23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 KASIM 2006 SALI 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Bakan Pepe, kendi imzaladığı ‘ormana yüzde 6 imar’ yönetmeliğini de iptal etmeli Papa’nın Ziyareti Katolik âleminin ruhani lideri olan Papa, hem Katoliklerin yaşayan en ulu kişisi hem de devlet başkanı sıfatını taşımakta. Bugün ülkemize gelen Papa 16. Benedikt’in ziyareti de iki yönlü. Ziyaretin resmi gerekçesi, Sayın Sezer’in daveti. Asıl hedefi ise Vatikan ile Fener Ortodoks Patrikliği arasında yüzyıllar sürmüş olan gerginliği, çekişmeyi azaltmak. Bilindiği gibi, Roma İmparatorluğu’nun ikiye ayrılmasından bu yana Vatikan ile Fener Rum Patrikhanesi arasındaki gerginlik doğmuş bulunmaktadır. Bu gergin ayrılığın nedeni, Patrikhane’nin Vatikan’ın güdümünü kabul etmemesidir. Bugünkü Fener Patrikhanesi varlığını Fatih Sultan Mehmet’e borçludur. Kimi çevrelerin iddialarının aksine, Bizans Patrikhanesi, hiçbir kesintiye uğramadan kuruluşundan bugüne kadar gelmiş değildir. İstanbul’un fethinden bir yıl sonra Fatih Sultan Mehmet, fetihten beş yıl önce Pantokrator Manastırı’nda Genadius adıyla göreve başlamış olan ve Ortodoks Kilisesi’nin Vatikan karşısındaki bağımsızlığının ateşli savunucularının önde gelenlerinden olan Georgios Scolarios’u, patrik olarak nasbetmiştir. Fetihten önce, kendisinden yardım isteyen Bizans’a, kendisinin hiyerarşik üstünlüğünü kabulü şartını ileri süren Vatikan’a karşı, Bizans tarihinin en büyük yıkımına yol açan 4. Haçlılardan kalma kötü anıların da etkisiyle, tepki öylesine büyüktü ki, Ortodoks din adamları “Başımızda Papalığın külahını görmektense, Osmanlı sarığını görmeyi yeğleriz” demişlerdi. İşte Fatih’in Genadius’u patrik olarak nasbetmesi böyle bir ortamda olmuştu. ??? İki kilise arasındaki bu gerginlik, beş yüz yılı aşkın süredir devam ediyor. Patrikhane’nin ekümeniklik yani bütün Ortodoksların ruhani liderliği iddiası ise Moskova Ortodoks Kilisesi tarafından kabul görmüyor. Soğuk savaşın çıkışıyla birlikte, özellikle ABD, Patrikhane’yi kendi politikası doğrultusunda, varlığına Stalin’in bile dokunmadığı Moskova Patrikliği’ne karşı kullanma girişimleri, Menderes döneminde ABD uyruklu Athenagoras’ın İstanbul’a getirtilip, Türk vatandaşlığına geçirilerek Fener Rum Patrikhanesi’nin başına oturtulmasıyla sonuçlanmıştı. Papa16. Benedikt’in şu anda ülkemize gelmesinin amacı ise iki kilise arasında yüzyıllardır sürmekte olan gerginliğin ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Yani ziyaretin asıl amacı Türkiye Cumhuriyeti değil, Fener Rum Patrikhanesi’dir. Bu ziyaret ile hem gerginlik giderilecek, hem Patrik’in ekümeniklik iddiaları güçlendirilecek, hem de ABD ile Batı dünyasının hoşlanmadığı Moskova Ortodoks Kilisesi’ne karşı Fener güç kazanmış olacaktır. Türkiye ve İslam dinine karşı hiç de dostça duygular taşımadığını, çeşitli vesilelerle dile getirmiş olan ve kimi açıklamaları İslam âleminde tepki yaratan yeni Papa, Patrik Bartholomeos’u ziyaret niyetini daha önce açıklamış, bu ziyaretten rahatsızlık duyan Ankara, resmi davet ile Papa’yı TC’nin devlet konuğu statüsüne sokmuştu. Görüldüğü gibi, gerek kiliselerin tutumu, gerek ziyaretin Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümeniklik iddialarına güç katacak olması, gerekse bizzat l6. Benedikt’in görüşleri ziyaretin hoş ortamda geçmesini engelleyen faktörlerdir. Ama 16. Benedikt hem Katolik âleminin ruhani lideri hem de sembolik varlığının ağırlığının ötesinde önem taşıyan, dünyanın en eski devletlerinden biri olan Vatikan’ın Devlet Başkanı olan kişidir ve ülkemizde bu sıfatlarına uygun biçimde ağırlanacaktır. Papa’nın gelişinin protesto edilmesi, ziyareti sırasında karşıt gösteriler yapılması ne Türkiye’ye, ne de Müslümanlara yarar sağlayacaktır. Bu gerçeklerin ışığında Papa’nın en iyi biçimde ağırlanacağından kuşkumuz yok. Bu arada, Tayyip Erdoğan hükümetinin yetkili kişilerinin Papa ile görüşme konusundaki, seçmen tabanından kaynaklandığını sandığım ikircikli tavırlarının da pek devlet ciddiyetiyle bağdaşmadığını belirtmek gerekmektedir. Allah’tan ki, garip davranış ve açıklamalar yalnız bizim siyasilerden gelmiyor, Papa’nın Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile yemek çağrısını “dünyevi zevk” olarak niteleyip geri çevirmesini anlamak da güçtür. Sayın Gül ile bir yemeğin neresi dünyevi zevktir, söyler misiniz Allah aşkına? Acarkent yasası yürürlükte OKTAY EKİNCİ Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin İstanbulBeykoz’daki “Acaristanbul” villalarına ait açıklamalarıyla gündeme gelen “orman talanı”nın arkasında, 1987’de yürürlüğe giren ve yüzde 6 imar olanağıyla bugünkü yağma görüntülerini yaratmasına rağmen hâlâ yürürlükte olan “yasa değişikliği” var. Dahası yine Pepe; “İstanbul’un akciğerlerini betonlaştırmak istemiyoruz…” demesine rağmen, “kendi imzası”yla 26 Temmuz 2005’te yayımlanan “Özel Ormanlarla İlgili Yönetmelik”in 10. maddesindeki “Şehir yapılarının toplu bulunduğu yerlerdeki özel orman alanlarında yatay alanın yüzde 6’sına inşaat yapılabilir” izniyle de aynı “betonlaştırma hakkı”nı yürürlükte tutuyor. Bu nedenle 1987 yasası ve 2005 yönetmeliği iptal edilmeden, ormanların talana karşı korunacağı sözü anlam taşımıyor… Özal döneminin ürünü 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından iktidar olan “1. Özal Hükümeti”nin Orman Kanunu’nda yaptığı “imar rantı”na dönük değişiklikler, dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in de onayıyla 22 Mayıs 1987 tarih ve 3373 sayılı yasayla yürürlüğe girmişti. Yeni düzenlemedeki “52. madde”yle de “özel mülkiyet”e tapulanmış ormanların “yüzde 6” oranında yapılaşmaya açılması hükmü getirilmişti. Bu maddeyle Beykoz’daki tarihi “Saip Molla Çiftliği” arazi sinde kalan ormanlarda inşaatına başlatılan “villa siteleri”nden şimdiki “Acaristanbul”un ilk “yerleşim planı”nı da dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan onaylamıştı. Acarkent’le birlikte projeler yaygınlaşarak, gecekondular ile lüks siteler ormanda “komşu” olmaya başladılar. “Siyasi himaye” öylesine üst düzeylere çıktı ki Acaristan’ın önünden geçerek kuzeydeki öbür özel orman sitelerine giden “KavacıkAkbaba” otoyol bağlantısı bile nazım planlarında olmadığı halde Karayolları’nca “re’sen” yapıldı. Böylece, milyon dolarlık villalardan Fatih Köprüsü’ne “hızlı otomobil ulaşımı”yla pazarlama rantları da yükseltilmiş oldu… Nitekim, bugün yine aynı yasal dayanakla gerçekleşmiş “Bey koz Konakları”nda da çok sayıda siyasiyle birlikte, 1987’deki yüzde 6 olanağını getiren Özal hükümetinin Kültür Bakanı Mesut Yılmaz’ın da villası bulunuyor. Ormanı lüks villa pazarına açan aynı hükümetin Orman Bakanı Hüsnü Doğan’ken, konuyla ilgili bakanları arasında da Hasan Celal Güzel (Devlet Bakanı), Oltan Sungurlu (Adalet), Yıldırım Akbulut (İçişleri), Vural Arıkan (Maliye), Vehbi Dinçerler (Milli Eğitim), Safa Giray (Bayındırlık), Mükerrem Taşçıoğlu (Kültür ve Turizm) gibi, 12 Eylül sonrasındaki ünlü “liberalmuhafazakâr” siyasetçiler vardı… 700 yerine 1600 villa Yüzde 6 yapılaşma hakkına ilişkin tartışmalara “medya” pek ilgi göstermedi. Mimarlar Odası ise başlangıçtaki adı “Acarkent” olan ve 1990’ların Orman Bakanı Hasan Ekinci’nin de villalarının bulunduğu inşaatı incelemek üzere bir komisyon görevlendirdi. 1990’ların ortalarında yapılan tespitlerde, yüzde 6 oranı kabul edilse bile 700 villanın yerine 1600 villanın inşa edildiği ortaya çıkartılmasına rağmen, Cumhuriyet gazetesi dışında hemen hiçbir gazete bu büyük talana yeterince yer vermemişti… Şimdi yapılması gereken, bir yandan yüzde 6 imarın aşıldığı “fazla”lık yapıları kaldırmak; ama diğer yandan da bu tartışmalı yapılaşma hakkının bundan sonra da benzer tahribatlara yol açmaması için Orman Kanunu’ndaki 52. maddeyi iptal etmek değil midir?.. İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN ACARLAR’IN YARGIYLA OYUNU İstanbul’un akciğerlerine gökdelen yapıyor İstanbul Haber Servisi Acar Şirketler Topluluğu’nun, Beykoz sırtlarındaki Acaristanbul projesinden önce Saip Molla Ormanı’nda yaptığı Acarkent villalarının bulunduğu bölgede, ruhsatların iptal edilmesine karşın iki gökdelenin inşaatına devam ettiği ortaya çıktı. Mimarlar Odası İstanbul Anakent Şube Başkanı Eyüp Muhcu, Acarkent’le ilgili olarak Beykoz Belediyesi’nin 1993’te şaibe altında Bakanlıklar kalmamak için kendikarşı karşıya lerinden rapor istediğini belirtti. Muhcu, Acaristanbul olayında, “Raporda villa inşaÇevre ve Orman Bakanatlarının planlama, lığı ile İçişleri Bakanlığı şehircilik ve mimari arasında “çelişkili tuilkelerine aykırı oldutum” olduğu iddiaları ğunu anlattık. Rapor, gündeme geldi. Çevre ve kamu kurumlarına Orman Bakanı Osman iletildi ancak inşaat Pepe’nin, Acarkent için durdurulmadı. Hasan ‘yüz karası’ demesine Ekinci’nin Orman karşın İçişleri Bakanı AbBakanı olduğu dödülkadir Aksu’nun, ruhnemde plan onaylasatı veren eski DSP’li narak Acarkent inşa Beykoz Belediye Başkaedildi” dedi. Saip Molnı Alaattin Köseler hakla Ormanı içinde 2 gökkında, Köseler’in yardelen için ruhsat alındımcısı Erdal Köktürk dığını ancak bu inşave Mimarlar Odası taraatın zamanında yapılfından yapılan iki suç dumadığını belirten Muhyurusunu işleme koymacu, “1995’te gökdelen dığı ileri sürüldü. İddiaları ruhsatları iptal edildi. reddeden İçişleri ise soAncak inşaata başruşturma izni verilmelandı” diye konuştu. mesini mülkiye başmüMuhcu, gökdelenler fettişi raporuna bağlayaiçin açılan davanın Darak hukuki sürecin halen nıştay’da olduğunu söydevam ettiğini bildirdi. ledi. Acaristanbul projesiyle ilgili ruhsatların da 2006’da iptal edildiğini belirten Muhcu, “Beykoz Belediyesi kararı idare mahkemesine gönderdi. Temyizde itiraz reddedildi. Ancak karar uygulanmıyor” diye konuştu. Orman Bölge Müdürlüğü’nün de ihmali bulunduğunu kaydeden Muhcu, müdürlüğün geç hareket etmesi nedeniyle yaptığı itirazın usul bakımından reddedildiğini söyledi. asirmen?cumhuriyet.com.tr namikzafer@yahoo.com Osmanlı Hanedanının Mühürleri… Sultan Vahdettin’in padişahlık mührünün önümüzdeki günlerde mezatta satılacağı Hürriyet gazetesinin manşetindeydi. Murat Bardakçı, bu mührün bir hayırsever tarafından alınıp saray müzesine bağışlanması çağrısı yapıyordu. Çağrı garibime gitti. Murat Bardakçı’nın söyledikleri ve ortaya çıkardığı gerçek değil garip olan. Garip olan mirasını devraldığımız koca Osmanlı İmparatorluğu’nun son Padişahı’nın mührünün ortalıkta sahipsiz dolanıyor olması. Sonuç olarak o mühür kişisel olmaktan çok öte bir anlama sahip. O mühür, bir tarihi, bir dramı sergiliyor. Bir koca imparatorluğun son günlerini ifade ediyor. Vahdettin’in işgal İstanbulu’nda yaptıkları ayrı bir konu. Onun bir işgal zırhlısına binerek ülkesini terk etmesi Osmanlı padişahlığının nereden nereye geldiğinin acı bir ifadesi. Bütün bunların ötesinde onun yaban ellerde parasız pulsuz, çaresiz ölmesi de ayrı bir dram. Bunların hepsi o dönemin tarihi içinde anlaşılabilir ve değerlendirilebilir. Bundan iki yıl önce Suriye’nin başkenti Şam’da Vahdettin’in mezarına bir caminin bahçesinde rastlamıştım. Çevresindeki mezarlarda da yakınları yatıyordu. “Saraydan Sürgün”e kitabında Kenize Murad, Osmanlı ailesinin yurtdışında yaşadığı acılı günleri anlatır. 5. Murad’ın kızı, Kenize Murad’ın anneannesi Hatice Sultan da orada yatıyordu. ??? Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş sancılı oldu. Atatürk’ün dağılan bir imparatorluğun ardından genç bir ulus devlet yaratma girişimi, o dönem sert bir kopuşu da beraberinde getirdi. Cumhuriyet yeni kurumlar yarattı, yeni bir devlet söylemiyle inşa faaliyetine girişti. Şurası bir gerçek ki Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’yı yöneten, Osmanlı’ya egemen olan bir ulusun cumhuriyetiydi. Bu yönden baktığımız zaman bir devamlılık söz konusu. Tabii yalnızca bu açıdan değil, birçok açıdan Osmanlı İmparatorluğu’nun son iki yüzyılı içindeki modernleşme çabaları da bu süreci etkiledi. Özellikle 1908 yılında Jön Türklerin müdahalesiyle kurulan İkinci Meşrutiyet, tam bir geçiş dönemiydi denebilir. Bu sürece egemen olan ve Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokarak sonunu hazırlayan İttihat Terakki Partisi’nin modernleşmeci ve ulusçu hamleleri çok önemliydi. Hemen her tarihi okumada İttihat Terakki döneminde atılan adımları görüyor ve Cumhuriyete, laikliğe giden taşların nasıl döşendiğini yeniden fark ediyorum. Tabii, Osmanlı’nın çokmilliyetli, çokdinli yapısının nasıl dağıldığını da. İşte bu dağılma, çatışma ve yıkımın içinde, egemen ulus Türkler, yeni bir yapılanmanın taşlarını da üst üste koyuyorlardı. Osmanlı padişahları ise sona eren, bir dönemi simgeliyorlardı. Onların üzerinde oturduğu imparatorluk bitiyordu. Bir ulus devlete gidişin yöneticileri olmaları mümkün müydü? Bir düzen değişiyordu, bir dönem sona eriyordu. Onlarsa 600 yıllık bir koca imparatorluğun son mirasını tüketiyorlardı. ??? Vahdettin’in bir işgal zırhlısına binip İstanbul’dan kaçışı bir dönemi bitirmişti. Bir imparatorluğun tarihe gömüldüğünü gözler önüne sermişti. Bu bir siyasi olaydı. Anadolu toprakları yeni bir devletin doğuşunu haber veriyordu. Bunun öncüleri de yıkılan imparatorluğun içinden çıkmışlardı. Eski gidiyor yeni geliyordu. Siyasi olarak bu saptamaları yapmak başka şey, insani dramlarsa başka. Sonuç olarak Vahdettin kaçıp gitmişti. Ancak Osmanlı ailesi diye bir başka gerçek daha vardı. Kızlar, damatlar, kardeşler, enişteler vb… Onlar da sonunda doğup büyüdükleri toprakları terk etmek zorunda kaldılar. “Saraylardan sürgünlere” gitmek onlar için kolay olmadı. Birçoğu İstanbul’u hayal ederek yaşama veda etti. Bir kısmı bebeklikte terk ettikleri topraklara 80’li 90’lı yaşlarında gelebildiler. ??? Vahdettin’in mezattaki mühründe hepimizden bir parça bulunuyor diye düşünüyorum. O, Murat Bardakçı’nın da dediği gibi müzedeki yerini almalı. Bunun gerçekleşmesi için hayırsever birisi şart mı? Müzeler, Kültür Bakanlığı bunu satın alamaz mı? 17 Aralık’taki mezat, Murat Bardakçı’nın çabasıyla ilginç bir tarihi olay haline dönüştü denebilir… ORMAN MÜHENDİSLERİ ODASI: Villalar yıkılabilir İstanbul Haber Servisi Orman Mühendisleri Odası Başkanı Ali Küçükaydın, Orman Genel Müdürlüğü’nün Acaristanbul’la ilgili kat irtifakına ilişkin bir dava daha açtığını, inşaatların kesin izni olmadığı için yargı sürecinin sonunda, aksi bir durum ortaya çıkmazsa yıkılacaklarını kaydetti. Küçükaydın, Acaristanbul inşaat projesinin altı parsel olduğunu şimdiye dek bir parselinin yapılmış olduğunu belirtti. Küçükaydın, bir parsel inşaat için yüz binlerce ağacın kesildiğini, projenin tamamı düşünülünce katledilen ağaç sayısının milyonları geçeceğini kaydetti. TEMA Vakfı Genel Müdürü Uygur Özesmi de İstanbul’da 239 bin hektar orman alanı bulunduğunu, bu rakamın kentin yüzölçümünün yüzde 44’üne denk geldiğini belirterek “Kentin nüfusu 10 milyonun üzerinde. İstanbul’da kişi başına Acarkent’teki bir villanın kapladığı metrekareden daha az orman düşüyor” dedi. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle