22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr ALLEGRO EVİN İLYASOĞLU 15 GÜZELİN ARDINDA BERTAN ONARAN Konser merkezleri artarken İstanbul’da konser merkezlerinin artması, izleyicinin ve ilginin de arttığının göstergesi. Önceki hafta ilginç bir köşede, Emirgân’ın sırtındaki Sakıp Sabancı Müzesi’nde dünyanın en seçkin kuvartetlerinden Kuijken Yaylı Sazlar Dörtlüsü’nü dinlemiştim. Kendini eski müziğin özgün sesini bulmaya adamış Belçikalı kemancı ve araştırmacı Sigiswald Kuijken İstanbul’un yabancısı değil. Onu ve topluluklarını daha önce de Hakan Erdoğan Prodüksiyon’un sunduğu konserlerden tanıyoruz. Mozart’ın 4., 5. ve 6. kuvartetlerinin seslendirildiği konserin başlığı ‘‘Ich liebe Amadeus’’ idi. Hakan Erdoğan Prodüksiyonu bundan sonra Mozart yılı çerçevesinde sunacağı konserlere bu başlığı verecekmiş! Bu yıl bütün dünyada Mozart’a ilgi çekmek için konserlere değişik başlıklar bulundu. Ama bizim ülkedekiler iyice düşündürücü: Amadeus’u seviyorum! Mozart’ın doğumunda verilen adlardan biri değil Amadeus. Babası Leopold, Paris’e gittiklerinde oğlunun doğumunda verilen adlardan Gottlieb (Tanrının sevgilisi) ismini reklam için yeterince elverişli bulmamış, Fransızca karşılığı olan Amadée’ye çevirtmiş. Daha sonra İtalya’ya uzanan konser turnelerinde Amadée Latince şeklini alarak Amadeus olmuş. Bu bilgiyi Nadir Nadi’nin Dostum Mozart kitabından okuyoruz. Nazan Ölçer’in sanat danışmanlığında yaşam bulan Sakıp Sabancı Müzesi’nde Picasso sergisinden sonra mart ayında Gülbenkyan sergisi açılacak. Kış başından beri Toyota’nın desteklediği bu konserler ise sergi ve müze içinde bir bütünlük oluşturdu. Bu merkezde yer alan 280 kişilik salon oldukça iyi bir akustik ortama sahip. Görsel sanatların sergilendiği bir merkezde müziğin de yer alması, bütünlük açısından bu müzeyi son derece ayrıcalıklı kılıyor. Keşke zaman zaman diğer müzelerimizde de periyodik müzik dinletileri yapılsa. Örneğin Arkeoloji Müzesi, ilkbahar ve sonbaharda ve açıkhavadaki mekânıyla yaz aylarında böylesi dinletilere elverişli. En önemlisi, bu konserlerin önceden duyurulması. Sabancı Müzesi’nin ilkbahar konserleri de ilkbahar sergileri gibi, bir an önce belirlenirse raslantıyla sergi gezmeye gidenler kadar özellikle müzik dinlemeye gidenlerin sayısı da artar. Cemal Reşit Rey Salonu’nda Alla Turca Mozart ‘Tam İnsan’ Atatürk Gazetelerde okumuşsunuzdur: Zıpçıktı bir Amerikalı, Mussolini, Hitler gibi dünyanın paylaşımında görev almış gönüllü katillerle falan yarıştırmış, topu topu bir sayıyla geçirip dünyanın en büyük önderi seçmişti. Sağ olsun, henüz satılmamış bir Türk aydını, Prof. Dr. İlknur Güntürkün Kalıpçı yapılması gerekeni yapmış, elinin altındaki bütün yapıtları tarayarak Büyük Önder’le ilgili en çarpıcı, en sıradan anıları derlemiş. Aslında hepsini anımsatmak isterdim size, ama yerim dar, ister istemez seçeceğim. ‘‘Çankaya’dan Meclis’e gelirken yol üstünde tek bir iğde ağacı varmış; Atatürk, onun önünden geçerken arabasını durdurup iner, selam verirmiş. Neden böyle yaptığı sorulunca: ‘Ee’, demiş, ‘o, yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az öbür neferler kadar bunun da selama hakkı var.’ Bir gün bir de bakıyor, ağaç kesilmiş. Yolu genişletmek için kesmişler. ‘Yahu’, diyor, ‘bana sorsaydınız o ağacı kurtaracak yol bulurdum.’ Sonra dayanamıyor, arabaya biniyor, sürücüyle arkadaşının önünde, hüngür hüngür ağlıyor.’’ ??? ‘‘Söğütözü’nde dinlenmeyi pek severmiş: ‘Ah, şurada bir kulübem olsa’ dermiş. ‘İyi de kulübe yapılırken buradaki ağaçlar ne alacak?’ ‘Aman Paşam, bunlar söğüt ağacı, o gönülsüz ağaçtır, söker başka yere dikeriz, mutlaka tutar.’ Bir an düşünmüş, sonra: ‘Buradaki ağaçları kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, tuttuklarını göreceğim, o zaman kulübenin yapımına izin veririm.’ Bir gün tarım mühendisi Tahsin Coşkan’ı yanına alıp bir yere götürür, buraya giderini kendi cebinden karşılayarak bir orman çiftliği kurmak istediğini söyler: Gösterdiği yer bataklıktır, sivrisinek kaynamaktadır, hayvan leşleriyle doludur. Coşkan, olmaz der; Atatürk de: ‘Ben en zorunu yapayım da siz arkamdan kolayları nasıl olsa yaparsınız’ diye yanıtlar. ‘Burası yurt toprağıdır, yazgısına bırakamayız.’ Ve o bataklığa çam, akasya, köknar diktirir. Bir üretimlik kurdurmuştur, süt ürünleri sağlamaktadır; 25 Mayıs 1933’te, yine kendi cebinden, Ankara halkını trenlere bindirtir, oraya getirtir, gerçek bir şenlik düzenler: Türkiye tarihinin ilk Çevre Günü kutlanır. Dahası, orada hiçbir şey bitmez diyen tarım mühendisi Coşkan’ı ve daha başka uzmanları neden dinlemediğini soran arkadaşı Nebizade’ye şunları anlatır: ‘Coşkan’ın yanıtından sonra kılık değiştirip Çankaya’dan kaçtım, buraya geldim. Köylüler beni tanımadılar. Burada ağaç bitip bitmeyeceğini bana nasıl kanıtlarsınız diye sordum. Bana bir testi su, kazma kürek verdiler. Şurayı kazıp testiyi iyice göm, iki gün sonra gel, biz sana olup biteni söyleriz.’ O iki günün Çankaya’da nasıl geçtiğini bir ben bilirim, bir de Tanrı. İki gün sonra gittim, testiyi çıkardım, içindeki su bitmişti. Köylüler, ‘Ağa’, dediler, ‘testide su kalmamış, demek toprak suyu emiyor, bakma üstünün kurak olduğuna, biraz uğraş, buraya ne ekersen biçersin.’ Dolayısıyla, Coşkan’ın olumsuz durum bildirisi geldiğinde ben çoktan işe koyulmuştum.’ ??? Ve en güzeli, her şey ortaya çıktıktan sonra, orman çiftliğinin başına Coşkan’ı getirir. Yıl 1914; Anafartalar’da gündüz yer yerinden oynuyor. Güzelim Türk çocukları yurdumuzu bize armağan etmek için gözlerini kırpmadan can veriyorlar, etleri kemikleri havaya savruluyor. Bir tek iğde ağacına ağlayan adam, geceleri çadırında, kandil ışığında kitap okuyor. Okuduğu, Macar Türkbilimci Nemet ile Fransız Türkbilimci Devin’in Türk dilini inceleyen yapıtları; savaşın ortasında neden bunları okuduğunu sorana verdiği yanıta bakın: ‘Savaştan sonra bu dilin değişmesi gerekiyor, onu saptamaya çalışıyorum.’ Bu kez 1916’dayız; Güneydoğu’da çarpışıyor; Bitlis’te, yaveri İzzettin Çalışlar’ı çağırıp elindeki deftere yazdırıyor: ‘Savaştan sonra ilk işimiz Türk kadınını özgürlüğe kavuşturmak, ona erkeğiyle aynı hakları sağlamaktır.” Biliyorsunuz, dini imanı para olanlar, buna benzer binlerce örnek saysanız, ‘‘İyi ama ülke neyle çekilip çevrilecek’’ diye sorarlar. Anlamak isteyenler için Sayın Kalıpçı’dan bir bilgi daha alacağım: 1919’da, yıkımın göbeğinde, bir sterlin 605 kuruş; 1938’de, 19 yıl sonra, 616 kuruş. 19 yılda topu topu yüzde 8 artmış; ama Mustafa Kemal Atatürk’ün hastalığının ağırlaşmasından sonra geçen son 4 ayda ise paramızın değer yitirişi tam yüzde 15! Bütün bunları neye mi borçlu: ‘‘Çocukluğumdan beri elime geçen iki kuruştan birini kitaba vermeseydim bugün yapabildiklerimin hiçbirini yapamazdım.’’ İlknur Kalıpçı’nın bu güzel çalışması bir saptamayla bitiyor: ‘‘İnsanüstü değildi Atatürk. Tam insandı!’’ sbonaran?yahoo/hotmail.com Ö nceki hafta, Emirgân’daki Sakıp Sabancı Müzesi’nde dünyanın en seçkin dörtlülerinden Kuijken Yaylı Sazlar Dörtlüsü’nün dinletisi vardı. Kendini eski müziğin özgün sesini bulmaya adamış Belçikalı kemancı ve araştırmacı Sigiswald Kuijken ile arkadaşları, ‘‘Ich liebe Amadeus’’ başlıklı dinletide Mozart’ın 4., 5. ve 6. kuvartetlerini seslendirdiler. Görsel sanatların sergilendiği bir müzede müziğin de yer alması, bütünlük açısından bu müzeyi son derece ayrıcalıklı kılıyor. Marşı değil, Alla Turca deyimini kullanmıştır. CRR Salonu’nda Mozart’ı anma programlarına böyle bir başlık verilmiş: ‘‘Alla Turca Mozart’’. Neden Alla Turka Mozart? Mozart’ı Türk usulü mü yorumluyoruz, ya da onun yalnız Türk etkisinde kalan yapıtlarını mı çalıyoruz? Anlaşılan onun Türk imgesinden yararlanmış olması böyle bir başlık için bizi haklı kılmış. Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda geçen hafta bu başlığı alan hiçbir konserde ‘‘alaturkalık’’ yoktu: Rahbani’nin yönettiği CRR Orkestrası, bestecinin flütlü kuvartetleri ve İstanbul Oda Orkestrası’nın Toros Can solistliğindeki konseri. Ben sonuncusunu izleyebildim. Fabio Marco Brunelli adındaki İtalyan şef talihsiz bir seçimdi. Bırakın Mozart’ın dantel müziğini işlemeyi, adeta bir bando yönetir gibiydi. Piyanist Toros Can ise bestecinin 16 numaralı Re Majör Piyano Konçertosu’nda hiç pedal kullanmadan harika bir tını yarattı. Yuvarlak çizgileri, abartısız cümle kuruşları ve tuşların derininde çalabilen tekniğiyle çok başarılıydı. Cemal Reşit Rey Konser Salonu, 2005 yaz başından beri sanat yönetmeni Yalçın Çetinkaya’nın yeni yönetimiyle son derece yüklü programlar sunmaya başladı. Gerek nicelik, gerekse nitelik açısından yüklü programlar! Yüksek kaşeli sanatçılar, büyük orkestralar art arda salonun konuğu oluyor. Ancak genel bir ‘‘konsept’’ (kavram, tutarlılık, anlayış) sorunu var: Bir ay içinde birkaç ünlü gitarcı, birkaç ünlü kemancı ya da birkaç ünlü piyanist peşpeşe diziliyor. Adeta bir ünlüler bombardımanı yaşanıyor. Programların çok geç duyurulması, İstanbul’daki diğer merkezlerle çakışması ise bu salonun talihsizliği oluyor. Bunca zengin program daha önceden sunulup, İstanbullu müzikseverlere de seçim şansı bırakılmalı. Borusan Filarmoni’de Mozart’ın Requiem’i Kentimizde Mozart’a dikkat çekme başlıklarından biri de, Ich Liebe Amadeus’tan sonra ‘‘Alla Turca Mozart’’. Bestecinin K. 331 sayılı piyano sonatının son bölümüne verdiği başlık ‘‘Alla Turca’’dır. Bunu biz çoğu zaman Türk Marşı olarak adlandırırız, oysa Mozart Türk dı. Kendi içinde tutarlılık taşıyan, Donizetti Paşa’yı merkez edinmiş yapıtlar, şef ve araştırmacı Emre Aracı’nın açıklamalarıyla ilgi topladı. Aslında hiçbiri derin bir müziksel değer taşımasa da, Türk müziğinde çoksesliliğe geçiş döneminin örnekleriydi. Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nın Gürer Aykal yönetimindeki Mozart Requiem (Ölüm Duası) seslendirisi ise Requiem öncesinde bestecinin çeşitli opera aryalarıyla süslenmişti. Anlaşılan bestecinin doğum yıldönümü kutlanırken, tek başına Requiem’i sunmak yerine, konuk solistlerin de katılımıyla aryalar eklenmişti. Bu dinletide her şeyden önce İbrahim Yazıcı’nın çalıştırdığı Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu’nu kutlamak isterim. Bir de Requiem’in yıldızı, tenor Maximilliian Schmitt’i. Onları ve Gürer Aykal yönetimindeki Borusan İstanbul Filarmoni’yi dinlerken gözümü kapatıp, kendimi Avrupa’nın ünlü bir konser salonunda hissettim. www.evinilyasoglu.com Geçen hafta İDSO’daki Donizetti Paşa’yı anma konseri renkli ve bilgilendirici bir program Rus müziğinin büyüsü İstanbul’da St. Petersburg Akademik Senfoni Orkestrası ilk konserini bu akşam M. Kemal Merkezi’nde verecek AYÇA TEZER Bu yıl 75. kuruluş yıldönümünü kutlayan St. Petersburg Akademik Senfoni Orkestrası, Beşiktaş Belediyesi’nin davetlisi olarak iki konser vermek üzere İstanbul’a geldi. İlk konserini dün Mustafa Kemal Merkezi’nde Rus şef Vladimir Altschuler’in yönetiminde veren orkestra, Çaykovski, Glazunov ve Rahmaninof’un yapıtlarını seslendirdi. İstanbul dinleyicisinin büyük ilgi gösterdiği konserin solisti keman sanatçısı Sergei Dogadin’di. Bu akşam saat 20.30’da Erol Erdinç yönetiminde ikinci konserini verecek olan St. Petersburg Akademik Orkestrası, konserde Çaykovski’nin yapıtlarını yorumlayacak. Konserin solisti ise piyano sanatçısı Igor Tchetuev. Rusya’da yaşayan Türk besteci Erol Erdinç (solda) ile Vladimir Altschuler (sağda) birlikte... Rusya’nın en önemli orkestra şeflerinden biri olarak gösterilen Vladimir Altschuler, asıl amaçlarının Türkiye’ye Rus müziğini tanıtmak ve sevdirmek olduğunu söylüyor. Birçok kereler konser vermek için Türkiye’ye geldiğini dile getiren Altschuler, daha önce İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Mersin Devlet Senfoni Orkestraları’nı, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı, Bilkent Senfoni Orkestrası’nı yönettiğini belirterek 1998 yılında da yine St. Petersburg Akademik Senfoni Orkestrası’yla Efes Antik Tiyatrosu’nda bir konser verdiklerini sözlerine ekliyor. Halen St. Petersburg Akademik Senfoni Orkestrası’nın baş şefliğini, St. Petersburg Filarmoni Oda Orkestrası’nın sanat yönetmenliğini ve baş şefliğini üstlenen Altschuler, geçen kasım ayında da İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nı yönettiğini ve konserde Süleyman Alnıtemiz’in piyano konçertosunu seslendirdiklerini belirtiyor ve şöyle devam ediyor: ‘‘Süleyman Alnıtemiz’in yapıtını yorumladık. Çok ilginçti. Türk bestecilerinin yapıtlarını çok beğeniyorum, özellikle de A. Adnan Saygun’unkileri... Birçok Türk sanatçısıyla çalıştım. rası’nı yönettiğini söyleyen Erdinç, Brüksel’den gelecek sezon için de üç dört konser teklifi aldığını belirterek Amerika’da, İspanya’da, İtalya’da, Polonya’da, Brezilya’da da konserler vereceğini sözlerine ekliyor. Bestecilik yönüyle de tanıdığımız Erol Erdinç, son olarak 1999 yılında yaşadığımız deprem felaketi üzerine bir ‘Ağıt’ bestelediğini dile getiriyor ve şöyle devam ediyor: ‘‘Hıristiyan ve Müslüman dinlerini birleştirici bir müzik. Tema olarak ‘Allahüekber’i duyarken ney solo çalıyor. Bir yandan da kilise çanları duyuluyor. Böyle felaketlerde dil, din, ırk gözetilmeden bütün insanlık birleşiyor. Bunu vurgulamak istedim. Geçenlerde bu yapıtımı seslendirdik. Konserde Yunanistan Büyükelçisi ve eşi de vardı. Çok beğendiler. Bu yapıtı mutlaka Yunanistan’da da seslendirmemizi istediler.’’ Şu anda yeni bir yapıt üzerinde çalıştığını söyleyen Erdinç, Atatürk’le ilgili senfonik bir şiir besteleyeceğinin müjdesini veriyor. ? St. Petersburg Akademik Senfoni Orkestrası’nın dün akşamki konserini ünlü Rus şef Viladimir Altschuler yönetti. Orkestranın bu akşam vereceği ikinci konseri ise Erol Erdinç yönetecek. Dün akşam Çaykovski, Glazunov ve Rahmaninof çalan orkestra, bu akşam sadece Çaykovski’nin yapıtlarını yorumlayacak. St. Petersburg’da Deniz Sezer adlı çok yetenekli bir Türk sanatçı var. Piyano sanatçısı, aynı zamanda da besteci. Ona orkestra şefliği dersleri de verdim. Önümüzdeki konser mevsiminde onun bir yapıtını seslendireceğiz.’’ İstanbul’daki konserleri beş gün önce yaşamını yitiren ünlü Rus besteci Andrey Petrov’a adadıklarının altını çizen Altschuler, St. Petersburg’da da ünlü besteci anısına çok büyük bir konser vereceklerini söylüyor. Şu ana kadar St. Petersburg Akademik Senfoni Orkestrası’nı 8 kez yönettiğine değinen Erol Erdinç düşüncelerini, ‘‘Bundan çok büyük bir kıvanç duyuyorum. St. Petersburg Akademik Senfoni Orkestrası, Berlin Filarmoni Orkestrası ayarında bir orkestra, ama ondan farklı olarak birtakım artıları var. Rus bestecilerin yapıtlarını öyle yorumluyorlar ki onları yönetirken transa geçiyorum, kendimi kaybediyorum. Bu duyguları bana her orkestra veremiyor’’ diye açıklıyor. Bir hafta önce Brüksel Filarmoni Orkest Kuşatma altında klasik müzik St. Petersburg Akademik Senfoni Orkestrası 1931 yılında, Leningrad Radyo Orkestrası olarak kuruldu. Birçok önemli bestecinin yapıtlarını seslendiren orkestra, kısa sürede büyük başarı kazandı. Orkestra, İkinci Dünya Savaşı sırasında efsaneleşti. Almanlar tarafından kuşatılan şehirde varlığını sürdüren ve konser veren tek orkestra oldu. Almanların Leningrad’a girmeyi tasarladığı 9 Ağustos 1942 günü Dimitri Şostakoviç’in ‘7. Senfonisi’ni seslendirerek tarihe geçti. Orkestra, 20. yüzyılın birçok ünlü şefi ve solisti ile konserler verdi. 1985 yılında, ulusal sanata katkılarından dolayı ‘Akademik’ unvanı eklenen orkestra, bugün Rusya’nın en önemli orkestralarından biri olarak kabul ediliyor. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle