Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 1 NİSAN 2005 CUMA
OLAYLAR VE GORUŞLER
AÇI
MUMTAZ SOYSAL
Ceste Ceste
OSMANLICANIN sözlerindendi; "azarazar, usul
usul" demekti. Ama, Türkçesi varken Farsça söy-
lenince bir başka olur, daha ciddi algılanırdı sanki.
Şimdi, özellikle Avrupa Birliği'ninvegenellikleBa-
tılı devletlerin Türklere yaptırmak istediklerini yap-
tırırken ortaya koydukları davranışları anlatmak için
de aynı sözü kullanabiliriz. "Bizi yavaş yavaş ka-
zıklıyorlar" desek, kendimizi aptal yerine koyuyor-
muşuz gibi gelir bize, utanırız.
Ama, gerçek budur.
Galiba biryerlerdetoplanarakTürklerden neyi ko-
paracaklarını kararlaştırıp rol paylaşımı yapıyorlar; son-
ra, Ankara'yahepbirdençullanmak yerine, herdev-
let ya da kuruluş kendi rolünü fazla patırtı koparma-
dan oynamaya başlıyor. Sonuçta bakıyorsunuz, baş-
langıçta söylenmeyen yere, onların istediği duruma
sürüklenmişsiniz. Baştasöylenmesi gereken söylen-
mediği için isyan etmemişsiniz; ama artık isyan için
çok geçtir, son pişmanlık fayda vermez.
Ek Protokolü imzalatma konusunda da buna
benzer bir oyun oynanmakta. Türkiye'yi önce-
den belirledikleri sonucasürüklemek için, şimdilik
"Imza tanıma sayılmaz" diyorlar. Ankara da bu söz-
lere kanıp Rum gemilerine ve uçaklarına limanları
ve hava sahasını kapalı tutmayı sürdüreceğini sa-
nıyor.
Oysa, şunu bir kenara yazabilirsiniz: Şimdi "Tanı-
ma anlamına gelmez" diyenler, imza atıldıktan son-
ra çok geçmeden, limanlarla hava sahasının Rum ge-
milerine ve uçaklarına açılması gerektiğini söyleme-
ye başlayacaklardır. Geri dönülemeyecek bir nokta-
ya gelindiği için de, sonuçta onların dediği olacak.
Kıbrıslı Türklere 24 Nisan halkoylamasında olum-
lu oy kullarıırsanız şunlar şunlar verilecek" diyen-
ler, o noktadan yavaş yavaş uzaklaşıp hiçbir şey
vermez duruma gelmediler mi? Artık onları istemek-
ten bile vazgeçmedik mi?
Sık tekrarlanan bu oyunu öğrenmiş olmamız ve
bir daha aldanmamamız gerekmez miydi? In-
sanlar gibi devletlerin de olanlardan ders alıp al-
datılmaktan kurtulmaları beklenmez mi? Devletle-
rin de bellekleri, beyinleri yok mudur?
Doğru dürüst yönetilmekteyseler, elbet vardır:
Diplomatlar, otuz-kırkyıl boyunca mesleklerinde bü-
yük deneyim geçirmiş olanlar ne güne duruyor? Ya-
kın zamanlara gelinceye kadar dünyanın en iyi dip-
lomasilerinden biri sayılan Türk Dışişleri bu çeşit
oyunlara aldanacak kadar safalak olabilir mi?
Ama bu ülkede işler galiba böyle olmuyor artık.
Dış politika, resmen görevli diplomatların görüşle-
ri, tavsiyeleri, uyarıları göz önünde tutularak yürü-
tülmüyor. Artık siyasiler çevrelerindeki sözde "da-
nışmanlar"\n ağızlarına bakmaktalar. Onlar da iyi-
kötü ingilizce bildikleri için, bütün dünyayı ve her
şeyi bildikleri inancındalar. Diplomasi deneyimleh
nanay. Böyle olduğu için sürekli aldanıp akıl ver-
diklerini de sürekli yanıltıyorlar. Görevli diplomat-
ların vakti ise bu aldanışların ve yanılgıların sonuç-
larını onarmakla geçmekte.
Ama, bu arada Kıbrıs ve Türkiye gidiyor. Ceste
ceste.
EROL
OZKOK'U
yitirdik
Yoldaşlanmıza sabırlar diliyoruz.
Türkiye tşçi Partili Arkadaşları
Uğurlama töreni
1 Nisan 2005 Cuma günü
saat: 10.30'da Zincirlikuyu Mezarhğı
gasilhanesi önünde yapılacak ve aynı
gün doğum yeri olan İpsala'da
toprağa verilecektir.
ACI KAYBIMIZ
Cemiyetimiz üyesi, Sürekli Basın Kartı sahibi
değerli arkadaşımız
EROL ÖZKÖK31 Mart 2005 Perşembe günü
vefat etmiştir.
Kaybı topluluğumuzda büyük
üzüntü yaratan Ozkök'ün cenazesi
1 Nisan 2005 Cuma (bugün) 10.30'da
Zincirlikuyu Mezarlığı önünden
otobüsle alınarak Ipsala Çarşı Camii'nde
kılınacak ikindi namazının ardından toprağa
verilecektir.
Erol özkök'e Tanrı'dan rahmet,
kederli ailesine ve üyelerimize
başsağlığı dileriz.
TÜRKİYE GAZETECİLER CEMİYETİ
USKLJDAR 3. SULH HUKUK
MAIIKEMESİ'NDEN
Esas No: 2003/874
Davacı Ilüseyin (iündüz vckili Av. Düzgün Irmak tara-
fından davalılar Ebru Aparlmanı kat malikleri kurulu ka-
rarrnın iptali davasıııın yapılan duruşmasında verilen ara
karar gereğince, Acıbadcm Cad. No: 2Ü8/9 Üsküdar ad-
resinde iken bulunamayan ılavalılar Ender Latif Başak ilc
Mine Saniyc Başak'a belirtilen adreslcrindü dava dılek-
çesinin tebliğ edilemediği, adres araştırmasında adı ge-
çcnlerin bulunamadığı anlaşılmakla 7201 sayılı kanunun
28-29. maddeleri hükmüne binaen, dava dilekçcsinin ila-
nen lebliğine karar vcrilmiştir. Davalıların 26.04.2005
günü saat 09.30'da mahkememizde hazır bulunması, belli
eclilen gün ve saatte gelmedikleri vc kcndilerini bir vekil
ile letnsil ettirmediklcri, mazeret de bildirmedikleri ve
delil de ibraz etmcdikleri takdirde HUMK.'nin 213-377.
maddeleri gereğince yargılamanın yokluklarımla yapıla-
cağı ve hüküın kurulacağı ve dava dilekı;esi tebliğ yerine
geçerli olmak üzere ilanen dııyurulıır.
işbu ilan yayımlandığı tarihten itibarcn 15 gün sonra
tebliğ yapılnuş sayılacaktır. 24.03.2005 Basın: 14105
lp Koptuğu Yerden Ulanır..
Bir gün bağımsızlığım, egemenliğini ve laik Türkiye Cumhuriyeti'ni savunmak
zorunda kalırsan ödeve atılmak için, içinde bulunacağm durumun olanaklarını
ve koşullarını düşünmcyeceksin, düsturuna yürekten inananlar için
aşılamayacak engel yoktur. İp, koptuğu yerden ulanır...
Vedü BİLGET£W . Amiml
• • ncelikle şunu belirteyim ki, Ame-
O
rika, bağımsızlığım, Ingiliz kra-
liçesine vcrdiği "rüşvet" karşılı-
ğında almıştır. Türkiye ise Ana-
dolu'da, ulusun öz kendisinin
emeği ile üretilen "Müdafaa-i Hukuk Ce-
miyeti", nicel varhğını MustafaKemal'in ki-
şiliğinde nitel birliğe dönüştürdü. Mustafa
Kemal, ulusalcıdır, teslimiyet ve mandacı-
hğıyadsır. Antiemperyalisttutumunu açık-
ça belirler. Düzenli ordusunu kurar. Bağım-
sızhğını bayrak edinen Anadolu halkı ile
Kurtuluş Savaşıverir. 30 Ağustos günü gel-
diginde önder Mustafa Kemal, komutunu ve-
rir. "Ordular, ilk hedcfiniz Akdeniz'dir ile-
ri!"
Bu komut yalnızca emperyalizmin işbir-
likçisi düşmanın denize dökülmesi buyru-
ğunu içermez. Yeni Türkıye tam bagımsız
bir ülkedir artık, ileri.
Sonuç: Mareşal Gazi Mustafa Kemal Tür-
kiyesi, tam bağımsızlığım Batı emperya-
lizmine ödün ya da rüşvet vererek kazanma-
dı.
Vatanını satanlar gibi değil, vatanını sa-
vunanlar olarak Batı emperyalistlerine kar-
şı savaştık ve tam bağımsızhğımızı kazan-
dık, anımsatırız.
Mustafa Kemal'in ulusal bilinçle tt
yedidü-
vel"e karşı sürdürdüğü kavganın anlamını
dışlayanlara sesleniyorum; Kemalizmin or-
taya çıkmasına yol açan nedenlerin bugüne
dek süregeldiğini, bugün de var olduğunu
bilmek, ulusumuz için bir ölüm kalım so-
runudur.
"31 Martolayı"nın gerici ayaklanmasına
katılan "Bediüzzaman" dedikleri Said-iNur-
si'nin (Nurs köyünden Sait'in) yetiştirme-
lerinden kimilerinin tarikatı üzerine çeşitli
yatkınlıklan, bilgi ve görgü aşılayarak ön
ceden saptanmış amaçlara göre, onlann be-
lirli bir yönde gelişmesini sağlamıştır. Şe-
riatçı ortamı hazırlama etkinliklerini yürü-
tenler aramızdadır.
Eğri hacalcırdcın doğru duman çıkmaz.
Çağdaşlık bir bilinç işidir, laiklik karşıt-
lığı değil. Önemli olan akıldır, bilinçtir. Ve
en önemlisi bellektir. Tarihsel bellek!
23 Aralık 1930'da devrim şehidi Musta-
fa Fehmi Kubilay şeriat yanlıları tarafından
katledildi. Şeriat özlemi içinde olanlar, ge-
riciliğin ve karanhğın cıkmazında, olanca
güçleriyle bugün de karşımızdadır. Şeriatın
Menemen'de ayaklanmasından üç yıl son-
ra Bursa'da 5 Şubat 1933 tarihinde Uluca-
mi'de toplanan 100 dolayında mürtecinin
Türkçe ezan aleyhindeki ayaklanma girişi-
mi aynı gün ivedilikle bastınlmıştır.
Çekirge yolundaki köşkte verilen akşam
yemeğinde, bu ayaklanma olayı nedenı ile
Atatürk'ün yaptiğı konuşma; "Bursa Nut-
ku" şöyledir.
Gerçekleşmeyecek şeylerin, kökten yan-
hşlann peşinden koşanlara, her kim olursa
olsun gerici odaklara arka çıkanlara, hila-
fetin-halifeliğin niçin kaldınldığını, Öğre-
nim Birliği Yasası'nın niçin çıkarıldığını
tümden unutan iktidarlara Mustafa Kemal
şöyle sesleniyor.
Yemekte bulunanlardan biri, Bursa genç-
liği bu olayı hemen bastıracaktı, fakat za-
bıta ve adliyeye güveninden ötürü...
Atatürk sözünü kesti.
Bursa gençliği de ne demek, Türkiye'de
parça parça, yer yer gençlik yoktur, sadece
ve toplu olarak Türk gençliği vardır.
Türk genci devrimlerin ve rejimin sahibi
ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğrulu-
ğuna lıerkesten çok inanmıştır, rej im ve dev-
rimleri benimsemiştir. Bunlan zayıf düşü-
recek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve
bir hareket duydu mu, bu memleketin poli-
si vardır, jandarması vardır, adliyesi var-
dır... demeyecektir. Hemen müdahale ede-
cektir. Ellc, taşla, sopa ve silahla, nesi var-
sa onunla kendi eserini koruyacaktır.
Polis gelecektir, asıl suçlulan bırakıp, suç-
lu diye onu yakalayacaktır. Genç, "Polis he-
nüz devrimin ve cumhuriyetin polisi değil-
dir" diye düşünecek, fakat asla yalvarma-
yacaktır. Mahkeme onumahkûm edecektir.
Yine düşünecek, "Demek adlîyeyi de dü-
zeltmek, rejime göre düzenlemek lazını..."
Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan iti-
razlannı yapmakla beraber; bana, İsmet Pa-
şa'ya, Mecîis'e telgraflar yağdınp haklı ve
suçsuz olduğu için serbest bırakılmasını is-
temeyecek, diyecek ki:
"Ben kanaatiınin icabuu yaptıııı. Müda-
hale ve hareketitnde lıaklıyıuı. Eğer buraya
haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı mey-
dana getiren neden ve etmenleri düzeltmek
de beninı vazifemdir."
Atatürk, işte benim anladığım Türk gen-
ci ve Türk gençliği, dedi.
Bugün GaziMustafa Kemal 'in Bursa Nut-
ku 'nu anırnsatmak, demirden bir zorunlu-
luktur.
Suçlu ve güçlü Batı emperyalistlerinin
Lozan Türkiyesi'ne kasıtlı ve asılsız suçlar
yükleyerek kendi aralarındameşrulaştırdık
ları Sevr'in şiddet siyasetini iyice algıla-
mak gerekir.
Lozan Türkiyesi'ni siyasi ve iktisadi egc-
menlıği altına alma uğraşındaki Batı emper-
yalistlerinin -Avrupa Birliği üyelerinin- tem-
sil ettiği tehlike su yüzüne vurdu.
"tçcride ve dışarıda, ınilli mücadclcnin
başlangıcuıdaki aynı sorunlar ve aynı tehli-
keler bizi tehdit ederek karşımızda duru-
yor."
Sevr'i tezgâhlayanlar, Anadolumuzupar-
çalama, Türk ulusunu sötnürgeleştirme ve
tam bağımsızhğımızı ayaklar altına alma
siyasetini değiştirmedi.
Curzon'un Clemanceau'nun, VVilson'ın
yerlerini bugün de Amerika ve Avrupa Bir-
liği ortak cephesi aldı.
Hoşgörünün ve insan haklarının övgüsü-
nü yapan ABD ve Avrupa uygarlığının,
Mussolini ve Hitler e nastl teslim oldukla-
rını, teslim olmak ne kelime, onlara işin ba-
şında nice alkış tuttuklarını unutmadık. lb-
retle izledik.
Bugün PKK 'ye ve ılımlı tslama yaklaşım-
larını da ihretle izliyvruz.
Mustafa Kemal, emperyalizme ve tam
bağımsızhğa değin söyleneeek her şeyi söy-
lemiş, yol göstermiştir.
Önemli olan, analizleri ele alıp nesnel bir
sentezi ortaya koymaktır.
Mustafa Kemal'lerin, Müdafaa-i Hukuk'a
katılanların güttüklerı amaca uygun düşen
bir deyiijle, emperyalist bir ülke ile olma-
yan bir ülke arasında hiçbir biçimde ve hiç-
bir ortak nam altında işbirliği ve anlaşma ola-
maz. Eğer olursa, bu sömürülen ülkenin,
ötekine teslimiyeti, onunyedek gücü ve ba-
ğımlısı olması sonucunu getirir.
" Yiırdumuzun tam bağımsızhğı ve laikli-
ptehlikededüf
Egemenliğimizi kısıtlayan ya da yok sa-
yan bütün alanlarda, tam bağımsızhk, gün-
cel anlamıyla, NATO, DTM, AB, Gümrük
Birliği, Ekonomik tşbirliği ve Kalkınma
Teşkilatı, Çok Taraflı Yatınm Anlaşması,
Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası,
ABD ilc yapılan ikili anlaşmalar gibi anlaş-
malardan ve kuruluşlardan tam bagımsız
bir dış siyaset ve ıç uygulamalar silsilesinin
gecikmeksizin yaşama geçirilmesi, Lozan
Türkiyesi 'nde yasayanlann birincil göre-
vidir.
"Ne mutlu l'ürküm" diyenlerin Türki-
yesi'nde:
Bir gün bağımsızlığım, egemenliğini vc
laik Türkiye Cumhuriyeti'ni savunmak zo-
runda kalırsan ödeve atılmak için, içinde
bulunacağın durumun olanaklannı ve koşul-
larını düşünmeyeceksin, düsturuna yürek-
ten inananlar için aşılamayacak engel yok-
tur.
tp, koptuğu yerden ulanır...
Devletler Hukukunda Tanıma
Kıbrıs Rum kesiminin nihai bir çözüme ulaşılmadan
tanınmaması gerekir; ancak süreç içerisinde tanıma
zorunluluğu doğarsa, Kıbns Rum kesiminin "şarth
tanıma" (conditional recognition) çcrçevesinde
tanınması düşünülebilir.
Av. H a k a i l O N C E L An!Hareketi Koordinasyon Kurulu Üyesi
B
ir siyasi topluluğun dev-
let olarak tanınması (re-
cognition), tanıyan devlet-
le tanınan devlet arasındaki iliş-
kilerde, devletlerin tabi olduğu
hukuki statüye tam olarak uyul-
masına nza gösterilmesi ile hu-
kuksal ilişkilerin bu veriler üze-
rine kurulacağını bildiren tek ta-
raflı bir hukuksal işlcmdir. Dev-
letler hukuku içtihatlan, bir dev-
letin tanınması işleminin kurucu
(constitutive) olmayıp açıklayıcı
(declaratory) olduğu yönünde-
dir. Böylece bir devletin tanınma-
sı işlemi fiili durumun açıklan-
masından başka bir şey değildir.
Ancak tanımanın bir devletin var-
lığının koşulunıı oluşturmaması
ve bu anlamda açıklayıcı bir iş-
lemi oluşturması onun hiçbir ku-
rucu işlem niteliği taşımadığı an-
lamına da gelmemektedir.
Çünkü, tanıma işlemi ile bera-
ber, tanıyan devletle tanınan dev-
let arasında birtakım kurucu et-
kiler de doğmakta ve tanıyan dev-
let, tanınıayla siyasal olarak be-
lirsiz duruma kendisi açısından
son vermekte ve hukuksal belir-
ginlik getirmektedir. Böylece ta-
nıma ile tanıyan devlet, tanınan
devlcte ilişkin olarak onun var-
lığı ilc yasallığını eleştirme hak-
kını yitirmekte ve tanınan devle-
tin hukuken kişiligini kabul et-
mektedir. Bu çerçevede Türkiye,
Kıbns Rum kesimini nihai çö-
züm olmadan tanırsa bu devletin
yasallığını eleştirme hakkını yi-
tirecek ve Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti'ni de tanıdığı için
hukuken çelişkili bir durum or-
taya çıkacaktır.
Uluslararası camiada da soru-
nun çözüldüğü ve bir sorun kal-
madığı şeklinde değerlendirilerek,
özellikle BM'nin bundan böyle
çözüm sürecinde yer almaması-
na neden olacaktır. Bu sebeple,
Türkiye'nin Rum kesimini Kıb-
ns Cumhuriy ";ti olarak hiçbir şe-
kilde tanımaması gerekir.
17 Aralık 2004 'te açıklanan
Avrupa Birliği Zirve Sonuç Bil-
dirgesi'nin 19.paragrafınagöre,
AB tam üyelik müzakerelerinin
başlayacağı 3 Ekim 2005 tarihi-
ne kadar süre vererek, Ankara
Anlaşmasrnınuyarlanmasına da-
ir ek protokolü yeni AB üyesi ül-
kelerin katıhmını da dikkate ala-
rak Türkiye'nin imzalamasını ön-
koşul olarak belirlemiştir. Bu du-
rumda Ankara Anlaşması'nın ek
protokolünün Kıbrıs Rum kesi-
mini de kapsamına alacak (teşmi-
li) şekilde inızalanmaması duru-
munda, tam üyelik müzakerele-
ri başlamayacaktır. Ek protoko-
lünün bu şekilde Türkiye tara-
fından imzalanmasının Kıbrıs
Rum kesimini tanıma anlamına
gelip gelmediği kamuoyunda ol-
dukça geniş bir biçimde tartışıl-
maktadır, Tartışmanın nedeni,
Kıbns sorununun başından beri
sui generis (kendine özgü) ohna-
sı ve bu husustaki devletler hu-
kuku ilkelerinin kesinlik kazan-
mamış olmasıdır.
Bu nedenle, öncelikli olarak
devletler hukuku genel prensip-
lerini dikkate alarak, Ankara An-
laşması'nın uyarlanmasına dair ek
protokolü Türkiye'nin imzala-
masının hukuki anlamını tespit et-
mek gerekmektedir. Tanıma esas
itibanyla bir niyet somnudur. Ya-
pılmasındaki biçimin özel bir
önemi yoktur; bu nedenle açık
(express recognition) veya örtü-
lü (implied recognition) biçimde
olabilir. Örtülü tanıma, devletin
tanıma iradesini açık bir beyan-
la değil, ama kuşkuya yer bırak-
mayacak şekilde bir işlem içine
girmesi ile mümkün olmaktadır.
Devletler hukukunda örtülü tanı-
ma için genel olarak beş durum
kabul edilmektedir; bunlardan
konumuzu ilgilendiren durum,
herhangi bir çekince koymadan
ikili anlaşma yapılmasıdır. Ek
protokolün Kıbrıs Rum kesimi-
ni de kapsamına alacak şekilde ge-
nişletilmesi ikili anlaşma sayıla-
maz, çünkü Ankara Anlaşması
tüzelkişilik olarak Türkiye ve Av-
rupa EkonomikTopluluğu arasın-
da yapılmıştır. Ek protokolün
Kıbns Rum kesimini kapsamına
alması sadece tcknik bir usul so-
runudur. Ancak Türkiye yinc de
imza aşamasında bunun tanıma
anlamına gelmediğini açıklama-
hdır.
Protokolün Kıbns Rum kesimi-
ni de kapsamına alması, tanıma
anlamına gelmese de birtakım
başka sonuçlan olacaktır. Bupro-
tokole dayanarak Kıbns Rum ke-
simi, Türkiye ile arasında güm-
rük birliği olduğunu belirterek
ticari ilişkiler kurmak isteyecek-
tir. Devletler hukukunda "ticari
ifişkT kurmanın örtülü tanıma da
dahil olmak üzere hiçbir şekilde
tanıma olmadığı kabul edilmek-
tedir. Bu durumda, protokolün
imzası ile Kıbns Rum kesimi ile
gümrük birliği kurulacağı ve bu-
nun sadece "ticari iüşki" olarak
değerlendirilmesiyle Kıbns Rum
kesimi tanınmış olmayacaktır.
Dönemin AB Dönem Başkanı
Hollanda Başbakam Jan Peter
Balkenende'nin, "Ankara'nın
protokoltt imzalaması, hukuki
açıdanyasalbir tanıma değildir1
"
şeklindeki beyanını az yukanda
izah edilen hukuki çerçevede de-
ğerlendirmek gerekir.
Kıbns Rum kesiminin nihai bir
çözüme ulaşılmadan tanınmama-
sı gerekir, ancak süreç içerisin-
de tanıma zorunluluğu doğarsa,
Kıbns Rum kesimini "şarth ta-
nıma'' (conditional recognition)
çerçevesinde tanınması düşünü-
lebilir. Devletler hukuku pratıği
incelendiğinde şartsız tanıma gi-
bi şarth tanıma da mevcuttur.
"ŞarÜı tanıma", tanımanın tanı-
yan devletin öne sürdüğü hakla-
ruıın gözetilmesi veya tanınan
devletin güvence vermesi gibi
şartlarla yapımıasını öngörmek-
tedir. Örneğin 1942'de ABD, Lüb-
nao'ı tanımak için bu devletin
ABD'nin ve vatandaşlannın hak-
lannı koruyacağına ilişkin yazı-
lı güvence istenıiştir. Devletler
hukukunda bazı teorisyenler, ta-
nunanın iki taraflı olmaması, ya-
ni tek taraflı bir irade beyanı ol-
ması nedeniyle, tanımada belir-
tilen şartlara uymayan tanınan
devletin tanınınasının gerı alına-
mayacağını savunmaktadırlar.
Ancak bu duruma rağmen, tanı-
ma sırasında bir devletin tanıya-
cağı dcvlete karşı birtakım şart-
lar ileri sürmesine karşı herhan-
gi bir hukuksal engel yoktur.
AB, 17 Arahk zirvesinden da-
ha önceki zirvelerin sonuç bil-
dirgelerinde, "BirleşnıişbirKıb-
rıs'ın kaühmı yönündeki güçlü
terdhiniveKıbnssorununun özel-
likle Birleşnıiş Milletler şartuıa
uygun biçimde çözülmesi gerek-
tigmi" birçok kez çok açık bi-
çimde vurgulamıştır. (Örneğin,
Aralık 1999 Helsinki zirvesi 4. pa-
ragraf ve Aralık 2002 Kopenhag
zirvesi 10. paragraf) Türkiye,
AB'nin yukarıdaki daha önce
alınmış olan görüşlerinedc daya-
narak, AB 'den ve Kıbns Rum ke-
simi hükümetinden "Kıbns soru-
nunun Birleşmiş Milletler şartına
uygun biçimde çözülmesi" gü-
vencesi almak şartıyla, "şarüıta-
nıma"yı gerçekleştirebilir. Bu şe-
kilde "şarthtanıma" ile elde edi-
lecek fayda, Annan Planı çerçc-
vesinde Rumları çözüme zorla-
mak ve Kıbrıs sorununun ulus-
lararası camiada vc özellikle Bir-
leşmiş Milletler'de daimi olarak
gündemde kalmasını sağlamak-
tır.
Esas olarak, nihai çözümde en
büyük görev BM Genel Sekrete-
ri Annan'a aittir. Annan, kendi
planına Türk kesiminin olumlu oy
vererek gösterdikleri iyi niyet ile,
planı reddeden ve son zamanlar-
da Annan Planı üzerindeki talep
ettikleri değişiklikleri yazılı ola-
rak dahi vermekten kaçınan Rum
kesiminin kötü niyetini de göz
önüne alarak nihai çözüm için
çaba gösternıelidir. Bu kapsam-
da, izolasyonun kaldırılmasını
sağlamalı, hatta sürecin gerekle-
rine göre daha önce alınmış olan
ve KKTC'nin ilanını batıl sayan
541 ve 550 sayılı GüvenlikKon-
seyi kararlannın gözden geçiri-
lerek Türk tarafı lehine kararlar
alınmasını sağlayarak müzakere
masasına dahi oturmayan Kıbns
Rum kesimini çözüme zor-
lamalıdır.
PENCERE
Laga Luga...
Takıyyeci iktidarın başındakiler atama üstüne
atamayla zaten çivisinden çıkmış devleti allak bul-
lak ettiler...
Vaktiyle 'Nazır' (Bakan) olur olmaz yeğenini va-
li yapan bir kodamana Neyzen Tevfik:
- Maşallah, demiş, sizin yeğen fasulyaya ben-
ziyor..
Nazır:
- Neden böyle söylüyorsun Neyzen, yeğenim
genç yaşta vali oldu...
Neyzen:
- Ben de bunun için söylüyorum ya, fasulya bir
sırığa sarılarak büyür!..
•
Kim akıl verdi de bu iktidar şu yeni 'Ceza Yasa-
s/'nı hazırladı?..
İktidarın başından beri niyeti bozuktu...
Neyzen'in dediği gibi:
"Türkü yine o türkü
sazlarda tel değişti
yumruk yine o yumruk
Ne var ki el değişti."
•
Artık açlk seçik ortaya çıktı ki AKP iktidarı dışar-
da Hıhstiyana ödün üstüne ödün verip tam tesli-
miyetle borçlanırken, içerde safoş ümmet-i Mu-
hammet'in gözünü boyayıp kendi yandaşlarına
köşeyi döndürüyor...
Üstelik AKP iktidar olunca dışarda ve içerde ne
kadar Sevr yandaşı varsa tepemize bindi...
Zengin şeyh yolda gördügü yoksul Bektaşi'ye
beş kuruş verirken söyleniyormuş:
- Babamm, dedemin, amcalarımın, yeğenleri-
min, çocuklarımın hayrına...
Bektaşi parayı geriye uzatırken şeyhin lafını kes-
miş:
- Imanım, senin paran sende kalsın, bu kadar
iti köpeği başıma yığma, taşıyamam...
•
ABD ile AB'nin azılıları tarihsel fırsatı yakaladık-
larını düşünerek Türkiye'nin tepesine binmiş du-
rumdalar; yurtseverlerde ise umutsuzluk ağır ba-
sıyor, içimizdeki haymatloslar da ellerini çırparak
medyada kına yakmaya hazırlanıyorlar...
Bektaşi hastalanmış, ziyaretine gelen 'Tereke-
me'yeyakınıyor:
- Azrail kaç gündür tepemde nöbet tutuyor, öl-
• dümöleceğim...
Terekeme:
- Aya!.. Azrail dediğin fasarya kim oluyor!.. Aç
gözünü, sık dişini, toparla gücünü, söyle sözünü,
verme özünüL.
Bektaşi kurtulmuş mu?..
BilmiyoruzL
•
Politikada öylesine gözü dönmüş, sırnaşık, yü-
züne tükürsen 'yağmuryağdı' diyecektürden ana-
sının gözü babasının veledi türedi ki bunlar hangi
cemaat şeyhinin rahle-i tedrisinde yetiştiler diye
insan şaşıyor...
Birer birer ele almaya olanak da yok...
Şair Eşref'e sormuşlar:
- Neden taşlamalarında isim kullanmıyorsun?..
- Kastı mahsusla kullanmıyorum..
- Ama, kimin için yazıldıkları belli olmuyor..
- Benim taşlamalarım numarasız gözlük gibidir,
bütün alçaklara uygulanabilir!.
İSTANBUL ÜNİVERStTESt MEZINLARIDERNEGİ
ATATİ'IRKÇÜ DÜŞONCK DBRNEûl Kadıkoy §b,
DEM0KRATİKDAYAN1ŞMADER.
AYDINLANMA SÖYLEŞİLERİ
2004-2005 Dönemi No: 8
Konu
BATILI SİYASİLER VE TÜRK ORDUSU
Yönetmen
E. Orgeneral ÇETİN DOĞAN
Konuşmacılar
E. Orgeneral TUNCER KILINÇ
E.AmiralTANJUERDEM
Gün: 02 Nisan 2005 Cunrartesi, saat 10.30-13.00
Ycr: Beşiktaş Hclcdiyesi Ortaköy Kültiir Merkezi
Derebcıyu Caddcsi, Dere Çıkmazı, No: I - Ortaköy
llctişim: 1.0. Mezunlar Demeği (Fatoş Taştan) 0 212 238 03 21
Aytlııılık Yaıınlar Özlemi Içindcki Tüm Yurttaijhırımı/ Davetlidir.
Giriş Serbest ve İlcretsizdir
Hayatın bütün acılarını ve sevinçlerini çevresiyle
paylaşma yeteneğini her zaman hayranlıkla
izlediğimiz, dünyayı güzelleştirmenin, yaşama
anlam katabilmenin ustası,
dostumuz, arkadaşımız
EROL
ÖZKÖK'ü
zamansız yitirmenin acısı içindeyiz.
Acun Güney, Alaeddin Aksoy,
Ali Özgentürk, Arif Keskiner,
Atilla Coşkun, Aybek Korugan,
Aydın Aybay, Azmi Yılmaz,
Başak Coşkun, Bülent Tanla,
Figen Gür, Füsun Topuz, Genco Erkal,
Güler Ökten, Halil Ergün,
Hüseyin Baş, Kıymet Coşkun,
Mustafa Alabora, Nevin Ateş,
Rana Aybay, Rutkay Aziz,
Sevim Korugan, Şeref Gür, Tarık Akan,
Toktamış Ateş, Turgay Fişekçi,
Umur Bugay, Yusuf Kurcenli,
Zeki Ökten, Zeynep Oral.