25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 ARALIK 2006 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Çağımızda Atatürk!.. Demokrasi ancak bütünleşmiş, uluslaşmış işlevsel toplumlarda iyi sonuç verebiliyor! Aksi halde serbest seçimler etnik grup, aşiret, din, mezhep farklarını sadece yansıtmakla kalmıyor, bunları tırmandırıyor da!.. PENCERE İnsana Layık Değil... Kimi zaman şu çivisi çıkmış dünyayı çekip çevirmek için formüller bulunur. Komünizm beğenmediysenizsosyalizm gizemli bir buluştu; ileri sürülen savlara bakarsanız, inanırsanız, insanlık hep birlikte köşeyi döndü, dönüyordu... Düşünmesi kolay!.. Almanya’nın ortalık yerinden ta Japon adalarının kıyılarına dek kuzey yarımküresinde sosyalist ülkeler üzerinden yürümek olanağı vardı... Düş değil.. Eski deyişle hayal değil.. Palavra değil.. Burjuva sınıfı yok.. Sermayedar yok.. Kamu var.. Özel yok.. Sonra ne oldu?.. Eski deyişle ‘tabir caizse’ 1991’de gong vurdu tümü birden gümbür, gümbür, gümbür, gümbür... ? Şu garip dünyamızda kimileri sevinçten öleyazdı... Eşitliğe boş ver... Sosyalizm tu kaka... Komünizm?.. Kulaklarım duymasın... Sosyal adalet?.. Haydi canım sen de! Peki, ne var, ne geçerli ve de ne egemen bundan sonra insanlıkta?.. Neoliberalizm!.. Türkçesi ne bunun?.. Para.. para.. para!.. ? Çok geçmedi, ben diyeyim on, siz deyin on beş sene bile yaşanmadan şu kavanoz dipli dünya yaşanmaz duruma düştü... Bir 68’li tanıyorum... 68’de sosyalistti.. Sovyetler yıkılınca kafayı değiştirdi, döndü; hazret dün sapına kadar komünistken bu kez de sapına kadar neoliberal olmaz mı?.. Geçen sefer tutkusu gerçekleşmemişti... Bu kez de tutkusu tutacağa benzemiyor... İnsanlık rezalet, kepazelik, ahlaksızlık, acımasızlık, acı, düzensizlik, merhametsizlik, adaletsizlik üzerinde dörtnala koşturan cehennemin canavarlarıyla altüst olmuş bir canlı coğrafya gibi dalgalanıyor... Patron Amerika, bu coğrafyanın tepesinde tepiniyor... ? Cehennemin canavarlarıyla dünyanın insanlığı yönetilemez... 1991’de girilen süreçte ‘Küreselleşme’nin içeriği belli olmuş, ‘Yükselen Değerler’ alçalmış, ‘Yeni Dünya Düzeni’ kurulamamıştır... Dünya egemeninin çapı ne olursa olsun, bu düzeni sürdürmeye gücü yetmeyecektir... İnsan böyle bir düzene layık değil!.. ‘Küreselleşme’nin içeriği belli olmuş, ‘Yükselen Değerler’ alçalmış, ‘Yeni Dünya Düzeni’ kurulamamıştır... Dünya egemeninin çapı ne olursa olsun, bu düzeni sürdürmeye gücü yetmeyecektir... İnsan böyle bir düzene layık değil!.. Vatanın Gözyaşları ŞU GÜNLER, “Mülkiye” sözünün çok edildiği günlerdir. Vatan toprağına sahip çıkılması ve sahip çıkılan toprağın iyi yönetilmesi için yüksek devlet görevlilerini yetiştirmek üzere kurulan bir okulun 147. yılı kutlanıyor. Törenler, konferanslar, paneller, kutlama baloları. Çoğu zaman övünme ve gurur; zaman zaman da eleştiri ve suçlama. Artık fakülteleşerek Ankara Üniversitesi içinde yer alan bu kurumun ülkeye verdiği hizmet övülüp gurur duyulacak ya da suçlayıcı parmaklar ona yönelip yetiştirdiği tutucu bürokrasinin devleti hantallaştırdığı söylenecektir. Oysa, bu konuyu en doğru değerlendirecek anahtar okulun marşında saklı: “Vatanın gözyaşlarını dindirme”ye koşacak insanları yetiştiren bir ocaktan söz eder o marş. Tabii, “mülk” sözünü, “devletin ülkesi” değil de, akla esince ya da başkaları isteyince şuna buna satılıverecek bir “taşınmaz mal” saymazsanız. örünürde, marş güftesinin yazıldığı günlerden farklı olarak, “Çok şükür savaş, yıkım, istila, işgal falan yok; dolayısıyla ağlama da yok” diyebilirsiniz. Oysa, Cumhuriyetin içten yıkılırcasına zayıflatılıp direniş gücünün yok edilişine ağlıyor vatan. Örneğin, birkaç ay önce, NATO Afganistan’da yeniden alevlenen Taliban terörüne karşı Türkiye’den de asker istediğinde, Genelkurmay Başkanı, “Olmaz öyle şey!” demişti. Gerçekten, başlangıçta başkaları yan çizerken hemen asker gönderen, yıllarca süren görevini yüz akıyla tamamlayan bir ülke, kendisi içte terörle uğraşır ve dıştakiler onun bu derdine seyirci kalıp hatta sinsice desteklerden, evlatlarını niçin yeniden gurbet ellerde ateşe atsındı ki? Şimdi ne olmuştur da, askerin isteksizliğine karşın, iktidar üç yüz küsur kişilik bir kuvvetin yollanmasına “evet” demiştir? AKP, dıştan istenen her şeye boyun eğmek için mi ülke yönetmeye soyunmuştur? atanı bu gibi konulardan daha fazla ağlatan bir başka gerçeklik var ki, o hepsinden çok daha önemli: Yönsüzlük duygusu, yani nereye niçin sürüklendiğini bilememek. Bütün zihinleri kemiren, kadın erkek bütün vatandaşları tedirgin eden, içten içe üzen, kedere boğan dert budur. Kırk yıldır sürdürülen Avrupa hesabı çökmüştür. Vatan üzerine dıştan yapılan hesaplar ulusal özlemlerin yerine geçiyor. Ayrıca “mülk”, “cebren ve hile ile” değil, “resmen” de tapu dairelerinde parça parça yabancılara satılmakta. Yunan İzmir’e çıkmadı ama, 10 milyonluk Yunanistan, satın alıcılıkta Almanlardan ve İngilizlerden sonra üçüncüdür. Zaten kamu varlıklarının çoğu elden çıkarılmış, devlet boğazına kadar borç batağına batmıştır. Üstüne üstlük, Fener Patriği bile Cumhuriyete kafa tutuyor. Devlete sahip çıkıp onu düzelterek korumak yerine kamusal olan her şeyi kötüleyerek ve Mülkiye bürokrasisi yerine imamlı kadrolara ağırlık vererek gelinen nokta, ne yazık ki bu. Tek teselli, gözyaşı dindiricilerin mutlaka yine bir gün imdada yetişecek olmasıdır. Dr. Andrew MANGO (*) B V u yıl Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun 125’inci yıldönümünü kutluyoruz. Bir devlet adamını değerlendirdiğimizde, içinde bulunduğu koşulları hesaba katarak, yapmak istedikleriyle yapabildiklerini karşılaştırdıktan sonra miras olarak bıraktığı yapıtına bakıyoruz. Atatürk doğduğu zaman, tebaası olduğu devlet Osmanlı İmparatorluğu, açık çözülme tehlikesiyle karşı karşıya idi. Etrafındaki büyük devletler ise sağlam bir kale görünümünde idi. Oysa bugün geriye baktığımızda görüyoruz ki Osmanlılar’ın “düveli muazzama” dedikleri imparatorluklar da son çağını yaşıyordu. Biriki kuşak sonra, onlar da tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, çözülmeye mahkumdu. Atatürk çokuluslu imparatorlukların son döneminde asker mesleğine girmişti. Biz ise ona imparatorluklar sonrası çağın açısından bakıyoruz. G Ulus devlet ve demokrasi Doğal olarak, bugün büyük devletler, süper güç tabir ettiğimiz devletler yok demiyorum, klasik anlamda çokuluslu imparatorluklar kalktı. Yerlerini ulusdevletler tabir ettiğimiz siyasal yapılar aldı. Bu yeni devletleşme süreci hâlâ devam ediyor. Bugün bizi korkutan, en azından uğraştıran sorunların, çatışmaların çoğu eski imparatorlukların çekildiği bölgelerde yer alıyor. Üçüncü dünya, imparatorlukların eskiden doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yönettikleri ülkeleri kapsıyor. Güvenliğimize yöneltilen tehditler daha çok bu üçüncü dünyanın içinde oluşuyor. Kimisine göre bu tehditler bağımsızlıklarını yeni kazanmış olan ülkelerin demokratik rejime sahip olmamalarından kaynaklanıyor. Ne var ki demokrasi ancak bütünleşmiş, uluslaşmış işlevsel toplumlarda iyi sonuç verebiliyor. Aksi halde serbest seçimler etnik grup, aşiret, din. mezhep farklarını sadece yansıtmakla kalmıyor, bunları tırmandırıyor da. Üçüncü dünya ülkelerinde parlak zekâlar, iyi yetişmiş bireyler, çağdaş dünyada, çağdaş bir toplum içinde iyi performans verebilecek kişiler elbette ki var. Ama kendi toplumları onların doğru dürüst çalışmalarını engelliyor. Gerçek şudur ki, bireyi yetiştirmek nispeten kolaysa, toplumu çağdaşlaştırmak fevkalade zordur. Mustafa Kemal Atatürk de bütünleşmemiş, geri kalmış bir toplumun başına geçmişti. Durumu gerçekçi bir gözle gören Mustafa Kemal, seçtiği hedefe ulaşmak için önceliklerini birer birer saptadı. Hedef, “muasır medeniyet seviyesi”ne ulaşıp üstüne çıkmaktı. Yani evrensel uygarlık kervanına katılıp zamanla onun ön sıralarında yer almaktı. Bunu yapabilmek için ilk adım, milletin rahat bir şekilde yaşayıp çalışabileceği, güvenli sınırlar içinde, tam bağımsız bir ülkeye sahip olmaktı. Sonra bu ülkede kamu düzenini kurmak, işlevsel kurumları yaratmak ve çağdaş yasa ve kuralları benimseyip uygulatmaktı. Ülkenin sınırları dışında ise herkesle iyi geçinmek, imkân dahilinde herkesle işbirliğinde bulunmak ve kimseye düşman gözüyle bakmamak gerekiyordu. İçeride ve dışarıda güvenli bir durum sağlandıktan sonra ise ilk iş toplumu çağdaş bilgiyle donatmak, eğitimle bilgiyi yaymak, bilgi birikimini artırmak ve sonunda yeni bilgi üretimini teşvik etmekti. Atatürk’ün, toplumu bütünleştirerek çağdaş bir devleti işletebilecek duruma getirmede beceri ve başarısı bugün özellikle üçüncü dünya ülkelerinin yararlanabileceği bir örnek oluşturuyor. Ama birinci dünyaya da yararlı olabilecek bir ders var. Atatürk, İstiklal Savaşı’ndaki zaferiyle, “düveli muazzama”nın, yani büyük devletlerin muazzam askeri gücünün, yabancılar tarafından yönetilmesini istemeyen bir halkı, işte bu büyük devletlerin iradelerine tabi bir hale getirmeye yetmediğini göstermiştir. Atatürk çağdaşlaşmayı amaçlayan yeni Türk ulusdevletinin kendi kendini pekâlâ yönetebileceği gibi, gelişmiş ülkelerin gerçek çıkarlarını tehdit etmediğini, ortak uygarlık bazında gelişmekte olan bir ülkenin gelişmiş ülkelerle işbirliği yapabildiğini ve bundan iki tarafın da kazançlı çıktığını kanıtlamıştır. Atatürk’ün akılcı tutumu Askeri güç tarihe son noktayı koyamaz. Nitekim 30 Ağustos zaferi “tarihin sonu” değildi, yeni bir tarihin başlangıcı, uygar yaşamın önkoşulu idi. Atatürk’ün uygar yaşamın gereklerini sağlama çabası bugün de sürüyor. Ülkenin çağdaşlaşması ve kalkınması bazen hızlı bazen yavaş da olsa hep devam etmiştir. Zaman zaman başgösteren bunalımlara karşın kamu düzeni korunabilmiş ve birçok gelişmekte olan ülkenin acısını çekmiş olduğu iç savaş daima önlenebilmiştir. Çünkü en buhranlı anlarda akılcı tutumlar galebe çalmaya muvaffak olmuştur. Akılcılık rasyonel düşünüp rasyonel hareket etmenin sanatı ise Atatürkçülüğün özünü oluşturur. Öfke ile çalkalanan dünyamızda, Atatürk’ün örneğini verdiği akılcı tutuma büyük gereksinim vardır. Türkiye’yi buhranlardan sağ salim çıkaran işte bu tutumdur. Bunun ilerde de korunacağına inandığım için 17 yıl sonra Cumhuriyetin 100. yıldönümünün esenlikle ve uygar ülkeler ailesinin üyesi olarak kutlanacağından eminim. (*) Tarihçi Dr. Andrew Mango’nun 10 Kasım 2006’da Harp Akademileri’nde verdiği konferansın özet metnidir. (1) Oportünizm: Güç durumlarda davranışlarını ahlak kuralları veya düzenli bir düşünceden çok, çıkarlarına uyacak biçimde ayarlamayı amaçlayan tutum. (2) Sinizm: İnsanın erdem ve mutluluğa, hiçbir değere bağlı olmadan, bütün gereksinmelerden sıyrılarak bağımsız olarak erişebileceğini savunan öğreti. mumtazsoysal@gmail.com Laiklik ve çağdaş toplum Laiklik hem çağdaş toplum düzeninin hem de çağdaş bilgi edinmenin vazgeçilmez şartıydı. Dinler muhtelif, uygarlık ise tek ve evrenseldir. Bilgi dine göre parçalanmaz, sınırlandırılamaz. Bilgi ile donatılan toplumun bütünleşmesi için ortak bir dille ifade edilen ortak bir kültürü geliştirmek şarttı. Ortak dil ve ortak kültür bazında kurulan modern devletlerin, bir ara çokkültürlülük akımına kapıldıktan sonra, şimdi yine ortak dil ve ortak kültür lüzumunun farkına vardıklarını bugün Batı’nın hemen hemen her tarafında görüyoruz. Kamu düzeninin korunması, demokratik kurumların işleyebilmesi için vatandaşların birbirini anlaması ve ortak değerlere sahip olmaları gerekiyor. Atatürk bu gereği yerine getirmeye öncelik verdi. Atatürk’ün tam bağımsızlık, “Yurtta sulh, cihanda sulh”, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” parolaları boş sözler değildi. Gerçekçi ve aynı zamanda yüksek vizyon sahibi bir devlet adamının önceliklerini dile getiriyor ve uygulamaya hemen yansıyordu. Şunu da kaydedelim: Atatürk’ün dehası gerçekçilikle vizyon arasında kurabildiği dengede kendini göstermiştir. Çünkü vizyonu olmayan gerçekçilik oportünizme(1) götürür, sinizme(2) götürür. Oysa gerçekçi olmayan bir vizyon hayalperestliğe fanteziye yol açar. Atatürk hem gerçekçi hem vizyon sahibiydi ve dengeyi son derece dikkatli, doğru bir şekilde kurabilmişti. Bugünlerde, İngilizce “failed state” denen, “çökmüş devlet” ya da “devletleşememiş ülke” olayına sık sık rastlıyoruz. İşte Atatürk, kurduğu Cumhuriyetin bu hale düşmemesi için canla başla çalışmış, mümkün olan her önlemi almıştır. Cumhuriyetin 83 yıllık sicili, Atatürk’ün attığı temellerin sağlamlığına kanıt getiriyor. Atatürk ilke ve devrimleri Atatürk’ün ilkeleri arasında bulunan devrimcilik ilkesinin anlamı budur. Devrimcilik ne demek? Devrimcilik çağa uymaktır. Aldığınız önlemleri, yasalarınızı, kurumlarınızı daima çağa uydurmak, dünyanın halini, dünyanın değişen şartlarını gözden kaçırmamak anlamına geliyor. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle