10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 OCAK 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Biz de boş durmuyoruz sonuçta... ürkiye’de otoyollardaki radarların nasıl çalıştığını tam olarak bilemiyorum. Onun icin Avrupa’daki durumu kısaca anlatmakta yarar görüyorum. Avrupa’nın otoyollarında aracınızla seyahat ederken hız sınırını aşarsanız eğer, fotoğraf çektirirmiş gibi bir flaş patlaması ile kendinize geliverirsiniz. Bu flaş patlaması, aracınızın plakasının fotoğraflandığı anlamına gelmektedir. Flaş patladıktan sonra kara kara düşünerek ve daha dikkatli olarak yolunuza devam edersiniz. Yaklaşık bir hafta sonra evinize bir ceza faturası gelir. Hollanda’nın bütün resmi bilgisayarlarinda isminiz ve adresiniz, hatta neyiniz var neyiniz yok ise kayıtlı olduğundan, çok geçmeden kara haber evinize ulaşır. Benim Türkler içerisinde tanıdığım, park ve hız cezası binlerce Avro’yu bulan arkadaşlar vardır. Her yerde, her şekilde denetlendiğiniz için durum kâbus gibidir, hatta bu denetlenme duygusu, insanı zamanla paranoyaya bile itebilmekte, ‘‘Yahu yoksa Allah T esirgesin gece gündüz gözetleniyor muyum, takip mi ediliyorum!?..’’ gibi düşüncelere yol açabilmektedir. Bu sistem öylesine ustaca hazırlanmıştır ki.. herhangi bir suç işleme durumunda cezadan kaçabilmeniz de mümkün değildir. Orneğin şehrin birçok yerinde bulunan ve banka otomatlarında gizli kameralar vardır. Birçok insan bunların farkında bile olmaz. Ve de tabii ki birçok hırsız da farkında olmadığından, banka kartını çaldıkları kişinin parasını cekerken kaydedilen görüntülerden dolayı çok geçmeden yakayı ele verirler. Hiç unutmam, bir dönem Almanya’da yaşayan Türklerin, telefon kulübeleri için özel imal ettikleri buzdan jetonlar konuşulurdu ve ‘‘Vaaay be, aklımızı adam gibi işlere versek bu yaratıcılıkla neler yapmayız ki arkadaş yaaav!..’’ denilirdi. Şimdi otoyollarla ilgili bir iki örnek vermemin asıl nedeni şudur: Biz Türkler, koşullar ne olursa olsun mutlaka, ama mutlaka bizleri inciten, kendimizi kötü hissetmemize neden olan birçok unsurdan, kuraldan ve alanından dışlanan, gereksiz bulduğumuz AMSTERDAM hor görülen yurdum şeylerden korunma, insanı sataşacak kişi kurtulma yolları ve kurum geliştirmişizdir. Yani bulamayınca alet ve dünyayı ele geçirmek edevatlara hucüm üzere Anadolu’dan etmektedir. Doğrudur yola çıkan bizleri, YAKUP KARAHAN ama.. bir başka gercek herhangi bir ülke de Avrupalıların, artık kuralının pis işleri, Türkleri dışlama, fişleme yıldırabileceğini hiç sanmıyorum. işlerini bile elektronik aletlere Öncelikle otoyollardan örnek yaptırmalarıdır. Bu durumda da doğal vermemin nedeni de yeni gelen bazı olarak saldırıya elektronik aletler bilgilerden dolayıdır. maruz kalmaktadır. Neyse, bu ilkel bir İlk haber, bir yurttaşımızın hızla davranıştır, üzerinde fazla otoyolda giderken kendisini durmayacağım. Her ne kadar bir Türk görüntülemeyi başaran sabit bir tarafından yapılmış olsa bile çok ‘‘radar’’ı ve buna bağlı kamera kestirme ve ilkel bir yoldur, önemli sistemini ‘‘benzin’’ dökerek olan bizlerin yaratıcılığının altını yakmasıdır. Yani hemşerimiz, ‘‘flaş’’ çizmek olduğundan, baska bir habere patlayınca, ‘‘N’ooluyo yav!.. Vaaay geçmek istiyorum. Bir otomobil gene mi?!...’’ diyerek bagajdaki benzin dolusu gencimiz artık siz düşünün ne bidonunu kaptığı gibi kameranın kadar olduklarını şehirlerarası bir bulunduğu direğin tepesine tırmanıp, yolda ilerlerken o lanet alet gene kamerayı bir güzel ateşe vermiştir. ‘‘Şlak!..’’ diye patlamış ve asap Haa, denilebilir ki, bu nasıl bir bozmuştur. ‘‘Vay vay vay, gene mi... Ne hiddettir, bu nasıl bir kindir? Ya da bu yapsak ne etsek uslanmayacak bu nasıl bir dışlanmadır ki, yaşamın her herifler!..’’ diyen gençlerimiz hemen olaya davranmış, plakanın üzeri iki taraftan da güzelce kapatılmış çünkü alet sadece plakayı fotoğraflamaktave aynı yerden durmaksızın ve olabilecek en son hızla onlarca defa geçip kameradaki filmin bitirilmesi başarı ile sağlanmıştır. Tabii ki bu da bir tür intikam şeklidir ve bir önceki örneğe göre daha akıllıcadır. Otoyol radarlarını inceleyen görevliler inanılmaz hayrete düşmüş ve bu hayretlerini gizleyememişlerdir. İlk iki hikâyeye göre daha planlı ve zekice olan hikâye ise şudur: Gene şehirlerarası bir yolda son sürat giden hemşerimizi radar yakalamış, yani söylemesi ayıp ‘‘şlak, şlak’’ diye fotoğraflamıştır. Buna çok bozulan hemşerimiz yılların verdiği deneyimle, aracını hemen geri vitese alıp yüz metre kadar geri gitmiş ve gene son hızla kameranın önünden geçmiş, kendisini (bu defa bilinçli olarak) fotoğraflatmıştır. Ya.. ne saçma diyebilirsiniz, demeyiniz.. devam ediyorum. Bu ikinci geçişi üçüncü, dördüncü ve diğerleri izlemiş, yani bu arkadaş birkaç dakika içinde yaklaşık on kez kameranın önünden hızla gecmiş ve radara fotoğrafını çektirmistir. Ve de o büyük gün geldiğinde ilgili mercilere başvurarak ‘‘Kardeşim aletiniz bozuk, iyi bakin. Ben birkaç dakika içinde nasıl olur da aynı yerden, on kez saatte 200 kilometre hızla geçebilirim, yoksa siz manyak mısınız?..’’ deyivermiştir. Durum karşısında kurullar oluşturulmuş, olay incelenmiş ve sonunda makinenin bozuk olduğuna, hemşerimizin haklı olduğuna karar verilmiştir. Kimsenin aklına adamın geri vitese takıp defalarca kamera önünden gecmiş olabileceği gelmemiştir. Yani, dünyada her tür bilimsel ve teknolojik gelişme yaşanıyor olabilir.. ama durum göstermektedir ki bizler de bu gelismeleri yakından takip etmekte, ayak uydurmaktayız, boş durmamaktayız. [email protected] Pasifik’ten Atlantik’e Cumhuriyet! ünya haritasını şöyle bir elinize alıp D bakarsanız, ABD’nin Seattle kentinin Türkiye’ye en uzak köşe olan ta Pasifik kıyılarında olduğunu görürsünüz. 1995’te hukuk eğitimi için bu kentteki Washington Üniversitesi’ne gitmiştim. O yıllarda internet gibi hızlı ve her an ulaşılabilir bir iletişim aracı henüz oradaki üniversitelere bile yavaş yavaş girdiğinden memleketten haberleri üç dört gün gecikmeyle alıyordum. Washington Üniversitesi, Seattle’ın bağlı bulunduğu Washington eyaletinin en büyük devlet üniversitesiydi. Buna rağmen bölgenin de en güzel kütüphanesi ve en büyük kampusuna sahipti. Devlet üniversitesi olmasına rağmen hemen her ülkeden çok geniş kitap arşivi vardı. Belki tesadüf diyeceksiniz ama bizim Türkiye bölümü sevgili Uğur Mumcu ve Aziz Nesin’in kitaplarıyla doluydu. Seattle’a uçakla bile durmaksızın gittiğinizde 1012 saatten önce varamayacağınızı düşünecek olursanız, genç bir hukukçu için buraların memleketten ne kadar gözden ırak olduğunu tahmin edin. Uzakta bu yazarları orada, hele memleket hasreti ile görmek ne kadar gurur verici bir olaydır onu da siz okuyucularımız tahmin etsin artık. O kitapları en az kendiniz yazmış kadar gururla dolar ve orada böbürlene böbürlene gezersiniz. Öte yandan bu üniversitenin kütüphanesine dünyanın belli başlı ülkelerinden gazeteler gelir. Türkiye’den gelen gazetenin ise sadece Cumhuriyet olduğunu gördüğümde nasıl şaşırdığımı, nasıl heyecanlandığımı anlatamam. N E W H A V E N Mesafenin uzak olması nedeniyle gazetenin elbette 34 gün gecikmeyle geldiğini de itiraf etmeliyim. Hani bazen bizim ‘‘koAHMET KEMAL medya’’ der ya ‘‘en ŞENPOLAT fazla biz satıyoruz, en büyük biziz’’ diye... Hatta dünyada kimi çok ünlü kişilerle (ÇÜK) fotoğraflarını da çektirip ‘‘gaste’’lerinin baş sayfalarına ya da spor sayfalarına basarlar ya, bir anda aklıma o geldi... Demek ki bu gasteler sadece satışta(!) öndeler... Okunmada ve bilgi vermede dünyada pek kabul de görmüyorlar, hani laf aramızda. (Zaten yapılan bir araştırmaya göre de en fazla okunan gazete Cumhuriyet’miş biliyor musunuz? Diğerleri sadece satışta (!) önde imiş. Tüm sayfalarının okunup okunmadığı bilinmiyor.) Gelelim hikâyenin diğer kısmına. Eğitimimin devamı için Seattle’dan ayrılıp ABD’nin bu defa Atlantik kıyılarında, New Haven’de bulunan Yale Üniversitesi’ne geldim. Tabii bu üniversite diğeri gibi devlet üniversitesi değil. Olanakları, kütüphanesi, maddi olanakları çok çok daha fazla, özel bir üniversite ve dünyanın sayılı üniversitelerinden, bilim merkezlerinden. Binalar 17. yüzyıldan kalma tarih dolu. Odalarının her yeri taş ve beton değil bilim kokuyor... Hissediyorsunuz. Kütüphanesinde Gutenberg’in ilk basım kitapları duruyor. Tabii ben her zamanki gibi algıda seçicilik mi dersiniz ne dersiniz bilemiyorum, kütüphanenin gazete bölümüne doğrudan bakıyorum. Karşımda Türkiye’den yine sadece bizim malum gazete! Üstelik 34 gün gecikmeyle gelmesine rağmen microçip usulü ile her sayfasının fotoğrafı çekilip arşive kaldırılıyor.. Anlaşılıyor ki aslında karşımızda yıllardan beri bir gaste var, bir de gazete!.. Sınıflara gazete B Balinanın yaşam savaşı İngiltere’de yolunu şaşırarak Thames Nehri’ne giren ve Londra’nın göbeğine kadar gelen yaklaşık 5 metre boyunda, 67 ton ağırlığındaki şişe burunlu balinayı denize döndürme çabaları sürüyor. Balina, dün İngiliz Dalgıçlar Deniz Yaşamı Kurtarma Grubu’nun (BDMLR) düzenlediği bir kurtarma operasyonuyla mavnaya alındı. Uzun süren çabalar sonucu, balina bin vinç yardımıyla şişme dubaya, oradan da mavnaya aktarıldı. Balinanın veterinerler tarafından incelendikten sonra nehrin ağzına götürülüp serbest bırakılması planlanıyor. (Fotoğraf: AP) abamın öğretmenlik yaptığı köyde, hafta sonunda okulların 600 bin gazete kente gittiğinde getirdiği ya da kente sipariş ettiği) uygulama kapsamında giden köylülere getirttiği ve gaz lambası isteyen orta dereceli okullara, ışığında okuduğu siyahbeyaz ve bol öğretmenleri yönlendiren rehber kitap ve yazılı kitaptan daha az sayıda ama büyük 10 gün boyunca 15 gazeteden oluşan bir sayfaları olan ‘‘dünyada ve Türkiye’de gazete paketi ‘‘okuma ve ders materyali’’ olup bitenlerden bizleri haberdar eden’’ olarak veriliyor. Ayrıca ilgilenen şeyin gazete olduğunu söylemişti aynı öğretmenler her öğrenci için bir adet zamanda ilkokul öğretmenim de olan ödev gazetesi (bu proje için özel olarak babam. Yatılı okulda belli başlı ulusal hazırlanmış olan görsel açıdan gazeteler her gün alınırdı ve sabah ilk zenginleştirilmiş, bol karikatür ve bant yaptığımız iş gazetelere göz atmak karikatürlü, basitleştirilmiş gazete) olurdu. Küçüklüğümde tanıştığım alabiliyor. Böylelikle öğrenciler gazetenin diğerlerine göre ayrıcalıklı bir gazetelerle bilgi kaynağı olarak tanışıyor yeri vardı. Lise yıllarımda artık anlamaya ve eleştirel bakmayı öğreniyorlar. Bazı da başlamıştım. Üniversite yıllarımızda gazete haberleri ya da makaleleri ise daha bebekken tanıştığım gazete, öğrencilere ödev olarak veriliyor. İlk yılki ortaklaşa alıp okumak için sıraya deneme başarılı olmuştu, 20042005 girdiğimiz bir keyif olmuştu. eğitim yılında da devam edildi Belçika’daki gençlerin uygulamaya. Flaman sadece cep telefonlarındaki hükümetinin medyadan BRÜKSEL SMS mesajlarını sorumlu bakanı Geert okuduklarını ya da chat Bourgeois projenin etkisi yaptıklarını düşünenler konusunda Gent yanılıyor. Gençlerin yüzde Üniversitesi’ne ve diğer 20’si düzenli olarak, yüzde bağımsız kurumlara yaptırdığı 41’i ise ara sıra gazete araştırmalar da olumlu. Proje ERDİNÇ UTKU okuyor. Ancak öğrencilerin genç beyinlerin gazete yüzde 60’ının gazetelere okumaya ilgilerini arttırmış. oldukça mesafeli olduğu, Belçika asıllı olmayan hatta lise son sınıflardaki öğrencilerin öğrenciler için ise Flamanca ve Belçika bile beşte birinin hiç gazete okumadığı ile yakın bağlar kurulmasında köprü anlaşılıyor. Flaman hükümeti (medyadan işlevi görmüş. Uygulamadan olumlu sorumlu bakan ve eğitim bakanı) ve sonuç alan bakan, 2006’da bu projeye Flamanca gazetelerin birlikte ayırdığı bütçeyi 500 bin Avro’dan 1 düzenledikleri ‘‘Sınıflarda gazete de milyon 200 bin Avro’ya çıkarttı. krant in de klas’’ projesi çok fazla ilgi Belçika’nın Flamanca yayımlanan belli görüyor ve öğrencileri gazete okumaya başlı gazeteleri de bu projeye yaratıcı yönlendiriyor. Eğitim ve medya etkinliklerle katılarak gençlerin ilgisini kuruluşlarının işbirliği yapması yeni gazetelere yönlendirmeye çalışıyorlar. değil tabii ki. Daha önce başka ülkelerde Örneğin De Morgen gazetesi ‘‘Sevdiğiniz de uygulanmış. İngilizce konuşulan gazeteciyle chat yapın’’ diyor. Öğrenciler ülkelerde ‘‘Newspaper in Education’’ gazeteden beğendikleri bir gazetecinin olarak adlandırılan proje, Belçika’ya haber ve yazılarını iki hafta boyunca Hollanda’dan ithal edildi. İlk kez 2003okuyor ve bu süre sonunda gazeteciyle 2004 eğitim yılında başlanan (birinci chat (internette sohbet) yapıyor. Het Volk ve Het Nieuwsblad ‘‘Bir günlüğüne gazeteci olun’’ uygulamasında öğrencilere bir günlüğüne gazeteci olup ünlü Belçikalılarla röportaj yapma ya da gazetenin tasarımına katılma olanağı sunuyor. Gazet van Antwerpen ise ‘‘Sınıfta gazeteci’’ uygulamasında yansıması gerektiğini savunuyor. öğrencilerin seçtiği gazetecinin sınıfa Karşı çıkanların oranı yüzde 18. gelip öğrencilerin sorularını Kaldı ki İtalyan Urbino Üniversitesi yanıtlamasına olanak sağlıyor. Politik ve Sosyal Araştırmalar Uygulamaya katılan ilk 5 okuldan 2 Laboratuvarı ‘‘LaPolis’’ ve öğrencinin ise seçtikleri gazetecilerle ‘‘Fondazione NordEst/KuzeyDoğu birlikte röportaj yapmasına olanak Vakfı’’nın 5 yıldır ortaklaşa veriliyor. ‘‘Kendi Het Belang van yürüttükleri araştırmaların sonuçları Limburg baş sayfanı yap’’ uygulamasında Fransızlar açısından oldukça öğrencilere Het Belang van Limburg gururlandırıcı. Araştırma üç Batı gazetesi ilk sayfanın sayfa düzeninin Avrupa (Almanya, Fransa, İtalya) , yapılması olanağı veriyor. Bu gazete üç de Doğu Avrupa (Çek ayrıca başka bir etkinlikle öğrencilere Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya) yazıişlerini gezme olanağı da sağlıyor. De ülkesini içeriyor. Le Monde Tijd okuyan öğrenciler ise yıl boyunca bu gazetesinde yayımlanan kısmi gazetenin ‘‘gazete danışmanı’’ olup, sonuçlara göre, Fransızlar 6 halk gazete yönetimine görüş ve önerilerini sunuyorlar. Türkiye’de kalburüstü arasında göçmenlere, farklılara en okulların öğrencileri gazeteleri ziyaret hoşgörülü bakan toplum. Örneğin, ediyor, bazı okullar ise okullarına ‘‘Göçmenler kamu düzeni ve kişisel konuşmacı olarak ünlü gazetecileri güvenliğiniz için bir tehlike çağırıyor. Benim ortaokul zamanımda oluşturuyor mu’’ sorusuna, iseTürkçe derslerinde ödev olarak kitap Polonyalıların yüzde 40’ı, okuyup özet yapmamız istenirdi. Bizim İtalyanların yüzde 39’u, Almanların Türkiye’nin okullarında sınıflarda duvar yüzde 34’ü, Fransızların ise ancak gazetesi dışında, ulusal gazetelere de yer yüzde 22’si ‘‘Evet’’ diyor. vermenin tam zamanıdır. Eskiden siyah‘‘Göçmenler vergilerini ödüyorlarsa beyaz olduğu söylenen, şimdi renlenen ve Belediye seçimlerinde oy bol yazılı kitaptan daha az sayıda ama kullanabilirler mi’’ sorusuna ise büyük sayfaları olan ‘‘Dünyada ve Polonyalıların yüzde 56’sı, Türkiye’de olup bitenlerden bizleri Almanların yüzde 62’si, İtalyanların haberdar eden’’ gazeteye ve diğer yüzde 74’ü ve Fransızların yüzde gazetelerimize yeni ve genç okurlar 82’si olumlu cevap veriyor. Fransız kazandırmak için hükümeti ve gazete resmi makamlarının vitrine sahiplerimizi harekete geçmeye oturtmak istedikleri ‘‘hoşgörü’’ ne çağırıyorum. Ağaç yaşken okur, şey yani eğilir. Okullarda gazete uygulaması için kadar yapay gözükse de Fransız daha ne bekliyoruz? Medya patronlarına halkının ‘‘hoşgörü’’sü doğru soru, teşvik, kredi adı altında pompalanan doğru zamanda sorulduğu takdirde paracıkların yarısını böylesi bir projeye sanıldığı kadar da kaybolmuşa ayırsa ya hükümet. benzemiyor... [email protected] [email protected] Fransa’da hoşgörü vitrinlik mi? ‘‘Göster bana medyanı, söyleyeyim sana ne menem millet olduğunu..!’’ Bu veya benzeri daha başarılı ve kısa bir ifade ilerde dillere, kültürlere yerleşir mi bilemeyiz? Ancak televizyonu, radyosu, yazılı basınıyla medyanın bir toplumun aynası olduğu epeydir kesinleşmiş bir gerçek. Ayrıca aynalar her zaman doğru mu gösterir, o da başlı başına ‘‘felsefi’’ (!) bir soru... Fakat yansıttığının en azından görünen (!) gerçek olduğu tartışmasız bir tespit. Ne demek istediğimizi oralarda yarım saat televizyon seyretmiş her Cumhuriyet okuru çok iyi bilir. Bizim derdimiz buradakilerin sorununu sergileyebilmek... Yalnızca bazı ‘‘hassas’’ banliyölerinin değil aslında tüm Fransa’nın, geçen ekim sonu kasım ortası yaşadıkları, herkesi, her çevreyi olağanüstü hareketlendirdi. Orduyu müdahaleye çağıran aşırı sağdan, Afrikalı veya Arap cumhurbaşkanı talep eden anarşistlere Fransız politik yelpazesi Zümrüdüanka kanadına taş çıkarttı. İlginç girişimlerin başında, geçen 14 Kasım Pazartesi yaptığı televizyon konuşmasının ardından, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın salı sabahı işveren ve işçi sendikaları, öğleden sonra da 11 büyük televizyon kanalının patronlarıyla düzenlediği görüşmeler geliyordu. Başkan muhataplarından, günümüz Fransız toplumunun temel öğelerinden biri kabul ettiği, ‘‘Farklılıklar’’ ana köklerden biri. Örneğin, özgüllüğünü veya ‘‘çoğulluk’’ Gaziantep’teki Fransız işgal (1919gerçeğini daha sahiplenmelerini 1921) kuvvetlerinin Senagallilerden talep ediyordu. ‘‘Azınlıklar’’ın her oluştuğunu hatırlatmak yeterli mi? alanda ön plana, vitrine çıkmasını Belki son olaylarda, bazı ukala Türk istiyordu. Hem de kendi siyasi köşe yazarlarının ucuz ve kaba Arap kampındaki baş rakibi İçişleri düşmanlığı yapmalarına karşın Bakanı, Nicolas Sarkozy’nin Amerikan usulü ‘‘Kota’’ yaklaşımını gözaltına alınan ve tutuklanan gençlerin çoğunluğunun Kara görüştüğü istisnasız tüm Afrika kökenli olması talihsiz bir muhataplarına mahkum ettirterek... rastlantı. STDK’nin 27 Kasım’da Millet böyle bir bağlamda Meclisi’nde toplanan 56 PARİS örgütlenmesi ve ‘‘siyahi’’ dernek ve toplumsal terfilerden pay kolektif topluluk ise talep etmesi hiç tesadüfi Chirac’ın davetine değil. Chirac’ın icabet edercesine patronlardan, karar ‘‘Siyahi Dernekler vericilerden öncelikle Temsilciler Konseyi’’ni ülkenin vitrini addettiği (SDTK) kurduklarını UĞUR HÜKÜM televizyonda acilen Kara, açıklıyorlardı. Fransızca Arap ve Melez kelleler kısaltmasıyla ‘‘CRAN’’, okunuşuna göre hem ‘‘cesaret’’, hem gözükmesini istemesi sorunlara kolay ve çabuk çözümler bulma de ‘‘kafa(lı)’’ anlamlarına kaygısından kaynaklanıyor. 3’ü gelebiliyor. Hedefleri, cemaatçilik özel, 3’ü kamuya ait 6 televizyon açmazına düşmeden, cumhuriyetçi kanalında birkaç yıldır kıpırdayan, ilkeler çevresinde dengeli bir tek tük ‘‘melez’’ veya ‘‘renkli’’ toplumda haklarını alabilmek. program veya haber sunucuları, Türkçede adına ister zenci, ister takdimci veya muhabirler son karaderili, ister siyahi diyelim (bir gelişmelere bakılırsa rağbete karar verebilsek!..) SDTK’ye göre binecek, yenilerine ufuk açılacak. Fransa’da yaşayan 5 milyon Son kamuoyu yoklamaları sömürgecilik uzantısı ‘‘Kara’’ Fransızların bu yöndeki gelişmelere Fransız, bugünkü Fransa’nın salt olumlu baktığını gösteriyor. Asteriks’in (!) torunlarından Örneğin, CSA şirketinin Le Parisien oluşmadığının kanıtı. Hint Okyanusu’ndan Karayib Adaları’na; gazetesi için gerçekleştirdiği bir araştırmanın sonuçlarına göre Gabon’dan Guyana’ya Fransız kamuoyunun yüzde 79’u Fransız sömürgeciliği, bugünkü toplumundaki ‘‘çeşitliliğin’’ yeterince ‘‘Hexagone/Altıgen’’e (Fransa’yı ekranlara yansımadığını ve de simgeleyen bir deyiş) hayat veren CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle