23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 ARALIK 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Güdüm Işık İşgüden: “Demirel’in, siyasetçi için kaz güdüm ölçeği vardı. Erdoğan çıtayı koyun güdümüne yükseltti. Daha yükseklerde deve güdüm vardı ama onu da havaalanında kestik.” Ya ğ m u r E k i m AKP memuru yoksullaştırmış... “Bugün git, bir daha gelme!” BİR yurttaş sıfatıyla Ümit Sarıaslan’ın Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanlığı’na gönderdiği mektuptur. Mektubun özel kalemi aşıp CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın eline geçip geçmediği, geçti ise mektuba yanıt verilip verilmediği bilinmemektedir: “Tarih, çok iyi bildiğiniz gibi, her an yapılan, eşzamanlı olarak her an ‘yıkılan’ devingen bir süreçtir. Tarihin bu ikili devinimine katılan ya da katlanan(!) sessiz yığınlar, bu çift başlı serüveni her an can evlerinde duyamazlar. Akaduran yaşamın tatsız bir yasasıdır bu. Ama, yapım ve yıkım gibi iki yan ve yüzü olan bu süreçte öne düşmüş, işlev yüklenmiş halkçı ve sol siyasetçilerin, hele öncü ve önder kadroların anılan sürecin sularında sürüklenmek gibi bir hak ve lüksleri yoktur. Bu edilgenliğe bilerek ya da bilmeyerek düşmek, bu yolda, önderlik sav ve işlevini yok hükmünde GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM İktidarla muhalefet Konya’da buluşmuş. Döne döne oraya kadar geldiler! Kamuran Çizer: “Limanlarımızı Rumlara açmayız. Limanları açsak da mallarından almayız. Mallarını alsak da yemeyiz. Yesek de helaya gitmeyiz!” Kararlı kılmakla eşanlamlıdır. Yerinde ve beklenen bir denk düşümdür ki öncü ve önder kadrolarla, halk denizi aynı tedirginliğin beslediği bir arayışla dalgalanmaktadır. ‘Sessiz yığınlar’ın derinden derine kaynaştığı bir sürece girdiğimiz açıktır. Toplumsal tedirginlik büyümeye, toplumsal edilginlik ırgalanmaya başlamıştır. Geniş halk kitlelerinin tabanda büyüyen arayışı, öncü ve önder kadroların açacağı yola, vereceği işarete gözünü dikmiştir. CHP’nin de ebesi olan, hepimizin varlık nedeni ‘Milli Mücadele ve Devrim Tarihi’mizin önümüze koyduğu bir görev vardır: Toplumsal ve tarihsel göğümüzün alaca bulaca olduğu şu anda, tarihsel mantığın gerektirdiğiyle, toplumun beklediğini CHP’ye birleştirmek zorunudur bu. Eşdeğer deyişle tarihin ‘yapıcı’ yanını, ‘yıkıcı’ yanına egemen kılmaktır. Bunun bir diğer anlatımı, tarihsel zamanın, bireysel zamanlarımızdaki izdüşümünü doğru tartarak, bireysel konuşlanmaları ulusça toplumsal ortak silkinişe çevirmektir. Böylelikle toplumsal kırılmayı önleyerek, tarihi bir kez daha ‘yıkan’ değil, ‘kuran’ yanından yakalamaktır. Bir kez daha, tam vaktinde hakkın ve haklılığın kavuştuğu bir ışıklı zeminde halkla buluşmak, kavuşup kaynaşmaktır. Cumhuriyet devrimi ortak paydasında çağın ve çağdaşlığın yoluna koyulmaktır. Aynı 19191923 arasında olduğu gibi! Lütfen tarihsel saatin tik takları arasında billurlaşan uyarıya kulak veriniz. O uyarıyı toplumumuzun beklentisiyle uyumlulaştırmak için önümüze açılan kritik yol ayrımını geçmeden lütfen gerekeni yapınız.” Sezer, “Deve Demokrasisi”ne Karşı… Bundan yedi ay önce “Kum saati akıyor Sn. Cumhurbaşkanım” başlıklı makalem internette ülkeyi yedi tur dolaşmış ve en çok ilgi ve destek gören yazım olmuştu. Özetle Sayın Sezer’in bu tıkanmışlığın artık fiili olarak üzerine gitmesi gerektiğini, Parlamento’yu olağanüstü toplantıya götürmesi, gerekirse Bakanlar Kurulu’ndaki kritik toplantılara acil olarak ağırlığını koyması gereğini vurgulamıştım. O makalemin yayımlandığı nisan ayının 25’ine kadar “Cumhurbaşkanı kim olacak” sorusu dışında bu konuya pek “aktif” gözlerle bakmayan medya ve toplum, o günlerden itibaren farklı bir rota izledi, Sezer’in bilinen ikazlarının ötesinde ilk defa yetkileri hatırlandı… ??? Sayın Sezer, ne kadar sinsi bir ahtapotla boğuştuğunu o kadar iyi biliyor ki, onun bir de kendi oturduğu makamdan alacağı güçle kuşatmasını sürdürmesi halinde, yaşanacak felaketi düşünmek bile istemiyor. İşte bu nedenlerle, Sezer artık, koltuğunu devredip gitmek yerine açık mücadele yolunu tercih etmişe benziyor. Kendisine yakışan da zaten bu. Çünkü hiç kimse o koltuk kaybedilirse laik demokratik “Türkiye” gemisinin hangi hızda su alıp batacağını kendisinden daha iyi bilemez. Sezer şu anda demokrasi ve laikliği korumak için, “Deve demokrasisi”ne karşı vargücüyle bir savaş veriyor. Erdoğan’ın atadığı ve nur topu gibi her yerden biten, hatta fışkıran kadrolar, semerelerini vermeye başladı! Gâvur icadı uçakların en günahkârlarından kurtulmanın engin sevincini kutlamak için aprona deve davet edip, sonra da onu dualar eşliğinde kurban eden adamcağızın suratına (fotoğraftan) iyice baktım… Kısa saçlı, ince bıyıklı gözlüklü haliyle “Ben ne yaptım ki sanki?” dercesine yukarı doğru boş gözlerle bakıyordu. Kim bilir hangi tarikatın umuduydu ki, “yobaz gazete”, olayı savuna savuna bir hal oldu… “Deve Demokrasisi”nde, demokrasi, hörgüç üzerinde salınır durur. Durumu ahval neyi gerektiriyorsa, o doğrultuda kararlar çıkar. “Deve demokrasisi”nin bir ek göstergesi de, durumu izleyen sade insanlarımıza bile “yok deve” dedirtme kapasitesidir. Bizim liberal ampullerimiz de doğal olarak her zamanki AB hayranlığı çerçevelerinde Fransa’nın Ermeni yasası komedisinden nasiplerini aldılar. Geçen haftalarda size Prof.(!) Atilla Yayla’yı nasıl kutsayıp demokrasi yağlarıyla ovaladıklarını aktarmıştım. Efendim, Yayla demokrasi sembolüymüş, herkes ve her şey eleştirilirmiş, tabii ki Atatürk de en başta eleştirilebilirmiş… Ne güzel laflar değil mi? Ama gelin görün ki şişede durduğu gibi durmuyor ve liberal palyaçolar, bu sefer malum Pamuk ve Nobel hakkındaki Banu Avar’ın dile getirip yansıttığı içerikli eleştirel görüşler için “Vay efendim, savcılar uyuyor mu? Bu kadın nasıl bu lafları söyleyebilir?” diye toplu saldırıya geçiyorlar. “Demokrat”(!!) İsveç de bu çelişkili ve gülünç koronun içtimai borazancısı… “Deve Demokrasisi”nde, kadınların bildiğiniz gibi eğitim, sanat, cinsellik, dünyayı keşfetme gibi ihtiyaçları değil, salt kapanma gerekleri öne çıkarılır. Kapanma ve öylece her yere sızma… Sonra da sızdıkları yer bir hastane olunca, zavallı hastamız testislerinin ultrasonu çekilemedi diye, birini o kargaşada kaybediverir! “Deve demokrasisi”nde Başbakan eşinin saçı çeşitli İslami baskılarla zorla kapattırılabilir, o kadın bu konuda gözyaşlarını tutamadığını saf günlerinde medyaya bile itiraf eder, ama artık o da oluşturduğu bu yeni sembolle(!) “deve demokrasisi”nin parçası oluverir. “Deve demokrasisi”nde, Başbakan Devlet Başkanı’na, askerlere, ana muhalefet partisine danışmadan en kritik ödünleri AB’ye verir, ama bunlardan bile bir fayda gelmez! “Deve demokrasisi”nin AB yorumlarında dün dündür bugün bugündür. Dün körü körüne AB düşmanı, bugün körü körüne AB destekçisi olunabilir. Bu, Erdoğan’ın tek başına yürüttüğü bir “onemanshow” demokrasisidir. Beyefendi ne isterse olur, Parti içinde aleyhine konuşulamaz, Parti dışında da kim ne derse, ona göre bir dizi hakaretler yağdırılıp, belgeli yorumlar sunan insanlar susturulmaya çalışılır. ??? Tabii din siyasetçilerinin yeşerttikleri filizlerden bazen tehlikeler de doğar. Örneğin, Kütahya’da kendini peygamber ilan eden Hatice Benlioğlu gibi… Şimdi bunlar ciddi sorunlardır, çünkü kadının dedikleri doğru olsa, oluşturulan önem ve protokol sırasında tabii hemen Erdoğan’ın da önüne gelip oturmak isteyecek, bir sürü rekabet sorunu çıkacaktır. Eh herhalde İslami kesimde, peygamber başbakandan önemlidir!! “Deve demokrasisi”nde iktidar, laik rejimi çökertene kadar koltuğu bırakmamaya yeminli, ihtiras sahiplerindedir. Sezer, işte artık doğrudan bu gerçeğe karşı bayrak açmış durumda. Bunu yaparken de en başta bir tek özverili bir destek istiyor: Sizinkini… email: bedbay?tnn.net Faks: 0212 227 34 65 SESSİZ SEDASIZ (!) İki çoban bir koyunu kesip yedi FIKRA bu ya, ağanın koyun sürüsünü otlatan Recep adında bir baş çobanı bir de Abdullah adında yardımcı çobanı varmış. Çobanlar koyunlardan birini kesip, ağacın dibinde bir güzel yemişler ve yatıp uyumuşlar. Uyandıklarında ne görsünler, koca sürüden eser yok, hepsi kaçıp gitmiş. Fıkranın gerisini Ahmet Önen anlatıyor: “Akşama kadar arayıp bulamadıkları sürünün hesabını ağaya veremeyecek olmanın korkusuyla titreyen yardımcı çobanı, baş çoban teselli etmiş, ‘Sen korkma, kaybolan sürünün hesabını ağaya ben vereceğim. Göreceksin bu işten yüzümün akı ile çıkacağım” demiş. Yardımcı çoban kapı dışında beklerken, baş çoban Recep kapıyı vurup ağanın karşısına geçmiş. Koyun postuna oturmuş ağa, elindeki bir bakraç ayranı içmekle meşgul. Çoban başlamış hesaba. ‘Yağmur yağdı gök çatladı, yetmiş ikisinin ödü patladı. Önden gitti baş toklu, arkasından beş toklu. Onunu verdim kasaba, onunu katma hesaba. Kurt kaptı birisini, birinin de getirdim derisini’ deyip, yedikleri koyunun derisini ağanın dizleri önüne atmış. Koca sürüden geriye bir koyun postunun kaldığını anlayan ağa Recep çobanı kovarken, elindeki bir bakraç ayranı da kafasından aşağıya geçirmiş. Kapıda merakla bekleyen yardımcı çoban Abdullah; ‘ne oldu’ diye sorunca, Recep gayet pişkin bir vaziyette; ‘ben demedim mi sana, bak yüzümün akıyla çıktım işte’ demiş!” Barış L. Soner Ata: “DTP’lilerin ‘barış yürüyüşü’nde attıkları slogan: Dişe diş, kana kan. Seninleyiz Öcalan.” Develer Akif Kökçe: “Kurban Bayramı yaklaşıyor. Kurban derileri Türk Hava Kurumu’na, kurban develeri Türk Hava Yolları’na!” Abartmayı Seviyoruz! DENİZ BANOĞLU Evet abartmayı seviyoruz. Hem de çok. Olanları, olmayanları abartıyoruz… Kişileri, kimlikleri abartıyoruz. Yaşam biçimimizi, giyimimizi, kuşamımızı abartıyoruz… Yapılanları yapılmayanları abartıyoruz… Sevinçleri, üzüntüleri abartıyoruz… Gerçekleri, gerçek olmayanları… Başarıları, başarısızlıkları abartıyoruz. Hayallerimizi, umutlarımızı.. umutsuzluklarımızı, karamsarlıklarımızı abartıyoruz… Düşünceleri, ideolojileri.. kurumları, kuruluşları.. konuştuklarımızı, yazdıklarımızı.. sözlerimizi, vaatlerimizi abartıyoruz. Dostumuzu, düşmanımızı abartıyoruz.... Hatta kimi zaman kendimizi bile abartıyoruz… Neye, kime, ne zaman, nasıl, hangi ölçüler içinde tepki vereceğimizi bilemediğimizden, en kolay yolu seçiyor ve sürekli abartıyoruz. ??? Sonuçta giderek kişiliğimizin ayrılmaz bir parçası haline gelen bu illet, alışkanlığa dönüşüp, bireysellikten sıyrılıp, kamuoyunu yönlendirme sorumluluğunu üstlenmiş olan medyaya da bulaştığında, bazen tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor. Olaylara oluşumlara dışardan bakan ya da seyirci sıfatıyla katılan kitleleri şaşırtabiliyor, kafa karmaşası yaratabiliyor, iç dünyasında fırtınalar estirebiliyor, özendiriyor, olanlarla özdeşleştiriyor, düşüncelerde gelgitler oluşabiliyor. Başta siyasiler abartıyor. sonra özel resmi kurumlar kuruluşlar, onların başındaki sorumlular.. sonra medya, sorumluları, yazarları çizerleri, habercileri.. vs. Bu alışkanlığın sebep sonuç ilişkilerini irdelemek toplum bilimcilerle galiba biraz da psikologların görevi olmalı diyorum ama, AB’ye girme telaşında ve gayretinde olan Türkiye’deki bu genel abartı alışkanlığının hangi Batı ülkesinde bir benzerinin olabileceğini de düşünmüyor değilim. Hani her şeyi Batı’dan örnek alıyoruz da… Örneğin hangi Avrupa ülkesinde bir belediye, vatandaşa hizmet etmek doğal ve asıl görevi iken, bizdeki gibi halka sözüm ona çalışmalarını duyurmak için bunca parayı reklamlara yatırıp, toplu ulaşım araçlarından tutun da, kentin her yerini afişlerle donatır? Hangi Avrupa kentinde, örneğin sade bir kavşağın açılış töreninde, ülkenin başbakanı boy gösterir de nutuklar atar? Hangi Avrupa ülkesinde bir başbakan siyasi sorumlulukların dışında yaptığı ticari ortaklıklarla servetine servet katar? Ya da hangi bakan, başbakan ya da bir siyasetçi kızının, oğlunun düğünü için dünyayı ayağa kaldırır? Ve hangi Avrupa ülkesinin ciddi görünümlü medyası bu ve benzeri haberleri günlerce abartılı manşetler, sözcükler, makaleler köşe yazıları ile sayfalarını donatır?.. Medyanın günahı bunlarla da bitmiyor elbet… Uluslararası sportif karşılaşmalarda sürekliliği olmayan kimi başarılarımızın göklere çıkarılması, ardından gelen yenilgilerin aynı abartılı yayınlarla yerilmesi... Başbakan ya da başı örtülü siyasetçi eşlerinin uluslararası platformlardaki görüntülerinin “yeni, şık moda” anlayışı ile kamuoyuna yansıtılması. Özellikle görsel medyanın, ceviz kabuğunu doldurmayacak magazin haberlerini “en sıcak haber’’ “en sıcak haber’’ tekerlemeleriyle ardı ardına yinelemesi. Ülkenin hassas politik sorunlarında karşıt cepheleri uzlaştırıcı değil, adeta daha karşıt hale getirici yayınlarla kamuoyunu yönlendirmesi… Cumhuriyet Bayramı kutlama yürüyüşlerinde, en az, katılımcı sayısı kadar polisin görev alması… Ülke çıkarlarını, çağdaş geleceğini sahiplenmek yerine, kimi aydınlarımızın cumhuriyetin temel ilkelerine karşı çıkanlara destek kampanyaları açmaları, asıl tepki verecek ses yükseltecek yerlerde sus pus olmaları.. abartı değil de nedir?.. En çok, en sık ve en yersiz abartılan bir konu da Avrupa Birliği serüveni... Sayın Ali Sirmen bir yazısında medyada çıkan yazı başlıklarıyla belgeleyerek bu konuya çarpıcı biçimde değinmişti. Ya Papa’nın ziyareti ve Nobel ödülü ile ilgili yorumlara, haberlere ne demeli?.. Uygun görmediklerinde ulusalcılık yerilip yerden yere vurulurken, Kemalistler için “fanatik Kemalistler’’ tanımlaması yapılırken, bir TV kanalının ani düşünce dönüşümüyle, Nobel ödüllü yazarımızı Türk bayrakları ve marşlarla karşılama kampanyası düzenlemesi ne adına oluyor? Evet özet olarak; yaşam biçimimizle, üretmeden yaptığımız tüketim çılgınlığımızla, siyasetçimizle, medyamızla, kurumumuz, kuruluşlarımızla, abartıyoruz, abartıyoruz ve abartıyoruz. ??? Ve Banu Avar olayı.. Bu örneklerin sonu gelmez... Sonu, Banu Avar olayıyla bağlayalım. Banu Avar’ın, o ülke topraklarında yaşayan insanların konuşmalarıyla aktardığı, İsveç toplumsal yaşamını ve Nobel’in arka planını yansıtan TRT’deki yayını tepki çekmiş... Başta İsveçlilerin. Ve bizim medya da “skandal’’ diye veriyor bu olayı… Ki o İsveçliler, insan hakları ve işkence olaylarını yerinde izlemek üzere topraklarımıza delege gönderiyor.. Ki o Batılılar bize “insan haklarından, özgürlüklerden, demokrasilerden’’ söz ediyor... Bir yandan basın ve düşünce özgürlüğünü savunacaksın, öte yandan bir TV yayınını protesto edeceksin. Tam zamanıdır, “özgürlük savunucusu aydınlarımızın’’ Banu Avar’a ve programına destek çıkması.. Eğer bunu yapamıyorsak, bence asıl “skandal’’ bu olacaktır… denizban@superonline.com ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 19 Aralık www.mumtazarikan.com Askeri kimlik kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. MEHMET ÖZGÜL Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. HANİFE EMEL AYTUNA 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Futbolda, kalecinin to 1 pu yakala 2 mak için yere 3 yatay bir biçimde yaptığı 4 atlayış. 2/ 5 Düzgün sarıl 6 mış halat yu7 mağı... Harman savur 8 makta kulla 9 nılan, çatal 1 2 3 4 5 6 7 8 9 biçiminde tarım ara1 A L K A Z A R K cı. 3/ Kemiklerin yu2 L R O O L A S I varlak ucu... Kıdem3 G R A N D İ A D lilik bakımından S E Y K L E başta gelen diplo 4 Ü F A Ç A M mat. 4/ Bir buzulun 5 M İ 6 A H I R K A P I parçalanmasıyla N A Ş A oluşan buz kütlesi... 7 N A R E İstanbul’un kısa ya 8 L A T A M I H zılışı. 5/ Mezopo 9 B E K A F A K İ tamya’da kurulmuş eski bir krallık... Bir cetvel türü. 6/ “ söyletir en yanık türküleri / Ay buluta girdiği gecelerde” (C. S. Tarancı)... Bir cins Alman birası. 7/ Kekelemek ya da bazı sözcüklerde takılmak. 8/ Eğilimi olan... Bir şeyin fiyatını artırma. 9/ “ ile ölmeyelim gel dosta gidelim gönül” (Yunus Emre)... Bir nota. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Erkekte idrar kesesinin altında yer alan bez. 2/ Togo’nun başkenti... Bir aracın ya da bir biçimin ana çizgilerini gösteren çizim. 3/ Ateş... Sarkaç, pandül. 4/ Tarlayı sürerek dinlenmeye bırakma... Kaynağı antik dönemlere dayanan kirişli bir çalgı. 5/ Hawaii Adaları’na özgü, gitara benzer dört telli çalgı. 6/ İnce dantel... Boyun eğen, kendini başkasının buyruğuna bırakan. 7/ Ney çalan kimse... Yer ölçmeye yarar düğümlü ip. 8/ Besteci. 9/ Yırtıcı bir hayvan... Kuzu sesi. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle