20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 EKİM 2006 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Müzeler tarihsel, toplumsal, sanatsal belleği oluşturmakla kalmıyor, geleceğe de yatırım yapıyor 15 KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Sergiler neyi söyler? stanbul, müzeler açısından son yıllarda İ hızlı hamleler yapan bir kent. Son birkaç yılda, birbiri ardından açılan, birbiriyle yarışan, dış dünyayla sıkı ilişkiler kuran, kültürler arası iletişimi, etkileşimi önemseyen, yalnız kimi değerleri sergilemekle kalmayıp sergiler çerçevesinde interaktif ilişkiler kuran, sınırları kaldıran kurumlar bunlar. İstanbul Modern, Sabancı Müzesi ve Pera Müzesi... Her üçü de sadece tarihsel, toplumsal, sanatsal belleği oluşturmakla kalmıyor, geleceğe de yatırım yapıyor... Onların bu dinamizmi, yeni müze girişimlerini tetiklerken, ‘‘eski’’ müzelerin de daha çağdaş bir çizgiye oturtulma çabasını ve yeni kaynak arayışlarını harekete geçirdi. Yeni hamlelere giren müzelerden biri İstanbul Arkeoloji Müzesi... O bizim ilk müzemiz olma özelliğini taşıyor. Osman Hamdi Bey’i saygı ve sevgiyle anarken, bu müzenin 1891’de hizmete açıldığını belirteyim. RKEOLOJİ MÜZESİ’NDE Bir süre önce, Arkeoloji Müzelerini Sevenler Derneği, yeni kaynak arayışında bir gece düzenledi. Sikkeler ve hazine bölümlerini yeniden ziyarete açabilmek, çiviyazılı tabletleri ve mühürleri sergileyebilmek, tesisatın yenilenmesini gerçekleştirmek için bu çabalar gerekli... Dünyanın her uygar ülkesinde belli başlı müzelerin, mutlak o müzeyi sevenler tarafından, dernek ya da vakıflarca desteklendiğini anımsatayım. Değil bizim Arkeoloji Müzesi gibi çok önemli ve çok değerli bir müze, en kıytırık müze için o kentin insanları seferber olur. Bizdeki vurdumduymazlık, değerbilmezlik ise içimi acıtıyor. Gecede, piyanist Judith Uluğ, Hasan Uçansu’nun bestesi ‘‘Dört Antik Kentin Öyküsü: Patara, Simena, Ksanthos, Faselis’’ adlı eserini, Arkeolog Nezih Başgelen’in diaları eşliğinde yorumladı. Adı geçen kentlerde, çağdaş beste ve yorumla, görsel, işitsel ama en çok yüreksel bir yolculuk yaşamış olduk. Yine aynı gecede Ali Konyalı’nın ‘‘Taş ve Işık’’ adlı fotoğraf sergisinin açılışı vardı. Arkeoloji Müzesi’ndeki kimi eserlerin çok yakın plan ve dev boyutlardaki fotoğraflarında ayrıntıların zenginliği, sadece ışıkla yıkanan taşı değil, taşın dokusunu, devinimini de bizlerin kıları okuyabilmek için yere bağdaş kurmanız ya da iki büklüm yerlere eğilmeniz gerekiyor! Dizlerimize, belkemiğimize yazık, şunlar göz hizasına yazılamaz mıydı! İstanbul Modern’deyim. İstanbul’u kucaklıyorum. Tarihi yarımadayı, Marmarayı, Boğaz’ı, adaları, Anadolu yakasını... Oraya adım attım mı, önce mutlak terasından İstanbul’u selamlamalıyım... Müzeyi ziyaret eden herkes de benimle aynı düşüncede. Müzenin içi dışı, cıvıl cıvıl... Bir kat aşağı iniyorum. Gökşin Sipahioğlu’nun ‘‘Doğru Yerde Doğru Zamanda’’ sergisini geziyorum. Artık yalnız İstanbul’u değil, dünyayı kucaklıyorum. Bilmez değilim, Gökşin Sipahioğlu ve yarattığı mucize Sipa Press üzerine çok yazıldı. Engin Özendes küratörlüğündeki sergi ve ona eşlik eden katalog muhteşem. Onun hakkında söylenmemiş hiçbir şey söyleyemem. Ancak duygularımı açıklayabilirim: Evet 1956’dan, Sina Savaşı’ndan başlayarak dünyayı kucaklıyorum. Ama bir tarih ve bir yer adı sizi yanıltmasın. Onun tarihine kendi tarihimi, onun yörelerine, onun coğrafyasına, kendi coğrafyalarımı ekliyorum. Tarih ve coğrafyada Gökşin’in fotoğrafları aracılığıyla çıktığım yolculukta kendimi şöyle mırıldanırken yakalıyorum. Önemli olan doğru zamanda, doğru yerde olmak değil... Önemli olan ne zaman, olursa olsun, hangi yerde bulunursan bulun, doğru insan olman... Doğru insan olmak... Yani neye bakacağını, neyi göreceğini bilmek... Kalemini, özür dilerim, fotoğraf makineni neden, kimden yana kullandığını.... Doğru zamanda doğru yerde olup da hiçbir şey görmeyen, hiçbir şey göstermeyen öyle çok insan tanıdım ki... Bu sergide bir kez daha kavrıyorum ki, Gökşin Sipahioğlu’nu Gökşin Siphaioğlu yapan iki önemli öğe, onun meslek aşkı, meslek tutkusu, meslek saygısı... (Mesleği gazetecilik.) Ve bir de insan sevgisi... İster objektifin bu yanında olsun, ister öteki yanında... [email protected] Faks: 0 212 257 16 50 Siyasetin Gölgesi Son iki hafta içinde iki farklı ülkede katıldığım kültür etkinliklerinden çıkarttığım dersleri sizlerle paylaşmak istiyorum bugün. Geçen hafta Patras’daydım; 2006’nın Avrupa Kültür Başkenti’nde. Yunanistan’in Atina ve Selanik’ten sonra gelen üçüncü büyük kenti Patras. Seçilme nedeni ise, 25 yıldır süren bu projenin Avrupa ülkeleri arasında dönüşümlü olarak gerçekleşmesi ve Yunanistan’a üçüncü kez sıranın gelmesi. Patras’ın Avrupa Kültür Başkentliği macerasını bir yıldır izliyoruz, 2010’un kültür başkentlerinden biri olmaya hazırlanan İstanbul’un projelerini uluslararası jüriye sunan (ve bu sınavdan yüzünün akıyla çıkan) komite olarak. Bu süreç içinde, önceki yıllarda AKB (Avrupa Kültür Başkenti) sıfatını kazanmış ve projelerini gerçekleştirmiş kentlerin komite üyeleri ve artistik direktörlerinin yanı sıra, bizim gibi önümüzdeki yıllarda bu işi üstlenecek olan kentlerin sorumluları ile de çeşitli zamanlarda buluştuk, görüştük. Patras yetkilileri ile ilk karşılaşmamızın ardından uzun bir sessizlik dönemi geçti. Aldığımız duyumlar, Patras 2006 etkinliklerinin ciddi sıkıntılar yaşadığı yönündeydi. Nitekim, komitemizin önerdiği projelerin tümünü kabul etmelerinden aylar sonra bunlardan ancak bir kısmını gerçekleştirebilecekleri haberi geldi. Sonuçta, 17 ülkenin katıldığı ‘‘Europe and Patras’’ başlıklı etkinlikler çerçevesinde Türkiye’ye ayrılan iki gecenin ilkinde ‘‘Balkanatolia’’ ve ‘‘Babazula’’ gruplarının konseri yer aldı. İkinci akşam ise, ‘‘Techno Roman Project’’ bir Yunan dans grubu ile sahneyi paylaştı. Özdem Petek ve Emine Çaykara’nın sorumluluğunda, Atina Büyükelçiliğimizin lojistik ve personel desteğinde gerçekleştirilen Türkiye geceleri iki taraf açısından da başarıyla sonuçlandı. İki taraf diyorum, çünkü Patras 2006 yöneticileri ilk kez Türk grupları sayesinde salonu doldurabilmiş olmaktan çok mutluydu. Tanık olduğumuz Patras deneyimi, doğrularından çok yanlışlarıyla öğreticiydi diyebilirim. Düzenleme komitesinin tutarlı bir iletişim stratejisi oluşturamamasının, kentin AKB etkinliklerini sahiplenmemesinin temelinde siyasal nedenlerin yattığı apaçık ortadaydı. Yeni Demokrasi Partisi’nin elindeki Kültür Bakanlığı ile PASOK’un elindeki Patras Belediyesi arasında bir uzlaşma sağlanamamış, deyim yerindeyse proje ortada kalmıştı. Tabii, yarı yolda değişen Artistik Direktörler, Kültür Bakanlığı’nın verdiği paranın çok geç gelmesi gibi faktörler de çabası. Sonuç olarak, siyaset Patras 2006 etkinliklerini fena halde gölgelemişti diyebiliriz. Türkiye açısından ise, son derece olumlu bir sonuç elde edildiğini söyleyebilirim. Komitede oluşan anlayış birliğinin, resmi sektörle sivil toplum temsilcilerinin uyumlu çalışmasının yeni bir sonucuydu bu. Alışılagelmiş katılımları çağrıştırmayan, son derece sivil bir temsil ve gelenekselle moderni buluşturan bir içerikle, Türkiye iyi bir sınav daha verdi Patras’ta. Tıpkı, Brüksel’de jürinin önünde olduğu gibi. ??? Bu hafta yaşadıklarımız ise, daha bildik şeyler. 2008 yılında ‘Onur Konuğu’ olma şansını yakaladığımız Frankfurt Kitap Fuarı’na Türkiye’nin bu yılki katılımı, İstanbul 2010’da yakalanan uzlaşma zemininden çok uzak, bildik örnekleri çağrıştırıyor. AKB sürecindeki uyumun yerini, çatışma ve partizanlık kültürü almış sanki. Kültür ve Turizm Bakanlığı, durup dururken belki de durup dururken değil, siyasal yandaşlarından gelen uyarılara kulak verdiğinden Frankfurt Kitap Fuarı’nda Türkiye’yi beş yıldır en iyi biçimde temsil eden Türkiye Yayıncılar Birliği’nden bu sorumluluğu alıp, Basın Yayın Birliği adlı kuruluşa verdi. Sonuçta, dünyanın en büyük kitap fuarında Türkiye başka hiçbir ülkeye nasip olmayan! ikili bir temsile kavuştu. Bir katta, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Basın Yayın Birliği’nin logolarını ve ortak vizyonlarını içeren bir Türkiye standı, bir başka katta Türkiye Yayıncılar Birliği’nin profesyonelliğine yakışan bir estetik çizgide ve yayıncılarımızın büyük çoğunluğunun temsil edildiği bir başka Türkiye standı... 2008’de Frankfurt’ta ‘Onur Ülkesi’, 2010’da ‘Avrupa Kültür Başkenti’ olmaya gerçekten hazır mıyız sorusunun cevabı başka sorularda yatıyor: Eski alışkanlıklarımızdan kurtulup, evrensel ölçütlere değer vermeye, siyasetin kültürsanat alanları üzerindeki gölgesini kaldırmaya, uzmanlığa saygı duymaya, kısacası sivilleşmeye niyetli miyiz? Haftaya, Frankfurt derslerine devam ederiz. [email protected] İSTANBUL MODERN’DE A Gökşin Sipahioğlu 1963, Kamboçya. lıyor, çevredeki eserleri daha da yüceltiyordu. Bir eleştiri: Müzenin ana bölümünde kimi eserlerin, yapay, renkli boyanmış alçıdan kopyaları, maketleri var! Gülünç! Tanrı aşkına, eğer yeniden canlandırma illa ki gerekliyse ayrı bir bölümde sergilensin bunlar. Şimdiki haliyle, doğa güzellikleri yanında plastik çiçek gibi duruyorlar! ERA MÜZESİ’NDE Pera Müzesi’ne bağlı İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nde ‘‘Osmanlı Mimarı D’Aronco’’ sergisi var. (Müzeden birkaç yapı ötede.) Geçen hafta sizlere İstanbul Udine kültürel işbirliğinden söz etmiştim. Burada birkaç satırda size Raimondo D’Aronco’yu ve İstanbul için gerçekleştirdiği, tasarladığı, düşledi P ği projelerin (18931909) tümünü anlatmam olanaksız. Ancak bu sergiden aldığım en büyük dersi sizlerle paylaşabilirim: Evrensel değerleri yakalayabilmek için yerel olanı çok iyi tanımanın, bilmenin kaçınılmazlığını ortaya koyuyordu sergi. Yerelde derinlere indikçe, evrensel olunabileceğini de... İtalyan mimarın Avusturya Macar İmparatorluğu’nun mirasıyla Doğu’nun ‘‘ruhunu’’, İslam mimarisini nasıl bir arada yoğurup ‘‘Art Nouveau’’ şaheserleri tasarladığını görmek için, hatmettiği, sahip olduğu kitapları görmek heyecan verici. (Bu kitaplar da sergileniyor.) İki Eleştiri: D’Aranco sergisini görmek için uğraş vermeniz gerekiyor. Yapının önünde ne bir afiş, ne bir ilan... Pera Müzesi’ni dolaşıp D’Aranco’yu bulamayabilirsiniz... Bulduktan sonra da sergilenen eserlere ilişkin açıklama YEDİ SANATÇININ KATILDIĞI SERGİ 31 ARALIK’A DEK SİEMENS SANAT’TA Güzellik kavramına çağdaş bakış Kültür Servisi Siemens Sanat 31 Aralık’a dek Marcus Graf’ın küratörlüğünü üstlendiği ‘Güzel!...’ adlı sergiye yer veriyor. Açıldığı günden bu yana İstanbul’da çağdaş sanat için önemli galerilerden biri olan Siemens Sanat’ta açılan bu sergi, ‘‘sanatın en temel konularından biri olan güzellik kavramını’’ ele alıyor. Katılan sanatçılar, belirlenen kavramsal içerik çerçevesinde, güncel sanattaki ve hayattaki güzellik kavramı ile biçemini ele alıyorlar. Resim, heykel, fotoğraf ve video çalışmalarıyla sergiye katılan Arzu Gündüz, Genco Gülan, Gülveli Kaya, Mehdi Sabouni (İran), Mustafa Özbakır, Rudolf Reiber (Almanya), Tuğçe Çubukçuoğlu, ‘‘klişelerden meydana gelen duvarların ötesine geçebilmek için, güzelliğin sanattaki ve hayattaki statüsünü sorguladıklarını’’ söylüyorlar. Küratör Marcus Graf serginin içeriğini, ‘‘Sanatın başlangıcından 19. yüzyılın ortalarına kadar, güzellik kavramı sanat üretiminde belirgin bir öğe olarak büyük bir rol oynadı. Doğayı taklit etmek veya yeniden inşa etmek yoluyla güzellik yaratmak sanatçının temel amacıydı. Ancak, modern sanatın doğuşu ile güzellik kavramı giderek form değiştirdi ama güzellik hâlâ sanatın ve hayatın içsel bir parçası. Güzellik her ne kadar öznel de olsa, bir ölçüye kadar genel geçerlilik isteyen bir yargı. Bu nedenle, güzellik her zaman popüler ve sanatın gündeminde’’ diyerek açıklıyor ve sergide yer alan yapıtların, güzelliğin bugün nasıl var olduğu sorusuna yanıt aradığını belirtiyor. (0 212 334 11 04) Genco Gülan’ın sergide yer alan yapıtlarından biri. Ruacan’lar Jazz Center’da ? Kültür Servisi Caz müziğinin İstanbul’daki merkezi JC’s İstanbul Jazz Center, İstanbullu cazseverler için dopdolu bir program hazırladı. Caz müziğini geniş kitlelere ulaştırmayı başaran Neşet ve Nükhet Ruacan ile yılların caz ustası Aşkın Arsunan 10–11 Ekim’de sahneye çıkacaklar ve 19501960’lı yılların caz klasiklerini seslendirecekler. 1980’li yılların başında Amerika’da Berklee College of Music’te birlikte eğitim aldıktan sonra yurda dönerek Türkiye’de caz müziğinin sevilmesine önemli katkılarda bulunan Neşet ve Nükhet Ruacan’a davulda Selim Selçuk ve kontrbasta Erdal Akyol eşlik edecek. Akdamar restore edildi ? VAN (AA) Van Gölü’ndeki Akdamar Adası’nda Ermenilere ait Akdamar Kilisesi’nin restorasyonu tamamlandı. Restorasyonu üstlenen Cahit Zeydanlı, restorasyon kapsamında çatıların temizlendiğini, kilise içindeki ve dışındaki fresklerin ortaya çıkarıldığını söyledi. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle