20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 EKİM 2006 CUMA 6 SAĞLIK 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’nde 1535 yaş grubunda 3 ölümden 1’inin nedeni olan intihar tartışılacak BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ Gündem ‘intihar’ olacak MSS GÜNLERİ Mesajı İyi Okumak... Son günlerde, kuvvet komutanlarımızın askeri okulların yeni eğitim yılı vesilesiyle konuşmaları; son olarak, Genelkurmay Başkanı’nın Harp Akademileri’nin eğitim ve öğretim yılının açılışı töreninde konuşması pek önemli idi. Ancak, Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’in TBMM’nin yeni çalışma yılını açarken yaptığı konuşması, daha kapsamlı, çok daha öğretici idi. Hepsinin üstünde özellikle durdukları konu, laik Cumhuriyet ve ona karşı “irtica’’ tehlikesiydi. Hükümetin başı ise, böyle bir tehlikenin olmadığını söyledi ve her zaman yaptığı gibi reddetti. Medyada, yalaka takımı da onu izledi. ABD’nin büyükelçisi ise, işi küstahlığa döküp ortada bir ‘’kuru gürültü’’nün olduğunu iddia ediyordu. Oysa olan biten niçin bir kuru gürültü değildi? ? Ta 1950’lerden başlayarak, hemen hemen bütün hükümetler, demokrasimizi demokrasi yapan “laik’’ niteliğinden ödün üstüne ödün vererek, işi çığrından çıkardılar. “Nedir bu geriye, gericiliğe savrulmalar?’’ dendiğinde de, olan bitenin demokrasiye uygun olduğunu söylediler. Oysa, yaptıkları, bir demokratik tavır gereği değil, düpedüz bir “ihanet’’ idi. Çağdaş demokrasimizin tarihi, başta böyle bir lekenin öyküsüdür. Sonunda, 12 Eylül’le açılan dönem, demokrasiyi tasfiye ederken, en başta laik Cumhuriyeti ayaklar altına atıp yolları ardına kadar irticaya, yani gerici güçlere açmıştır. AKP, işte bu yolların üstünde yürüyenlerin bir mirasıdır. Cumhuriyetimizin tarihinde de bir skandaldır. Hükümetin başı, sürgit reddediyor bir irtica suçlamasını. Ne var ki, irtica, onun dışında bir olay değil, bizzat kendisi, hükümeti, Meclis’teki topluluğu, baştan sona işte o irticanın temsilcisidir. Hükümetin başının 2002 öncesinden yazılıp gelen sicilini gözden geçirdiğinizde gördüğünüz nedir? Laik bir Cumhuriyetçinin özgeçmişi mi? Kurduğu hükümetinin dört yıldan beri yaptıklarına bakıldığında, özellikle eğitimi yerle bir eden kimdir? Ne yazıyor Başbakanlık Müsteşarı’nın sicilinde? Oysa, bütün bu olan bitene, hükümette hiçbir kıpırdanış yoktur. AKP’yi Anayasa Mahkemesi’nin önüne çıkarmak için Yargıtay Başsavcısı da hareketsizdir. Sadece Cumhurbaşkanı, her defasında, Cumhuriyeti korumak için yetkilerini kullandı; öyle olduğu için de şimdiden tarihe geçmiştir. Ve asker de konuşuyor, çünkü siyasal iktidar, umurunda değildir laik Cumhuriyetin; hükümetin ordu derken anladığı İran ordusudur; bizimki öyle değil ve Cumhuriyetin temellerinin harcını kanlarıyla sulamıştır. Askerler konuşuyor ve bu koşullarda hep konuşacaklar... ? Son günlerde olup bitenlerin katkılarını şöyle özetleyebiliriz: 1. Halkta ve gerçekten Cumhuriyetçi aydınlarda, korkunç bir karamsarlık hüküm sürüyordu. Neredeyse,”her şey bitti’’ burukluğu yaygındı. Şimdi, bu duygu ortadan kaybolmuştur. Ama bu rahatlık, safların daha da sıklaşmasında rol oynamalı. Bir köşeye çekilmenin sırası değil. 2. Gelişmeler, “Bu fırtınayı da atlatıp eskisi gibi yolumuza devam edelim’’ diye düşünecek olanlara, ‘’hayır, bu sürmez’’ mesajıdır. 3. Gelişmeler, büyük burjuvaziye de bir şeyler anlatmış olsa gerek. İrticaya karşı çıkarken, onda bu iktidarın payı göz önünde bulundurulmalı. Gelişmeler, Avrupa Birliği’ne (AB), bu iktidar üstüne bir şeyler anlatmış olsa gerek! AB’ye gelince, onu, nasıl anlatmalı? 4. Partiler safında yeni oluşumlar var, daha da olacaktır. Öte yandan, Cumhuriyet Halk Partisi’nin, neye yettiği, neye yetmeyeceği ortada artık. Onu, bu çıkmazdan kurtarıp bir kan değişimine götürmeli. CHP, Cumhuriyetin en eski partisidir ve demokrasiyi o kurdu. Bugünkü bunalımdan çıkmada da bir şeyler yapmalıdır... ‘Geleceği birlikte keşfedelim’ Batıcı, delici, yakıcı, iğneleme şeklinde olan nöropatik ağrı toplumumuzun yüzde 2 ile 3’ünde görülüyor. SİBEL BAHÇETEPE İstanbul Haber Servisi Dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon kişi intihar ederek yaşamına son veriyor. İntihar tüm ülkelerde ölüm nedenleri arasında ilk on arasında yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre intihar ederek ölen kişilerin yarısında teşhis edilememiş ruhsal bozukluk veya alkolmadde bağımlılığı bulunuyor. Yaşamımızın büyük bir kısmını etkileyen ruh sağlığının önemine dikkat çekmek amacıyla her yıl 10 Ekim’de kutlanan Dünya Ruh Sağlığı Günü’nde, bu yıl Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu (WFMH) gündemini ‘‘intihar’’ olarak belirledi. Federasyon, bu önemli günde dünyadaki en büyük salgın hastalıklardan birine dikkat çekmeyi amaçlıyor. V ehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Dr. Gülçin Arı Sarılgan, 1535 yaş grubunda ilk 3 ölüm nedeninden 1’inin intiharlar olduğunu anımsatarak dünyada her 40 saniyede bir intihar nedeniyle 1 kişinin yaşamını yitirdiğini söyledi. ğını vurgulayarak ‘‘150 milyondan fazla kişi yaşamlarının bir döneminde depresyon geçirmekte, ortalama 25 milyon kişide şizofreni, 90 milyonun üzerinde kişide alkol veya madde bağımlılığı görülmektedir. Araştırmalar, intihar eden kişilerin büyük çoğunluğunda tanı konulabilir bir ruhsal bozukluk olduğunu göstermektedir’’ dedi. İntihar eden bireyin kendi hayatlarına son vermeden önce çeşitli ipuçuları verdiğine değinen Sarılgan, Türkiye’de intihar girişimlerinin en fazla gençler ve yaşlılar arasında görüldüğünü dile getirdi. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) ve, Sağlık Bakanlığı verilerine göre en çok 1534 yaşları ile 65 yaş üzerindeki kişilerde intihar görüldüğünü ifade eden Sarılgan, intiharın en kuvvetli işaretlerinin sözel olduğunu belirtti. Sarılgan şunları söyledi: ‘‘‘Artık dayanamıyorum’, ‘Hiçbir şeyin anlamı kalmadı’, ‘Hayatımı sonlandırmayı düşünüyorum’ gibi ifadeler her zaman ciddiye alınmalıdır. Ayrıca içine kapanıklılık, dikkatsiz davranışlar, değer verdiği özel eşyalarını dağıtması, dış görünümde değişiklik, iştah kaybı gibi belirgin değişiklik gibi durumlar ortaya çıkar. Toplumun ruh sağlığı konusunda eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi çok önemlidir. Türkiye’de ruh sağlığı konusunda bir yasa bulunmamaktadır. Hastaların özlük haklarının korunması için bir an önce ruh sağlığına ilişkin yasanın çıkarılması gerekmektedir.’’ ANTALYA Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nörololji Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ersin Tan, sinir sisteminin hasar görmesi ve fonksiyon kaybına uğraması sonucunda ortaya çıkan nöropatik ağrının toplumda görülme sıklığının yüzde 23 oranında olduğuna dikkat çekerek ‘‘Bu ağrı uykusuzluk, depresyon ve gerginliğe yol açarak sosyal yaşamımızın bozulmasına neden olur’’ dedi. Pfizer İlaçları’nın ‘‘Merkezi Sinir Sistemi Yolculuğunda Geleceği Birlikte Keşfedelim’’ sloganıyla 28 Eylül1 Ekim tarihleri arasında düzenlediği ‘‘Pfizer Merkezi Sinir Sistemi (MSS) Günleri’’nin altınProf. Dr. Ersin Tan. cısı, bu yıl Antalya Belek’te gerçekleştirildi. Dünyanın önde gelen 375 nöroloji ve psikiyatri uzmanının katılımıyla gerçekleşen MSS günlerinde, nöropatik ağrı, migren, şizofreni, epilepsi, parkinson, depresyon, Alzheimer, anksiyetiye bozukluğu gibi konular ele alındı. MSS Günleri’nde nöropatik ağrı ile ilgili sorularımızı yanıtlayan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nörololji Anabilim Dalı öğretim üyesi ve Türk Nöroloji Derneği üyesi Prof. Dr. Tan, merkezi ya da çevresel sinir sisteminin hasar görmesi sonucunda ortaya çıkan ve süreğen ağrı olarak tanımlanan nöropatik ağrının Türkiye’de yüzde 2 ile 3 oranında görüldüğünü söyledi. Nöropatik ağrının geçirilen felç, omurilik yaralanmaları, şeker hastalığı, trafik kazaları gibi olaylardan sonra ortaya çıktığını ve uzun süreli olduğunu belirten Tan, ‘‘Nöropatik ağrıya böbrek yetersizliği, zona gibi enfeksiyon hastalıkları, çeşitli damar hastalıkları, alkolizm, bazı nörolojik hastalıklar ve kanser yol açabilir. Bu gibi hastalıkları olan kişilerde uzun süreli ağrı ortaya çıktığında nöropatik ağrı olduğu düşünülebilir’’ diye konuştu. Tan, ‘‘Nöropatik ağrıda hastaların en sık tanımladığı sözcükler batıcı, delici, saplanıcı, yakıcı, iğneleme tarzında ağrıdır. Ağrı çok şidDr. Jordi Serra. detli olabilir ve standart ağrı kesici ilaçlara cevap vermez ve diğer ağrıların aksine geceleri artar’’ dedi. Tan, şöyle devam etti: ‘‘Nöropatik ağrının tedavisinde ilaç tedavisi, psikolojik ve cerrahi girişimler bulunuyor. Bu ağrıya neden olan hastalığın tedavi edilmesi gerekir, örneğin kan şekerinin sıkı kontrol altında tutulması önemlidir.’’ Uluslararası Ağrı Araştırmaları Derneği (ISFP) ve İspanya Nöroloji Derneği üyesi Dr. Jordi Serra, nöropatik ağrı için Avrupa’da çeşitli çalışmaların devam ettiğini vurgulayarak ‘‘Dünya geneline baktığımız zaman nöropatik ağrı toplumlarda yüzde 3 ile 6 oranında görülüyor. Gelecek yıllarda yaşlı nüfustaki artış nöropatik ağrı şikâyetlerinin artabileceğini gösteriyor’’ dedi. Nöropatik ağrılarda hasara neden olan faktörün yok edilerek şikâyetlerin de ortadan kaldırılabileceğini dile getiren Dr. Serra, ‘‘Şeker hastalığını, parkinson gibi hastalıkları ortadan kaldırmak mümkün değil. Ancak sinir sistemindeki hasarları tedavi ederek ağrı yok edilebilir’’ açıklamasını yaptı. Bazı ilaçlarla ağrıyı azalttıklarını vurgulayan Serra, ABD ve İngiltere’de nöropatik ağrı için aşı çalışmalarının sürdüğünü de sözlerine ekledi. Her 40 saniyede bir intihar Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Psikiyatri Bölümü’nden Dr. Gülçin Arı Sarılgan, 1535 yaş grubunda ilk 3 ölüm nedeninden birinin intiharlar olduğunu anımsatarak dünyada her 40 saniyede bir intihar nedeniyle bir kişinin yaşamını yitirdiğini söyledi. Son 50 yılda dünya genelinde intihar olaylarının yüzde 60 oranında arttığına değinen Sarılgan, yapılan araştırmaların intihar ederek yaşamına son verenlerin yüzde 40 ile 60’ının intihardan bir ay önce bir hekime başvurduklarını, büyük çoğunluğunun ise psikiyatr yerine pratisyen hekimi tercih ettiklerini gösterdiğine dikkat çekti. Sarılgan, ortalama yaşam süresinin giderek uzadığını ve önümüzdeki 20 yılda ruhsal bozukluğa sahip birey sayısının artaca YENİ YÖNTEMLER Bebek umudunuz tükenmesin PROF. DR. COŞKUN ÖZDEMİR İstanbul Haber Servisi Bebek sahibi olamayan çiftler, bir merkezden diğerine koşarken, bilim adamları da, yeni yöntemler üzerinde harıl harıl çalışıyor. Ancak, bu yöntemler bazen ticari kaygılar güdenlerin eline düşünce, elde yalnızca sömürülen bebek umudu kalıyor. Bu yöntemlerden bazıları yumurtalıkyumurtalık dokusu ve sperm dondurma. Bugün Türkiye’de, yalnızca, resmi nikâhlı eş için yumurtalık ve yumurtalık dokusu dondurma, sperm saklamada yasal sınırlama yok. Sperm bankası ise yasal değil. Ancak, uzmanlar, yumurta ve yumurtalık dokusu dondurma yöntemlerinin deneysel olduğu konusunda aileleri uyarıyorlar. Antalya’nın Beldibi Beldesi’nde gerçekleştirilen ‘‘2. Ulusal Üreme Endokrinolojisi ve İnfertilite Kongresi’’nde sorularımızı yanıtlayan Ha cettepe Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Hakan Yaralı, yumurtayumurtalık dokusu dondurma ve sperm saklama yöntemlerinin geliştirildiğini söyledi. Yumurta dokusu dondurmanın deneysel aşamada olduğunu anlatan Yaralı, ‘‘Yumurtayı çözüp naklettikten sonra, o yumurtalıktan östrojen salgılanması ve yumurta elde edilmesi ile ilgili hâlâ çok ciddi verimlilik sorunları yaşıyoruz’’ dedi. Yumurtanın kendisinin dondurulmasının ise daha az deneysel olduğunu ifade eden Yaralı, “Yumurtalıklarda yapılan uyarım sonrasında gelişen yumurtalar toplanıyor ya da yumurtalık hiç uyarılmadan, o sırada olgunlaşmamış yumurtalar alınıp laboratuvarda olgunlaştırılarak dondurulabiliyor’’ diye konuştu. Sağlıkta Reform’dan bir kesit. 2007’de genel sağlık sigortaları ve aile hekimliği yaygınlaşarak uygulanacak. Aile hekimliği Düzce’de pilot bölge olarak uygulandı. Sanırım 10 ilde daha denendi. İyi sonuç verdiğine dair hiçbir kanıt yok. Bu düpedüz ilk basamak sağlık hizmetinin özelleştirilmesidir. Sağlığın en temel insan hakları arasında olduğunu ısrarla savunan sevgili Nusret Fişek hocayı saygıyla, özlemle anıyorum. Sosyalizasyon ve sağlık ocaklarından nasıl umutlu idi. Türkiye’yi hiçbir zaman akılla, bilimle, yurt ve halk severlikle yönetememiş olan politikacılar onu yaşatmadılar. [email protected] Yıllar önce bir başbakan, ‘‘Sosyal devleti yıktık’’ diyerek övünmüştü. Sağlıkta Dönüşüm Projesi bunun uzantılarından biri olmalı diye düşünüyorum. İstanbul Tabip Odası’nın Temsilciler Kurulu toplantısında genç meslektaşlarımdan çok ilginç gelişmeler dinledim. Önce şaşırtıcı bir haber vereyim. Bazı hastanelere görevli doktorlar parmak basarak, parmak izleri alınarak giriyor. Nasıl beğeniyor musunuz? Açıkça hukuk dışı sayılması gereken bu işlem bazı hastanelerde geçerli. Bazılarında ise içeri giriş kartlarla oluyor. Bunlar giriş ve çıkışları kontrol amaçlı. Böylece geç kalma Sağlıkta dönüşümden örnekler dakikaları toplanarak maaştan, izinden kesinti yapılacak. Ama en ilginç uygulamalardan biri de bir hastanede giriş ve çıkışların banka kredi kartı ile yapılıyor olması. Neden mi, diyorsunuz. Kartın bir başkasına aktarılarak kullanılmasını engellemek amaçlı ilginç bir yöntem. Genç meslektaşlarımdan devlet hastanelerinin artık tam bir işletme anlayışıyla yönetildiğini öğreniyorum. Evet, başhekimler bakanlıktan böyle bir direktif alıyorlar ve hastane de bir ticaret haline getirilerek işletme kuralları geçerli kılınıyor. Çünkü sağlık hizmeti açıkça ticaretleştiriliyor. Çeşitli devlet hastanelerindeki uzmanlar polikliniklerde günde 80100 hastaya bakmaya zorlanıyorlar. Katıldığım toplantıdan bir gün önce 2 uzmanın 170 kişiye baktığını öğreniyorum. Bu akıl ve mantık dışı uygulama öte yandan hasta başına prim verilerek teşvik ediliyor. Ama bu prim ve ücret sadece tedavi edici hekimlik için var, koruyucu hekimlik için ise ihmal edilir düzeyde. Sevk sisteminde ciddi yanlışlıklar, aksamalar var. Artık çok gerekli de olsa tıp fakültelerine sevk çok sınırlı duruma gelmiş, çünkü ödemeler yapılamıyor. İşte, size Sağlıkta Dönüşüm’den, Kremler sorunu çözemiyor ? İstanbul Haber Servisi Genç yaşlardan itibaren görülebilen gözkapağı düşüklüğü ve torbaları insanların daha yaşlı görünmelerine neden olur. Uzmanlar, gözkapağı düşüklüğü ve torbalanmasını önlemek için birçok insanın kullandığı kremlerin etkili olmadığını belirterek, sorunun derin dokularda olmasından dolayı cerrahi müdahale ile ortadan kaldırılabileceğini söylüyorlar. Dünya Göz Hastanesi’nden Oküloplasti Operatör Dr. Akın Banaz, birçok kişinin kullandığı göz kremlerinin göz düşüklüğünü ve torbalanmasını önlemediğini söyledi. Sorunun ciltte olmadığının altını çizen Banaz, lazerle yapılan cerrahi müdahale ile sorunun çözülebildiğini ifade etti. Hastalıkta genetik faktörlerin etkili olduğunu belirten Banaz, cerrahi müdahalenin hastaneye yatırılmadan ve lokal anestezi ile yapıldığını ve operasyon süresinin her bir gözkapağı için yaklaşık 1520 dakika olduğunu anlattı. VEFAT Babamız, aile büyüğümüz METİN GÜNEREN SEKENDİZ 5 Ekim 2006’da vefat etmiştir. Cenazesi (bugün) öğle namazının ardından Selamiçeşme Camii’nden kaldırılarak Topkapı Kozlu Mezarlığı’na defnedilecektir. AİLESİ Not: Cenazesine çiçek gönderilmemesini, arzu edenlerin Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı’na bağışta bulunmasını rica ederiz. CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle