14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 KASIM 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET/HAYIR OKTAY AKBAL Atatürk Karşıtlarının Dayanışması!.. TBMM Başkanı, Atatürk’e hakarete yeltenen bir kişiden bir adım daha ileri giderek, “düşünce ve ifade özgürlüğü” adına, o kişinin ardında durmuş; aslında kendisinden umulmayanı değil umulanı yapmıştır. Onun kendisine yakıştırdığı bu davranışı, Türk ulusu da ona yakıştırmıştır!.. PENCERE AKP Hükümetinin Sözcüsü Bozuk... Cemil Çiçek hem Adalet Bakanı.. Hem AKP Hükümeti Sözcüsü.. “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye slogan atanlar için demiş ki: “ Bunlar siyasi maganda!..” Peki, ne diyecekti?.. Şöyle mi konuşacaktı: Elbette!.. Türkiye laiktir ve laik kalacaktır!.. Hem laiklik yanlıları magandaysa Cemil Çiçek ne oluyor?.. Mürteci mi?.. Laiklik yanlılarına “maganda” diye saldıran AKP Hükümeti’nin Sözcüsü Sayın Bakan irticadan yana sayılmaz mı!.. ? Çiçek bu kadarla da kalmamış, CHP ile MHP arasındaki yakınlaşma söylentilerine de bozulmuş... Hükümet sözcüsünün yorumu ne: “ Dün birbirlerinin gırtlağına sarılan CHP ile MHP’ye koalisyon yaptırmaya uğraşıyorlar...” Çiçek çok tedirgin bu işten... ? MHP dün “Allahsız komünizm”e düşmandı; varsa yoksa Sovyetler Birliği ile uğraşıyordu; Orta Asya’daki “Esir Türkler”in kurtuluşu için savaşım veriyordu... Sovyetler yıkıldı... Orta Asya Türkleri kurtuldu... Peki, geriye ne kaldı?.. Çok şey kaldı!.. ? Vaktiyle başta Amerika olmak üzere Batı bloku Türkiye’yi Sovyetler’e karşı bir “İleri Karakol” gibi kullanıyordu; çıkacak bir dünya savaşında ilk hedef Anadolu olacaktı... Artık Sovyetler yok, komünizm yıkıldı, Orta Asya’daki Türk devletleri bağımsızlıklarına kavuştular... MHP hedeflerine ulaştı... Ama, Türkiye’nin de Batılının gözünde işlevi sona erdi ve bütünlüğünün anlamı kalmadı... Meğer Sovyetler gibi bir “düşman”ın varlığı, ülkemizin bütünlüğünü koruyan bir sigorta fonksiyonu görüyormuş... ? Bir hafta önce MHP’nin 8’inci Olağan Kongresi yapıldı; partiye yakınlığıyla tanınan gazetelerdeki manşetler neydi?.. “ Devlet Bahçeli MHP’nin yeni rotasını çizdi...” Neden?.. Çünkü eski rota tarihe gömülmüştü... Yeni rota nasıl olacaktı?.. Rotayı Devlet Bahçeli’den çok Tarih Baba çizmektedir... Çünkü savaş burnumuzun dibinde... Terör içimizde... Türklüğü bir yana itip dinciliği benimseyen iktidar başımızda... Emperyalizm tepemizde... MHP’nin işlevi ya da görevi bu kapsamda ne olabilir ki?.. ? Cemil Çiçek AKP Hükümeti adına konuşuyor, hem laikliği şiar edinenlere bozuluyor, hem de MHP’ye... Bu işte bir iş var... Bir süredir “Ulusal Cephe” diye bir marifetten söz ediliyordu; sakın bu amaca doğru bir hareket olmasın!.. Olursa, Cemil Çiçek gibiler için yandı gülüm keten helva... Amerika’nın Türkiye için düşündüğü ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’ suya düştü mü olacakları bir düşünün!.. Bir Daha, Bir Daha Yazmak! Şu günlerde ne yazmalı? Birkaç gündür masa başında düşünüyorum: Ne yazmalı? Neyi yazmalı? Nasıl yazmalı? Hangi birini yazmalı? En önemli soruyu da kendime: Niçin yazmalı? Acemi biri olsam neyse ne! Ama elli yıllık bir köşe yazarının bu tür soruları, okurlarına, en önemlisi de kendisine sorması!.. ??? Yaşlı bir hanım anneme sormuş. Oğlunuz ne iş yapar? Annem “Gazeteci” demiş.. Yaşlı hanım “Vah vah” dedikten sonra, “Yine de namuslu bir iş” diye annemi avutmak istemiş. Annem “Öyle gazeteci değil, onun köşesi var” deyince “Hangi köşede yeri?” diye sormuş. Annem “Öyle sokak köşesi değil, gazete köşesi” diye cevap vermiş... ??? Elli yıl önce Vatan gazetesinde çıkan ilk köşe yazımın başlığı “Tek Sesli” idi. O günlerin iktidarının, radyolarda, basında, yalnız kendi sesini duyurmaktaki tutumunu eleştirmiştim. Çok sesli, çok yönlü, çok görüşlü olmanın gerekliliğini savunmuştum. Çeşitli gazetelerde elli yıldır çıkan yazılarımda hep savunduğum, gerçek ulusallık, gerçek insanca, eşitçe, uygarca bir düzenin yaşatılması, geliştirilmesi, yaygınlaştırılması oldu... Ama geldik dayandık bugüne, iki binli yılların kasım sonlarında güzel bir güz gününe!.. ??? Gazeteler geldi, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet vb... Ne çok olay var, ne çok konuşma, ne çok karışıklık! İnsanın kafası allak bullak olmaz mı? Cumhurbaşkanı kim olacak; seçimde bir ortak Cumhuriyet cephesi kurulacak mı; Irak’ta her gün nerdeyse yüz insanın ölmesi; Filistin’de yaşlı kadınların bile canlı bomba olması; AB’nin bize baskı üstüne baskı yapması.. Papa geliyor diye Türkiye Başbakanı’nın nereye kaçacağını bilmemesi, ormanların birtakım çıkarcılara kaptırılması, töre cinayetlerinin gündelik olay sayılması, koskoca profesörlerin Atatürk’e küfürlü saldırıları, Kemalizmin ülkeyi gerilere sürüklediği saçmalıkları... Sanki eski saltanat düzeni iyi imiş, Atatürk almış ülkeyi batağa sürüklemiş biçiminde hezeyanlar... ??? Elli yıllık bir yazarın, masasının başında, emektar daktilosunun önünde, ne yazacağını, neyi, nasıl, niçin bir daha, bir daha savunacağını, düşünmesi... Daha önce yazdıklarını yeniden okurla paylaşmak zorunda kalmasının acısını duyması! “Yazdın da ne oldu?” demişti bir dost?.. Öyle de olsa, yine yazmak, yine konuşmak, yine uyandırmak, yine direnmeye, düşünmeye çağırmak!.. Hem kendini, hem çevreni, hem okurlarını, sonsuza kadar!.. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU ünyanın en büyük sömürgeci devletlerine karşı koyarak, Anadolu’yu işgalden, Türk ulusunu esaretten kurtaran; yanmış yıkılmış bir imparatorluktan yeni bir devlet yaratan bir büyük insana, bir ulusal kahramana, “Atatürk”e yönelik saldırılar Türk ulusunu derinden sarsıyor. Yurttaşlarımızı yüreğinden yaralıyor!.. O’na dille, kalemle saldırıda bulunanlar; laikliğe, çağdaşlığa, aydınlanmaya, cumhuriyete karşı işbirliği içinde olmayı sürdürüyorlar!.. Geçmişte eline bir balyoz vererek, ya da biraz siyah boya tutuşturarak Atatürk anıtlarına tırmandırdıkları zavallıların yaptıklarını, şimdi artık bir başka şekilde kendileri yapıyorlar!.. Sapık ruhlu meczupların yerini, şimdi artık mevki, makam, unvan sahibi kişiler aldı. Temelde “tam bağımsızlık” ve “sömürgeci karşıtlığı” anlamına gelen “Kemalizm”i gericilik olarak niteleyen; Atatürk’e “adam” diyen profesör unvanlı(*) üniversite öğretim elemanlarından sonra, şimdi de onları savunan TBMM başkanları ortaya çıktı! D net nedeniyle “İstiklâl Mahkemesi”nde yargılanıp hüküm giyenler olmuş!.. Kimileri de Cumhuriyet kurulunca, bir kısım çıkarlarından yoksun kalmışlar!.. Bugün bu dürtülerle Atatürk’e saldırmakta, ya da Atatürk’e saldıranların ardında durmaktalar!.. Atatürk onların yurdunu, toprağını işgalci güçlerin elinden geri aldığı halde; onları esaretten kurtardığı halde; nedense özgürce yaşadıkları bir vatanda mutlu olamamışlar!.. Belki de, işgalcilere hizmet ederek çıkar sağladıkları bir dönem son bulduğu için; bir kısım olanakları ellerinden gittiği için mutsuz olmuşlar!.. Herhalde bu nedenle Atatürk’ün resmine, ismine, düşüncesine, felsefesine, O’nun ilke ve devrimlerine karşı çıkmaktalar!.. Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olan “Türkiye Cumhuriyeti”ne değil , “İkinci Cumhuriyet”e, ya da “Türkiye İslam Cumhuriyeti”ne özlem duymaktalar!.. Yoksa bir ülkeyi kurtaran, bir ulusu özgür kılan bir insana neden saldırsınlar ki?..Ya da saldıranların ardında dursunlar ki?.. Cumhuriyet inkârcılığı TBMM Başkanı, Atatürk’e hakarete yeltenen bir kişiden bir adım daha ileri giderek, “düşünce ve ifade özgürlüğü” adına o kişinin ardında durmuş; aslında kendisinden umulmayanı değil umulanı yapmıştır. Onun kendisine yakıştırdığı bu davranışı, Türk ulusu da ona yakıştırmıştır. TBMM’nin bu günkü başkanı, o koltuğu 23 Nisan 192029 Ekim 1923 döneminde onurlandırmış olan, ilk Meclis Başkanı Atatürk’e yönelik hakaret dolu söylemlere karşı çıkması gerekirken; üzerine hiç vazife olmadığı halde, sanki bundan memnunmuş gibi, Atatürk’e yönelik bu saldırının ardında durmuştur. Bu onun, Atatürk’e karşı hangi duygular içinde olduğunu ortaya koymuştur. TBMM Başkanı hiç kuşku yok ki bunu bir kasıtla yapmaktadır. O; bu çıkışıyla belli çevrelere mesaj vermektedir. O çevreleri Atatürk’e, Cumhuriyet’e karşı çıkma yolunda özendirmekte; cesaretlendirmektedir. Çünkü Atatürk ve O’nun İlke ve Devrimleri, bu ülkeyi çağdışı karanlıklara götürmek isteyenlerin yolunda en büyük engeldir. Bu engel yok edilemediği sürece, “Laik Cumhuriyet”in “İslam Cumhuriyeti”ne dönüştürülmesi olanaksız görülmektedir. O halde “O” ve en büyük eseri “Türkiye Cumhuriyeti” olabildiğince saldırılara açık hale getirilmelidir!.. Cumhuriyet karşıtlığı Atatürk’e saldıranların tek ortak özelliği, cumhuriyet karşıtı olmaları!.. Onlardan kimileri yabancılardan sağladığı parasal destekle “İkinci Cumhuriyet” için bir şeyler yazıp çizerken ya da söylerken; kimileri de “Siyasal İslam” ideolojisinin yolunu açmak için uğraşıyorlar. Ve her iki grupta yer alanlar, birlikte üstlenmiş oldukları bir görevi beraberce yerine getirebilmek için birbirlerine destek olup, arka çıkıyorlar!.. “Düşünce ve ifade özgürlüğü” ardına sığınarak Cumhuriyet karşıtlığında birleşen; “adam” sıfatını taşımaya layık olup olmadıkları tartışmalı bazı kişiler, Türkiye’de Atatürk’e saldırarak, ya da saldıranların ardında durarak, fırsat buldukları her ortamda zehir kusuyor; yazdıklarıyla, çizdikleriyle, söyledikleriyle Türk insanının içini karartıyorlar!.. Sergiledikleri görüntüyle toplumda tiksinti uyandırıyorlar!.. Bunların geçmişinde müşterek oldukları yanlar var. Kimilerinin aile fertleri, “Milli Mücadele”ye karşı çıkmış!.. Anadolu’yu işgal eden Yunan Ordusunu “Hilafet Ordusu” olarak karşılamışlar!.. Yunan işgalinde rahat bir yaşam sürmüşler!.. Kulluğu, köleliği, esareti, hilafeti; “Kurtuluş Savaşı”na tercih etmişler!.. Aralarında iha TBMM Başkanı, Atatürk’ten “bu adam” diye söz eden, “Kemalizmin gericilik olduğunu” ileri süren profesör unvanlı bir kişinin ardında dururken, adını vererek de belirttiği kişinin konuşmasında “Atatürk’e açıkça hakaret eden” bir cümle olmadığını söylemiştir. Yani TBMM Başkanı, hakaretin “açıkça” değil de “örtülü” şekilde yapıldığını dolaylı olarak kabul etmiştir. Bu belirlemesi sonrasında inanmadan söylediği belli olan, ne var ki konumu gereği söylemek zorunda kaldığı; “Öyle olsaydı buna hepimiz tepki gösterirdik” cümlesi, tümüyle aldatmacadan ibarettir. Bu ifadenin kullanılması takıyye kültürüne aşina kişilerin izlediği bir yöntemdir. Kamuoyu bugüne kadar, TBMM Başkanı’nın Atatürk’e yönelik hakaret dolu söylemler karşısında tepki gösterdiğine hiç tanık olmamıştır. TBMM Başkanı, konuya ilişkin düşüncelerini dile getirirken, satırlar arasına sokuşturduğu bir cümleyle, Atatürk’ü ne konumda gördüğünü, ya da görmek istediğini itiraf etmiştir. Samimiyetten uzak olduğu şüphe götürmeyen övgü içerikli cümlelerden sonra “Atatürk bağımsızlık mücadelemizin ender büyük komutanlarından birisidir” diyerek, varmak istediği noktayı belli etmiştir!.. Atatürk; bağımsızlık mücadelemizin ender büyük komutanlarından “birisi” değil, ulusal mücadelemizin “Başkomutan”ıdır. TBMM Başkanı’nın, “Ulusal Kurtuluş Savaşı”mıza ilişkin bilgi noksanlığı nedeniyle bu şekilde konuştuğu kabul edilemez. Bu ifadenin bir kasıtla söylendiği gün gibi ortadadır. Bu ifade, Atatürk’ün önderliğinde kazanılan bir savaşta, O’nun rolünü ilk aşamada küçümsemek, daha sonra da yok etmek için gösterilen gayretlerin bir ürünüdür. Gelinen nokta Kişilere ve kurumlara hakareti, “düşünce ve ifade özgürlüğü” olarak kabul ettirmek için uğraşan bir engin anlayışın sahipleri; demek ki şimdi kendilerini, aile fertlerini, ya da ebeveynlerini hedef alan hakaret içerikli söylemler karşısında tepkisiz kalacaklar!.. Yapılan hakareti düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirerek hazmedecekler!.. Bu kadar geniş olabilmeyi başarabilmek; herhalde yalnızca onların sergileyebileceği onurlu bir davranış olsa gerek!.. (*)Bir siyasal partiden ayrılıp yeni bir parti kuran “İlahiyat profesörü” unvanlı bir kişi de, geçtiğimiz günlerde gecenin geç bir saatinde telefonla katıldığı bir televizyon programında, Atatürk’ün adını anmamak için “o zat” tabirini kullandı. Kamuoyunda ulusalcı kimliğiyle tanınan program yapımcısı ise bu ifade karşısında bir tepki göstermedi!.. Atatürk, Eğitim ve Öğretmen Ahmet Yaşar TEZULAŞ Emekli Felsefe Öğretmeni A tatürk, 1925 yılında verdiği bir söylevde: “Ulusları kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmen ve eğiticiden yoksun bir ulus, henüz ulus olma yeteneğini kazanmamıştır. Ona sıradan bir yığın denir, ulus denemez. Bir yığın, ulus olabilmek için mutlaka eğiticilere, öğretmenlere muhtaçtır. Onlardır ki, bir toplumu gerçek bir ulus durumuna koyarlar” diyor. Gerçekten de ulusları kurtaranlar sadece ve ancak öğretmenlerdir. Çünkü yine Atatürk’ün sözleriyle söyleyecek olursak: “Eğitim genç kafalara, insanlığa sevgiyi, ulus ve yurt sevgisini, bağımsızlık onurunu öğretir.” Yine, “Eğitimdir ki, bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır ya da bir ulusu tutsaklık ve yoksulluğun eline bırakır.” İşte öğretmen böyle bir eğitimi vererek uygulayacak, ulusunu bağımsız, onurlu, çağdaş uygarlığa ulaşmış bir toplum haline getire rek, gerilikten, yoksulluktan, bilgisizlikten, tutsaklıktan kurtaracaktır. Atatürk’ü Türk öğretmenleri kadar öğrencilere ve halka anlatmaya çalışmış bir kesim var mıdır? Atatürk’ün gösterdiği doğrultudan sapılınca en çok üzülen öğretmenlerdir. Çünkü onlar biliyorlar ki, onun yadsındığı yerde öğretmenler de halk da ezilir, horlanır. Öğretmenlik, mesleklerin en eskisi, en soylusu, en kutsalıdır. O tanrı mesleğidir. Tanrı, insan denen üstün yaratığın yeteneklerini yönlendirmeyi, biçimlendirmeyi öğretmene bırakmıştır. Ne var ki, öğretmenin bugün toplumda hak ettiği yere sahip olduğunu söyleyemeyiz. O hâlâ günü müzün dar gelirli kahramanıdır. Çağımız gösterişsiz kahramanlar çağıdır. Bu gösterişsiz kahramanlardan biri de öğretmenlerdir. İşte bu özverili, onurlu, sessiz kahraman geleceğin aydınlığını dokuyor günbegün... Gün gelmiş, öğrencilerine gerçeklerin ışığını yansıtmak için yaşamını hiçe saymıştır... Onurun ve direncin simgesi olmuştur... O hiçbir zaman paranın ve çıkarın saltanatına kavuk sallamadan, erdemlice yaşamını sürdürmeyi başarabilmiştir. Ona yol gösteren, Atatürk’ün çağdaş uygarlığa giden ışığıdır. Bir toplum öğretmenine ne kadar çok değer verirse; o kadar yücelir ve yükselir. SAYI: ESAS NO: 2005/310 / KARAR NO: 2006/343 Davacı Sadiye, Mesut ve Aysel Gerçek tarafından davalılar Nüfus Müdürlüğü, Sabahat Kutay ve Murat Gerçek aleyhine açılan davada; Eskişehir ili Merkez Hoşnudiye Mah. C: 29, H: 879’da nüfusa kayıtlı 01.01.1966 doğumlu Teoman ve Sabahat’den olma 17423021864 T.C. kimlik nolu davalılardan Murat Gerçek’in babasının adının aynı yerde nüfusa kayıtlı TEOMAN olmadığının TESPİTİNE ve bu kaydın İPTALİNE karar verilmiştir. Dava dilekçesi ile duruşma günü ilanen tebliğ edilen davalılar SABAHAT KUTAY ile MURAT GERÇEK’e mahkememizin 17.10.2006 tarihli kararı ilanen tebliğ olunur. Basın: 57161 ESKİŞEHİR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle