17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 ARALIK 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Devrim Tarihinden Sınıfta Kalmak Yayla, bir “AB muhibbi” ve “dışgüçler işbirlikçisi” olarak bütün bu söylemleri ile kendisine yakışan görüşler öne sürmüştür. Ancak kendisini liberal düşüncenin sözcüsü olarak gördüğü halde, bir ulusun özerkliğini paranteze alıp dış baskılardan medet umması ve de reform yasalarının Meclis’in özgür istenç ve seçimi yerine, AB ve ABD’nin “yararlı baskıları sonucu” kabul edilmelerine sevinmesi, liberal düşünce açısından utanç verici bir durumdur. malizmin liberalizm ya da sosyalizm türünden bir ideoloji olmayıp bir “din” olduğunu öne sürmektedir. Yayla’ya göre, “Kemalizmin bir din olması, onunla mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Kemalistler de bu dinin müritleri oldukları için onlarla rasyonel hiçbir tartışma yapılamamaktadır”. Yayla, yerine getirilmesi gereken görevi “Kemalizmin ideolojik temellerini yıkmak” olarak belirlemekte ve bu görev başarıldığı takdirde Türkiye’nin on beşyirmi yıl içinde, hem ekonomik hem de siyasal anlamda, bölgenin en gelişmiş ülkelerinden biri olacağına kesin gözüyle bakmaktadır. Çünkü ona göre, ekonomik açıdan gerilik ve yoksulluğumuzun nedeni, Kemalizm ile özgürlüklerin kısıtlanmış olmasıdır. Bu durum, devletin toplumsal, siyasal, ekonomik, ideolojik, dinsel her yönden topluma egemen olmasının sonucudur. Yayla, ayrıca demokratik olan siyasal erk ile bürokrasi arasında çatışma olduğunu öne sürmektedir. Bürokrasinin demokrasiye tolerans gösterdiğini, ama sınırlar da koyduğunu söylemekte, bürokrasinin temelinde ise orduyu görmektedir. Ordunun Türkiye’deki pozisyonunun dünyada bir başka benzeri bulunmadığını; generallerin siyasetçileri sevmediklerini ve bölücüayrılıkçılık ile köktendinci dinsel gruplar türünden problemleri kendi güç ve etkilerini artırmak için kullandıklarını vurgulamaktadır. PENCERE Zoom... Televizyon gizemli bir kutu, Meclis’teki dünkü Bütçe tartışmalarını avuç içi kadar odanın mahremiyetine taşıyor, ben mis gibi çayımı yudumlarken dört kişiye sık sık zoom yapıldıkça geçmişle güncelliğin çelişkisi sarmaş dolaş ekrana yansıyor... Bülent Arınç.. Recep Tayyip.. Abdullah Gül.. Abdüllatif Şener.. Dört insan manzarası.. Dördü de 68’li... ? Ancak tövbe estağfurullah demeli!.. Çünkü bunlar solcu 68’li değil, yaşına başına göre aynı kuşaktan Erbakancı... Üstelik dördü de dönmüş... Hem ne dönüş!.. Soldakiler halt etsinler!.. AKP’li tayfası Amerika’dan icazet alınca NurAmpul partisini kurmuşlar.. Zavallı Erbakan!.. Yetiştirdiği bu ‘gençler’ kadar aklı yok muydu?.. Ampul partisi kuramaz mıydı?.. Zahir bir yaştan sonra irtica faslında bile dönmek kolay olmuyor... ? Nurculuğun şeyhi kim?.. Saidi Nursi!.. Saidi Nursi, gençliğinin hızlı döneminde ilk kez İstanbul’a gelince elektriği görmüş... Bakmış, ampul yanıyor... Hayran olmuş.. AKP siyaseti daha çok Nakşi tarikatının Nurcu cemaati üzerine irtica politikasına ram olduğundan partinin markası ampul... Saidi Nursi’nin ruhu şad olsun!.. Yakında o ruh Atatürk’ün Çankaya’sına çıkacak!.. Bülent Arınç.. Recep Tayyip.. Abdullah Gül.. Abdüllatif Şener.. Meclis’te televizyon zoom yaptıkça dördünün gözlerinde fer olarak nur ışığının ampulü yanıyor... Erbakan’ı satıp Amerika’ya dönerek iktidara geçtiler... Şimdi hedef Çankaya!.. Haydi hayırlısı... Ama, dört Amerika’ya dönmüş 68’linin gözlerinde bir kaygının soru işareti de okunmuyor değil... AKP, Irak hesabı üzerine Amerika’nın tezgâhladığı partidir... Amerika’nın Irak’ta hesabı ters çıktı... Ya Türkiye’de de ters çıkarsa?.. Ya da Amerika Türkiye’de bu takımı bırakıp başkalarıyla oynamaya kalkarsa?.. ? Ayıptır söylemesi, bizim memlekette politika dedin mi artık bu tirfillenmiş alanda bağımsız iç siyaseti ara ki bulasın!.. “2007 yılı iç siyasette gerilimli geçecek” lafı üzerine herkes gözlerini Amerika’ya çevirmiş, Başkan Bush’a dikmiş, ne yapacak diye bekliyor... Çünkü biz biz olmaktan çıktık... Ben çayımı yudumlarken televizyon dört insan manzarası üstüne zoom yaptıkça bu gerçeği çok daha iyi anladım... Evet, biz biz olmaktan çıkmışız... Eskimeden Yeni Kalmak! Bir şiir okursunuz, bir öykü okursunuz. On yıl, yirmi yıl önce de okumuştunuz o şiiri, o öyküyü... Yepyenidir, taptaze duygular, düşünler, sevgilerle doludur. Bugün yazılmış gibidir! Gerçek sanat yapıtları öyledir, eskimezler, zamanı aşarlar! İnsanla birlikte yaşlanmazlar! Geçmiş yüzyılların kişileri de bugününkülerle aynı çizgide birleşmiş gibi olurlar... Geçmiş yazılarımı biriktiren dosyaları masaya döktüm. Çok eskileri değil, son beşon yılınkileri... Ellili, altmışlı, yetmişli yazılar elimin altında değil, bir eski dolabın içinde karmakarışık durmaktalar. İçlerindeki birçok yazıyı kitaplaştırmışım... Masamın üstüne dökülenler, son yıllarınkiler... Bilmem farkında mısınız? Ben, ara sıra eski yazılarımı yeni yazılarmış gibi sizlere sunuyorum... Kimileri de yapar bunu “yirmi yılotuz yıl önceki” diye ekler! Ben bunu yapmıyorum. Bakıyorum, o yazı yepyeni, yazılışıyla değil yalnız, içeriğiyle de yepyeni. Şimdi otursam aynı yazıyı yazmış olacağım bir daha!.. Yarım yüzyıllık köşe yazarlığımda neler gördüm, neler yaşadım, neler yazdım? Menderes, 27 Mayıs, İnönü, Demirel, Ecevit, Kenan Paşa, Özal derken Tayyip dönemleri!.. Al, on yıl önceki yazıyı bugüne getir! Belki ikiüç sözcüğü, ikiüç politikacının adını değiştir, sorun kalmasın... Okuru aldatmak istemem. Elli yıllık bir gazete yazarlığı değil yalnız sorumlu tutulacağım, sorumlu olduğum! Daha önceki, 1940’lardan başlayan edebiyatçılık yıllarının yüklendiği yazar sorumluluğu da var. Böyle bir insan otuzundakırkında yazdığını, yetmişindensekseninden sonra hiçbir satırını bozmadan okuruna sunarsa, sunmak zorunda kalırsa, kalmışsa!.. Sorular sormuşuz, yanıtlar beklemişiz! Gerçekleri ortaya dökmüşüz! Gözlenenleri ortaya çıkarmak istemişiz. Bir uygarlık devrimi olan Atatürkçü atılımları boyuna dile getirmişiz. Bir büyük aydınlıkta tüm ulusça bir araya gelmek, getirmek istemişiz.... Bugünü yarınlara, yarınları da daha ileri günlere tam bir güvenle, eşitlikle taşımak çabasını yaygınlaştırmayı özlemişiz!.. Gelmişiz iki binli yıllara, yeniden çıkmazlara saplanmışız. Türk olmanın önemini, çağdaşlığın yerini, gerçek bir insan olmanın, insanca yaşamanın kaçınılmazlığını yaza yaza bugünleri bulmuşuz... Yeni şeyler düşünmek, bulmak, yaşamak, yaşatmak saymışız yazarın işini, görevini! Ama olmamış, olmuyor, olmayacak... Kim önlüyor, kim tutuyor elini diye sorar mısınız bir de? Kendime soruyorum, masaya yığılmış eski gazete parçacıklarını, yüzlerce “Evet Hayır”ı karıştırarak... Demokrasiyi, anayasayı, özgürlüğü, yurttaşlığın anlamını savunmak, duyurmak... Gerektiğinde en ağır eleştirileri yapmaktan kaçmamak; adalet önüne çıkmayı, yanlış yasaların kurbanı olmayı, gerektiğinde nice arkadaşım gibi hücrelere kapatılmayı göze alarak... Evet, sizlere ara sıra geçmiş yılların yazılarını sunuyorum. Kaçınız anlıyor, bilmiyorum. Nasıl anlayacaksınız ki, konular, kişiler, sorunlar aynı, Dıranas’ın bir dizesindeki gibi “aynı aynı aynı”... Bu yazıyı şimdi yazdım. Ama geçmiş yıllarda da bu yazının tıpatıp benzerini yazmış olabilirim.... Bilmem sizlerden özür dilemem mi gerekiyor? Prof. Dr. Necla ARAT Ü lkemizde son on yılda Kemalizm karşıtlığında, “türban” konusunda, ordu düşmanlığında ve Kürt sorunu ile ilgili tartışmalarda tam bir uyum içinde benzer görüşler öne süren neoliberal öğretim üyesi ve köşe yazarlarının sayısı bir hayli çoğaldı. Neoliberalizmin Türkiye’deki bu uzantıları, ortak payda olarak gördükleri konularda hemen iş ve güçbirliği yapıyorlar. Halkımız hem öğretim üyesi hem de Zaman gazetesi yazarlığı sıfatını taşıyan bir neoliberal örnek olarak, Prof. Dr. Atilla Yayla ile geçen günlerde yakından tanıştı. Prof. Yayla, kimi köşe yazarlarımızca “düşünce ve ifade özgürlüğü çiğnenmiş, mağdur ve mazlum biri” olarak desteklendi. Hatta İnsan Hakları Derneği, MazlumDer, Helsinki Yurttaşlar ve İnsan Hakları Girişim Derneği, Yayla ile birlikte ve onu desteklemek amacıyla bir basın toplantısı düzenledi. Bu basın toplantısında Yayla’nın “ifade özgürlüğüne darbe indirildiği, düşüncelerini açıklama hakkının çiğnendiği” türünden söylemlerle karşılaştık. Ama Yayla olayında düşünce özgürlüğü savunmanlığına soyunan bu dernekler nedense Muazzez İlmiye Çığ davasında hiç ortaya çıkmamışlardı. Üstelik Prof. Dr. Atilla Yayla, yukarıda söz konusu edilen her dört kategoride de ilginç görüşlerini (!) , düşüncelerini, açıklama hakkı ve ifade özgürlüğü çiğnenmeden, her platformda doyasıya seslendirmiş biri... Yoğun tar tışmalara neden olan İzmir toplantısında söylediklerini bir yana bırakıp örneğin Mustafa Kemal Atatürk dönemine ve “Kemalizm”e ilişkin neler yazmış olduğuna ve yabancı basınla ne tür röportajlar yaptığına yakından baktığımız zaman, çiğnendiği söylenen “düşünce ve ifade özgürlüğünü” ne denli özgürce (!) kullandığına tanık oluyoruz. İddialar Örneğin, Yayla’ya göre, “Atatürk zamanında demokrasi yoktu ve Atatürk halk tarafından seçilmemişti. Cumhuriyetin kurucusu da, sahibi de halktı. Türkiye Cumhuriyeti’ni ordu değil, sivillerden ve politikacılardan müteşekkil Türkiye Büyük Millet Meclisi kurmuştu. Bu nedenle, 1923’ten 1950’ye kadar olan dönem tek parti diktatörlüğü olup çok düşük yaşam standartları yüzünden halkı ezmiş olan bir dönemdi. Türkiye’nin demokratik gelişme dönemi ise 1950’de başlayan ve başarı diye adlandırılacak ne varsa gerçekleştirmiş olan dönemdi”. Kısacası, “bu iki dönem, birbirinin tersi/panzehiri idi”. Yayla’ya göre, Atatürk döneminde “medeniyetin birçok değer ve kurumları yer almadığı için Kemalizm, medenileştirici bir süreç olarak görülemez. Çünkü medeniyet bir şeyi yapmaksa (yani do etmek), Kemalizm onu yapmamak (yani undo etmek) anlamına gelmektedir”. Yayla, demokrasiyi de “Kemalist mirasın reddi” olarak tanımlamakta ve Ke AB ve ABD baskısı Yayla, bu görüşlerini hiçbir yasaklamaya maruz kalmadan, hiç korkusuz ve tehditsiz, yıllardır çeşitli platformlarda seslendirmektedir. O, Türkiye’de “Kemalizme meydan okuyan kendisi gibi insanlar ve gruplar” bulunduğundan söz etmekte, ama “Kemalist kurumları bir türlü etkileyemediklerinden” de yakınmaktadır. İşte bu nedenle, ona göre, “reformların yapılabilmesi için dış baskıya gereksinmemiz vardır ve gerek AB’nin gerekse ABD’nin baskıları çok yararlıdır”. Yayla, kendisinin de Türkiye’nin AB üyeliğini siyasal nedenlerle desteklediğini söylemektedir. Çünkü güçlü bir baskı kaynağı olan AB’nin, örneğin ordunun sivil otorite tarafından denetlenmesine ilişkin yasa ile daha nice yasanın TBMM’den geçmesinde başrolü oynadığına inanmaktadır. Utanç verici Yayla, bir “AB muhibbi” ve “dışgüçler işbirlikçisi” olarak bütün bu söylemleri ile kendisine yakışan görüşler öne sürmüştür. Ancak kendisini liberal düşüncenin sözcüsü olarak gördüğü halde, bir ulusun özerkliğini paranteze alıp dış baskılardan medet umması ve de reform yasalarının Meclis’in özgür istenç ve seçimi yerine, AB ve ABD’nin “yararlı baskıları sonucu” kabul edilmelerine sevinmesi, liberal düşünce açısından utanç verici bir durumdur. Kendisi gibi insanların ve grupların Kemalist kurumları (özellikle de Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’ni) etkileyememelerinden duyduğu rahatsızlık ise “medenileştirici bir süreç değil de medeniyet çözücü bir süreç” olduğunu söylediği Kemalist Cumhuriyet’in ne denli sağlam kurumsal temeller üzerine dayandığının somut kanıtıdır. Kemalist Cumhuriyet, tam bağımsızlığı öne çıkarıp emperyalizme karşı direndiği, ulusdevleti sağlam temeller üstünde kurumlaştırdığı, laikliği kabul edip demokrasiye yöneldiği, sivil hak ve özgürlüklerin önündeki yüzlerce yıllık engelleri laik hukuk güvencesinde ortadan kaldırdığı için Yayla’nın görüşlerinin tersine “görkemli işleri başarmış olan medenileştirici bir süreçtir”. Şimdi bu süreci “çözmeye” ya da “bozmaya” çalışan iç ve dış güçlerin ise kimlerden oluştuğunu Türk halkı çok iyi bilmektedir. Sonuç olarak: Prof. Dr. Atilla Yayla, devrim tarihinden de siyaset biliminden de sınıfta kalmıştır. EYÜP 2. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN TAVZİ İLANI 06.12.2006 TARİHİNDE Cumhuriyet Gazetesi’nin 15 sayfasında yayınlanan Eyüp 2. İcra Müdürlüğü’nden gayrimenkul açık artırma Başlıklı 2006/703 T. Sayılı dosyamızla ilgili olarak Tapu kaydında 29.1.1981 2082 Beyannamesinde gösterildiği üzere 3810 m2 lik kısım üzerinde Tek lehine Daimi irtifak hakkı vardır, bu hakla yükümlü olarak satılacaktır. Tavzien ilan olunur. 15.12.2006 Basın: 62667 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle