14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 KASIM 2006 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Türkçe Konuşan Ülkeler Zirvesi... Ali KÜLEBİ TUSAM Ulusal Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanvekili PENCERE Bush’un Türkiye Siyaseti Değişmeli... “Bush’un Ortadoğu’da Türkiye’ye biçtiği rol, laik Türkiye Cumhuriyeti’ni sarstı; Amerika’nın Kuzey Irak’ta konuşlanması PKK’yi yeniden canlandırdı... Ülkemizde ‘AKP operasyonu’ Bush’un marifetiydi... Türkiye, bu uluslararası operasyonu bozacak ulusal güçlerini toparlayacak hareketi ‘muhakkak’ yaratmalıdır.” ? Yukarıdaki satırlar dün bu köşede yer alıyordu... Gerçekten Türkiye’de Bush yönetimince desteklenip güdülenen iki tehdit, son dönemde Atatürk Cumhuriyetinin varoluşunda iki büyük tehlikeye dönüşmüştür... Bu iki tehlike dincilik ve bölücülüktür... Ne yazık ki tüm Ortadoğu allak bullaktır... Amerika Ortadoğu’da dünya barışını topun ağzına sürmüştür... Bush Irak’tan ne çekilebilir... Ne de Irak’ta kalabilir... Bir açmazın yarattığı kaos söz konusudur... Bush yönetimi ‘AKP operasyonu’yla Türkiye’yi de temellerinden sarsmıştır... Bu sarsıntının bunalımında yaşıyoruz. ? Bush, Ortadoğu’da bir yeni istikrar arayışına yönelmek zorundaysa bu işe Türkiye’den başlaması aklın yoludur... 1) Amerika Türkiye’de ‘Ilımlı İslam Devleti Modeli’nin arkasından çekilmelidir... 2) Terör örgütü olduğu dünyaca müsellem PKK’nin de arkasından çekilmelidir... Atatürk’ün kurduğu çağdaş Cumhuriyette ‘huzur, denge, istikrar’, laiklik ve bölünmezlik güvenceye alındıktan sonra kurulabilir... Türkiye ancak böyle bir amaçta uzlaşma sonucunda Amerika’ya dostlukla bakabilir. ? Bush yönetimi dinciliği ve bölücülüğü kullanarak Türkiye’yi çekip çevireceğini düşünüyorsa, yanılıyor... Vaşington’un Irak siyaseti iflas etti... Türkiye siyaseti de iflas edecektir... Gidiş o gidiş... Amerika kaş yapayım derken göz çıkarıyor... Bugün ülkemizde Amerikan aleyhtarlığı görülmemiş biçimde yoğunlaştı, dinciler iktidar dışındaateş püskürüyorlar, ulusalcılar dincilerden geri kalmıyorlar... Bush yönetimi bir eliyle AKP’yi, öteki eliyle PKK’yi kullanarak Anadolu’da nereye varabilir?.. ABD Irak’ta başarı kazansaydı, bu ikili siyasetin maskesi bu kadar çabuk düşmezdi... ? Ortadoğu cehennem... Bu cehennemde ne yapacağını şaşıran Başkan Bush’un Türkiye’de dincilik ve bölücülük siyasetlerini bir yana bırakarak Atatürk’ün laik Cumhuriyetini Ortadoğu’da bir denge unsuru gibi düşünmesi gerekiyor... Yakın Tarihin Önemli Bir Tanığı... “Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer”. Bu, bir kitap adı. Okuyanları bir çeşit masal dünyasına götürür türden!.. Oysa masal değil, gerçeğin ta kendisi! Balkanlar, Çanakkale, mütareke, İstiklal Savaşı, Cumhuriyet, devrimci atılımlar, dostluklar, acılar, sevinçler... Çeyrek yüzyıl süren bir dostluğun öyküsü... Daha da çok, kardeşçe bir beraberliğin... Mustafa Kemal Atatürk’e yirmi dört yıl boyunca yaverlik yapan Cevat Abbas Gürer’in yaşadıkları, bir çeşit roman!.. İlhan Selçuk’un kitabın önsözünde dediği gibi: “Cevat Abbas, Atatürk’ün yaveridir. Ama nasıl yaver? Bir komutanın sıradan yaveri değil! Olağanüstü bir liderin, askerliği aşan, ulusal kurtuluş savaşıyla temelleri atılan, fikir dünyasında gerçekleşen, insanlık ve uygarlık tarihine yazılan laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran önderliğin sürekli yaveri...” ??? Yaverlik önemli bir görevdir. Her komutanın yaveri vardır. Belirli bir süre gerçekleştirilen bir iş, kimi dönemlerde önemli, etkili, yararlı bir sorumluluk... Oysa Cevat Abbas’ın yüklendiği, gelip geçici türden bir görev değil. Kitabı hazırlayan, torun Turgut Gürer, şöyle anlatıyor: “24 yıl az değil! Cevat Abbas, Veliaht Vahdettin’le Mustafa Kemal’in refakatinde Almanya’ya giden yaverdir. Diyarbakır’da, Bitlis cephesinde, Halep’te, Mustafa Kemal’in refakatindedir. Anadolu’ya hareketinden önce İstanbul Şişli’deki evinde yegâne yaveri kalmış kişidir, konuşulanlara tanıktır. Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gizlice geçebilmek için Samsun’dan aylarca önce tasarladığı alternatif planın hazırlanmasında bizzat rol oynamıştır.” ??? Cevat Abbas adı, Atatürk’ün “mutad zevat” diye anılan yakın arkadaş çevresiyle eşanlamlıdır. Atatürk’ün gezilerinde, konuşmalarında, sofrasında, önemli anlarında birlikte olmuş, belirli kişilerden biridir. Bir anlamda en yakınıdır. 1887’de Niş’te doğmuş, 1908’de Harbiye’den piyade teğmeni olarak çıkarak orduya katılmış, 1916’da yüzbaşı rütbesiyle Mustafa Kemal’in yaverliğine atanmış. Bundan sonraki yılları değişik cephelerde, savaşlarda Mustafa Kemal’in yanında geçmiş, cumhuriyet döneminde Bolu milletvekilliği, Hava Kurumu Başkanlığı’nda bulunmuş bir önemli insan... ??? Tam bir anı kitabı sayılır mı bilmem. Cevat Abbas, anı yazmak için boş zaman bulabildi mi acaba! Hep görev, hep sorumluluk, hep yurt, ulus hizmetinde yorulma! Ama türlü belgelerin açıkladığı olaylar, dostlarının naklettikleri gerçek yaşamöyküleri yeterli bir anlam taşıyor. Yakın tarihimizi derinliğiyle öğrenmek, anlamak isteyenlere çok yararlı olacak bir yapıt.. İlhan Selçuk, okuru şu sözlerle uyarmış: “Bu kitabı anlayabilmek için okurun, okuduklarını emperyalizm ve Aydınlanma tarihinin kapsamı içinde değerlendirmesi birinci koşuldur. Kişiler, bu büyük tarihsel serüvenin içinde yerli yerine oturtulmadan gerçeği tam olarak anlamak, duyumsamak kolay olmayacaktır.” T ürkiye, 17 Kasım 2006’da Antalya’da yapılacak olan “Türkçe Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları Doruğu’na” (zirvesinde) hazırlanıyor. Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in Türk cumhuriyetleri liderlerini bir araya getirme girişimini kutlamak gerekir. Çünkü, Avrupa Birliği ve öbür Batı ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı toplu ve haksız baskıların arttığı bir dönemde, Türkiye’nin dost devletlerin yardımına, özellikle de ‘Türk Dünyası’nın yardımına gereksinimi var. Ancak bugünkü dünya koşullarında emperyalist güçlerin denetim altına almak istedikleri ülkelere karşı çokuluslu şirketlerle beraber hareket ettiklerini düşünürsek, ‘Türk Dünyası’ndan gelecek desteğin yalnız Türkiye için değil, bütün Türk ülkeleri için birbirleriyle ve üçüncü ülkelerle ilişkilerinde gerekli olduğunu söylemeliyim. Yani ‘Türk Dünyası’ ülkeleri daha gerçekçi yaklaşımlarla birlik içinde, bir arada olmalıdır. Tersi durumda küreselleşme, mevcudiyetlerinden kalıcılıklarına (bekalarına) kadar her yönden Türk devletlerini tehdidi altına alacaktır. Gerçekleşecek olan doruğun asıl amacı, geçmişte yapılmış olan zirvelerin de amaçladığı üzere, Türk cumhuriyetlerinin siyasal, ekonomik ve kültürel alanda birleşmesine ve sonuçta uluslararası toplum tarafından görüşleri dikkate alınan bir ‘Türk Birliği’ kurulması yolunda büyük bir adım atmaktır. Ancak, önümüzdeki dorukta kalıcı ve gerçekçi bir başarı elde edileceğine ilişkin tereddütler de vardır. Çünkü geçmişte yapılmış olan dorukların sonuçlarına bakarsak, toplantılarda ele alınan sorunlar ve öne sürülen çözüm önerileri genellikle sözde kalmıştır. Böyle bir durumun oluşmasının en büyük nedeni ise 90’lı yıllardan günümüze kadar Türkiye’de iktidara gelen ve dünya arenasında ‘Türk Dünyası’nın çıkarlarının savuncusu olamayan hükümetlerdir. Çünkü liberal ekonomi, sosyal düzey, de mokrasi, serbest pazar ekonomisi ve uluslararası deneyimler dikkate alındığında bütün Türk cumhuriyetleri içinde en gelişmiş ülke olarak kabul edilen Türkiye, kendinden bilgi ve deneyim aktarma konusunda beklentisi olan ülkelerde hayal kırıklığı yaratmıştır. Yanlış tutumlar Bu görüşün nesnelliğinin (objektifliğinin) kanıtı olarak da şunları söyleyebiliriz. 90’lı yılların başında bağımsızlığını ilan eden Orta Asya Türk cumhuriyetleri, Türkiye ile birlikte büyük başarılar elde edeceklerini ümit etmişler ve Türkiye’ye yaklaşmanın sevincini uzun süre yaşamışlardır. Aynı zamanda Türkiye’yi uyum (entegrasyon) sürecinin “lokomotifi” olarak gören Orta Asya Türk cumhuriyetleri, uluslararası arenada kendilerine yakışır yerlere ulaşma yolunda Türkiye’den büyük yardımlar bekliyorlardı. Bunun yanında Türkiye’yi bir model olarak görüyorlardı. Ne var ki vizyon sahibi olmayan, yandaşlarının basit çıkarlarına öncelik veren dönemin hükümetlerinin dış politikada yaptıkları ciddi hatalar sonucu, ‘Türk Birliği’ yolunda önemli fırsatlar kaçırılmıştır. Böyle bir birlik şansı, Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın 2000 yılında New York’ta yapılan “Milenyum Doruğu” sırasında Türkiye ve Özbekistan cumhurbaşkanlarının ikili görüşmesinde doğmuştu. Bu ikili görüşme sonucunda elde edilen büyük başarı, yani canlanabilecek platforma getirilen hükümetler arası diyalog ile ortak ekonomik ve sosyalkültürel işbirliği olanakları, geçen yıl AKP iktidarının aldığı bir kararla, başka bir söyleyişle “bir imza ile” yok edildi. Gelecek tasarımı olmayan, adeta okyanusta kendini dalgalara teslim etmiş, yalpalayan bir sandal örneği bir dış politika izleyen AKP hükümeti, Avrupa Birliği’ne üye olma yolundaki “boş hayalleri” yüzünden, deyim yerindeyse “Batı’ya iyi gözükeceğim” diyerek Orta Asya’yı tamamen ihmal etti ve kardeş Türk cumhuriyetleri üzerinde Batılı ülkelerce oynanan oyunlara seyirci kaldı. Bunun en somut örneklerinden birini ise geçen yıl yaşadık. Özbekistan’ın zor zamanlarında, yani 2005 yılında meydana gelen ‘Andican Olayları’ sırasında ve sonrasındaki süreçte, Türkiye yazık ki Özbekistan’ı yalnız bıraktı, hatta karşısında yer aldı. İktidar bu bağlamda, Andican olaylarındaki gerçekleri iyice analiz etmeden bazı muhaliflere Türkiye’nin kapılarını açtı. İktidar, yine Avrupa Birliği’ne “şirin” gözükme uğruna 2005 Kasım ayında Birleşmiş Milletler’in aldığı, ‘Andican Olayları’nda Özbekistan hükümetini suçlu olarak gösteren karara “evet” oyu vererek Özbekistan’ı Türkiye’den daha da uzaklaştırdı. Sezer’in girişimi Ne var ki Türkiye’de son yıllarda iyice belirginleşen, derinleşen devlet ve hükümet politikaları arasındaki uçurum ve devletin Türk ulusunun çıkarlarına uzun vadede ve gerçekçi yaklaşımlarla sahip çıkması olgusu bu sefer de söz konusu oldu. AKP’nin izlediği politikanın aksine, Sayın Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in, Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov’u 17 Kasım’daki doruğa davet ederek ÖzbekistanTürkiye ilişkilerinde zarar gören köprüleri onarmaya çalışması bu durumun açık bir göstergesidir. Aslında temelde ortaya çıkan, bilinmesi gereken sorun şudur: ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri Özbekistan’a Türkiye gibi “kardeş devletimiz” diyerek hiçbir zaman hitap etmemişlerdir. Onlar Özbekistan’ı sadece “bölgedeki kilit ülke, antiterör koalisyonunda stratejik müttefik” ve “önemli ortak” olarak görmektedir. Bu söylemlerin altında ise bir takım çıkarlar yatmaktadır. Batı’nın bu ikiyüzlülüğü ‘Andican Olayları’ndan sonra tam anlamıyla gün yüzüne çıkmıştır. Bugün Özbekistan’da yarın başka kardeş cumhuriyette aynı sorunlar yaşanabilecektir. Bu nedenle dış politikamızın gerçekçi doğrulardan oluşan bir temele süratle yerleştirilmesi gerekir. Paraya Dolanmış Müslümanlar Prof. Doğan KUBAN uhammad Husayn Haykal “Muhammed’in Yaşamı” adlı güzel biyografisinde Peygamber’in ölümüne neden olan hastalığının başında 7 dinarı olduğunu ve ölümünde kendine ait bir paranın bulunmasından korktuğu için akrabalarından bu parayı fakirlere dağıtmalarını istediğini yazar. Ölümünden bir gün önce onlara istediğini yapıp yapmadıklarını sorar. Ayşe paranın kendisinde olduğunu söyler. Peygamber parayı getirip eline koymasını ister. Ve şöyle der: “Bu ne biçim şey, Muhammed, Allah’la böyle mi karşılaşacağım?” Pek çoğunun şaibeli parasal olaylara karıştığı anlaşılan bizim Müslüman politikacıların Peygam M ber sünnetine göre düzenledikleri(?) yaşamlarında bu hikâyeyi hiç bilmedikleri anlaşılıyor. Peygamber’in gençliğinde tüccarlık yaptığını söyleyip hepsi tüccar olan bu politikacılar, peygamberliğinden sonra parayla hiç ilgisi kalmadığını nedense unutuyorlar. Sünnetin peygamberlikten önceki dönemini örnek alıp, ondan sonrasına kulak asmayanların yaptıkları söylenen takıyye, laiklik bağlamından çok Müslümanlık bağlamındadır. Peygamber’in Medine’de bir evi vardı. O evde her eşinin sadece bir hücresi vardı. Bu odaların kapıları açıktı. Bir gün odasının kapısına, gelen giden içerisini görmesin diye bir örtü koyan karısına, yapıya ya da onu süslemeye ilişkin şey lere yatırılan paranın en gereksiz harcama olduğunu söylemişti. Peygamberin evinin avlusu gelen gidene de açıktı. Peygamber’in bir başka sözünü de, kendilerine ev gibi mezarlar yapan sözde Müslümanlar herhalde bilmiyorlardır. ‘En iyi mezar bilinmeyen mezardır’. Mal ve mülklerini artırmak, ailelerini ihya etmek, ve dünyanın en zengin işadamları gibi yaşamak arzusunda olan, beş vakit namazlı bu müminleri, İslam tarihini bilen bizim gibi fakir laikler şaşkınlıkla seyrediyorlar. Hele paraya dolanmış tarikatholding sisteminin dinsel niteliği akıl alır gibi değil. Biz tarihimizde dervişleri halk arasında iyi bilinen ‘bir lokma, bir hırka’ deyimiyle tanımıştık. Kanımca evrim kuramının en büyük kanıtı paraya tapan Müslümanlardır. Bu yeni dervişleri görseler, eski dervişlerin lokmaları boğazlarında kalır. Hırkalar arsa, apartman, şirket ve Mercedes filolarına dönüşmüştür. Aslında bizim gibi devre dışı kalmış laikler bu hikâyeleri de iktidar payandalarının gazetelerinde okuyorlar. Üstü örtülemeyen bir bataklık söz konusu. Sokakta rüşvetten haberi olmayan bir vatandaş yok. Herkes açıkta oynanan bu tiyatroyu eskiden Küçüksu çayırında oynanan ortaoyunu gibi seyrediyor. Herhalde demokrasi denen şey bu olmalı. Suç özgürce işlenmeli. Özgürce seyredilmeli. Özgür olduğu için de cezasız kalmalı. Türkiye’nin günlük yaşamına yansıyan idarei maslahat Dorian Grey’in portresine benziyor. ESAS NO: 2006/831 KARAR NO: 2006/1108 İstanbul ili, Eminönü ilçesi, Mimarhayrettin mah. cilt no: 19, hane no: 202’de nüfusa kayıtlı Ali Rıza kızı Fatma Tüz Zehra’ dan 01.04.1026 doğumlu Musaffa Görgeç’ e aynı hanede nüfusa kayıtlı kızı 24.04.1959 do.lu AYŞE GAYE ERİŞ ( GÖRGEÇ ) vasi olarak tayin edilmiştir. İlan olunur. 20.09.2006 Basın: 55912 BAKIRKÖY 4. SULH HUKUK MAHKEMESİ HAKİMLİĞİ’NDEN DOSYA NO: 2006/307 TALİMAT Satılmasına karar verilen taşınmazın tapu kaydı imar durumu evsafı değeri vb. özellikleri: 1. TAŞINMAZ : Satılmasına karar verilen taşınmaz tapunun Sav Kasabası Kelepyeri mevkii 5 pafta 854 parselinde kayıtlıdır, boş tarla vasfında olup, köye çok yakındır, sulu killi tınlı toprak yapısında, düz ve düze yakın meyilli olup 710 m27dir. İmar sahası dışında yer almaktadır. Borçlunun bu taşınmazda tam hissesi mevcut olup taşınmaz üzerinde ipotek alacakları mevcuttur, taşınmazın satışa esas değeri 2.840.00 YTL’dir. 2. TAŞINMAZ: Taşınmaz tapunun Sav kasabası 6 pafta 910 parselinde kayıtlı olup Sav kasabası Kelep yeri mevkiinde bulunmaktadır, boş tarladır. Sulu kinli tınlı toprak yapısında düz ve düze yakın meyilli olup 1210 m2’dir. Taşınmaz borçlu adına tam hisse ile kayıtlı olup üzerinde ipotek alacakları mevcut olup imar sahası dışında yer almaktadır. Satışa esas değeri 4.840. YTL’dir. 3. TAŞINMAZ: Taşınmaz tapunun Sav kasabası Kelep yeri mevkii 6 pafta 859 parselinde kayıtlıdır. Yol kenarında olup köye çok yakındır. Sulu killi toprak yapısında düz ve düze yakın meyilli 4360 m2’dir. Borçlu adına tam hisse kayıtlı olup üzerinde ipotek alacağı mevcuttur. İmar sahası dışında yer almaktadır. Satışa esas değeri 17.440. YTL’dir. SATIŞ YERİ: Açık Cezaevi Müdürlüğü Yediemin deposundaISPARTA SATIŞ GÜNÜ: 1. Satış 08/01/2007 2. satış 18/01/2007 tarihinde SATIŞ SAATİ: 854 parsel 14.0014.10 arasında 910 parsel 14.1514.25 arasında 859 parsel 143014.40 arasında Taşınmazın ihalesi yukarıda yazılı yerde ve saatlerde yapılacaktır. Birinci artırmada tahmin edilen kıymetlerin % 60’ını ve rüçhanlı alacaklar varsa alacakları mecmuunu ve satış masraflarını geçmek şartı ile ihale olunur. Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa en çok artıranın taahhüdü baki kalmak şartı ile 10 gün daha uzatılarak yine yukarıda yazılı aynı yer ve aynı saatler arasında ikinci artırmaya çıkarılacaktır. Bu artırmada da bu miktar elde edilememişse en çok artıranın taahhüdü baki kalmak üzere artırma ilanında gösterilen müddet sonunda en çok artırana ihale edilecektir. Şu kadar ki artırma bedelinin malın tahmin edilen kıymetinin % 40’ını. bulması ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından fazla olması ve bundan başka paraya çevirme ve paylaştırma masraflarını geçmesi lazımdır. Böyle fazla bedelle alıcı çıkmazsa satış talebi düşecektir. Artırmaya iştirak edeceklerin tahmin edilen kıymetin % 20’si nispetinde pey akçesi veya bu miktar kadar milli bir bankanın teminat mektubunu vermeleri lazımdır. Satış peşin para iledir. Alıcı istediğinde 10 günü geçmemek üzere mehil verilebilir. Satış bedeli üzerinden yasal oranlarda KDV, ihale damga pulu bedeli, tapu alım harcı, tahliye masrafları da alıcıya aittir. Birikmiş vergiler ve Tellaliye resmi satış bedelinden ödenir. İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililerin (İlgililer tabirine irtifak hakkı sahipleri dahildir) bu gayrimenkul üzerindeki haklarını hususiyle faiz ve masrafa dair olan iddialarını dayanağı belgeler ile on beş gün içinde dairemize bildirmeleri lazımdır. Aksi takdirde hakları tapu sicili ile sabit olmadıkça paylaşmadan hariç bırakılacaklardır. İhaleye katılıp daha sonra ihale bedelini yatırmamak suretiyle ihalenin feshine sebep olan tüm alıcılar ve kefilleri teklif ettikleri bedel ile son ihale bedeli arasındaki farktan ve diğer zararlardan ve ayrıca temerrüt faizinden müteselsilen mesul olacaklardır. İhale farkı ve temerrüt faizi ayrıca hükme hacet kalmaksızın dairemizce tahsil olunacak, bu fark varsa öncelikle teminat bedelinden alınacaktır. Şartname ilan tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için dairede açık olup masrafı verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir. Satışa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve münderecatını kabul etmiş sayılacakları başkaca bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarası ile müdürlüğümüze başvurmaları ilan olunur. İİK 126 Not: İşbu satış ilanı şerh sahiplerine ve adresleri tespit edilemeyen ilgililere tebliğ mahiyetinde olduğu.. Basın: 56175 ISPARTA 2. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN GAYRİMENKUL AÇIK ARTIRMA İLANI CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle