlarla ve doğru ilkelerle bu dünya doğru biçimde, bir bunalıma uğratılmadan yönetilebilir. Bu olanak insanların elinde vardır. Koşullar ne olursa olsun bu mümkündür. Yeter ki geçmişteki hatalar yinelenmesin. Bretton Woods konferansının ördüğü dünya ekonomi yönetiminin hareket noktası buydu. Bir de öne konulan hedefler vardı: Dış ekonomik ilişkilerde serbestlik, Tam Çalışma (Full Employment) ve Para Değerlerinde İstikrar. Bretton Woods ülkelerin paralarını, dolar ile oranı açısından değerlendiriyordu. Bir paranın değeri şu kadar (bu birden küçük, bir kesir de olabilir) dolardır deniyordu. Örneğin 1.25 Türk Lirası bir dolar idi. (‘‘Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer’’). Bu eşitlemelerin somut bir değere bağlanması da ihmal edilmemişti. Bir ons altın 35 dolara eşdeğer idi. Bu eşitliğe ABD Hazinesi kefalet veriyordu. Her 35 doları getirene ABD Hazinesi 1 altın verecekti. Konulan bir önemli kurala göre her paranın dolara göre tek bir değişim oranı olacaktı.. Kısa sürelerde bu değerden ayrılınsa bile, her ülke parası için tek bir ölçü (Dış Değer Ölçüsü, Kur), her çeşit mal ve hizmet alışverişinde tek kur uygulanacaktı. Bu kural çok önemliydi ve ama hep gelişmemiş ülkelerin gelişmesine ayak bağı olmuş bir kuraldır... Parası bu tek değerden uzaklaşmış, yani daha değerlenmiş ya da o değerin zamanla altında kalmış ülkeler, paralarını daha yüksek bir değerle değerlendirecek (Reevalüasyon1963’te Almanya’nın yaptığı gibi) ya da daha düşük bir değerle paralarını değerlendirecekti. (Devalüasyon 1946’da Türkiye’nin, 1951’de İngiltere’nin yaptığı gibi...) Ancak her iki tip değer düzeltmesi için Bretton Woods anlaşmasıyla yeni kurulmuş Uluslararası Para Fonu (International Monetary FundIMF) haberdar edilmeli ve izin alınmalıydı. Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net DERS YILI UZATILMAYACAK 19 Haziran’da okullar tatil ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimöğretim yılının ikinci yarısının başladığı 6 Şubat 2006 tarihinden sonra yapılan kar tatilleri nedeniyle, ders yılında uzatmaya gidilmeyeceğini, okulların 19 Haziran’da yaz tatiline gireceğini bildirdi. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik dün yayımladığı genelgede, yoğun kış şartları nedeniyle eğitim öğretimin aksamaması için yarıyıl tatilinin 6 Şubat’a kadar uzatıldığını, bu uzatma nedeniyle daha önce 12 Haziran olarak belirlenen ders yılı bitim tarihinin, 19 Haziran’a çekildiğini anımsattı. Ancak yurdun bazı bölgelerinde ağır kış şartlarının sürmesi nedeniyle, valilik veya kaymakamlıklarca eğitim öğretime zaman zaman ara verilmesi zorunluluğunun ortaya çıktığına işaret eden Çelik, bu ve benzeri olağanüstü durumlarda okullarda eğitimöğretime ara verilmesi halinde valilik ve kaymakamlıklarca gerekli önlemlerin alınacağını vurguladı. Çelik, bu çerçevede eğitim öğretime ara verilen günlerin, geciktirilmeden yerel ve ulusal yayın organlarıyla kamuoyuna duyurulmasını istedi. Okulların 19 Haziran 2006 tarihinde yaz tatiline gireceği yönündeki genelgede herhangi bir değişikliğe gidilmeyeceğini bildiren Çelik, ara verilen günlerde yapılamayan dersler için, okul yönetimlerinin, öğretmenler ve velilerin de görüşlerini alarak yoğunlaştırılmış program uygulamaları talimatı verdi. YARIN: ABD MAHALLENİN HEM TEK BAKKALI VE HEM DE TEK BANKACISI OLDU CUMHURİYET 07 K