14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 KASIM 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Türkiye’de ‘KaraSes’ olarak tanınan Cemalettin Kaplan halifeliğini ilan ederek sözde bir İslam devleti kurdu İrticanın Almanya ‘Kaplan’ları 18 Nisan 1992’de Almanya’nın Koblenz kentinde bir ‘‘devlet’’ kurulduğu açıklandı: Anadolu Federe İslam Devleti (AFİD). Eski Adana Müftüsü Cemalettin Kaplan’ın öncülüğünü yaptığı hareketin ilan ettiği bu devlet, elbette olağanüstü önemsenecek bir girişim değil. Ancak 2.5 milyon insanımızın olduğu bir ülkede, toplumun dini duygularını kullanarak örgütlenen bir hareketi ciddiye almamak ciddiyetsizlik olur. Kaldı ki bu hareketin Almanya’daki uzantıları zamanla öylesine ciddi sorunlar oluşturdu ki, Almanya bile önlem alma zorunluluğu hissetti. Girişte devletin adında ‘‘Anadolu’’ sözcüğünün olduğunu aktardık ama, kurucuların hedeflediği coğrafya tüm İslam coğrafyasını içeriyordu. Bu devlet gerçek anlamda kuruluncaya dek, halifelik görevini Cemalettin Kaplan üstlenecekti. Kaplan, 198090’lı yıllarda Türkiye’de ‘‘Kara Ses’’ olarak tanındı. Zira Avrupa’dan Türkiye’deki yönetimler aleyhine ne kadar ağır söz varsa, söylüyordu. Grubun kökeni 25 Kasım 1984’te Kaplan öncülüğünde kurulan İslami Cemiyet ve Cemaatler Birliği’ne dayanıyor. Zamanla ‘‘Kaplancılar’’ adıyla tanınmaya başladı. Almanya’daki öteki Müslümanları da kendi etkisi altına alabilmek için AFİD’in bir başka adı da şu oldu: İslami Cemiyet ve Cemaatler Birliği (ICCB). AVRUPA’DAKİ KAPLANCI VARLIĞI S T R AT E J İ H E P AY N I Türkiye’ye tebliğ yağmuru C emalettin Kaplan’ın 1992’de kurduğu sözde devlet, 1995’te Kaplan’ın ölümünden sonra büyük bir liderlik tartışmasının içine düştü. Halil İbrahim Sofu ve Kaplan’ın oğlu Metin Kaplan arasında yaşanan sözde ‘halifelik’ tartışması, Sofu’nun cinayete kurban gitmesiyle sonuçlandı. 1999’da Kaplancılar hareketinin lideri konumundaki Metin Kaplan tutuklandı. 2001 yılında Alman makamları Kaplancıların faaliyetini yasakladı. Metin Kaplan ise 12 Ekim 2004’te Türkiye’ye iade edildi. C Kaplancılar, örgütlerden hangisi hangi kapıyı açacaksa, onu öne çıkardılar. Kaplancıların, büyük çoğunluğu Almanya’da olmak üzere Avrupa katındaki varlığı şöyle özetlenebilir: Yaklaşık 5 bin kişilik eleman potansiyeli, bunlar 27 bölge başkanlığına bağlı olarak örgütlendi. 3 vakıf ve Alman yasalarına ters düşmeyecek şekilde kurulmuş bunlara bağlı olanolmayan şirketler. 27 cami derneği. Bu dernekler aynı zamanda bir caminin içinde ya da etrafında örgütlendiği için 27 cami anlamına geliyor. emalettin Kaplan, öteki bölümlerde de konu ettiğimiz tebliğcemaatleşmecihat stratejisine bağlı olarak hareket etti. Tebliğ aşamasının tamamlanması için bir dönem Almanya’dan Türkiye’ye, olağanüstü boyutlarda dergibroşür gönderildi. Türkiye’de belli kurum adreslerine bunlar gönderilirken ilk 3 sırayı şu kurumlar aldı: Türk Silahlı Kuvvetleri, Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı. Bunun Almanya’daki yönü de hem Türkleri hem öteki ülkelerden Müslümanları kapsayacak şekilde planlandı. Bu planlama beraberinde Suudi Arabistan ve İran’ın da bu grupla bağlantı kurmasını getirdi. İki ülke de Almanya’daki etkilerini arttırmak için Kaplancıları kullandılar. Bu tür kullanımların hemen tümünde olduğu gibi hareketin içinde ‘‘paranın geldiği yöne’’ dayalı bölünmeler başladı. 1996 yılında, İran yanlısı çalışmaları öne çıkaran grup ciddi bir tartışma başlattı. Tar tışmanın ana konularından biri, Anadolu’da kurulacak İslam devletinin hangi yönteme dayalı olarak gerçekleşeceğiydi. Sonuçta İran yanlısı grup ayrıldı, şu ad altında faaliyetini sürdürmeye başladı: Müslüman Cemaatler Birliği (MCB). Aynı ikilem Milli Görüş’le de yaşandı. Almanya’daki en etkili grup olarak kabul edilen Milli Görüşcüler başlangıçta Kaplancılarla fazla diyalog kurmadılar. Bir anlamda yok saymaya çalıştılar. Bunu başaramayınca Kaplancılar için şu saptamayı yapıp araya mesafe koydular: ‘‘Davaları hak olabilir ama metotları batıl!’’ Milli Görüş’ün ‘‘batıl’’ bulduğu metot, Kaplancıların Türkiye’de kitleleri de etkileyecek terör eylemlerine bulaşma eğilimiydi. Nitekim, Kasım 1998’de örgütün Anıtkabir’e uçakla bir saldırı düzenleme planı ortaya çıkarıldı. Bu saldırı planının açığa çıkması ve operasyonların arttırılması sonucu örgütün Türkiye’deki ağırlığı büyük ölçüde ortadan kaldırıldı. Ancak Almanya boyutu devam etti. Kaplan’dan sonraki Kaplan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilgisizliği irticai oluşumların işine yaradı 73 gerici örgüt ve kuruluş Y azı dizimizin ana konularını oluşturan grupların büyük çoğunluğunun yurtdışından destek aldığı net biçimde ortaya çıkıyor. Fethullah Gülen grubunun Kara Avrupası’ndan çok İngiltereABD ekseninde etkin olduğunu yine raporlardan aktardık. Gülen dışındaki grupların çok büyük bir bölümü Almanya’da kendisine zemin buldu. Bu ülkede ve Hollanda, Belçika, Fransa, Avusturya gibi komşularında iki büyük potansiyel vardı: Türkler. Başta Fas, Cezayir olmak üzere öteki ülkelerden Müslümanlar. Almanya’ya giden Türklerin bir gün döneceği düşünülmüş ve onlarla ilgili hemen hiç kalıcı plan yapılmamıştı. Köyünden Münih tren istasyonuna inen Türk, ne iş olursa yapıp biraz para kazandıktan sonra kendine sordu: Ben kimim? Türkiye’de ‘‘gurbetçiydi’’, Almanya’da ‘‘geçici göçmen işçi’’. Milli Görüş’ü anlatırken buna kısaca değinmiştik. Güvenlik birimlerinin raporlarından birinde konu şu şekilde irdeleniyor: ‘‘1960’lı yıllardan itibaren Avrupa’ya işçi akınının başlamasıyla birlikte özellikle yoğun olarak Almanya’da çalışan işçilerimiz arasında başlangıçta dini ihtiyaçların karşılanması maksadıyla küçük çapta dini örgütlenmeler kurulmuştur. Zaman içerisinde bu örgütler, Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın sosyal ve kültürel yapıları nedeniyle yayılma eğilimi göstermiştir. Bu konuda başlangıçta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Almanya’da etkili bir teşkilat kuramaması ve arzu edilen nitelikte din adamlarının gönderilememesinin de büyük rolü olmuştur. Bu boşluktan istifade eden irticai örgütler, özellikle 12 Eylül 1980’den sonra Almanya’yı üs bölgesi olarak kullanarak, hem Avrupa’daki hem de Türkiye’deki tüm irticai faaliyetlerini bu ülkeden organize eder hale gelmişlerdir. Almanya’da yaşayan vatandaşlarımıza yönelik irticai faaliyetler açısından, Milli Görüş, Nakşibendi tarikatı, Süleymancılar, Kaplancılar, Nurcular gibi radikal İslami örgütler ve bunların yan kuruluşlarına ait 73 irticai örgüt ve kuruluşun etkili olduğu tespit edilmiştir.’’ Güvenlik birimlerinin raporlarında tek tek irdelenmiş olan bu örgütlerin ana hatlarıyla listesi şöyle (Bazı örgütlerin değişik kentlerdeki şubeleri de ayrı örgüt olarak değerlendirilmiş): İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilatı, DüsseldorfMülhaim Mescidi Aksa Gençlik Kolları, Hizbut Tahrir, Yeni Osmanlılar, Ümmeti Muhammed, Zühre, Dortmund İslam Cemaatleri Birliği, Bochum İslam Cemaati, Menzil Dergâhı Avrupa Merkezi, Salim Abdullah İslam Arşivleri Merkezi, Hessen İslam Toplumu Milli Görüş Başkanlığı, Milli Görüş Teşkilatı Cami Dernekleri (doğrudan örgütle bağlantılı olanlar 7 adet), İslam Kültür Merkezi (Süleymancılara bağlı olanlar 9 adet), İslam Kültür Merkezleri Birliği, Kaplan Cemaati, Köln Nur Cemaatleri Birliği, Avrupa Türkİslam Birliği (ATİB), İslamic Relief, Anadolu Federe İslam Devleti (AFİD), Dostluk Yolu Derneği, TürkAlman Akademisyenler Birliği, Yunus Emre Kültür Derneği, TürkHak Derneği, Müslüman Cemaatler Birliği, Ümmet Gazetesi, Hilafet Devleti, Eshabı Kehf Derneği, Mehmet Akif CamiiDerneği, Ümmeti Muhammed’in Sesi dergisi. TÜRK YOK ALMAN MÜSLÜMANI VAR Cemalettin Kaplan’ın ölümüyle, yaşanan liderlik tartışması cinayetle sonuçlandı. Sofu’nun halifelik iddiası arikat ve cemaat hareketlerinin ortak özelliklerinden biri de lider konumundaki kişinin ölümünden sonraki dağılma, çatallaşma. Kimi gruplar liderle birlikte büyük ölçüde etkisizleşiyor, kimileri de değişik parçalara bölünüyor. 15 Mayıs 1995’te Cemalettin Kaplan’ın ölümünden sonra yukarıda sözünü ettiğimiz İran bağlantısı ayrıca öne çıktı ve MCB kuruldu. Cemalettin Kaplan sonrasında iki temel sorun ortaya çıktı: ? Toplanan paralar nerede? ? Bundan sonra lider kim olacak? LİDERLİK TARTIŞMASI T Çıkar çatışması yine bu tür grupların ortak ‘‘sorunlarından’’ biri olarak hep yaşanıyor. Gruplar birbirini toplanan paraları kendi çıkarları için kullanmakla suçladı. Ancak Alman makamları karşısında zor durumda kalmamak için taraflar bir aşamadan sonra karşılıklı suçlamayı bıraktı. Liderlik tartışmasının ucu ise cinayete kadar vardı. Cemalettin Kaplan’ın oğlu Metin Kaplan, babasının ardılı kendisi olduğunu ilan etti ve ona göre tavır takındı. Ancak bir ardıl daha vardı: Halil İbrahim Sofu. Sofu, Kara Ses’ten sonrasi sesin kendisi olduğunu iddia ediyordu. Halife oy du. Sofu 1997’de esrarengiz bir biçimde Almanya’daki evinde öldürüldü. Sofu’nun evine giren 3 kişi ‘‘yeni halifenin’’ yaşamına son verdi. Alman makamları cinayeti bütün ayrıntılarıyla çözmekte zorlandılar. Ancak Metin Kaplan’ın cinayeti azmettirdiği kesindi ve 4 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu gelişmeler Kaplancıların etkisini büyük ölçüde geriletti. Pek çok kişi buradan ayrıldı, öteki İslamcı örgütlere gitti. Metin Kaplan’ın 1999’da tutuklanmasıyla birlikte konu Alman makamları için de ciddi bir sorun olarak algılanmaya başladı. 12 Aralık 2001’de Alman hükümeti şu kararı aldı: Alman yasalarının dışına çıktığı için Kaplancılar grubu yasadışı ilan edilmiştir. Tüm malvarlığına el konulmuştur. Gerçi Kaplancılar böylesi bir karara hazırlıklı oldukları için önlemlerini almıştı. Malvarlıklarını değişik yöntemlerle yaymıştı. Ancak önceliği Almanya’da sorunsuz yaşamaya veren pek çok üye gruptan ayrıldı. Bütün bunlara karşın hâlâ ‘‘tebliğ’’ aşamasında olduğuna inanan kimi grup üyeleri çalışmalarını sürdürüyor. Grubun Türkiye’ye gönderdiği ‘‘tebliğlerde’’ genel olarak şu başlıkla mesajlar veriliyor: Tüzüğünde laiklik, Atatürk ve demokrasiye atıf yapan bir parti İslama hizmet edemez. Türkiye’nin Almanya’ya giden yurttaşlarla ilgili olumsuzluklarını aktardık. Burada bir soru daha var: Almanya bu gruplara nasıl baktı? Soruyu daha geniş kapsamlı sormak gerekirse şöyle de yöneltebiliriz: Almanya Türklere nasıl baktı? Özünde Türkiye’nin baktığından çok farklı değildi. Nasıl ki Ankara giden işçilerin bir süre sonra geri döneceğine inanıyordu, o dönemin başkenti Bonn da Türklere geçici misafirler gözüyle bakıyordu. Bunun böyle olmadığı bir süre sonra anlaşıldı ama en keskin anlaşılma 80’li yıllarda yaşandı. 80’lere gelindiğinde Almanya’ya yerleşen Türklerin şu sıralamayla hareket ettiği görülüyordu: Önce kendileri gittiler, yerleştiler. Gruplar halinde yaşamaya başladılar. Bir süre sonra köylerindeki, mahallelerindeki tanıdıklarını, akrabalarını da yanlarına aldılar. Bunu aileler izledi. Eşlerini aldılar. Eşleri çocuklar izledi. Derken yeni kuşak ya Almanya’da evlenmeye ya da Türkiye’den evlenip eşini oraya götürmeye başladı. 3. kuşak büyürken Almanya, ‘Ne oluyor’ sorusunu yüksek sesle sormaya başlamıştı ama... İşte bütün bu aşamalarda, yukarıdaki raporda da vurgulandığı gibi, başlangıçta insanların dini gereksinimlerini karşılamak için oluşan gruplar, zamanla sosyal gereksinimleri de belirler hale geldiler. Almanya iki şeyi gördü: 1 Türkleri tümüyle geri göndermem olanaksız. 2 Türkleri tümüyle içimde eritmem olanaksız. İkinci şık o kadar sırıtıyordu ki, yıllarca Almanya’da yaşayıp Almanca öğrenmeyenler vardı. Almanya özellikle kendi kamu düzeni açısından Türklerle ilgili pek çok çalışma yaptı, bunların bir bölümünü Türkiye ile paylaştı. İç politikasını oluştururken de şu ekseni öne aldı: Bu kişiler Müslüman. Önemli bir dilimi birinci kimlik olarak dinini öne çıkarıyor. O zaman bunlara Almanca öğreteyim. Dinlerini de yaşasınlar ama Türk olarak değil, Müslüman olarak varlıklarını sürdürsünler. Konunun bu yanı çok tartışmalı ve her türlü yorumu kaldıracak boyutta. Ancak Almanya’nın geçen yüzyıllardan kalan Mezopotamya politikası dikkate alındığında hiç de yabancı bir arayış değil! Ankara’daki raporlarda Almanya’nın bu yöndeki davranışları şu başlıklarla konu ediliyor: Alman okullarındaki Türklere din eğitimi vermesi için Türkiye’de irticai faaliyetleriyle tanınan grupların temsilcileri seçiliyor. Alman makamları onlara Türkiye’nin yaklaştığı hassasiyetle bakmıyorlar. Almanya’da kilise ve benzeri dini kurumlar için para toplamanın yasal zeminleri var. İrticai gruplar kendilerinin de aynı statüde, camileri için para toplamasına izin verilmesini istiyorlar. Ancak bu paralar camilerin yaşatılmasına değil, bu grupların güçlenmesine gidiyor. Almanya’daki vergi düzeni ve ekonominin işleyişiyle ilgili yasalar son derece sıkı. Ancak irticai grupların Alman makamlarından da gördüğü hoşgörü, Türkler arasında çok kolay para toplamalarını sağlıyor. Bu durum yakın geçmişte ‘yeşil sermaye’, ‘İslamcı sermaye’ gibi adlarla Türkiye’nin de gündemine girdi, on binlerce kişi bundan olumsuz etkilendi. İrticai gruplar yaz okulları adı altında, Türk ailelerin çocuklarını örgüte eleman sağlayacak ortamlara çekiyorlar. Alman makamları bu organizasyonlara sosyal faaliyet olarak yaklaşıyor. Son zamanlarda Türkiye ve Almanya kamuoyunun da gündemine gelen kimi olaylar nedeniyle Almanya, yasalarını çok sıkı uygulayacağını ilan etti. Bunu ilgili örgütlere iletti. Başta Milli Görüş, Kaplancılar, Süleymancılar olmak üzere 2000’li yıllarda ‘Alman yasalarının dışına çıkmamaya’ büyük özen gösteriyorlar. Bu örgütler Türkiye’nin yarattığı boşluktan da yararlanarak bulundukları ülkede Türkleri kendilerinin temsil ettiğini karşı makamlara büyük ölçüde kabul ettirdiler. YARIN: İSLAMİ HAREKET ÖRGÜTÜ VE HİZBUT TAHRİR CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle