25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 KASIM 2006 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Özeleştiri Müberra Şimşek: “Milli Eğitim Bakanı, din ve imam hatip okulları üzerinden günlük küçük politikalar yapılmasını tek kelimeyle iğrenç bulduğunu söylerken özeleştiri mi yapıyor!” Ya ğ m u r E k i m ABD, İran’da PKK’yi destekliyormuş... “Acemler de bir koordinatör atasın!” AMACININ ahlak dersi vermek olmadığını; ahlaksızlığın bilimini de yapmayacağını söylüyor Bülent Esinoğlu ve “Ahlaksızlığın bilimi mi olur diye itiraz etmeyin. Ahlaksızlığın bilimi de vardır” diyor: “Yıllarca ahlaka karşı mücadele veren bu düşünce akımları, hiçbir zaman yaptıkları işin ahlaka karşı bir savaş olduğunu söylememişlerdir. Söylemezler de. Ama oluşturdukları düşünce sisteminin doğruluğunu savunmak aslında bir bakıma ahlak ile savaşmaktır. Bu savaş en çok da doğru ile olmuştur. Doğruya karşı savaş veren düşünce akımları önce doğruları şüpheli hale sokmuştur. Çünkü doğrular ile savaşıyorsanız aslında ‘ahlak’ ile savaşıyorsunuz demektir. Başka bir deyişle doğruyu savunmak demek ahlakı savunmak demektir. Ama hemen bir ses gelir kulağımıza: Kime göre doğru? Zaten bu soru PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Park notu 2: Bu pazar bütün parklarını dolaşmalı İstanbul’un! Eğitim İlker Çamkır: “İlköğretim okullarındaki kitap yoklukları, şiddet olayları, öğretmen eksiklikleri gibi sorunlar yokmuş gibi, sadece imam hatip okullarını ve Kuran derslerinin seçmeli olmasını konuşan Milli Eğitim Bakanlığı’nın adı bundan böyle Dini Eğitim Bakanlığı olsun.” sorulduğunda doğrular ‘muğlaklaşmaya’ başlar. Her tarihi dönem kendinden önceki doğruları yani ahlakı yargılayarak yoluna devam etmiştir. Ama bu işin şampiyonu doğruyu doğru olmaktan çıkaran postmodernizm olmuştur. Postmodernizm doğru ile savaşında öyle önemli mesafeler kat etmiştir ki, yaptığı işe ‘bilimsel’ bile dedirtmiştir. Doğru yoktur, doğruya yaklaşım vardır diye doğruyu muğlaklaştırmayı başarmıştır. Doğrunun muğlaklaştırılması ahlakın muğlaklaştırılması ile sonuçlanmıştır. Çünkü doğruyu savunmak ahlakı savunmaktır. Postmodernizm bireyselleşmeyi bireycilik olarak kavratan düşünce akımıdır. Bu düşüncenin Ahlaksızlar yılmaz savunucuları da eski tabir ile mezhebi genişler, yeni tanımı ile liberallerdir. Eğer gelişmenin motoru bireyin çıkarı ise bu çıkara ulaşması için her yol ahlakidir. Esas olan faydadır. Akıl ahlaktan önce gelir. Yani önce ekmek. Sonra ahlak. Ekmek ile ahlakı yani doğruyu birlikte yürütmek mümkün iken birileri yani liberaller ve sermaye diyor ki hayır her şeyden önce ekmek. Allah rahmet eylesin babamın cebinde iki dolmakalemi vardı. Biri devletin, diğeri kendisinin. Devletin işi olduğunda devletin kalemini, özel işi olduğunda kendi kalemini kullanırdı. Cumhuriyetin ilk kuşakları böyle ahlaklı ve namuslu idiler. Tek doğruları vardı: Her konumda toplumsal menfaatları korumak. O nesil bize Cumhuriyeti bırakıp, yağız atlara binerek gittiler. Şimdi onları arıyoruz.” Tas da Hamam da Aynı mı Kalacak? Zaman çok çabuk geçiyor. Genel seçimlere bir yıldan daha az bir süre kaldı. 4 Kasım 2007 günü sandıklardan yeni bir parlamento çıkacak. Siyasal parti liderleri yaptıkları konuşmalarla girilen seçim atmosferini yoğunlaştırıyorlar. Sözler, vaatler, öfkeler havada uçuşuyor. Seçime yönelik kamuoyu yoklamaları yapılıyor, sonuçlar açıklanıyor. Büyük olasılıkla yeni parlamento dört partinin milletvekillerinden oluşacak; Adalet ve Kalkınma Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Doğru Yol Partisi dünyada eşi benzeri görülmedik, yüzde 10 yüksekliğindeki barajı aşıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girmeyi başaracaklar. Ne var ki barajın altında kalacak çok sayıda partinin toplam oy oranı yaklaşık yüzde 20’yi bulacağından bu yasama döneminde de seçmenlerin önemli bir bölümünün siyasal iradesi parlamentoya yansımayacak. Dolayısıyla demokrasimiz gene “eksik” kalacak. ??? Kamuoyu yoklamaları AKP’nin geçen seçimlerdeki başarısını yineleyemeyecek de olsa 2007 seçimlerinden gene ilk parti olarak çıkacağını gösteriyor. Cami örgütlenmeleri, kadrolaşmalar, eş dost kayırmalar, para pompaları ve açık/kapalı her türlü destek düşünülecek olursa bu olası sonucun şaşılacak pek bir yanı yok. DYP ile MHP yelkenlerini milliyetçilik rüzgârı ile şişiriyorlar. Türkiye’nin yakın tarihinde çözemediği ne kadar sorun varsa bugün milliyetçiliğin güçlenmesine yarıyor; milliyetçi muhafazakâr partiler de bu sorunların gündemden düşmemesi, rüzgârın kesilmemesi için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Bir yanda dincilik, öbür yanda milliyetçilik… toplum boğuluyor. Toplumu rahatlatacak tek seçenek ise “sol”. Fakat “sol” bu seçeneği oluşturmamak için kendi elleriyle önüne duvar örüyor. Sürekli olarak kendisini gerçek demokrasiyi gerçekleştirecek tek güç olarak tanımlıyor, ama nedense uzlaşma kültürünün demokrasinin temeli olduğunu bir türlü kavrayamıyor. Üçbeş parçaya bölünmüş; bir masanın çevresinde bir araya gelip yalnızca 2007 seçimleri için geçerli olacak sekiz, bilemediniz on maddelik bir uzlaşma platformunda birleşemiyor. “Küçük olsun, benim olsun” saplantısından kurtulamıyor. İçlerinden biri kalkıyor, sırf dincilerin etki alanındaki seçmenlere şirin görünmek için Fettuhlahçılar’a selam çakıyor, öbürü ona misilleme gözlerini milliyetçi seçmene dikmiş, kraldan fazla kralcı kesiliyor. Bir diğerinin gözü Kürt oylarında… ??? Toplum ise barış istiyor, huzur istiyor. Huzur ve barış içinde gelişen, kalkınan, refaha doğru ilerleyen bir ülkenin insanları olmak istiyor. Eşitlikçi, emeğin saygı gördüğü, hukukun adil işlediği, uygar, çağdaş, demokratik bir düzen istiyor. Dinci dayatmalar, dinci zorlamalar, dinci ayırımcılıklar istemiyor. Atarım, kopartırım, asarım, keserim türü sözde vatanseverlikler, milliyetçilikler istemiyor. Sünni camisine, Alevi cemevine, Hıristiyan kilisesine, Musevi sinagoguna özgürce gitsin, inançsız olan inançsızlığını özgürce ifade edebilsin istiyor. Yurdunu seven, yurdunun sınırları gibi doğasını da gözünün bebeği gibi koruyan, yurdunun onurundan, bağımsızlığından ödün vermeyen, dünya güçlerine karşı başını dik tutan, yurtsever bir yönetim istiyor. ??? İstenenler ve istenmeyenler özetle bunlar. Başta Cumhuriyet Halk Partisi ve Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal da istenenler ve istenmeyenlere ilişkin benzer düşüncede iseler bir an önce karar vermeliler. Yoksa tas da, hamam da aynı kalacaksa vay halimize… (eposta: dkavukcuoglu?superonline.com) SESSİZ SEDASIZ (!) CHP’nin çok özel genel başkanı CHP Genel Merkezi’nin bir yayın organı var: Halk Gazetesi. Bana da gönderiyorlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, birkaç sayı şöyle bir göz gezdirdikten sonra artık zarfını bile açmadan çöpe atıyorum. Verdiği mesajlarla Türkiye’nin dört bir yanındaki parti örgütünü ve dolayısıyla kitleleri harekete geçirmesi gereken bu gazete meğer asıl büyük fırtınayı CHP Genel Merkezi’nde koparmış. Nasıl mı? Aynen şöyle: Halk Gazetesi’nde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın başyazısı Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Sahip Gülhan Elmas: “AKP’liler hem Avrupa’nın hem de İslamiyetin değerlerine sahipmiş. Evet; İsveç kadar Müslüman, İran kadar laikler!” için ayrılan bölümde, Deniz Baykal’ın özel kalem müdiresi Nesrin Baytok’un yazı yazdığı ortaya çıkmış. Bu durumda CHP yönetiminin ne yaptığını merak ediyorsanız... Nesrin Baytok’u uyarmak yerine bu skandalı ortaya çıkaran Halk Gazetesi’nin sorumlusu ve yayın kurulu üyesi Nezih Tavlaş’ın işine son verilmiş. Pes değil mi? Ama bir “pes” daha var. Skandalı ortaya çıkaran Tavlaş’ın işten atıldığından CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın haberi yok. İslami usullere uygun usulsüzlük yapılır. İmza: Yeşil Sermaye ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Şehircilik ve Siyaset Her yıl 8 Kasım’da kutlanan “Dünya Şehircilik Günü” için bu yılın teması “planlama, siyaset ve siyasalar”dı… Şehir Plancıları Odası (ŞPO) ve Dokuz Eylül Üniv. Mimarlık Fak. Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’nce 68 Kasım 2006’da İzmir’de düzenlenen kolokyum, “Türkiye Şehircilik Kongreleri”nin de 6’ncısıydı… Temanın gerekçesinde özetle denilmişti ki: “Kimse, ülkemizdeki planlamayla siyaset arasında sağlıklı bir ilişki olduğunu iddia edemez (…) Bu ‘sorunlu’ ilişkinin planlamayı etkisizleştirme gibi bir risk taşıdığı açıktır…” Yaşananlara bakıldığında, ŞPO’nun belli ki “siyasi bir kibarlık”la yeğlediği “risk” vurgulamasını, “siyaset planlamayı etkisiz kılıyor” şeklinde anlayabiliriz. Nitekim “Dünya Şehircilik Günü2006 Bildirgesi”nde de aynı süreç; “sermayenin yeniden üretiminin odağı ve alanı olan kentsel mekân ve onun düzenleme aracı olan planlama üzerindeki etkiler ve baskılar..” şeklinde tanımlandıktan sonra, şu anımsatmalar yapıldı: “Kentlerimiz ve mesleğimiz son 34 yıllık süreçte daha da şiddetli bir dönüşüm ve yeniden biçimlendirilme sürecine sokulmaktadır. …kentleri ve planlamayı ilgilendiren 30 kadar yasal düzenleme yapılmıştır. …bu müdahalelerin amacının ise planlama pratiğinin içeriğinin boşaltılması ve etkinlik alanının daraltılması olduğuna da üzülerek tanıklık etmekteyiz.” Peki, siyasetin planlamaya karşı bu “ilgi”si, neden “şehircilik ilkelerini gözetmek” için değil de hep “imar kararlarına müdahale” şeklinde sürüyor? Yanıtını da yine ŞPO Bildirisi’nden okuyalım: “Kentler, kaynak yaratmak ve yaratılan kaynakların belirli toplumsal gruplara dağıtılmasının aracı olarak ele alınmaktadır. …küçültülmüş, kaynaklarının çoğu elinden alınmış ve ekonominin belirli alanlarına müdahale etme gücü kalmayan devleti yönetenler, kaynak yaratmak ve iktidarlarını korumanın maddi temellerini sağlamak için kentlere yönelmiş durumdalar.” Şehircilerimiz bu ifadelerinde de “siyasi nezaket”lerini elden bırakmamışlar. Örneğin “belirli toplumsal gruplar” yerine açıkça “ayrıcalıklı sermaye grupları” deselerdi; “kentlere yönelme” yerine de “kentsel arsa rantlarına yönelme”yi yeğleselerdi; halkımızı daha açık aydınlatmış olurlardı… Bütün bu değerlendirmelerin ışığında şehirciliğimiz, denebilir ki Cumhuriyet tarihinin en yoğun “siyasal taciz”ini yaşıyor. O kadar ki, “planlama”ya saygının yerini “parselleme”ye bağlılığın aldığı 1950 sonrası “karşıdevrim” sürecinde bile TBMM gündemi ilk kez böylesine yoğun “imar hırsı yasaları”yla yüklü… Bir ‘telefon sapığım’ var Tarih 18 Ekim 2006, saat 17.14 cep telefonumun ekranında “gizli numara” yazmasına rağmen açacağım tuttu!.. “Oktay?” diyen orta yaşlarda “ürkek” bir erkek sesi, “benim” dememle birlikte devam etti; “Şehircilerle uğraşma, hayatına mal olur!” Ardından “kimsiniz” dememi bile duymadan kapattı… Sesi sanki yabancı gelmeyen bu “telefon sapığım”ın söylemi ve korkaklığı şehirciliğe ne kadar yabancıydı?.. Ne polise başvurdum ne de dert edindim… “Planlama”dan habersiz bir mimarlıkla, “mimari” özünü yitirmiş bir kentsel planlamanın yanlışlığını anlatmamı “şehircilerle uğraşmak” sanan bir “zavallı”ya ne yapılabilirdi ki? Şimdi ise bakıyorum; ŞPO’nun “şehircilik ve siyaset” metinlerinde, mimarlıkla şehircilik arasında örülen “bilim ve kültür yoksunu” duvarların, “imar rantı siyaseti”nin ürünü olduğu belirtilmediği gibi, bu “tahribat” hiç konu bile edilmiyor. “Mimarinin, planlamadan dışlandığı yeni yasalar” da “şehirciliğin içini boşaltan düzenlemeler”den sayılmıyor… Bunu da görünce yine o telefon sapığımı düşünüyorum: Bu “siyasi destekli” ayrıştırmayı eleştirmek “hangi büyük çıkarlar”ı sarstı ki sonunda böylesi bir “gizli kahraman”ını da yaratıverdi? Yazık oluyor mimarlığımıza; “kentsel sorumluluklardan uzaklaştırıldığı” için… Yazık oluyor şehirciliğimize; “mimari duyarlılıklara yabancılaştırıldığı” için… ekinci?cumhuriyet.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 22 Kasım www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Serçeye ve1 rilen bir başka ad. 2/ Avuç 2 içi... Künye, 3 kimlik. 3/ Koruyan, acı 4 yan, merha 5 met eden... 6 Atların taşın7 ması için yapılmış kapalı 8 taşıma aracı. 9 4/ Piyasada 1 2 3 4 5 6 7 8 9 tepki ya da etki. 5/ 1 K A R AMB O L Orhan Kemal’in bir romanı... Satrançta 2 O R U N U F U K İ T A bir taş. 6/ Bir spor ta 3 R A H L E A R A S L kımının gözde oyun 4 T L F A cusu... Kısa ve kes 5 İ T İ K A T T A Z İ M tirme yol. 7/ Türk 6 Z I H R A müziğinde bir ma 7 O A T O L kam... Eskiden uzay 8 N A L E E N E Z boşluğunu doldur 9 F E R E T İ K O duğu varsayılan esnek madde. 8/ Belli konularla ilgili işlerin görüldüğü bölüm... Yapma, etme. 9/ Japonya’nın para birimi... Zorba hükümdar. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Sulak yerlerde biten, ayrıkotu gibi çabuk üreyen yabani bir ot. 2/ Hıristiyan ermişlerine verilen san... Mantık. 3/ Dölyatağı... Bir ilimiz. 4/ Yansıma, yankı. 5/ Gönül alıcı davranış... “ yoruldu ben yoruldum/Güzel bindiri bindiri” (Köroğlu). 6/ “Kakım” da denilen kürk hayvanı... Ormanlara zararlı bir böcek. 7/ Ses, ahenk, nağme... Tutsak. 8/ Bir destek üzerine oturtulmuş tabladan oluşan mobilya... Türk müziğinde “usul” anlamında kulanıllan sözcük. 9/ Giysi kolu... Arnavutluk’un başkenti. Sürekli basın kartımı kaybettim. Hükümsüzdür. HALİT DERİNGÖR Nüfus cüzdanımı kaybettim. Hükümsüzdür. YILMAZ BULUT CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle