10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2006 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR Dr. SEDAT AKSIN İç Hast. Uzmanı AKP’nin Dış Politikası IBugün devletimizin, uluslararası toplulukta saygın bir konumu olduğunu ileri sürebilir miyiz?.. AB ve ABD ile ilişkilerimize bir göz atacak olursak bu sorunun yanıtını rahatlıkla vermiş oluruz. PENCERE ‘Hoca’?.. Ülkemizde dincilik pazarlaması siyaset borsasını ele geçirirken ortaya birtakım ‘Hoca’ lakaplı kişiler çıktı... Bunlardan biri ‘‘Fethullah Hoca!..’’ Holding, para, pul, gazete, televizyon, şirket, örgüt, okul, ne varsa ‘Hoca’nın beş parmağında beş marifet... ‘‘Fethullah Hoca’’ kadar olmasa da onu ve yöntemlerini yakından takip eden bir ünlü daha var: ‘‘Adnan Hoca!..’’ Dün Cumhuriyet’in yedinci sayfasında Ecevit Kılıç’ın röportajı bu konuyu kurcalıyordu... ? Kamuoyunun ve kadın derneklerinin dikkatini çekmek için, röportajı okurken altını çizdiğim kimi satırları köşeme alıyorum... Manken Ebru Şimşek ile ‘‘Adnan Hoca’’ lakaplı Adnan Oktar, on yıldan bu yana, mahkemelerde davalılar... Neden?.. Manken Ebru Şimşek anlatıyor: ‘‘ O dönemde Adnan Oktar magazin dünyası içinde örgütlenmeye, zengin ailelerin güzel kızlarını cemaate almaya çalışıyordu, beni de buna katmaya çalıştı, ‘Hayır’ dediğim anda şantaj yapıldı. Hiçbir zaman mürit olmadım. Zaten bunu reddettiğim için Oktar benimle uğraştı...’’ Ne zaman başladı bu olaylar? ‘‘ 1994 yılında başladı, 18 yaşındaydım.’’ Yani 10 yılınız adliyelerde geçti... ‘‘ Evet, adliye koridorlarında büyüdüm, dava sürecinde sürekli iftiraya uğradım, ne söylediysem dava açtılar...’’ Bugüne dek hakkınızda kaç dava açtılar? ‘‘ 300 dava açtılar, bini aşkın da soruşturma var...’’ Davalardan sonuçlanan olmadı mı?.. ‘‘ Hukuk davalarının önemli bir kısmı tamamlandı, hepsinde lehime karar verildi. Davaların 10’u ceza davasıydı. Bunlardan 2’si sonuçlandı. Davaların aynı olması ve bu kararın emsal kabul edilmesi nedeniyle diğerlerinden de beraat edeceğim.’’ Bunca dava ve soruşturma karşısında pes ettiğiniz olmadı mı? ‘‘ Cumhuriyet çocuğuyum. Şikâyette bulunduktan sonra ilk kez avukata gitmiştim. Tedirginlik vardı bende. Gittiğim avukatın masasında ‘Cumhuriyet’ gazetesi vardı. Kendime ‘Doğru yere geldin’ dedim.’’ ? Türkiye burası!.. Adalet örgütü hangi amaçlar için nasıl kullanılmak isteniyor?.. Eski İçişleri Bakanı ve Yurt Partisi lideri Sadettin Tantan da ‘Adnan Hoca’ ve yandaşlarınca kendisi aleyhinde 28 ayrı mahkemede dava açıldığını belirterek diyor ki: ‘‘ 19 davadan benim lehimde karar çıktı ve Yargıtay tasdik etti, 9 dava ise sürüyor.’’ ? Ülkemizde yaşanan irtica sorununun ne kadar ‘vahim’ olduğunu belirtmek için konuyu pazar günü köşeme taşıdım... İrtica örgütlü.. İrtica partili.. İrtica paralı.. İrtica hocalı.. Laik Cumhuriyet yandaşları ise ‘gaflet’ ve ‘dalalet’ içinde uyuyorlar. Kuş Gribi Gerçeği Dün Topçular İskelesi’nde binlerce martı görünce bu Kurban Bayramı öncesi ve sırasında izlediğim yurtiçi ve yurtdışı Türkiye haberleri nedeniyle bozulan moralim ve içimde oluşan karamsarlık dağıldı. ‘‘Yok yahu, bunlar olsa olsa kedidir’’ dedim kendi kendime. O erkek martıların dişilerinin yanında çalımla gezinmelerini görünce iyice keyiflendim. Kuş nesli hiçbir zaman bu güzel ülkede silinmeyecek diye sevindim. Günlerdir sanki hastalıkların kol gezdiği; vebanın, frenginin ölüm rüzgârları estirdiği ortaçağ Avrupası’ydı ülkem. Seveni olduğu kadar düşmanı da bol bir ülke canım Türkiyem. AB’nin, ABD’nin temsilcilerinin yaptığı insanı üzen, küçümseyen açıklamaları, sınır kapılarının kapatılması, geçen her aracın ilaçlanması, tavukların diri diri yakılması ve iş makineleriyle diri diri toprağa gömülmeleri en ince ayrıntılarına kadar görüntülendi, haber olarak sunuldu. Kendi ülke haberlerinde bu kadar ayrıntı görebilmek olası değil. ??? Ağır bir psikolojik savaşın, dost (!) görünenlerin sonu gelmeyen saldırılarıyla karşı karşıyayız bugün. Türkiye’de son günlerde rastlanan kuş gribi vakalarının dış basında ajanslar tarafından servise konulan haberleri, başta İngiliz gazeteleri olmak üzere birçok Batı yayın organı sayfalarına taşıyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Avrupa Bölge Direktörü Marc Danzon açıklama yapıyor: ‘‘Türkiye’ye turistlerin gelmesinde bir sakınca yok, bir cesaret örneği olarak buradayım. Önlemler alınıyor.’’ İlk kuş gribi vakası (!) görüldükten sonra bugüne kadar 18 hastadan sadece 2’sini Koçyiğit ailesinden ölen 2 çocuğun bedeninde virüs saptanamadı. Hasta olan 3. kardeş iyileşti. Bunu Sağlık Bakanımız açıkladı yitirdik. Üç hasta Ankara’da saptandı. Bunlarda yapılan analiz testlerinde sonuç pozitif çıktı biri 65 yaşında erkek, diğer ikisi 26 yaşında erkek çocuk. Bu üç hastamızda klinik olarak hastalık belirtileri yok. Yani testler pozitif, virüsü almışlar ama hasta değiller. Çok büyük olasılıkla virüsü yenecekler, öyle görünüyor. İzmir’de 2 tavuk, 1 güvercinde test pozitif çıktı diye bir ilçede 10 binden fazla kümes hayvanı öldürülmüştür. Bayburt’ta, kümesinde bulunan hayvanların analizleri pozitif çıkmasına karşın aile fertlerinde testler negatif bulunmuş, yani kuş gribinin insanlara geçmediği saptanmış. ??? Türkiye’nin birçok yerinde bazı ölen kuşlarda ve tavuklarda analizler pozitif çıktı, açıkta yaşayan binlerce açıklanan rakamlarla bunun 600 bin adedi geçtiği haberleri geliyor hasta, sağlam olması olası kümes hayvanları ya diri diri yakıldı ya da toprağa gömüldü. Alınan bu önlemlerle (!) ortada ne tavuk kaldı ne de hastalık. Böylesine kazıma yapılmasaydı, bu kanatlı dostlarımızın çoğu belki de hastalanmadan yaşayıp gideceklerdi. Bu itlaf (telef etme, öldürme) görüntüleri ABABD TV’lerinde ayrıntıları ile yayımlandı. Daha önce hiç hastalanmamış birçok insanda izlediğimiz türlü bulaşıcı hastalık verem, hepatit, kist hidatik, toksopazmozis, bruselloz, şarbon vs. pozitif testler çıkmaktadır. Ömrümüzün bir vaktinde aldığımız bir mikrobu hiç hastalanmadan yıllarca taşıyabiliriz. Vücut bağışıklık direnç sistemi bu mikropları zamanla antikorları vasıtasıyla alt edebilmektedir. Mikrop daha önce girdiği vücudun onu tanıması nedeniyle, vücudun mikrop yiyen hücrelerinin görev yapması nedeniyle, ortadan kaldırılmaktadır. Günümüzde bu savaş yalnızca vücuda bırakılmamakta, hastalıklara karşı aşı teknikleri geliştirilmektedir. ??? Sonuç, hastalığı yok etmek için hastayı öldürmek, kümes hayvanlarına soykırım uygulamak gerekmez. Geçen yıl Manisa’da ‘‘elektrik faturalarının fazla geldiği’’ gerekçesiyle kuş gribi aşısı üretebilecek donanıma ve bilgiye sahip elemanların çalıştığı Tarım Bakanlığımıza bağlı Manisa Tavuk Araştırma ve Aşı Üretim Enstitüsü maalesef bakanlıkça kapatılmıştır. Son günlerde Rusya kuş gribine karşı bir aşı geliştirdiğini açıkladı. Tüm savaşlar teknoloji ve bilgiyle kazanılmaktadır. Bugün bağımsızlığımız tehdit altındadır. Doç. Dr. Hüner TUNCER tatürkümüzün bizzat saptadığı dış politika ilkelerinin başında, ‘gerçekçilik’ gelir. Gerçekçilik ilkesi çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sınırlarının ve olanaklarının bilincinde olacak ve dış ilişkilerinde ne ödün verecek ne de sindirilecektir. Yine bu ilke doğrultusunda, yeni Türk Devleti, herhangi bir baskıcı güce karşı direnişte bulunacaktır. AKP hükümetinin dış politikası, ‘gerçekçi’ bir dış politika olarak nitelendirilebilir mi?.. AKP hükümetinin uyguladığı dış politika çerçevesinde, Türkiye Devleti, AB’nin ve ABD’nin baskılarına karşı direnişte bulunamamakta ve gerek AB ile gerek ABD ile ilişkilerinde, sürekli ödün veren taraf durumunda olmaktadır. Atatürkçü dış politika ilkelerinden bir diğeri, ‘‘tam bağımsızlık’’ ilkesidir. ‘‘Tam bağımsızlık’’tan kastedilen, Türkiye Devleti’nin siyasal, ekonomik, mali ve kültürel alanlarda tam bağımsız olması demektir. AKP hükümetinin dış politikası çerçevesinde, devletimiz, siyasal alanda AB’ye ve ABD’ye, ekonomik ve mali alanlarda Dünya Bankası’na ve IMF’ye, kültürel alanda da A yine Batılı ülkelere bağımlıdır. Üniversitelerimizin çoğunluğunda gerçekleştirilen yabancı dilde eğitim, kültürel bağımlılığımızın önemli bir göstergesidir. ‘‘Yurtta barış, dünyada barış’’, Atatürkçü dış politikanın belki de en temel ilkesidir. Türkiye, hem komşularına hem de öteki dünya devletlerine yönelik barışçı bir dış politika izlemelidir. Anımsayacaksınız, AKP hükümetinin, neredeyse ülkemizi komşumuz Irak’a karşı, ABD’nin yanında savaşa sokmasına ramak kalmıştı. Çağdaşlık, Atatürkçü dış politikanın temel ilkelerinden bir diğeridir. Türkiye, yüzünü çağdaşlığa çevirecek ve çağdışı uygulamalardan kendini soyutlayacaktır. Çağdaşlık, Batı’ya öykünmek ya da Batı’nın izinde gitmek olarak algılanmamalıdır. Bugün iktidardaki hükümetin ‘‘çağdaşlık’’tan anladığı ise Batılı devletlere mutlak itaat ve onların hiçbir sözünden dışarı çıkmamaktır. Atatürkçü dış politikanın önemli bir diğer ilkesi de ‘‘akılcılık’’tır. Dış politika, ideolojik dogmalar ve önyargılar yerine, akla ve bilime dayanmalıdır. Uzun süreli dostluklar ve düşmanlıklar yerine, ‘‘karşılıklı yarar sağlama’’ ilkesi göz önüne alın malıdır. AKP hükümeti dış politikasında, iç politikada da olduğu gibi akla ve bilime dayanmayı bir yana itmiş; dış ilişkilerde karşılıklı yarar sağlama yerine, ABD ve AB başta olmak üzere, Batılı ülkelerle uzun süreli dostluklar kurmayı yeğlemiştir. Atatürkçü dış politika, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını uluslararası politikadaki gelişmelerle bağdaştırmasını çok iyi bilmişti. Atatürkçü dış politika, sömürgeciliğe karşıydı ve uluslararası hukuka saygılıydı.(1) Atatürk’ün Türkiyesi, akılcı ve gerçekçi dış politikası nedeniyle uluslararası toplulukta itibarlı ve saygın bir konum kazanmıştı. Bugün devletimizin, uluslararası toplulukta saygın bir konumu olduğunu ileri sürebilir miyiz?.. AB ve ABD ile ilişkilerimize bir göz atacak olursak, bu sorunun yanıtını rahatlıkla vermiş oluruz. Lozan diplomasisiyle, yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya devletlerine Batılıların karşısında aşağılık duygusuyla kıvranan ‘‘hasta’’ Osmanlı’nın yerini, hiçbir devlete boyun eğmeyen, başı dik, ‘‘sağlıklı’’ Türk’ün aldığını göstermişti. Bugün ‘‘Lozan diplomasi ruhu’’nun yaşatıldığını söyleyebilir miyiz?.. (Yazımız, yarın devam edecektir.) (1) Atatürk döneminde Türkiye Devleti, Lozan’dan arta kalan sorunlarını güç kullanarak değil, uluslararası hukuka başvurarak çözme yolunu seçmişti. Bu Nasıl Çimento!.. Mehmet Selim OKÇAY ayın Başbakan bir süre önce, dinin, milletin çimentosu olduğunu söyledi. Acaba öyle mi.. üzerinde önemle durulması gerekir kanısındayım. Zaten öyle zannettiği için, öyle inandığı için her adımını ona göre atıyor ve halkı da çimentonun içerisine batırıp çıkarıyor... Başlıca iki dinin dünyada çok yaygın olduğunu biliyoruz. Bunları Hıristiyanlık ve İslamiyet olarak ifade edebiliriz. Evet, dahası da var da, esas itibarıyla, bu iki dinin bu açıklama ile yakınen ilgili olduğunu, daha doğrusu ifade sahibinin bu iki dini anlatmak istediğini anlıyorum. Peki, bu iki din ne zamandır dünya üzerinde yaygın? İki bin yıldır, diyebiliriz. Bu iki bin senedir insanlık bu dinler yüzünden ne kadar kan akıttı?.. ??? Çıktıkları günlerden bu yana akan kanın hesabı var mı?.. Hâlâ da kan akmıyor mu, insanlar öldürülmüyor mu?.. Hayır, diyebilir misiniz; herhalde yok böyle bir şey diyemezsiniz? Peki bu nasıl çimento?!.. Düşünüyorum da, bu nasıl çimento?.. Hemen hatırlayacaklarımızı şöyle bir sıralayalım. Hıristiyanların aslanlar önüne atılmaları ne kadar büyük vahşet.. Ortaçağ boyunca S Hıristiyan mezheplerinin birbirlerini acımasızca katletmeleri unutulur mu hiç... St. Barthelmo katliamını insanlık nasıl unutur?.. Hıristiyanların devlet idaresindeki ortaçağ boyunca hâkimiyetlerindeki işkenceleri, Engizisyon Mahkemelerini hatırlamak bile korkunç. Londra’daki Madam Tussaud müzesinde sergilenen ortaçağ işkence aletlerini görünce, insanlığın nelerden geçtiğini daha iyi anlıyoruz. Haçlı seferleri, bir insanlık ayıbıdır.. 100 sene boyunca, bir tarafta kutsal Kudüs’e ulaşayım diyen Hıristiyanlar, diğer tarafta Kudüs’ü vermeyeyim diyen Müslümanlar.. Öldür Allah öldür.. kimleri, insanları... Osmanlı Devleti’nin genişlerken, yıkılırken yaptığı savaşların ana nedeni hep din değil mi? Tarih kitaplarımız, Osmanlı’nın karşısına çıkan kuvvetleri hep Haçlı ordusu, yani Hıristiyan ordusu, diye tanımlamaz mı?.. Din, din, din.. Bu nasıl çimento, söyleyin, ne olur!.. Çok uzağa gitmeye gerek yok.. Daha düne kadar Hizbullah’ın Batman’da, Diyarbakır’da, Mardin’de, Güneydoğu Anadolu’da diri diri gömdüğü insanlar için ne dersiniz, ne söylersiniz... Öldürünce cennete gidecek, Allahım bu nasıl iş... Adam, kadın, beline patlayıcı maddeleri sarıyor, insanların içerisine giriyor ve patlatıyor!.. Uçağı kaçırıyor ve ABD’de İkiz Kuleler’e çarpıyor, kendisi ile birlikte yüzlerce kişiyi öldürüyor. Uzağa gitmeden, Sıvas’ı hatırlayalım. Bu memleketin yetiştirdiği en seçkin insanları, din uğruna yobazlar diri diri yakmadılar mı?.. Acıları nasıl unutulur?.. Yine soruyorum, bu nasıl çimento?.. ??? Kuran’da, ‘‘Müşrikleri öldürünüz..’’ diye yazmıyor mu?.. Yazmıyor, diyebilir misiniz?.. Müşriki insan olarak görmüyor.. İllaki herkes Müslüman olacak... Bu ifade karşısında, çimentonun sadece kendi içerisinde olduğunu ifade etmek istiyor diyebiliriz. Tamam, öyle olsun.. peki kendi içerisinde de birbirlerini yemiyorlar mı?.. Şii, Sünni, Alevi ayrımının yarattığı acıları bilmiyor muyuz?.. İran, Irak savaşı ne idi; Irak’ta hâlâ kendi aralarında çatışma duruyor mu?.. ??? Efendim, din iyi de, insanlar yanlış uyguluyorlar, diyerek, ucuz bir savunma yapamazsınız. Bunun sebebi ne; din değil mi?. Sorumlusu din değil mi?.. Din uğruna yapmıyor mu?.. Tekrar mı sorayım, bu nasıl çimento, diye.. Yıllarca süren acılardan Hıristiyan toplumu nasıl kur tuldu? Şöyle bir düşünün. Din, dur bakalım sen şurada, çekil kenara, seni sadece insan ile Tanrı arasına hapsediyorum; devleti halk kendisi idare edecek; senin kurallarınla bu iş olmuyor; insan önemlidir, ona saygı gerekir, onun için senin kuralların değil, benim kurallarım uygulanacak, denilerek, kurtulunmadı mı?.. Bu söylediğimin adını hemen koymuşsunuzdur: Laiklik. İşte laikliği benimseyen Hıristiyan toplumları reformla yolunu buldu, huzura kavuştu. Müslümanların çoğunlukta olduğu toplumlarda laikliği ilk getiren insan kimdir?.. Atatürk. Ne diyor: ‘‘İster Alevi ol, ister Sünni, ister Hıristiyan.. hepiniz Türk bayrağının altında yaşayan tüm insanlar olarak birsiniz; din seninle Tanrı arasındadır, kimse karışamaz.. İllaki Müslüman olacaksın, diye, kimse zorlayamaz.. Devlet işlerine dini sokamazsın.. Devlete sarıkla, sakalla, türbanla girerek Müslümanlık gösterisi yapamazsın’’ diyor. ‘‘Herkes dinini seçmekte hürdür. Kimse artık acı çekmesin; bırakın herkes kendi ibadetini yapsın, ama devlete kendi kurallarını sokamazsın’’ diyor... Şimdi bu durum karşısında soruyorum. Çimento din mi, laiklik mi?.. Lütfen kıymayın bu ülkeye, bu insanlara; huzuru Atatürk’le yakaladık, lütfen bozmayın. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle