25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 EKİM 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Ekonomide tablo karanlık: 20 milyar dolar kaçak mala gidiyor, gençler çalışmıyor, borç yükü ağırlaşıyor 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Kaçak mala boğulduk ? Ankara Ticaret Odası’nın raporuna göre, pek çok mal Türkiye’ye kaçak giriyor. En büyük zarar akaryakıt kaçakçılığından geliyor. Türkiye’ye yılda 2.5 milyon ton kaçak akaryakıt giriyor. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) hazırladığı “Kaçak Ekonomisi’’ başlıklı rapora göre, Türkiye’ye sigaradan içkiye, çaydan şekere, akaryakıttan büyükbaş ve küçükbaş hayvana kadar pek çok mal girerken Türkiye, tam bir “kaçak cenneti’’ olarak tanımlandı. Rapora göre, Türkiye ekonomisi kaçak ürünler yüzünden yılda 20 milyar dolar kaybediyor. Ekonomiye en büyük zararı veren ürün akaryakıt. Türkiye’ye yılda 2.5 milyon ton kaçak akaryakıt giriyor. Gümrük kayıtlarına göre son 10 yılda 40 milyon 435 bin 552 adet cep telefonu ithal edildiği belirtilen raporda şunlar kaydedildi: “Telekomünikasyon Kurumu’nun verilerine göre ise son 10 yılda Türkiye’ye 70 milyon cep telefonu girdi. Bir başka ifadeyle, kaçak yollarla Türkiye’ye sokulan cep telefonu sayısının 29.6 milyon olduğu ortaya çıkıyor.’’ Rapora göre, Türkiye’ye her yıl 25 bin ton kaçak sigara giriyor. Sigara kaçakçılığı nedeniyle devlet, her yıl 2.5 milyar dolar vergi kaybına uğruyor. Türkiye’ye yılda 1 milyon ton kaçak şeker giriyor. Kaçak şekerin ekonomiye maliyeti yaklaşık 1.5 milyar dolar. Üreticiye zararı en fazla olan kaçak ürünlerden biri de çay. Türkiye’de bir kilogram çayın maliyeti yaklaşık 2.53 dolarken Hindistan ve Seylan gibi ülkelerde bu rakamın 1 dolar seviyesinde olması kaçak çay girişinin temel nedeni. Son bir yıllık dönemde devletin vergi kaybının 120 milyon dolar, üreticinin zararının ise 110 milyon YTL olduğu ifade ediliyor. ATO Başkanı Sinan Aygün, kaçak ürünleri taşımak için her yıl 204 bin “görünmez’’ kamyonun yurda kaçak mal soktuğunu savundu. Aygün, “Gümrüklerimiz kevgire dönmüş durumda. Bu kadar mal ülkeye nasıl giriyor insanın aklı almıyor’’ dedi. Solda Nasıl Birlik? Seçimlere gidilirken ‘‘solda birlik’’ de tartışılıyor. Ancak tartışmalar daha çok ‘‘biçim’’ üzerinde yapılıyor; ‘‘içerik’’ büyük ölçüde göz ardı ediliyor. Oysa asıl üzerinde durulması gereken, ‘‘düşünsel temel’’, yani içeriktir. İçeriğin altyapısı olarak, ülkenin benzer bir geçmiş deneyiminden söz edilmelidir. Çok partili siyasal ortama geçilmesinden sonra, büyük bir milletvekili çoğunluğuyla iktidara gelen Demokrat Parti, özellikle 1955 sonrasında hak ve özgürlükleri kısan baskıcı bir uygulamaya yöneldiğinde o günlerin CHP’si, iki alanda atılımlar yaptı. Birincisi, temel hak ve özgürlüklerin genişlemesi, bunların ekonomik ve sosyal haklarla tamamlanması; yargı bağımsızlığı; basın özgürlüğü; üniversite özerkliği gibi konularda somut öneriler geliştirildi. Bunlar önce 14. ‘‘İlk Hedefler Bildirgesi’’ne, daha sonra da ülkenin, uzak ara en özgürlükçü anayasası olan 1961 Anayasası’na kaynaklık etti. İkincisi, CHP , yalnız muhalefet partilerini yanına almakla, yani solda birliği sağlamakla kalmadı, ek olarak, öncülük ettiği açılımlarla ülkenin ilerici ve demokrat ‘‘kurum ve kuruluşlarının’’ ve kişilerinin de açık desteğini sağladı. ??? Kuşkusuz 1950’lerden farklı bir dönemden geçiyoruz. Ancak ülke siyasetinin iç ve dış etkenler sonucu açılımlar yapamadığı da yadsınamaz. 12 Eylül’ün anayasal, yasal ve kurumsal yapısı, esas olarak varlığını sürdürüyor. Düşünce ve anlatım özgürlüğünün sınırları çizilemiyor; devlet kadroları ve eğitim dinsel baskı altına alınıyor. İktidar partisinin yapısı ve niteliği, özellikle kadın haklarına bakışı, eğitim ve bilim anlayışı, gerçek anlamda özgürlükçü olmasına olanak vermiyor. İktidar, AİHM’nin türban kararından sonra Avrupa Birliği’ne artık olumlu yaklaşamıyor; eğitimin bilim dışı bir çizgiye çekilmesine yeşil ışık yakıyor. Şurası bir gerçektir ki, niteliği gereği, sağcı düşünce ilerici ve demokrat olamaz; Türkiye solu, yıllardır toplumun yaşadığı bu çelişkiyi düzeltebilir. Yeter ki bu tarihi sorumluluk bilinciyle davranılsın. Günümüzde dünya solu, eşitlik, özgürlük, her anlamda sömürünün en aza indirilmesi ve dayanışma gibi, solun evrensel değerlerini sahipleniyor. Başta Latin Amerika ülkeleri olmak üzere, birçok ülkede sol, temel değerlerine sahip çıkarak gücünü arttırıyor. Türkiye solu, laiklik temelinde bir demokratikleşme projesini oluşturmalıdır. Başta düşünce ve anlatım özgürlüğü olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi; bunların, çalışma, eğitim, sağlık ve en az gelir düzeyi gibi ekonomik ve sosyal haklarla desteklenmesi büyük önem taşıyor. Siyasi partiler ve seçim yasalarının değiştirilmesiyle katılım yollarının genişletilmesi, gençlerin ve kadınların ekonomik ve siyasal etkinliğinin artırılması; örgüt içi demokratik süreçlerin işletilmesi bu oluşumun önemli başlıklarıdır. Ekonomik gelişmesini gerçekleştirmek zorunda olan Türkiye’nin, iletişim, bankacılık, enerji gibi kimi kilit sektörlerde kamunun söz sahibi olması ve bunun sınırları açıklık kazanmalıdır. Ekonomik büyümenin, araştırma, bilim ve teknolojik yenilik eksenli olması; bütçenin faiz yükünün azaltılması; dış borçlar ve özellikle de işsizliğin çözümü için gerçekçi özel projeler hazırlanması bir zorunluluktur. Küreselleşmenin yararlarını ve zararlarını doğru yorumlayacak olan sol, geniş halk kitlelerinin desteğini ancak böyle sağlar. Avrupa Birliği üyeliği ve Kürt sorunu gibi ülkenin geleceği açısından yaşamsal konuların, solun ‘‘kendi sorunu sayılarak’’ ele alınması ve bu konularda somut, barışçı, ülke çıkarları ve bütünlüğü bağlamında demokratik öneriler geliştirmesi büyük önem taşıyor. Solda sağlıklı bir atılım, tutuculuğa özenerek değil, dünyadaki ve ülkemizdeki birikimi göz önünde tutarak, demokratikleşme ve ekonomik gelişmede ufuk açıcı, ‘‘ilerici öncülük’’ düzleminde birleşmekle gerçekleşir. ??? Burada özel bir not düşmeliyim. Bu açılımı yapması gereken siyasi partinin CHP olduğunu, tarihinden başka örnekler de vererek, ta 2004 ilkbaharında CHP Meclis Grubu’nda dile getirdim. Şimdi de aynı görüşteyim... yakupkepenek06@hotmail.com erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com rine inanıyor. Seçim yatırımı gibi bir şey… The New York Times’ın aktardığına göre (20/09) tam seçimlere doğru benzin fiyatlarının düşüyor olmasında yatırım bankası Goldaman Sach’sın büyük payı var. Geçen ağustos ayında, Sachs yönettiği GSCI emtia endeksi içinde benzinin ağırlığını azalttığını açıklamış; o zaman yüzde 7.8’den eylül sonunda, yüzde 2.8’e de indirmiş. NYT bunun gelecek piyasalarında 6 milyar dolarlık bir satış anlamına geldiğini yazıyor. Diğer yatırımcılar da Sachs’ı izleyince fiyatlar hızla gerilemiş (Bu olguyu WSJ de aktardı 24/09). Bush’un yeni hazine bakanı Henry Paulson, mayıs ayında göreve atanmadan önce Goldman Sachs’ın CEO’luğunu yapıyordu. Asya bankalarının mali piyasaları sakinleştirdiğine ilişkin yorumlara gelince, bunun iki boyutu var. Birincisi, düne kadar merkez bankalarının piyasalar karşısında iktidarsız olduğu inancı hâkimdi. Şimdi, Çin ve bir iki başka merkez bankasının piyasaların ritmini belirleyebildiğinden söz ediliyor. İkincisi, bu bankaların ellerindeki toplam döviz rezervlerinin hacmi bir trilyon doları aştı. Bu yüzden doların aniden değer yitirmesinin maliyeti çok yüksek. Eğer seçimlerde meclislerden birini Demokratlar ele geçirirse, ABD yönetiminde, dolara olan güvenin daha hızlı aşınmasına yol açabilecek tıkanmalar ortaya çıkabilir. Bu bankalar ellerindeki fonları, seçimlerden önce piyasalarda riskleri azaltarak, Bush’un yararına bir ekonomik görüntü oluşmasına katkıda bulunmak üzere kullanıyor olabilirler. Tüm bunlar kasımdan sonra ve özellikle 2007 başında “ilginç” gelişmeler yaşayacağımızı düşündürüyor. Gençler ne çalışıyor ne okuyor ANKARA (AA) Türkiye’de 1519 yaş arasındaki gençlerden, kızların yüzde 44.3’ünün, erkeklerin ise yüzde 22.6’sının okula gitmediği ya da herhangi bir yerde çalışmadığı belirlendi. Türkiye, bu oranlarla OECD ülkeleri arasında açık ara ilk sırada yer alıyor. OECD’nin üye ülkeler bazında, “Gençlikte Atalet’’ başlığıyla yaptığı çalışmada, bu oran 29 üye ülkede, erkeklerde yüzde 8.1, kızlarda ise yüzde 8.2 olarak ölçüldü. Buna karşılık söz konusu oran, Lüksemburg’da sadece yüzde 2’ler seviyesinde bulunuyor. Türkiye’ye en yakın orana sahip olan Meksika’da atalet, kızlarda yüzde 27.8, erkeklerde ise yüzde 8.1 düzeyinde bulunuyor. OECD’nin çalışmasına göre, Türkiye’de okula göndermede hâlâ kızerkek ayrımı sürüyor. Kızların neredeyse yarıya yakını, erkeklerin ise dörtte biri eğitim imkânından mahrum. Vorkink’e göre Türkiye elit ülke! Ekonomi Servisi Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorkink, yüksek borç ve işsizlik sorunlarıyla boğuşan Türkiye’nin “Elit bir ülke” haline geldiğini söyledi. Vorkink, IMF’nin, Türkiye’nin kotasını Çin, Güney Kore ve Meksika ile birlikte arttırmasının bunun kanıtı olduğunu öne sürdü. Vorkink, Anadolu Ajansı’nın sorularına verdiği yanıtta, IMF’nin kota arttırımına dikkat çekerek “IMF, birçok yükselen piyasa içinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu sadece dört ülkenin kotasını arttırıyor. IMF, kota payını arttırarak Türkiye’nin, ‘yükselen bir küresel güç’ olduğunu teyit etti’’ diye konuştu. Verilere göre, Türkiye’ye gelen yabancı sermaye içindeki ‘’sıcak para’’ olarak da adlandırılan kısa vadeli sermaye oranının, geçen yıldan itibaren düşmeye başladığına dikkat çeken Vorkink, bunun aksine doğrudan yabancı sermaye oranında bir artış bulunduğunu ifade etti. Vorkink, “Bu yılın ilk altı ayında, Türkiye’ye gelen sıcak para oranı geçen yıla göre yaklaşık yüzde 80 oranında azaldı, bunun yerine uzun vadeli yabancı sermaye yatırımı ile doğrudan yabancı sermaye oranı artış gösterdi’’ dedi. Türkiye’de her bebek 7 bin 370 YTL borçlu olarak dünyaya geliyor Borçla doğuyoruz ? Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu tarafından yapılan araştırmaya göre, 2002 yılında her bebek 5 bin 28.10 YTL borçla dünyaya gelirken, 2006 yılında bu borç miktarı 7 bin 367.02 YTL ’ye ulaştı. Ekonomi Servisi Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (BASK) yaptığı araştırmaya göre, 2002 yılında 5 bin 28.10 YTL düzeyinde bulunan kişi başına toplam borç miktarı da yüzde 46.5’lik artışla 7 bin 367.02 YTL’ye çıktı. Başka bir deyişle AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında her bebek 5 bin 28.10 YTL borçla dünyaya gelirken 2006 yılında bu borç miktarı 7 bin 367.02 YTL’ye ulaştı. AKP’nin iktidarda olduğu son 4 yıllık dönemde Türkiye’nin iç ve dış borç stoku yüzde 55.5 oranında artarak 544.2 milyar YTL ’ye, kişi başına borç miktarı ise yüzde 46.5’lik artışla 7 bin 367.02 YTL’ye ulaştı. BASK uzmanlarınca yapılan araştırmaya göre, AKP hükümetinin kurulduğu 2002 yılı sonunda 144.2 milyar YTL’si iç, 205.7 milyar YTL’si de dış borç olmak üzere toplam 349.9 milyar YTL olan Türkiye’nin borç stoku son 4 yıllık dönemde yüzde 55.5’lik artışla 544.2 milyar YTL’ye ulaştı. Türkiye’nin borçlarının 251.9 milyar YTL’sini iç, 292.3 milyar YTL’sini ise dış borçlar oluşturdu. Araştırmaya göre, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 2 bin Yüklü faiz ödemeleri nedeniyle sağlık ve eğitime yeterli kaynak ayrılamayan Türkiye’de sağlık emekçileri tepkilerini protestolarla dile getiriyorlar. (Fotoğraf: ARŞİV) 72.41 YTL olan kişi başına iç borç miktarı 3 bin 409.83 YTL’ye, dış borç miktarı da 2 bin 955.69 YTL’den 3 bin 957.19 YTL’ye çıktı. BASK Genel Başkanı Resul Akay, ANKA’ya yaptığı açıklamada, son 4 yıllık dönemde Türkiye’nin toplam borç stokunun 544.2 milyar YTL ’ye ulaşmasını “ürkütücü bir gelişme” olarak değerlendirirken “Ekonomide toz pembe bir portre çizenlerin, bu tablo karşısında nasıl bir savunma yapacaklarını merak ediyoruz” dedi. Başbakan Erdoğan’ın her fırsatta, Türkiye ekonomisinin hızla büyüdüğünü söylediğini anımsatan Akay, “Oysa göstergeler bunun tam tersini söylemektedir. Bu tablo, ilköğretim düzeyinde ekonomi bilgisine sahip çocukları dahi dehşete düşürmektedir” dedi. D Ü N YA EKONOMİSİNE BAKIŞ / E R G İ N Y I L D I Z O Ğ L U L O N D R A ABD ekonomisinden garip “titreşimler” geliyor. Biz ABD ile Çin (ve diğer Asya ülkeleri) arasındaki ilişkilerin (Çin ve bu ülkeler ABD’ye borç veriyorlar, ABD de bununla Çin’den mal almaya devam ediyor) bir resesyona nasıl tepki vereceğini düşünürken, mali piyasalarda tuhaf şeyler olmaya başladı: Petrol fiyatı 78 dolar düzeyinden gerileyerek geçen hafta, 58 doların altına indi. Dow Jones Endeksi yeniden rekor düzeylere yükseldi. Piyasalarda “volatilite” azaldı. Bu olanları açıklama çabaları arasında da ilginç bir görüntü belirmeye başladı. ABD Seçimlerine Doğru Piyasalarda Garip Durumlar Rogoff’un bu yorumu yaparken, sorguladığı bir açıklama son derecede ilginç. Rogoff piyasalardaki kimi oyuncuların, büyük Asya bankalarından yakınmalarını aktarıyor. Asya bankaları ellerindeki fonları çok tutucu bir biçimde kullanarak “volatiliteyi” bastırıyorlarmış. Rogoff, bunları komplo teorisi olarak değerlendiriyor (ama tümüyle reddetmiyor), volatilitedeki azalmayı, devrevi hareketler, riski dağıtan yeni yatırım enstrümanları ve küreselleşmenin getirdiği olanaklar gibi “klasik olgulara” dayandırıyor. (The Guardian 03/10). Rogoff’un komplo teorisi olarak nitelediği yaklaşım ise bence daha ilginç. Çünkü, bu yaklaşımı, hem yenileriyle zenginleştirmek hem de kasımda yapılacak ABD Meclis/Senato seçimleriyle ilişkilendirmek olanaklı. ye başladı. Ev piyasalarında ani bir çöküş engellendi. Bu iyi haberle tüketicinin morali düzelirken ikinci müdahale petrol bağlamında geldi. İstatistikler, ABD’de tüketicinin taşıtına koyduğu benzinin fiyatıyla ABD Başkanı’nın popülaritesi arasında çok güçlü bir ters korelasyon olduğunu gösteriyor (Pollkatz.com, aktaran, Dave Forest, Casey Energy Spaculator). Benzin fiyatıyla hane halkı tüketim eğilimi arasında da benzer bir ilişki var. Nitekim Washington Post’a göre, benzin fiyatı düşmeye başlar başlamaz tüketim harcamaları da yeniden artmaya başlamış (06/10). Ancak, petrol fiyatları, olağan bir talep daralmasıyla açıklanamayacak bir hızla geriledi. Bu bağlamda, kimi yorumcular, Bush hükümetinin dev rafinerilerden ve yakın aile dostu Suudi hanedanından destek aldığını ileri sürüyor; Suudi hanedanı petrol musluklarını açmış olabilir deniyor. ABD Enerji Bilgi İdaresi’nın (EIA) verileri, şubat ayında gerilemeye başlayan Suudi ham petrol üretiminde, haziran ayında ani ve belirgin bir artış olduğunu gösteriyor. Suudiler’in OPEC içinde üretimi kısarak fiyat yükselme girişimlerine, gelir kayıplarını sineye çekme pahasına destek vermemesi de anlamlı. İkincisi, EIA’nın “crack spread olağanüstü düşük” saptamaları Casey Energy Speculator’ün editörü Dave Forest’in dikkatini çekmiş. “Crack spread”, rafinerilerin ham petrole verdiği parayla, pompacıya verdiği benzinin fiyatı arasındaki fark. Forest, Bush yönetimini desteklemek için rafinerilerin geçici olarak kârlarından fedakârlık ettikle Prozac etkisi… ABD ev fiyatları düşüyor, öncü göstergeler endeksi 7 aydır sürekli geriliyor, internet ve medya reklam gelirleri de... 2007’de resesyon olasılığı güçlenmeye devam ediyor: Büyüme hızı ilk üç aylık dönemde yüzde 5.6’dan ikinci üç aylık dönemde yüzde 2.6’ya gerilemişti. Goldman Sachs uzmanları ekonomik büyümenin üçüncü üç aylık dönemde de yüzde 2’nin altına ineceğini düşünüyorlar. (Bloomberg, 02/10/06). RGE Monitor’ün direktörü, ekonomist Nuriel Roubini ise büyüme hızının üçüncü üç aylık dönemde yüzde 1.5’in altına, 2007’nin ilk üç aylık döneminde de yüzde 0’a inebileceğini düşünüyor. Eylül sonunda açıklanan, enflasyonun son 11 yılın en yüksek düzeyine yükseldiğini gösteren veriler (Financial Times, 29/09) görüntüyü daha da karmaşıklaştırıyor. Salt bunun bile piyasaları sallaması gerekirdi. Ama Dow Jones yükselmeye devam etti. Bu anormallikler üzerine düşünürken Prof. Kenneth Rogoff, piyasalar adeta Prozac (depresyon ilacı) almış gibi diyecekti (The Guardian 03/10). Oğlun babasından öğrendiği Özetle: Piyasalarda gittikçe yayılan nihayet New York Times (29/09) ve Washington Post (06/10) sayfalarına kadar yükselen senaryolara göre, dev petrol şirketlerinin ve Suudi Krallığı’nın, Bush hükümetinin seçimlere elverişli bir ortamda girmesini sağlamak için piyasalara müdahale ettiğinden şüpheleniliyor. Ben buna Asya merkez bankalarını da ekleyebileceğimizi düşünüyorum. I. Bush, I. Körfez savaşını kazanmış, ama Bill Clinton karşısında başkanlık seçimlerini kaybetmişti. Çünkü seçmenin tutumunun belirlenmesinde ekonomik kaygılar egemen olmuştu. O seçimlerden de “aptal, esas olan ekonomidir” sloganı miras kaldı. Başkan II. Bush ise bir taraftan ekonomik ortam kötüleşirken diğer taraftan, dış politikadaki başarısızlıklardan dolayı seçimlere siyasi açıdan da zayıf giriyor. Cumhuriyetçi Parti, mali skandallarla sarsılmışken şimdi bunlara bir de, “yaşlı milletvekili genç oğlana sarkıntılık etti” türünden bir yenisi eklendi. Kısacası, “durum vahim!” Siyasi alanda kısa dönemde bir başarı görüntüsü oluşturmak olanaklı değil. Ancak, I. Bush’un yenilgisinden ders alarak, ekonominin görüntüsünde geçici olarak da olsa iyileştirmek söz konusu olabilir. İste komplo teorileri tam da bu kavşakta ortaya çıkıyor. Giderek yayılan dedikodulara göre, Bush yönetimini iktidara gelirken destekleyen, iktidardayken de nimetlerinden faydalanan büyük petrol şirketleri ve kimi bankalar, şimdi piyasaya siyasi amaçlarla müdahale etmeye başlamışlar. Benzin fiyatı ve başkanın popülaritesi. Ekonomide seçim ikliminin ilk belirtisi, FED’in faiz arttırmaya ara vermesiydi. Böylece borsa rahatladı, yükselme CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle