23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 EKİM 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 9 EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Mustafa Kemal’in En Büyük Eseri: Cumhuriyet Türkiye Cumhuriyeti tıpkı diğer cumhuriyetler gibi ulus, laiklik ve yurttaş kavramları üzerine otursa da, bu kavramlara, Anadolu topraklarının özgün rengini katmayı da başarmıştır. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti yalnız geri kalmış ülkeler açısından değil, gelişmiş ülkeler açısından da farklı ve başarılı bir model olarak görülmüş ve değerlendirilmiştir. dolu topraklarının özgün rengini katmayı da başarmıştır. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti yalnız geri kalmış ülkeler açısından değil, gelişmiş ülkeler açısından da farklı ve başarılı bir model olarak görülmüş ve değerlendirilmiştir. Cumhuriyetimizin en büyük başarılarından birisi de İslam dünyasında ilk kez ve Avrupa’nın pek çok ileri demokrasisinden çok daha önce kadınlara aile içinde eşit haklar ile belediye (1930), muhtarlık (1933) ve milletvekilliği (1934) seçme ve seçilme hakkının tanınmış olmasıdır. Pek çok ülkede cumhuriyete geçiş uzun ve kanlı mücadelelerin ürünü olmuşken, bizim Cumhuriyetimizin ayırıcı özelliklerinden birisi de diğer örneklere kıyasla çok daha barışçıl yöntemlerle kurulmuş olmasıdır. M. Kemal yeri geldiğinde “Devrimin yasaları, bütün yasaların üstündedir” diyerek büyük bir devrimcinin kararlılığı ve tavizsizliği ile davransa da, 600 yıllık teokratikmonarşik gelenekten cumhuriyete geçişi, büyük ölçüde barışçıl yöntemlerle gerçekleştirmiş bir liderdir. Bu özelliklerinden olsa gerek, ünlü Alman düşünürü Helberg Melzig, Atatürk’le ilgili olarak “Eski çağın büyük filozofu Eflatun’un ‘Ya yöneticiler filozof ya da filozoflar yönetici olsalar!’ yolundaki iki bin yıllık dileği, ilk kez 20. yüzyılda Atatürk’ün kişiliğinde tam olarak gerçekleşmiş bulunuyor” değerlendirmesini yapmıştır. Gerçekten de böyle olduğu içindir ki, 20. yüzyılın nice önemli sayılansanılan siyaset adamının yarattığı eserler düş kırıklıkları içinde yıkılıp giderken, Mustafa Kemal Atatürk hem kendi ulusunun hem de dünya halklarının kaybolmayan sevgisini kazanmış ve “Benim en büyük eserim” dediği Cumhuriyet 83. yaşına ulaşmıştır. M. Kemal Atatürk, yıllar önce tüm yıkma girişimlerine karşın büyük bir tarihi özgüvenle “Devrimin hedefini kavramış olanlar, onu korumayı her zaman başaracaklardır” demişti. 83. yılında Cumhuriyetimiz yine içeriden ve dışarıdan tehditlerle kuşatılmaya çalışılmaktadır. Bugün bizlere düşen görev, Atatürk’ün “en büyük eseri” olan Cumhuriyete sımsıkı sarılmak ve onun bu tarihi özgüvenini boşa çıkarmamaktır. Çünkü Cumhuriyet, bizi varlar etrafında var eden, güvenli ve huzur dolu bir ülkeyi ulusal birliğin kıvançlı şemsiyesi altında toplayan bir kudrettir... O kudrete hep birlikte sahip çıkalım... PENCERE 83. Yılı Kutlamaya Layık mıyız?.. Bugün Cumhuriyet Bayramı... Cumhuriyetin 83’üncü yıldönümü... Peki, biz 83’üncü yılında Cumhuriyeti kutlamaya layık mıyız?.. Hayır!.. ? Türkiye Cumhuriyeti’ni bağımlı, borçlu ve dinci bir devlete dönüştürmek yolunda geriye doğru büyük bir aşamayı gerçekleştirdik... Türkiye Atatürk döneminde bağımsız, borçsuz, laik bir Cumhuriyetin mayalanmasıyla doğru bir yola girmişti... Bugün “ulusal bütçesi”ni bağlamak için yabancılardan “izin” ve “olur” bekleyen bir devlet derekesine düşmüştür Türkiye... Ve ülke parçalanma tehlikesinin eşiğindedir... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarıyla kamu ve öğretim yaşamında laikliğe aykırı olduğu saptanan türban, daha açık vurgusuyla “tesettür” hükümet ve Başbakanlığa tırmanmış, Cumhurbaşkanlığına tırmanmak üzeredir... Dinciliği ulusallığı ezmek yolunda kullanan mürteci ve takıyyeci siyasal parti, Cumhuriyetin 83’üncü yıldönümünü kutlayan Türkiye’de, Çankaya’yı da ele geçirmek üzeredir... Yüzde 45 seçmen iradesinin sandığa yansımadığı bir seçimde, yüzde 25 seçmen oyuyla “sivil darbe” yapan parti Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak üzere kararlı adımlarla yürüyor... Ve 83’üncü yıldönümü bu koşullarda kutlanıyor... ? Din adına büyük bir aldatmacanın sahneye konduğu bir oyun oynanıyor... Türkiye’nin büyük milli şairi Ziya Gökalp doksan yıl önce “Din” başlıklı şiirinde ne yazmıştı?.. “Benim dinim ne ümittir ne korku, Allah’ıma sevdiğimden taparım. Ne cennet ne cehennemden bir korku Almaksızın vazifemi yaparım. Vaiz!.. Deme cehennemin ateşi Çıkar bilmem kaç bin çeki odundan De ki vardır bir güzellik güneşi Doğmuş bizim aşkımızın od’undan... De ki vardır Tuba adlı bir ağaç Kökü gökte, gönüllerde dalları... Yemişinden yedi ruhum, değil aç Bütün sevgi, şefkat onun balları... Vaiz!.. Muhabbeti şerheyle Ben aramam şeytan nedir, melek ne?.. Erenlerin esrarından söz söyle: Seven kimdir, sevilen kim, sevmek ne?.. Beni cennet va’di ile avutma, O kalbimdir, çünkü sevgi elidir. Cehennemin azabıyla korkutma Korku nedir bilmez gönlüm, delidir... ? Milli Kurtuluş Savaşı’ndan sonra kurulan laik Türkiye Cumhuriyeti Ziya Gökalp’in şiirinde kendisini bulmuştu; ama ne yazık ki tarikat ve cemaatler furyasında ulusal benliğini yitirdi... Bugünkü çağdaşlıkla irtica arasındaki çelişki “cemiyet” ile “cemaat” arasındaki tarihsel çatışmadır. “Cemaat”lerin egemenliği altına düşen bir Türkiye, Cumhuriyetin 83’üncü yılını kutlamaya layık mıdır?.. Kadını ikinci sınıf bir insan sayarak tesettüre mahkum eden cemaatin Atatürk’ün Çankaya’sına el koymasını demokrasinin gereği sayacak bir toplumda Cumhuriyetin 83’üncü yılı ne anlam taşıyor? Bu yazıyı başlıktaki soruyla noktalayarak bitirelim: Cumhuriyetin 83’üncü yılını kutlamaya gerçekten layık mıyız?.. ‘Sopayla Ordular Kovalamış!’ Ben ,”Son Osmanlı mıyım” diye kendime sorarım arada... Cumhuriyetin ilanından altı ay önce doğmuşum. Türkiye Büyük Millet Meclisi günlerinde!.. Ülke kurtulmuş, düşman denize dökülmüş, Lozan imzalanmış... Osmanlılık uçtu uçacak. Yepyeni bir devlet, gerçek bir Türk devleti kurulacak... Her 29 Ekim’de yaşadığım duygular... Sevinçler, coşkular... Bir umutsuzluğa düşer gibi olmuşsam, bir silkinişle kendimi kurtarmak!.. Onuncu Yıl’daki onuru duyarak “Ne mutlu Türk olmanın, kendini Türk bilmenin” gururunu yaşayarak... Benim kuşağım, Atatürk’ün “Size yurdu emanet ediyorum” dediği kuşaktır. Bu söze uymayanlar da çıktı aramızdan! Çıkarcılar, hesapçılar, inançsızlar!.. Ama çoğumuz, “Yorulsanız da beni izleyeceksiniz” sözünü yanıltmadık milyonlarca... Belli bir çizgide, çeker gideriz. Ama Atatürk’ü, Cumhuriyet devrimini, halkın kurtuluşunu, onurlu bir ülkenin insanı olduğumuzu bir ömür boyu yaşamanın gururuyla... Bir sesti hep yanı başımızda, bir çağırış, ölümsüz bir dostluk, bir sevgi... İşte bu güzel günde bir kez daha sesleniyor. Bir halk çocuğu, şair Ali Yüce’nin dilinden!.. “Ben ulusumun halkımın oğlu / Mustafa Kemal Atatürk / Savaşta asker barışta öğretmen / Okulumuz halk okulu / Dersimiz bağımsızlık efendiler / En güzel dersimiz bağımsızlık / Anladık mı efendiler.” Bizim ışığımız, bizim yolumuz, bizim halkımız bir süredir yanlış yerlere mi götürülüyor, gerilere mi itiliyor, her şeyden beter onursuzluk uçurumuna mı sürükleniyor? İşte o, yine elinde tebeşir, karatahta başında yeniden uyarıyor: “Benim yolum / Bilim yolu efendiler / Evrimlerin devrimlerin yolu / Ayaklarınız alışmamışsa eğer / Uygarlığın kapıları / Kapanmışsa yüzünüze / Nasıl varacaksınız nasıl / Benim gösterdiğim yere.” Binlerce, on binlerce, belki yüz binlerce gün vardır ama bir tekidir hep capcanlı kalan... Benim için o gün, 29 Ekim 1933’tür. Cumhuriyet’in Onuncu Yılı!.. Ne kadar isterdim bugün de yetmiş yıl önceki onurun, coşkunun, mutluluğun dirilmesini, içinde çırpındığımız utanç çıkmazlarından silkinip ayağa kalkmamızı... “Benim halkım / Barışın, özgürlüğün anası / Tohumla sütkardeş / Toprakla yaşıt sevdası / Sopayla ordular kovalamış / Cepheler yarmış kağnısıyla / Büyüdükçe güzelleşmiş kavgası / Destan olmuş efendiler.” Bu şiirleri Ali Yüce’nin “Olmaca” adlı yeni kitabından aldım. Her dizesini biz söylemişiz gibi!.. Ne zaman ki yetmiş beş milyon bu duyarlığı yaşayacak, işte o zaman Mustafa Kemal şöyle seslenecek bu uyuşturulmak, uyutulmak, aldatılmak istenen topluma: “Bir sabah / Hiç ummadığınız bir sabah / Kucağımda binlerce güneş / Kapınızı vuracağım / Duran saatlerin ibresi / Dönmeye başlayacak.” Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ Çankaya Belediye Başkanı, İç Anadolu Belediyeler Birliği Başkanı C umhuriyet soylu bir ülkü, Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı sonrası, büyük aydınlanmacı şair Tevfik Fikret’in “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” belgisinde ifadesini bulan idealler doğrultusunda yaptığı düzenlemeler bütününün adıydı... M. Kemal nezdinde kazanılan zafer çok büyüktü, ama henüz tam ve nihai hedef elde edilmiş sayılmazdı. Kılıçla kazanılan zafer; siyasette, ekonomide, bilim ve kültür sahalarında elde edilecek zaferlerle taçlandırılmalı ve pekiştirilmeliydi. Yoksa tekrar savaş öncesi duruma dönme tehlikesi söz konusu olabilirdi. M. Kemal, bağımsızlık savaşının kazanılıp Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından bu gerçeği şu şekilde ifade ediyordu: “Bugüne değin kazandığımız başarı, bize ancak ilerleme ve uygarlık doğrultusunda bir yol açmıştır. Bize ve gelecek kuşaklara düşen görev, bu yol üzerinde durmaksızın ilerlemektir.” Durmaksızın ilerlemek; işte onun bir ulus inşa etmedeki başarısının ve bu ulusa büyük bir ufuk gösterebilme yetisinin sihirli anahtarı buydu. M. Kemal, bağımsızlığı ve Cumhuriyeti elde etmek kadar, bunları korumak ve geliştirmenin de önemli olduğunu ve bu sürecin oldukça zorlu geçeceğini çok iyi biliyordu. Gençliğe seslenişte “Ey Türk istikbalinin evladı, işte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır!” derken, bağımsızlığımızın ve Cumhuriyetimizin dışarıdan ve içeriden ne tür büyük tehditlerle karşı karşıya olabileceğine ilişkin çok önemli bir öngörüde ve uyarıda bulunuyordu, bugünleri ta o günlerden görürcesine önlemler öneriyordu. Bir azınlık yönetimi olan monarşiden ve soylu olduğu düşünülen bir azınlığın yönetimi olan aristokrasiden farklı olarak, halkın yönetimi anlamını taşıyan cumhuriyet, elbette ki yıllardır halkı siyaset sürecinin dışında bırakarak ülkeyi yönetmiş olan güçlü azınlık grupların tepki ve engelleme çabaları ile karşılaşacaktı. Mustafa Kemal büyük bir tarihi cesaret göstererek Osmanoğulları hanedanı üyesi olmayan hiçbir şahsın iktidar olamadığı Osmanlı teokratikmonarşisine son vermeyi ve yerine halkın yönetimini geçirmeyi hedefliyordu. Monarşi yönetimine son verirken bu yönetimin temel dayanağı olan ve padişahın yetkisini dinden aldığı varsayımına dayanan din devleti anlayışı yerine, yetkinin ve yönetimin kaynağının dünyevileştirilmesini ifade eden laik devlet anlayışı geçirilmek zorundaydı. Türkiye Cumhuriyeti, bu gelişmelerin sonucunda teokrasi yerine “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir!” anlayışını, aile hükümranlığına ve verasete dayalı iktidar yerine “Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur” anlayışını ilke edinmiş; bu iki ilke, cumhuriyetin üzerinde yükseldiği iki ana kolon olmuştur. Bu noktada şunu anımsamakta da fayda var: Türkiye Cumhuriyeti kurulan ilk cumhuriyet yönetimlerinden biridir. Avrupa da dahil tüm dünyada cumhuriyet rejiminin yaygınlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanından sonraki dönemlerde olmuştur. Balkanlar’da 2. Dünya Savaşı sonrası, Asya ve Afrika’da da çok daha sonraları cumhuriyet rejimleri kurulabilmiştir. Yani Mustafa Kemal Türkiye’si pek çok konuda olduğu gibi, cumhuriyet alanında da dünyaya öncülük etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, bir taklit yönetim olmayıp evrensel değerler ile yerel değerlerin başarılı bir harmanlanmasının ürünü olan son derece özgün bir uygarlaşma projesiydi. M. Kemal, “Efendiler, biz benzememekle ve benzetmemekle övünmeliyiz, kendimiz olmalıyız” derken ve yine başka bir yerde, Türkiye Cumhuriyeti’ni “tüm insanlığın dikkatle üzerinde durmasına değer” bir uygarlaşma modeli olarak tanımlarken, yeni cumhuriyetle taklitçi olmayan bir uygarlaşma projesinin hayata geçirilmeye çalışıldığına da dikkat çekmiş oluyordu. Türkiye Cumhuriyeti tıpkı diğer cumhuriyetler gibi ulus, laiklik ve yurttaş kavramları üzerine otursa da, bu kavramlara, Ana Dünya AIDS Günü Yaklaşırken Prof. Dr. Ayşe KAYPMAZ ilindiği gibi 1 Aralık, Dünya AIDS Günü olarak kabul edilmiştir. Bütün ülkelerin sağlık kurumları 1 Aralık günü ve onu takip eden haftada HIV/AIDS’ten korunmak amacıyla topluma bilgiler vererek halka ulaşmaya çalışır. Eğitim, koruyucu tıpta hastalığın kişiden kişiye bulaşmasının önlenmesinde çok önemlidir. Dünyada günde14.000 kişi; yılda 4.900.000 kişi HIV ile enfekte olmaktadır. 21 Kasım 2005 UNAIDS verilerine göre dünyada HIV ile enfekte kişi sayısı yaklaşık 40.300.000 kadar olup; bu zamana kadar 3.100.000 kişi AIDS’ten yaşamını yitirmiştir. Ülkemizdeki verilere bakacak olursak; 19852004 yılları arasında rapor edilmiş HIV ile enfekte vaka sayısı toplam 1.922’dir, bunların 551’inde AIDS gelişmiş olup, 63 kişi AIDS’ten yaşamını yitirmiştir. Sağlık kurumlarının asrın vebası olarak kabul ettiği, tedavisi çok pahalı olan ve mutlak ölümle biten bu hastalığın önlenmesi için sınırsız para ve emek harcanmaktadır. Yoğun aşı çalışmalarına rağmen henüz HIV/AIDS aşısı geliştirilememiştir. Unutulmamalıdır ki aşısı olmayan bulaşıcı hastalıklar hâCerrahpaşa Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı B lâ toplumların korkulu rüyasıdır. Sağlık Bakanlığı ve ona bağlı kurumlar, üniversiteler, sivil toplum örgütleri aşısı olmayan hastalıkların önlenmesinde elbirliği ile iş yapmaktadırlar. Eski İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Başkanı, yakın zamanda kaybettiğimiz Prof. Dr. Enver Tali Çetin 1992 yılında AIDS Savaşım Derneği’ni kurmuştur. Dernek 1994’te kamu yararına çalışan dernek olarak nitelenmiştir. Dernek gençlere, lise ve üniversite öğrencilerine, anne adaylarına, kadınlara, turizm personeline, sanatçılara, hemşire ve pratisyen hekimlere, diğer sağlık personellerine, uyuşturucu bağımlılarına, işçilere, paralı seks işçilerine, homoseksüellere, isteyen gruplara ve din adamlarına her yıl yüzlerce çeşitli konferans, seminerler vermiş ayrıca isteyenlere telefonla danışmanlık yapmıştır. Dernek radyotelevizyon programlarına katılarak, çeşitli gazete ve dergilere HIV/AIDS hakkında bilgi vererek toplumu aydınlatmak istemektedir. Genellikle 1 Aralık Dünya AIDS Günü’nde şehrin hareketli noktalarında (TÜYAP Kitap Fuarı, Kadıköy, Şişli, Bakırköy, Ortaköy meydanları, Akmerkez, Beyoğ lu İstiklal Caddesi gibi) standlar açarak broşür ve prezervatif dağıtmış, afişler asmıştır. AIDS Savaşım Derneği merkezi İstanbul olmak üzere Bursa, Rize (Pazar), Samsun, Antalya, Elazığ, İzmir, Muğla (Marmaris, Fethiye), Konya, Kayseri, Eskişehir, Bodrum, Adana, Sıvas, Gaziantep, Giresun, Trabzon, Malatya, Antakya ve diğer şubeleri kurarak oradaki gönüllü öğretim üyeleri ile konferans ve seminerler vermiştir. Bu etkinliklerin sayısı yüzlercedir. Ücretsiz olan etkinliklerin geliri Prof. Dr. Enver Tali Çetin’in sanatçı dostlarının saygıyla andığımız ve teşekkürü borç bildiğimiz özverili çalışmalarıyla olmuştur. Devlet sanatçısı İdil Biret, Bülent Ortaçgil ve Erkan Oğur, Selçuk Alagöz, Gökçen Kaynatan, Serap Mutlu Akbulut, İlhan Şeşen, Hakan Peker, Candan Erçetin, Demet, Emre Ertürk, Hülya Aksular, Macide Tanır, Aydın Geylani AIDS Savaşım Derneği’ne emek veren sanatçı ve dostlarımızdan sadece birkaçıdır. Öğretim üyelerinden profesör doktorlar Kurtuluş Töreci, Selim Badur, Emel Bozkaya, Semra Çalangu, Yıldız Tümerdem, Şükran Şimşek, Altınay Bilgiç, Güler Aksoy, Selma Erbaydar, Gülden Yılmaz, Filiz Akşit, Mustafa Gürel, Necati Dedeoğlu, Feride Saçaklıoğlu, Şengül Derbentli, Halit Özsüt, Tümer Vural, Meltem Uzun, doçent doktorlar Arın Namal, Tuğrul Erbaydar, Haluk Pektaş ve şimdi aramızda olmayan sevgili Gülşen Aktan ilk aklıma gelen eğitim grubunda özveriyle çalışan değerli isimlerdendir. HIV/AIDS savaşımında sadece eğitimciler ve tıp mensuplarına değil devlet yöneticileri, bürokratlar, sanatçılar, liderler ve özel sektöre de büyük görevler düşmektedir. Halkın ilgi odağı olan kişilerin topluma yansıtacağı sloganların getireceği ses daha güçlü olmaktadır. Ayrıca sanıldığının aksine 1985’te ülkemizdeki ilk vakanın çıkışından bu yana toplumda duyarlılık artışının devamı beklenirken son yıllarda ciddi bir duyarsızlığın geliştiğini söylemek zorundayız. O yüzden AIDS Savaşım Derneği ve buna benzer derneklerin faaliyetlerinin devamı zorunlu görünmektedir. Bu faaliyetlerin devamı için genç arkadaşların konuyu sahiplenmelerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. En büyük isteğim bu gibi kuruluşların körelmesi değil gelişerek varlıklarını sürdürmelerinin sağlanmasıdır, bunun için de konuyla ilgili tüm kişilerin çaba göstermesi gerekmektedir. TÜRK GENÇLİĞİ’NE HİZMET VAKFI Cumhuriyet’in 83. yıldönümünü kutlamak amacıyla TGHV, Atatürk Cumhuriyeti adlı bir etkinlik düzenlemiştir. Açılış ve Oturum Başkanı Prof. Dr. Güngör Şatıroğlu TGHV Başkanı Konuşmacılar Dr. Nilüfer Gürsoy Bayar Yekta Güngör Özden Anayasa Mahkemesi E. Başkanı Tarih: 29 Ekim 2006 Pazar Saat: 14.0016.00 Arası Yer: Maçka Teknik Üniversitesi Sosyal Tesisleri Konferans Salonu Maçka Giriş Serbest Tel: 243 24 74 CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle